3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə50/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   72

  • Öncelikle, tabii, engellilerin Türkiye’de 9 milyonluk nüfus oluşturduğunu, bunun aileleriyle birlikte 30 milyon civarında insanımızı ilgilendiren bir sorun olduğunu bilmenizi isteriz. Bu kitlenin sorunlarının anayasal güvenceye kavuşturulması da bizim açımızdan son derece önemli çünkü uygulamada çok sıklıkla karşılaştığımız durumlar var. Yasalarda hüküm bulunmadığı durumlarda bile, uluslararası sözleşmelerde, bizi de bağlayan sözleşmelerde hükümler olsa bile uygulamacılar çok bunu kale almıyorlar ve genel olarak kendi bildikleri, yönetmelik düzeyindeki, tüzük düzeyindeki, en fazla, yasa düzeyindeki mevzuata dayanmaya çalışıyorlar, uluslararası sözleşmeler çok uygulanmıyor. Oysa Türkiye, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ni onayladı ve 28 Ekim 2009 tarihinden bu yana da yürürlükte bu sözleşme. Bu sözleşme yürürlükte olduğu hâlde buradaki birtakım hakların Türkiye’de kullanılamadığını hep birlikte görüyoruz. O yüzden özellikle Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nde bulunsa bile kapsamlı bir şekilde anayasamızda da bazı haklarımızın güvence altına alınmasını, bir hukuksal dayanak, anayasal dayanak oluşturulmasını önemsiyoruz kendi açımızdan. Bunlar nedir? Biz dokuz maddede -yani uzun anayasa varsayımına dayalı olarak söylüyorum- değişiklik öneriyoruz. Birincisi, devletin görevlerini tanımlayan 5’inci maddede, devletin ayrımcılığa karşı mücadele etmek gibi bir amacının da olması gerektiğini düşünüyoruz çünkü “ayrımcılık” hukukumuza henüz pek girmiş bir kavram değil, oysa uluslararası hukukta “ayrımcılık” kavramı son derece önemli ve bu konuda çeşitli içtihatlar da gelişti. Avrupa Birliği direktifleri var, Birleşmiş Milletlerin dokümanları var ama hukukumuzda sadece Türk Ceza Kanunu’nda 122’nci maddeyle bir ayrımcılık yasağı var, onun da uygulamada pek fazla karşılıkları yok. O yüzden, özellikle ayrımcılığa uğrayan kesimlerin korunması açısından -bu; kadınlar olabilir, çeşitli dezavantajlı gruplar olabilir, işte engelliler olabilir- etnik düzeyde ve diğer düzeylerdeki ayrımcılıkları da içerecek şekilde ayrımcılığa karşı mücadele etmeyi devletin bir görevi olarak tanımlamak gerektiğini düşünüyoruz. 10’uncu maddede, bu madde üzerinde çok fazla oynandığı için madde bir hayli karmaşık hâle geldi, üzerinde değişiklikler yapıldı çeşitli tarihlerde. Başlangıç cümlesinde ırka, cinsiyete, milliyete, mezhebe ve diğer inanışlara göre ayrım gözetilmeksizin herkesin eşitliği güvence altına alındığı hâlde, örneğin kadınlar için yeniden bir tekrar olarak kadın erkek eşitliğine vurgu yapıldı ve o doğrultuda cümleler konuldu. Daha sonra, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliğiyle, engelliler ve diğer bazı gruplar, işte maluller, gaziler, şehitlerin dul ve yetimleri ve benzeri için alınacak önlemlerin Anayasa’ya aykırılık ya da eşitlik ilkesine aykırılık olarak görülemeyeceğine ilişkin bir madde eklendi ve dolayısıyla o cümle bir hayli karışık; bütünlüklü niteliğini kaybetti, karışık bir cümle hâline geldi. Biz ilk cümlenin aslında yeterli olduğunu, oraya “cinsiyet”ten sonra gelmek üzere “özürlülük durumu”nun da eklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer mevcut hâliyle daha sonraki vurgular yapılacaksa, kalacaksa, yani kadınlarla erkeklerin eşitliğine vurgu yapılacak ve ona ilişkin alınacak önlemlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı yönünde vurgular yapılacaksa nüfusun en fazla ayrımcılığa uğrayan ve bu yüzden hep toplumun kenarına itilmiş, dibine bastırılmış, görmezden gelinmiş olan kitlesi için bu vurgunun da yapılmasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz eğer o tekrar yapılacaksa, o kalacaksa o şekliyle ama o şekliyle kalmayacak, o genel cümlede ifadesini bulacaksa “özürlülük durumu” kavramı orada yeterli olacaktır. Daha sonra genel bir cümleyle bu çeşit ayrımcılığa uğrayan kesimler için alınacak, onların lehine alınacak önlemlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı bir cümle olarak eklenebilir diye düşünüyoruz.

  • Anayasa’mızın 23’üncü maddesinde değişiklik düşünüyoruz, daha doğrusu şöyle ifade edeyim orayı: Bizim en önemli sorunlarımızdan biri de erişilebilirlik sorunu. Bu iki anlama geliyor: Birincisi bilgiye erişebilmek; ikincisi mekânda hareket serbestisi ve mekânsal hedeflere erişebilmek. Birincisi özellikle görme engelliler açısından son derece önem taşıyor, bilgiye erişebilmek. İkincisi ise genellikle bedensel engelliler açısından, tabii bu arada görme engelliler açısından da kısmen önem taşıyor. Bu alanda seyahat özgürlüğünü düzenlerken ya da düşüncenin yayılması, düşüncenin açıklanması ve yayılması hakkını, hürriyetini düşünürken mutlaka engelliler için de bazı erişilebilirliği içeren güvencelerin anayasaya girmesi gerektiğini düşünüyoruz. Vereceğimiz metinde bulunduğu için ben ayrıntılarına girmiyorum.

  • Ayrıca, çalışma hakkı, eğitim hakkı, sosyal güvenlik hakkı gibi haklarda da genel olarak diğer toplum kesimlerine ilişkin düzenlemelerin yanı sıra engellilerin özel durumuna uygun bazı vurguların yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Zaten mevcut hâliyle bazı maddelerimizde, örneğin 42’nci maddede eğitim hakkında özel eğitime bir vurgu yapılıyor. Bunun biraz daha düzgün ifade edilmesi, içeriğine uygun bir ifadeye kavuşturulması gerektiği için ufak bir değişiklik orada öngörüyoruz. Çalışma hakkında engellilere ilişkin bir vurgu yok mevcut hâliyle o hak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olmasına rağmen. Engellilerin özel durumlarına ilişkin bir düzenleme yok. Oysa engelliler, en çok, çalışma hakkından, yoksunluktan dolayı sıkıntılar çekiyorlar. Serbest piyasada, emek piyasasında kabul edilmeleri bir hayli güç. Bu yüzden sağlanan birtakım kontenjanlar, yüzde 3, yüzde 4 kotalar doldurulmuyor. Buralarda sıkıntılar var. İşverenlerin eğitimine ilişkin sorunlarımız var. Şu ya da bu nedenle, sonuçta en fazla ayrımcılığa uğranan noktalardan biri çalışma yaşamına ilişkindir, üretim sürecine katılımın önündeki birtakım sorunların bulunmasıdır. Bu yüzden bir de ağır derecedeki engellilerle normal olarak engelli sayılan yurttaşlarımızın da ayrılması ve çalışma hakkı düzenlenirken farklı önlemlerin alınması gerekiyor; bunu o maddede biz öngördük. Ağır derecede engelliler özellikle Avrupa ülkelerinde “korunmalı iş yerleri” başlığı altında düzenleniyor, onların çalışma hakkı oralarda uygulanmaya çalışılıyor. Emek piyasasına kendi güçleri oranında katılmaları sağlanıyor ama diğer engelli grupların öyle özel korumalı iş yerlerinde istihdamına gerek yok. Bütün istihdam alanlarında engellilerin yapabilecekleri işler, alanlar var. Onlara göre eğitilmeleri, mesleki eğitimden geçirilmeleri yeterli oluyor. O yüzden iki cümleyle, bu iki kategori engelli grubu için önlemleri biz çalışma hakkı konusunda düzenledik, öneriyoruz.

  • Ayrıca, sosyal güvenlik hakkı bölümünde bir şey var. Bizde şu karıştırılıyor, mevcut durumu söylüyorum: 10’uncu maddede yapılan, 12 Eylül 2010 referandumuyla yapılan değişiklik aslında bize göre yanlış bir değişiklik çünkü 61’inci maddede korunması gereken kişilerle ilgili düzenleme 10’uncu maddeye aktarılıyor. 10’uncu madde böylece eşitlik ilkesi olmaktan çıkıyor ve bir çeşit koruma ilkesi hâline dönüştürülüyor, engelliler de korunması gereken kişiler arasında sayılmış oluyor o maddede. Dolayısıyla bir hak öznesi olmaktan ziyade korunması gereken bir toplum kesimi olarak tanımlanmış oluyor. Oysa -hem dünyada bu böyle hem Türkiye’de engellilerin genel kabulüdür- engelliler eşitlik istiyorlar yani -koruma, tabii ki engellilerin de korunması gereken, ağır derecede bakıma muhtaç olan engelliler de var; tıpkı yaşlılar arasında olduğu gibi, tıpkı çocuklar için olduğu gibi ama- bir bütün olarak, kategorik olarak engelliler korunması gereken bir kitle değil; toplumla eşitlenmesi gereken, üretim süreçlerine, hizmet süreçlerine, toplumsal yaşama, siyasete eşit olarak katılmaları gereken bir kitle. Kadınlar gibi mütalaa etmek gerekir. Özel olarak korunması gereken bir kitle değil kadınlar, haklarının verilmesi gereken ve işlenmesi gereken bir kitle olduğu gibi engellileri de bir bütün olarak böyle düşünmek gerekiyor. Çağdaş yaklaşımlar, yorumlar, Birleşmiş Milletlerin kabulleri, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ndeki temel anlayış budur. Bu temel anlayış çerçevesinde 10’uncu maddeye konulması gereken kişiler arasında engellilere yer verilmiş olması o maddeyi güçlendirmiyor, engelliler açısından zayıflatıyor. O yüzden 61’inci maddeye -engellilerin korunması hükmü, zaten o maddenin şimdiki başlığı da “Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler”- o bölüme de genel olarak “engelli” sözcüğü yerine “bakıma muhtaç ağır derecedeki engelliler” şeklinde geçirilmesinin uygun olduğunu düşündük.

  • En son, 67’nci maddede siyaset konusu var. Hem siyasete katılım -siyasi katılım hakkı- bakımından hem de oyların kullanılması halk oylamalarında ya da normal seçimlerde. Engellilerin oylarını sağlıklı olarak kullanabilmelerine ilişkin fiziki önlemlerin alınması yönünde bir düzenleme öneriyoruz.

  • Böylece dokuz maddelik önerilerimizi özet olarak sunmuş oluyorum. Size vereceğimiz raporda da bunların formülasyonlarını, cümle cümle, nereye nasıl konulabilir, onları öngördük. Tabii ki teknik bir çalışmayı bu anayasa yazımından sonra teknik elemanlar yapacaklardır, nereye konulacaktır, hangi cümlelerle konulacaktır, vesaire. Fakat kısa bir anayasa yazılacaksa, yani haklar, yükümlülükler kısa kısa tanımlanacak ve geriye kalan bölüm ayrıntılı olarak girilmeden yasalara, uygulamaya bırakılacaksa, böyle düşünülüyorsa devletin görevleri arasında ayrımcılıkla mücadele etmeyi ve anayasadaki hakların, ayrıca Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ndeki hakların engelliler tarafından kullanılabilmesi için gerekli önlemlerin alınması devlete bir görev olarak yüklenebilir. Bir de eşitlik ilkesine özürlülük durumu eklenebilir, sadece bununla yetinilebilir o durumda. O durumda bütün maddeler engelliler açısından da hem uygulanabilir hem de güvence altına alınmış olabilir.

  • Ben kısaca bunları ifade ediyorum. Biz şöyle öngörmüştük: Bu sunuştan sonra karşılıklı bir müzakere yapılacaksa zamanı öyle kullanabiliriz, arkadaşlarımızın ekleyeceği konular olabilir. Bundan sonraki bölüm biraz karşılıklı bir diyalog içerisinde geçebilir.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU BAŞKANI AV. SUHA SAĞLAM – İspat noktası, onu kısaca vurgularsan.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Pardon, ispat, doğru.

  • Şimdi, ispat yükü, bu da çok önemli. Benim atladığım bir şey, teşekkür ediyorum.

  • Ayrımcılık hukukunda hem çağdaş dünyada, Avrupa ülkelerinde, bizde de kısmen İş Kanunu’nda bir bakıma var. Güçsüz kesimleri toplumun ya da kendilerine karşı yapılan haksızlıkların görünür olmadığı, ispatı güç olan haksızlıklar kategorisinde olan toplum kesimlerinde hukukun o temel “İddia eden iddiasını kanıtlar.” ilkesi tersine dönüştürülüyor, ispat yükü karşı yana geçiyor. Ayrımcılık hukukunda da bunun böyle olması gerekiyor. Şu 2005 yasasından sonra, biliyorsunuz, Türk Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesine, ayrımcılık yasağı maddesine özürlülük durumu da eklendi dolayısıyla özürlülüğe dayalı ayrımcılık da ayrımcılık yasağı kapsamında ele alınıyor. Ancak bu doğrultuda yapmış olduğumuz tüm şikâyetler -istisnası da yok maalesef- savcılık aşamasında takipsizlikle sonuçlanıyor. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi: Ayrımcılık hukuku bizim hukukumuza çok girmediği için yargıçlarımız, savcılarımız ayrımcılıkla ilgili dayanakları bulamıyorlar dolayısıyla ihmal filan gibi noktalardan gitmeye çalışıyorlar. Bir diğer nedeni de işte demin söylediğim ispat meselesi. Yani siz bir tacize uğradınız engelliliğe dayalı, ayrımcılık çerçevesinde ya da bir bankaya gittiniz, işleminizi yapmıyor körsünüz diye, “Siz imza atamazsınız.” diyor. Hâlbuki Borçlar Kanunu’nda ve diğer kanunlarda bunlar hep çözüldü, buna rağmen ayrımcılık yapıyor. Bunu ispat edemiyorsunuz, belge vermiyor; yazılı veriyorsunuz buna olumsuz yanıt vermiyor, vesaire, dolayısıyla ispatı mümkün olmuyor bu tür ayrımcı uygulamaların. Diğer çağdaş ülkelerde olduğu gibi bu çeşit ayrımcılığa uğrayan, engellilerin ayrımcılığa uğradıkları konulardaki uyuşmazlıklarda ispat yükünün karşı yana geçmesi gerektiğini veya en azından paylaşılması gerektiğini düşünüyoruz. Buna ilişkin bir düzenlemeyi de 39’uncu madde olarak ifade ettik.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – İspat paylaşımını şeye mi bıraktık acaba, anayasaya bir madde olarak mı?

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU BAŞKAN YARDIMCISI AV. DOĞAN NURLUYOL – Zaten 39’uncu maddede var o düzenleme, oraya ilave edilmesini öneriyoruz.

  • Ben bir iki husus ifade edebilir miyim.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Tabii, buyurun efendim.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU BAŞKAN YARDIMCISI DOĞAN NURLUYOL – Kahramanmaraş Orman Bölge Müdürlüğünde avukat olarak görev yapmaktayım, aynı zamanda Türkiye Körler Federasyonunda hukuk işlerinden sorumlu Başkan Yardımcılığı görevimi sürdürüyorum.

  • Turhan Başkan oldukça detaylı olarak düşüncelerimizi size yansıttı. Ben, temel olarak anayasanın düzenlenmesi sırasında şu ilkenin esas alınmasının uygun olacağı kanaatindeyim: “Engellilere ya da kısaca dezavantajlı gruplara sağlanan imkânlar ve haklar, onların irade dışı ya da olumsuz değer yargılarından kaynaklanan sebeplerle uğradıkları olumsuzlukların telafisi için yapılan çalışmalar eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamaz.” diye zaten önerimizde, 10’uncu maddedeki cümlemizde bunu ifade ettik. Buna şu noktadan da bakılmasının uygun olacağını düşünüyorum: Bunlar devletçe ya da ilgili makamlarca bu kişilere, dezavantajlı grubu oluşturan kişilere verilmiş bir lütuf şeklinde kabul edilmemelidir; bunlar devletin sosyal devlet olma gereğinin sonucu olarak onlara devlet tarafından verilmesi mecburi olan haklar arasında değerlendirilmeli, bu anlayışla, anayasa tanzimi sırasında bu noktadaki bakış açısı bu anlayışla perçinlenirse daha uygun olur diye düşünüyorum.

  • Başkan ifade etti ama biraz detayı belki: 23’üncü maddede, “Yerleşme ve seyahat hürriyeti” başlıklı maddede bazı önerilerimiz oldu fakat işin doğrusu bir açmazımız da çıktı orada çünkü o hüküm genellikle sınırlamayı düzenleme amacıyla konulmuş, biz ise engellilerin kamu kuruluşlarına, konutlara ve yerleşim yerlerine rahatça erişebilirliğini sağlamak üzere devletin gerekli tedbirleri almasını istiyoruz. Belki bu sınırlayıcı düzenlemeye yer veren 23’üncü madde bunun için uygun düşmezse teknik çalışma sırasında hem bu erişilebilirlik noktasında hem de engellilerin seyahatleriyle ilgili karşılaştıkları problemlerin ortadan kaldırılması bakımından gerekli çalışmaların yapılıp, tedbirlerin alınması, daha uygun bir maddeye ya da anayasanın uygun bir bölümüne ilave edilirse bu da bizim için bir gereklilik hâlindedir diye düşünüyorum.

  • Çalışma hakkı sanıyorum 49’uncu maddede düzenleniyor. Orada zaman zaman karşılaştığımız bir sıkıntı da şu: Ataması yapılıyor kişinin, gözü görmüyor ama idareci elinde personel de olmadığı ya da yeterli personel bulunmadığı için, örnek; okul müdürü “Sen temizlik işlerine bakmalısın.” diyor. Bu nedenle engelli kişilerin durumlarına uygun işlerde istihdamının anayasal güvenceye kavuşturulmasını arzu ediyoruz. Bu nedenle 49’uncu maddede buna dönük bir ibareye yer verip, devamında da Başkanımızın, Turhan Başkanımızın, korunması gereken ağır özürlüler için korumalı iş yerleri kurulması konusunda da tedbir alımını öngören bir düzenlemeye yer verdik. Ayrıca, burada girişimci engellilerin de devlet tarafından gözetilmesi düşüncesini dikkate alarak onlarla ilgili de, onların işte bu teşebbüs ettikleri iş yerleri kurma, kurdukları iş yerlerinde rahat hareket kabiliyeti bulabilme imkânlarıyla donanmalarını, devletin bu konuda gerekli tedbirleri almasını isteyen bir önerimiz oldu. Yani kısacası, engellilerin uygun iş yerlerinde istihdamını istiyoruz. Müteşebbis yani girişimci engellilerin devlet tarafından gözetilmesi konusunda tedbirlerin alınmasını, bir de ağır özürlülerin korumalı iş yerleriyle istihdama katılmalarının sağlanmasını arzu ediyoruz.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Kredi teşviki, vergi indirimi gibi teşvikler…

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU BAŞKAN YARDIMCISI DOĞAN NURLUYOL – Benim vurgulamaya çalıştığım noktalar şimdilik bunlar. Aslında şeyi de önemsiyorum, hani sizler metne göz atıp “Bununla neyi ifade etmek istediniz?” diye bize sorarsanız belki o daha doyurucu nitelik kazandırır çalışmaya.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkür ediyoruz.

  • Başka arkadaşımız var mı?

  • Sayın milletvekillerimiz, Atilla Bey?

  • ATİLLA KART (Konya) – Sorum yok. Konuyu gayet özenle hazırlamışlar, çok net olarak anlattılar.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Turhan Bey, hukukta sahanız nedir, ihtisas mı yoksa her şey mi?

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Ağır ceza ve engelli hakları.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Engelli hakları konusunda acaba -aşağı yukarı ben son yirmi sekiz yıldır literatürü pek takip edemiyorum- bir doktora tezi falan var mı yakın geçmişte?

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Yok efendim.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, arkadaşlar, çok teşekkür ediyoruz.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Biz de çok teşekkür ederiz.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hem şifahen ifade ettiniz hem de konuştuklarınızdan anladığım kadarıyla da mükemmel bir yazım da var önümüzde. Bu mutlaka fevkalade istifade edebileceğimiz bir metin olacak ki özellikle biz de bu sahaya çok önem veriyoruz, bunun bilinmesini istiyoruz. Bizim de anayasa yapım süreci içerisinde çok hassas olduğumuz konulardan birisi. İnşallah, sonuçta hayırlı bir neticeye ulaşırız.

  • Buraya kadar zahmet ettiniz ama ne iyi ettiniz, çok çok memnun olduk. Çok teşekkür ediyoruz.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Estağfurullah. Kabul ettiniz, çok teşekkür ediyoruz. Sağ olun.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sayın Başkanım, ben bugün hem kıskandım hem imrendim. Şu ana kadar gelen gruplardan konusuna en vâkıf, en iyi çalışan ve biçimlendirmiş… Fakat Turhan Bey, bu Anayasa’nın 39’uncu maddesi ispat hakkını düzenliyor, önerinizde de ispat hakkını korumuşsunuz. Biliyorsunuz, ispat hakkıyla ispat yükü birbiriyle yakın bağlantılı ama tamamen farklı iki ayrı kategori. Ona göre bir matlap üzerinde çalışıp…

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Bir madde belki bağımsız konulabilir yani biz yer bulamadık anayasanın kendi sistematiği içinde.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Olabilir, olabilir de mutlaka yükü ve şeyi… Çift matlap olabilir; “ispat hakkı” ve “ispat yükü” diye.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Böyle bir çalışma bekleyelim değil mi efendim.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet, bu konuda bir çalışma, bu çok önemli. Şu ana kadarki en önemli…

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU BAŞKANI AV. SUHA SAĞLAM – Ekip olarak bunu sunabiliriz.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Zaten eğer bir taslak oluşursa kamuoyuna açıklanacak, paylaşılacak. İkinci aşamada şey yaparız.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – Bu konuda, bazı engelli çalışmalarında yoğunlaşan merkezler var üniversitelerde -Bilgi Üniversitesinde mesela engelli hakları kürsüsü de oluştu bildiğim kadarıyla- buralardan da görüş alınabilir. O arkadaşlarımız da hem uluslararası hukuk bağlamında tarıyorlar hem uygulamalardan haberdar oluyorlar, bizlerle de irtibatlılar. Yararlanılabilir, üniversitelerimizden de yararlanılabilir yani.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU BAŞKAN YARDIMCISI DOĞAN NURLUYOL – Bu çalışmayla ilgili bir şey öğrenebilir miyim bir de? Mesela bizim buraya gelip sizlerle istişare etmemizden sonra alt komisyonla ilgili katılımımız bitecek ama bundan sonraki safhalarda da görüşlerimizi intikal ettirmeye devam etme imkânımız olacak mı?

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Web sitemiz sürekli açık yani bize karşılıklı olarak ulaşamayabilirsiniz ama web sitesinden düşüncelerinizi ifade edebilirsiniz.

  • AHMET İYİMAYA (Ankara) – Şimdi, şöyle arkadaşlar, Başkanınızın ifade ettiği doğru: Şu anda şu aşama iradenin, önerilerin havuza akması aşaması. Dinleme yoluyla, dijital yollarla bize erişiliyor. Onu biz işliyoruz ve bir proje üreteceğiz. Eğer kamuoyunda tartışılabilir bir projeyi, bir taslağı üretirsek ikinci aşama başlıyor. Toplumun bu konudaki ikinci katkısı, eleştirisi “Şöyle olmalı, böyle olmamalı, şu iş olmamalı. Şurada hiçbir şey yok, şöyle olmalı.” falan gibi o aşamada –-tabii, esas kurucu aşama o aşamadır- o ikinci aşamada onlardan yararlanılacak.

  • Bir de Bilgi Üniversitesi, vesaire… Tabii, biz tamamen şu anda dinliyoruz, pasifiz, nötrüz. Aktif şeyleri, alanınızla ilgili çok özgün, farklı başka şeyler varsa oralarla bağ kurun, kendi talebiniz olarak bize gelsin ama bu korunuyor. Şu andaki iradeniz tutanakta ve bu korunacak. Belki de ileride anayasanın gerçekleşmesi hâlinde aynen Güney Afrika’da olduğu gibi bunlar basılacak da ama korunuyor şimdi, muhafaza altında. İkinci aşamada yine eleştiri ve katılım söz konusu.

  • Teşekkürler.

  • ATİLLA KART (Konya) – Kaynakları yönlendirebilirsiniz bize. Biz de, tabii, takip içinde olacağız ama siz onları yönlendirebilirsiniz.

  • TÜRKİYE KÖRLER FEDERASYONU YK ÜYESİ VE ENGELLİLER KONFEDERASYONU BAŞKAN VEKİLİ AV. TURHAN İÇLİ – İşte yeni yeni oluşuyor, öyle çalışmalar var da, daha çıkmış bir tez yok ortalıkta.

  • Çok teşekkür ediyoruz.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Peki, teşekkür ediyoruz.

  • Kapanma Saati: 12.05



  • ÜÇÜNCÜ OTURUM

  • Açılma Saati: 14.04

  • -----0-----

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Tekrar hoş geldiniz.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Çok teşekkür ederim.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Anayasa Uzlaşma Komisyonu 3 no.lu Alt Komisyon huzurundasınız.

  • Öncelikle heyetimizi tanıtalım. Adalet ve Kalkınma Partisinden Mehmet Ali Bey, Cumhuriyet Halk Partisinden Atilla Kart Bey, ben Milliyetçi Hareket Partisinden Oktay Öztürk.

  • Bir diğer arkadaşımız mazereti dolayısıyla burada değil.

  • Bu Komisyon derneklerin, vakıfların temsilcilerini dinlemekle mükellef, yükümlü.

  • Burada kırk dakikalık bir süreniz var. İsterseniz tek bir kişi olarak kullanabilirsiniz, isterseniz diğer arkadaşlarınız da istifade eder.

  • Sonunda, bizim de belki açıklamaya muhtaç olan konular var ise bunu soru olarak yöneltiyoruz, daha açıklanması açısından. Öyle bir zamanı da bırakırsanız müteşekkir kalırız. Burada serbestçe konuşma, düşüncelerinizi ifade etme hakkına sahipsiniz. Bunlar kayda geçiyor.

  • Hazırsanız başlayalım.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Teşekkür ederim.

  • Değerli Başkan, ben Türkiye Muhtarlar Federasyonu Genel Başkanı Ramazan Özünal.

  • Heyetimde bulunan, aynı zamanda Genel Sekreter Yardımcımız Bahar Örnek ve yine Genel Sekreter Yardımcımız Yalçın Nazlı.

  • Bir defa bu kıymetli zamanlarınızı ve bizlere verilen değerden dolayı şahsım ve arkadaşlarım adına sizlere teşekkür ederim.

  • Çok iyi bir şey olacağı inancındayım yani bu Komisyonun ve bundan sonra çalışmanın neticesinde öyle olur, böyle olur; netice itibarıyla eğer bize düşecek bir görev olursa kamuoyunda muhtarlarımızla ilgili yani bunun paylaşımı kamuoyunda olacak bir şeye, safhaya gelirse biz de şimdiden söylüyoruz, sonuna kadar destekçisi olacağız.

  • Diğer bir husus -şimdi başlıyorum- bir defa bu Anayasa’da muhtarlarımızla ilgili bir tanım yok. Bunu, açık bir şekilde bir tanım konmasını istiyoruz. Yani muhtarlar şu yetkiyi haizdir, şöyle yapılır, böyle yapılır manasında, onu söylüyorum.

  • İkinci hususiyet, malumunuz, bir mahalle muhtarları var, bir köy muhtarları var. Şimdi bu mahalle muhtarlarının tüzel kişiliği yok, köy muhtarlarının tüzel kişiliği var. Bu ayrıcalığı da ortadan kaldırmak istiyoruz. Bu yani hem bir kaos yaratıyor hem muhtarlar arasında ben köy muhtarıyım, tüzel kişiliğim var, benim şu harcama gücüm var, hizmet etme gücüm var deniliyor. Öbür tarafta mahalle muhtarı da sanki sadece mühür ücretiyle muhtarlık yapıyormuş gibi bir duruma dönüşüyor. Bunun her ikisinin de tüzel kişiliğe büründürülmesini istiyoruz.

  • Diğer bir husus, malumunuz, sayın vekillerimiz olsun, belediye başkanlarımız olsun, meclis üyelerimiz olsun seçimlere girerken birleşik oy pusulalarıyla gidiyorlar. Ama yani bu bir kalite getirecektir, söyleyeceğim şey muhtarlara daha bir seviye getirecektir. Birleşik oy pusulasıyla yani yollarda, efendime söyleyeyim, okul kapılarına, caddelere, cami önlerine çıkan muhtarlarımız bütün oy pusulalarını dağıtıyorlar, azaları dağıtıyorlar. Bunun birleşik, daha çağdaş bir şekilde oy pusulasıyla… Nasıl bağımsızlar birleşik oy pusulasına kondu, bunun da biz birleşik oy pusulasına konmasını istiyoruz.

  • Diğer bir konu, Anayasa’nın 55’inci maddesinde, emeğin karşılığı ücrette adalet sağlanır der ama bu konular bizim muhtarlarla ilgili yansımıyor. Bunun için de muhtarlara ücrette adaletin sağlanması yani bugün özlük haklarını ödeyebilecek, ulaşımla ilgili, İnternet’le ilgili, telefonuyla ilgili, meskeniyle ilgili bir duruma gelmesi lazım. Orada ben şunu demek istemiyorum yani muhtarımıza şu kadar para verilsin, böyle bir şey demek istemiyorum ama bu emeğin karşılığı ücrette adaletin sağlanmasını istiyorum, muhtarlar üzerinde.

  • Eğer kurumlar muhtarlara daha bir ciddiyet kazandırmak isterse, mesela TEDAŞ gibi, Telekom gibi, ASKİ gibi, bugünkü teknolojiyle ilgili, bu muhtarın makamında yani bu muhtarın bürosu olan yerde -bu tabii ne derece geçerli olur, geçerli olmaz onu bilemiyorum, konması itibarıyla yeni anayasamıza- bunun da karşılanması devlet tarafından olunma durumu olursa, belirlenirse daha iyi olur.

  • Şimdi, her tarafa mahsus değil. Muhtarlarımız mesela bazı bölgelerde, gerek köy muhtarımız olsun gerek mahalle muhtarımız olsun kötü niyetli insanlar tarafından darp ediliyor, efendime söyleyeyim, ne bileyim aşırı söylemler oluyor, küfürler oluyor. Bununla ilgili yasada bir şey, korunması bakımından muhtarlarımızın, seçilmiş insan olarak korunması bakımından, muhtarlarımıza bir korunma, artık nasıl değerlendirilebilirse, böyle bir şey olması lazım. Aynı şey yalnız -dönüyorum- benim muhtarım da kalkar vatandaşla ilgili böyle bir konuma girerse onda da sorumluluk verilmesini istiyorum. Yani tek taraflı ceza değil yani her iki taraf için de geçerli olan bir durum olmasını istiyoruz.

  • Şimdi, mahalle muhtarları, biraz evvel de arz ettiğim gibi tüzel kişiliği olmayanlardır, köy muhtarları tüzel kişiliği olan bir camiadır. Şimdi iyi bir çalışmanın içerisine giriliyor, kalıcı, ülkemizde insanlarımıza ve ülkemize çağdaş hizmet verebilmesi için… Mahalle muhtarları ne oluyor? Yerelde belediyelerle birlikte çalışan kurumlardır. Bunu belediyelere endeksleme durumunda… Yani muhtarlar bizde bir kültürdür, muhtarlar bizde esas demokrasinin hakikaten de temel taşıdır. O zaman bu demokrasinin temel taşı olan muhtarları kimi diyor kaldı, kimisi diyor kalkacak, kimisi diyor ki gerek yok. Avrupa bize esasında şu dayatmayı yapıyor, diyor ki “Şunu şunu çıkarın.“ Esasında demokrasiye biz onlardan çok evvel başlamışız, 1830’larda Osmanlı döneminde gelmiş demokrasi. Yani muhtariyette orada kurulduğunda, herkesin çağdaş bir şekilde, herkesin, siyasi iradenin ayrı ayrı fikirlerinin olmasına rağmen özgürce gidip muhtar seçilen bir durumda iken şimdi ne oluyor o zaman? Bir tarafta tüzel kişiliği var, bir tarafta yok; öbür tarafta, efendime söyleyeyim, demokrasi dersi alıyoruz. Niye biz kendimiz yaratmıyoruz bunu? Gayet kolay. O bakımdan, belediyelere, mesela diyor ki Avrupa Birliği ya da okuduğumuzda öyle söylüyor: İmarla ilgili, kaçak yapılarla ilgili önlenmesi bakımından…

  • Ben aklıma gelen iki şeyi söylemek istiyorum: Hem halkla devlet yani seçilmişlerle seçilmişlerin arasında bir köprü olacak muhtarları, mahalle muhtarlarını belediyelere endekslediğiniz vakit hem kaçak yapıyı önler hem imarla ilgili çalışmaların temelinin başında olur bu. Gelse, adamın görüşünü alsa, mesela dese ki… İlgili belediye orada bir uygulama yapacak, yapacağı vakit şimdi bir mahalle muhtarının ya da bir köy muhtarının mahallesini ya da köyünü bir meclis üyesi, bir il genel meclis üyesi daha iyi tanıyabilir mi? Tanıyamaz. Mahallelerde muhtarların sineğin kanadının kımıldamasından bile haberi olur.

  • Ben iki örnek vermek istiyorum yani bu iki örneğin, mahalle muhtarlarımızın belediyelere, köy muhtarlarımızın da özel idareye verildiği yapı itibarıyla konulduğu vakit fevkalade bir şey olacak. Mesela, belediyelerle ilgili yer sahipleriyle uzlaşmazlık doğuyor. Mahkemeler, mahkemeler, gidip geliyor. Muhtarlarımıza bir ombudsmanlık gibi bir şey, görev verilse, vatandaşa gitse “2 kuruş sana belediye verecek, 3 kuruş sen alma.” dese, uzlaşıyı kökünden kazısa, adaletle ilgili mahkemelere gitmese daha iyi değil mi? Biz bunun da bu şekilde, efendime söyleyeyim, köy muhtarlarının özel idarelere, mahalle muhtarlarının da belediyelere endekslenmesini istiyoruz. Dolayısıyla, arada da her ikisine de bir ombudsmanlık gibi bir şey doğar ise daha iyi olur.

  • Mesela, bakın, diğer bir hususiyet aynı yine muhtarlarla ilgili. Okul, cami, sağlık ocağı gibi yerlerde dernekçiler vardır. Dernekçileri öyle izliyoruz ki biz yani oralara gayrinizami, gayrimeşru insanlar sokulmuş oluyor. Neden bu bizim seçilmiş insanlarımız o işin başında olmasın? O işin başında olduğu vakit diyeceksiniz ki belki dört dörtlük mü olacak? Hayır, her toplumda vardır yani dört dörtlük olmayan. Buralarda da muhtarlarımızda söz hakkı olursa, muhtarlarımız da o işin içerisine yasayla belirlenerek işin içine girmiş olursa daha fevkalade bir şey olacaktır.

  • Diğer bir husus, yeni çalışmaların içerisinde de var, yerel yönetimlerde. Şimdi burada birinci kademe, ikinci kademe diye muhtarlıklar tesis edilmeye çalışılıyor. Bunun tamamen yanlış olacağını kanaatindeyim. Bunun da gerçi ben, zannedersem, olgunlaşmayacak ama yani birinci, ikinci, üçüncü kademe değil. Bunu da bugünkü seviyelerle ilgili muhtar muhtardır yani bir ayrımcılığa gitmenin bir şeyi yok. Zaten ne çekiyorsak ayrımcılıktan çekiyoruz ülkede, bir sürü canlarımız sıkılıyor; kıymetli yavrularımız, ne bileyim, değişik konumlara giriyorlar.

  • Diğer hususiyet, muhtar görevi başında ülke menfaatiyle ilgili şehit olma durumu olursa efendim, buna unvanı mertebesinde onurlandırılmalı, birinci derecede yakınları yani diyelim ki kendisi Allah’ın rahmetine kavuştu, yakınlarına… Ancak aksi doğrultuda bir durum da olursa o unvan elinden alınmalıdır. Çünkü bu ülke bizim, bu insanlar da bizim. Her şeyin doğrusunu yapmak mecburiyetindeyiz. Ha birisi elinde bir sopayla “Sen şunu yap.” demeden biz ulusça -insanlarımız- doğruları yapma gayretine girmemiz lazım.

  • Köy muhtarlarının bütçelerinde gerekli manada ödenek aktarılması… Şimdi, bakın, muhtarlar hizmet verirken şöyle bir durum oluyor: Köy muhtarları daha çok ağırlıkta bu işte. Kaymakamlığa, özel idareye, valiliğe git-gel faslından başka bir durum doğmuyor. O zaman, eğer biz hakikaten ülkemize çağdaş hizmetler vermek istiyorsak, insanlarımıza çağdaş hizmet vermek istiyorsak yerinden yönetime geçişin bir temelini oluşturacağız biz. Yerinden yönetime geçişin… Doğrudan doğruya, o zaman ne olacak? İnsanlara güvenmemiz lazım. Her toplum içerisinde huysuz olabilir, üçkâğıtçı olabilir, düzensiz insan olabilir ama muhakkak ki bu göç gide gide düzelecektir. Netice itibarıyla, kanunlarla da caydırıcı bir şeye girildiği vakit hem muhtarımıza orada salahiyet verilecektir hem de orada muhtarımız hizmeti anında yapacaktır yani git oralara buralara gelinin dışında yapacaktır. Bunun denetimini isterse il genel meclisi üyesi seçilmiş insanlar yapsın, isterse özel idarenin, efendime söyleyeyim, belirleyeceği insanlar yapsın denetimini. Yani “Al muhtar da bunu ye.” yok öyle şey. Gerçekten, hakikaten yerinden yönetime geçebilirsek, hizmeti de çabucak vereceksek, git gel Ankara’ya, oraya buraya demeyeceksek yüzeysel de olsa bunları yapmamız lazım.

  • Muhtar, biraz evvel de arz ettiğim gibi, bir tanımı olması lazım, muhtar köyün başı olması lazım. Zamanında okullara gidiyordum, orada bizim bebelere, çocuklara ders veriyordum. Çocuklar hayretle izliyorlardı hem de öyle güzel sorular çıkıyordu ki şaşırırsınız. Mesela “İhtiyar heyeti ne?” diyorlardı. Yine ”İhtiyar heyeti ne?” deyince onlara şudur diyorsunuz ama bunu daha modernize edip de meclis üyesi yapsak ne olur? 4 tane diyelim ki muhtarın ihtiyar heyeti var, 4 tane meclis üyesi. Öyle köylerimiz var ki büyük 15 bin, 20 bin nüfusa tekabül ediyor. Bu köylerimizde, o zaman, ihtiyar heyetini meclise dönüştürerek onların da rakamlarının artırılmasını istiyoruz. Hizmet akışının yani tek başına muhtar oraya koş, oraya koş değil görevlendirsin, gelsin, efendime söyleyeyim, hizmetin bir tarafından da o tutsun, hizmetin daha çabuk gitmesi yönünde.

  • O bakımdan, diğer bir hususiyet, mesela, muhtarın çok önemli görevleri var esasında ama yasada belirlenirse bunlar daha güzel olur. Mesela, kırsal kesimlere gittiğiniz vakit kan davası, husumet, efendime söyleyeyim, kız çocuklarını okutmama gibi durumları var. Bizim artık yani bunları görmemiz lazım. Bunları görmemezlikten yana davranırsak o zaman bir arpa boyu bir yere gidemeyiz. Her şey söylemde kalır, eylemde bir şey olmaz. O bakımdan, bunlarda bu yetkileri biz aldığımız vakit, muhtarlarımızın da görevlerinde yetkiyi artırdığımız vakit, bu anlattığım konularla ilgili de mesela uzlaşıcı gider olur, kan davası… Bugün hâlen daha günümüzde -21’inci yüzyıldayız- kan davaları devam ediyor. Hâlen 21’inci yüzyılda kız çocuklarımızı okutmayan durumlar var. Mesela gelişmiş şehirlerde, mahallelerde değil ama oralara da eğilmemiz lazım, görmemiz lazım artık. Bunu görmediğimiz vakit, o zaman bu çarkın dişlisi kırıktır, bu vaziyette gitmesi mümkün değil.

  • Yeni anayasada, belirlediğim gibi, bizlerin, başta arz ettiğim gibi, tamamen bugün isterse halk oylaması olsun isterse sizler zatıalileriniz aracılığıyla olsun, canla başla çalışacağımızı ifade etmek istiyorum.

  • Bir de çok önemli bir şey, ben bunu gerçekleştireceğim inşallah ama yasada belirlenirse daha iyi olur: Muhtar akademisi kurulmasını istiyorum. Şimdi burada nedir muhtar akademisi? Yani gidip üniversitede okuma manasında değil. En azından yasada böyle bir şey belirlenirse, muhtarlık seçildikten sonra evrakların düzeniyle ilgili, devletle yazışmalarla ilgili, halkla görüşmelerle ilgili hâl, hareket, tavır, giyim kuşam manasında belirleyici bir şey olursa gayet güzel olur.

  • Bunların dışında da arz ettiğim gibi, özlük haklarımızla ilgili ben şu kadar lira konsun istemiyorum ama emeğin karşılığı, 55’inci maddede, “Ücrette adalet sağlanmalıdır.”ın gerçekleşmesini istiyorum.

  • Bu kıymetli zamanlarınızı, Sayın Bakan ve sizler, kıymetli kardeşlerimiz bize verdiği için Türkiye Muhtarlar Federasyonu ve camiam adına teşekkür ederim. Katkılarımızı, her zaman her an çağırdığınız vakit -gecesi gündüzü yok- gelip bildireceğimizi arz ederim.

  • Teşekkürler.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.

  • Diğer arkadaşlarımızın söylemek istediği bir şey var mı?

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ben de Sayın Genel Başkana teşekkür ederim.

  • Bizim önümüzdeki notta “Türkiye Muhtarlar Derneği” olarak geçiyor, siz Federasyondan bahsettiniz?

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Doğru, ikisinin de Başkanıyım efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Öyle mi? Bir de ayrıca Federasyon mu var?

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Evet, ikisinin de Başkanıyım.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Deminden beri ifade ettiğiniz ve beklentilerinizi oluşturan önerilerinizin önemli bir bölümünün kanunlarla yapılacak olan düzenlemelerle gerçekleşmesi mümkün. Bunlardan pek azı bir anayasa kapsamında değerlendirilebilir ama siz tabii, anayasanın bir üstün hukuk normu olması ve böyle bir çalışma yapıldığı için belki onları da söyleme ihtiyacını hissettiniz.

  • Özellikle köy muhtarlarıyla ilgili, köy ihtiyar heyeti yerine meclis oluşturulmasını öneriyorsunuz. Aslında şu anda köy muhtarlarımız özel idareyle de irtibatlı şekilde köylere hizmet götürme birliği içerisinde 2 muhtar yer almak suretiyle, geçmişe nispetle önemli bir sorumluluk ve işlev yüklendiler. Sanıyorum o ilçedeki köy muhtarlarımız bu 2 muhtarı kendileri seçiyorlar ve onlar da hangi köye ve grup yoluna, hangi köyün işte yol ve su sorununu özel idare kaynaklarıyla nasıl çözeriz konusunda da yetki sahibi oluyorlar. Siz bunun biraz daha artırılmasını ve köy muhtarlarının daha da etkin hâle gelmesini öneriyorsunuz.

  • Aslında, muhtarlarımızın içinde yaşadığı sorunlarla ilgili, bana göre çok özet ve isabetli tespitlerde bulunmuşsunuz. O bakımdan da tebrik ediyorum.

  • Tabii, bizim yerel yönetimlerle ilgili, Anayasa’nın ilgili maddesi görüşülürken bu söylediklerinizi göz önünde bulunduracağız.

  • Ben çok teşekkür ederim ve diğer muhtar arkadaşlarımıza lütfen selamlarımızı götürün.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Çok teşekkür ederim.

  • Şimdi, Değerli Bakan, teşekkür ederim de şunu da arz etmek istiyorum: Artık günümüzde seçilmişler atanmışlarla yönetilmesin, birazcık daha ağırlık verilsin. Seçilmişlerin biraz daha ön plana çıkması açısından ben şey yapıyorum bunları.

  • Köye hizmet götürme birliği, takdir edersiniz ki o zamanki çalışmamızda 5 kişi falandır. Bu 5 kişinin 2 tanesi muhtardır.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – 2 tanesi il genel meclisi üyesidir, sadece başkanı kaymakamdır.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Evet.

  • Biz onun daha ağırlık olmasını… Tespitiniz de doğru. O bakımdan onun ağırlıklı olmasını istiyoruz. Yani yavaş yavaş artık dönüşüme geçilmesi lazım, o bakımdan.

  • Teşekkür ederim.

  • ATİLLA KART (Konya) – Ben de öncelikle yaptığınız çalışmalardan dolayı sizlere teşekkür ediyorum.

  • Tabii, Sayın Bakanımızın da ifade ettiği gibi, aslında burada ifade ettiğiniz sorunların tamamı, çok büyük bölümü yasal düzenlemelerle çözüme bağlanabilecek olan, çözüme bağlanması gereken konular. Tabii, bunlar bugüne kadar neden çözüme bağlanmadı, bunu ayrıca sorgulamak gerekiyor. O sorgulamanın yeri takdir edersiniz ki burası değil. Şimdi, o noktada tabii siyasi partilerimiz kendi anlayışları içinde o çalışmaları Mecliste ısrarla dile getiriyorlar.

  • Bu çerçevede şuna tabii yürekten katılıyorum: Muhtarların çalışmasını gerçekten son derece demokrasinin içinde gören bir anlayışın gereği olarak görüyorum. O noktada da muhtarların çalışmasının öncelikle kayıt altına alınması ve hiyerarşik anlamda da bir statülerinin belirlenmesi gerekiyor. O tabii anayasal düzeyde mi olabilir, o ayrıca yerel yönetimler düzeyinde çalışma yapılırken o bölümde göz önüne alınacaktır. Ama esas olan, bütün bu dile getirdiğiniz ve hepsi de son derece önemli olan konuların kanunlarımızla güvenceye bağlanması, teminat altına alınması.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Şart bu efendim.

  • ATİLLA KART (Konya) – Orada tabii haklı olarak, siz bir anlamda toplum adına, kamu adına görev yapıyorsunuz. Türk Ceza Kanunu kapsamında da himaye istiyorsunuz haklı olarak. Bütün bunların hepsi bir bütünlük içinde dile getirilmeli ve yine hakkaniyet içinde özlük haklarınız teminata bağlanmalıdır. O konuda Mecliste ciddi tekliflerin olduğunu bilmenizi istiyorum.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Teşekkür ederim.

  • Bakın efendim -657 sayılı- muhtarlarımız herhangi bir kabahat işlediği vakit yargılanıyor ama aynı haklara sahip değil.

  • ATİLLA KART (Konya) – Tabii, 657 kapsamında yargılanıyor ama Türk Ceza Kanunu kapsamında himaye vesaire…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Affedersiniz, ilave için söylüyorum.

  • Sanıyorum, sizin en önemli sorunlarınızdan bir tanesi, vali tarafından herhangi bir yargı kararı aranmaksızın görevden uzaklaştırılmanız. Bunun yargı kararına bağlanması önerisini getirmişsiniz ki bana göre en önemli hususlardan bir tanesi de odur. Keyfî nedenlerle bir muhtar, halkın oyuyla seçilmiş bir muhtar bir mülki amirin takdiriyle görevden uzaklaştırılmamalı, bunu mutlaka yargı kararına bağlayacak bir düzenleme de yapılmalı. O konudaki düşüncenize ben de aynen katılıyorum. Anayasal boyutu var mı bunun, ayrıca değerlendiririz yani muhtarların yargı kararıyla ancak görevden uzaklaştırılacağı keyfiyeti yasayla mı olur, Anayasa’yla mı olur, bunu ayrıca sırası gelince tartışırız ama önemli bir husustur.

  • Zabıtlara geçmesi için bunu söyleme ihtiyacını hissettim.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Efendim, köy muhtarlarımızın 1 tanesine -isim vermeden ben girmek istiyorum- ilgili bürokrat gidiyor. Efendim, dikkat etmemiş, görmemiş, iki gün sonra, üç gün sonra o muhtarımız -sonradan fark etmiş- aynı insan görevden alınıyor, olur mu böyle? Olmaz ki.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Efendim, çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.

  • En önemlisi, biz bu süreçte toplumun bütün katmanlarına ulaşmak istiyoruz. Yani bir anayasa yapım süreci içerisinde herkesin “Bir nebze de olsa bu çorbada bizim de tuzumuz oldu, bizim de haberimiz var.” demesi adına, en azından böyle bakıyoruz. Kaldı ki gelen grupların büyük bir çoğunluğu kendi çalıştıkları sahadaki sıkıntıları dile getirdikleri vakit, tabii ki karar aşamasında bunlar da göz önünde bulundurulacak. İnşallah, hepimizin kabullenebileceği, bizim diyebileceğimiz bir yapı ortaya çıkar, biz bunun gayreti içerisindeyiz, sizler de katkıda bulunuyorsunuz.

  • Çok çok teşekkür ediyoruz efendim, sağ olun, zahmet ettiniz, buraya kadar geldiniz; çok teşekkür ederiz.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Görevimiz efendim, her zaman gelmeye biz hazırız çünkü bu ülke bizim, bu yaşayan insanlar da bizim. Koltuklar, makamlar gelip geçicidir, önemli olan geride kalan hoş seda.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Muhtar mısınız hâlen?

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Bıraktım, yirmi sene yaptım Sayın Bakanım.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Muhtarlar Derneğinden görev yapmak için fiilen o anda muhtar olmak gerekmiyor, geçmişte muhtarlık yapmak kâfi.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Tabii, tabii. Burada kalamam çünkü o zaman yani git gel faslı olmaz. Bir muhtar…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sizlerin var mı?

  • BAHAR ÖRNEK – Ben Demirlibahçe, Mamak ilçesi.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Siz Ankara’da muhtarsınız.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Tabii, her ikisi de Ankara’da.

  • YALÇIN NAZLI – Yenimahalle’de muhtarım.

  • TÜRKİYE MUHTARLAR DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAMAZAN ÖZÜNAL – Efendim, tekrar ben Sayın Bakanıma, zatıalilerinize, kıymetli kardeşlerimize teşekkür ederim.

  • Memleketimiz ve milletimiz için hayırlı uğurlu olsun, sağ olun.

  • Kapanma Saati: 14.30



  • DÖRDÜNCÜ OTURUM

  • Açılma Saati: 14.45

  • -----0-----

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Efendim, tekrar hoş geldiniz. Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 3 no’lu alt komisyonu burası.

  • Adalet ve Kalkınma Partisinden Mehmet Ali Şahin Bey komisyon üyemiz, Cumhuriyet Halk Partisinden Atilla Kart Bey, Milliyetçi Hareket Partisinden ben Oktay Öztürk, Barış ve Demokrasi Partisinden Altan Tan Bey, bugün izinli, o burada olamayacak. Hepinize hoş geldiniz diyoruz. Burada görüşlerinizi kırk dakikalık zaman süresi içerisinde serbestçe ifade edeceksiniz. Bu konuşmalarınız kayda alınıyor. Tek kişi de kullanabilirsiniz süreyi, iki kişi de kullanabilirsiniz ama sonunda bir beş dakika en azından, belki arkadaşlarımızın açıklanmaya müstahak gördükleri bir konu olabilir, onu sizlere yöneltecekler.

  • Hazırsanız başlayalım efendim.

  • DİSA YÖNETİM KURULU BAŞKANI NECDET İPEKYÜZ – Öncelikle bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum.

  • Necdet İpekyüz, Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsünün Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütüyorum. Çok yoğun çalıştığınızı biliyoruz. Biz kısa ve öz size özetlemeye çalışacağız. Herkes, eminim birçok bilgiyi aktarıyor. Biz daha çok yaptığımız çalışmaların ekseni etrafında Türkiye için özgürleşme alanlarını açabilecek konularda yaptığımız çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyoruz.

  • Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, Sayın Şahin’in de belirttiği gibi, Diyarbakır merkezli, ama kurucuları arasında 16 kişilik bir kurucusu var, şu anda hatta 2 parlamenterimiz var kurulcular arasında, burada.

  • ATİLLA KART (Konya) – İsimlerini alabilir miyiz?

  • DİSA YÖNETİM KURULU BAŞKANI NECDET İPEKYÜZ – Sezgin Tanrıkulu, Galip Ensarioğlu, onlardı kurucularımız.

  • Biz daha çok Diyarbakır bölgesinde hem akademik çevre hem diğer sivil toplum örgütlerinden herhangi bir konuda değil Türkiye'nin en çok konuşulan konuları arasında saha araştırmaları yapmak ve özellikle de siyasetçilerin işini kolaylaştırmak için çalışmalar yürütüyoruz. Bu çalışmaların çoğunluğu sahadan yürütülüyor ve uluslararası deneyimler paylaşılıyor. İlk çalışmamız “dil yarası.” Daha önce aslında komisyon üyelerine de iletmiştik, peşinden bu “dil yarası”yla beraber “1-2-3-4” diye broşürlerimiz var, daha önce broşürleri de dağıtmıştık.

  • Daha çok dünyada ana dil konusunda çok tartışılan konu var, bu konudaki görüşlerimiz. Bizim amacımız aslında, sizlerin kabulüyle beraber, Türkiye gerçekten bölgede oluşan bir merkez olarak Türkiye önünü açmak istiyorsa, örnek bir ülke olmak istiyorsa, Anayasa’yı çok önemsiyoruz biz ve Anayasa’yı önemsediğimiz gibi bu uzlaşmanın da yararlı olacağını düşünüyoruz. Bizim gerek şu anda gerek bundan sonra bir katkımız olacaksa, mutluluk duyacağız. Tümüyle bilimsel dünya örnekleri var ve bu çalışmayı da Dicle Üniversitesinden Sayın Vahap Coşkun arkadaşımız ve Şerif Derince Sabancı Üniversitesinden, tekrar o dönem Nesrin Uçarlar vardı Boğaziçi’nden hem sahada çalıştılar hem sadece bölgede değil Konya’da, Ankara’da diğer öğretmenlerin deneyimleri de alındı ve dünya örnekleri alındı. Peşinden bir yığın çalışma yaptık. Daha çok bu eksende ve temel anayasayla ilgili görüşlerimizi getireceğiz. Biraz da zamanı size bırakmak istiyoruz belki katkınız olabilir diye.

  • SABANCI ÜNİVERSİTESİ MEHMET ŞERİF DERİNCE – Öncelikle, merhaba herkese tekrar bir daha.

  • Çalışmanın bu aşamasına, model geliştirme aşamasına gelmeden önce yaptıklarımıza çok kısa bir şekilde değineyim. Biz, dünyada, aslında, çok fazla ülkede, yani dünyadaki ülkelerin çok büyük bir çoğunluğu eğitimde birbirinden farklı dilleri kullanıyorlar. Bunlar, hem işte İngilizce, Fransızca gibi prestijli batı dilleri, onun dışında ayrıca o ülkelerin farklı yerel dilleri, bölgesel dilleri de kullanılabiliyor. Böyle çok fazla ülke var. Biz, işte, Finlandiya, İspanya, Kanada, Norveç gibi batılı ülkelere de, aynı zamanda Vietnam, Hindistan, Peru, Bolivya, Tayland gibi ülkelere de baktık. Onlar hem prestijli batı dillerini nasıl müfredatlarına entegre ediyorlar hem de ülkedeki çok dillilik durumun nasıl eğitim müfredatlarına ve politikalarına nasıl yansıtıyorlar diye baktık. Bu konuda çeşitli çalıştaylar da yaptık ve söz konusu ülkelerde gerek devletlerin ilgili kurumlarıyla çalışma yürütmüş gerekse de yerel halkla çalışmalar yürütmüş uzmanlarla da çeşitli oturumlar yaptık, toplantılar yaptık. Bu uzmanlar UNESCO gibi bu konuda çok fazla materyal üretmiş, kaynak dağıtmış kurumlara da aynı zamanda danışmanlık yapanlar. Biz, yani, öncelikle bunlara baktık farklı ülkelerde neler yapıldı, nasıl yapıldı? O tarihsel süreçlerine de baktık ayrıca. Onun dışında çeşitli öğretmen çalıştayları yaptık, insanlarla görüşmeler de yaptık. Dört tane çalıştay yaptık toplamda, üç tanesini Diyarbakır’da yaptık, ancak sadece Diyarbakır’da çalışan öğretmenler değillerdi. Hakkâri’den Bursa’ya kadar -maalesef Edirne’ye kadar diyemiyorum, Edirne’den hocamız yoktu- yani yaklaşık otuz tane ilden aslında öğretmen arkadaşlarımız geldi; farklı sendikalarda çalışan öğretmen arkadaşlardı veya hiçbir sendikada olmayan, daha çok böyle işte ana dili Türkçe olmayan, Kürtçe veya ana dili başka olan çocuklara öğretmenlik yapan öğretmenlerimizdi. Bunlarla şeyi konuştuk, öğrencilerin durumlarını, okuldaki sıkıntıları, kendilerinin ne hissettiklerini, ne gibi talepleri olduğunu, onlara neyin uygun olduğunu düşünüyor gibi biz çeşitli sorular yönlendirdik. Sonra o talepleri belirlemeye çalıştık hem mevcut durumu, öğrencilerin özelliklerini, ihtiyaçlarını hem de öğretmenlerin taleplerini. Dünya örnekleriyle birleştirdik ve biz dört tane farklı model geliştirdik. Vaktim olmadığı için fotokopi burada çekemedim, dört tane böyle şey var, bırakacağım zaten size ya da fotokopi alabilirsiniz.

  • Şimdi, neden dört tane farklı model var? Çünkü aslında, bir tane öğrenci grubu yok, birbirinden farklı öğrenci grupları var, mesela birinci grubumuz şey dedik, hani yoğunluklu olarak ana dili Kürtçe olan ve Kürtçe konuşan Türkçeyi ya çok az bilen ya da hiç bilmeyen öğrenci grupları içindi. İkinci grubumuz hem Türkçeyi hem Kürtçeyi doğduğu andan itibaren duyan, bir şekilde okula başlayıncaya kadar zaten her iki dili de sürekli duyan hatta bazıları üçüncü, dördüncü bir dile de işte Arapça, Zazaca, başka dillere de maruz kalan çocuklar, dolayısıyla aslında çok dilli çocuklardı. Sonra, bir diğer grup da kendisi Kürt olan ancak artık göçler sonucu, şehirdeki pratikler sorucu birinci dili Türkçe olmuş öğrenci grupları içindi. Şimdi bu öğrenci gruplarının dilsel özellikleri farklı olduğu için ihtiyaçları da farklı o yüzden faklı modellerden bahsetmemiz, farklı modeller geliştirmemiz gerektiğini düşündük. Bu modeller böyle. Dört modelin de ortak yanları var, ortak yanlarından bir tanesi ilköğretimin sonunda çocukların en az dört dilli olmasını hedefliyor. Bir grup da Kürtçe başlayıp dört dile kadar çıkıyor, başka bir grup da Türkçe başlayıp dört gruba kadar çıkıyor. Ama hedeflediğimiz modellerde bizim bir sene okul öncesi, sekiz sene de ilköğretim olmak üzere sekizinci sınıfın sonuna geldiğinde çocuk -bu ana dili Kurmanci Kürtçesi olan öğrenciler için- Kurmanci Kürtçesi, Zazaca, Türkçe ve İngilizce. Öncelik sırası da daha çok şeydi, yani işte birinci grup için daha çok Kürtçe konuşana çocuklar için Kürtçe onun üzerine eklenecek Türkçe, onun üzerine eklenecek İngilizce ve onlara eklenecek Zazaca’ydı. İkinci grup için Türkçe ve Kürtçe birlikte başlayacak şekilde hem öğretmenler çift dilli olacak hem derste kullandıkları kitaplar çift dilli olacak, bunlar aslında farklı ülkelerde çok başarılı bir şekilde uygulanan metotlar. Onların o başarı tecrübelerinin burada deneyebiliz diye düşündük. Böyle genel olarak, modellerimiz, sonuç olarak çok dilli, yani sekizinci sınıfın sonunda öğrencileri dört dilli hazırlamaya yönelikti ve kademeli olarak dilleri ekleyen bir sistem önerdik. Çünkü mesela ilk birinci sınıfta bütün dilleri birlikte değil de ilerledikçe, bu aslında hem psiko dilsel gelişime hem de onun dışında zihinsel gelişime uygun diye dünya literatürünü yeterince tartıştık diyeyim, sözü bırakayım. Ondan sonra sorular olursa tekrar açıklayabilirim.

  • DİCLE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ YRD. DOÇ. DR.VAHAP COŞKUN – Efendim, merhabalar. Ben Vahap Coşkun, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinde çalışıyorum, aynı zamanda DİSA’da da bu çalışmaya katkıda bulundum.

  • Şimdi, dil probleminin birden fazla boyutu var; yani siyasi boyutu var, sosyal boyutu var, ekonomik boyutu var ve her şeyden önce eğitime ilişkin bir boyutu var. Biz bu çalışmada her bir arkadaş farklı bir boyutuyla ilgilendi; Nesrin, daha ziyade dünya deneyimlerini çalıştı ve siyasal gelişmelerle bağlantılı olarak inceledi, Şerif, daha ziyade eğitime ilişkin sorunlar ve bunların nasıl çözülebileceği üzerinde durdu. Ben de, daha çok hukuki olarak bu dil problemi neyi ifade ediyor, bunun üzerinde durdum. Bu çalışmayı yaparken gördüğümüz bazı önyargılar var Türkiye’de. Türkiye’deki dil konusu sadece yasalardan kaynaklanan bir sıkıntı değil, aynı zamanda zihniyetten de kaynaklanan bir sıkıntıya işaret ediyor, o sorunu da şöyle özetleyebilirim: Eğer ana dilde eğitime olanak verilirse, bunun ulusal kimliğe zarar vereceği ve ülkenin bütünlüğünü korumayı zor hâle getireceği gibi çok ciddi bir algı var ve bu algı toplumun bir kesiminde ve aynı zamanda bürokraside de paylaşılıyor. Dolayısıyla, her şeyden önce bu algıya yönelik ve bu algının değişmesine yönelik birtakım çalışmalar yürütmek gerektiği kanaatindeyiz.

  • “Ana dil eğitimi” denildiğinde, sadece, örneğin ana dil talebinde bulunan grubun dilinin öğrenileceği, resmî dilin öğrenilmeyeceği gibi son derece ciddi bir kaygı var. Bu, gerçeği yansıtmıyor, biz bu çalışmayı yürütürken bütün gruplarla konuştuk, hiçbir grup, örneğin resmî dilin öğrenilmesi noktasında bir itiraz veya ihtiyati kayıt bile koymadılar. Çünkü eğer ortak bir kamusal alan olacaksa resmî dilin öğrenilmesi konusunda bir sıkıntının olmaması gerekiyor tüm gruplar bunu söyledi. Dolayısıyla, burada, ana dil eğitimi, aynı zamanda resmî dilin yanında diğer dillerinde öğrenilmesi ve eğitme kullanılması anlamını ifade ediyor.

  • İkinci olarak, bu ana dilde eğitim talebi salt Kürtlerle ilgili bir talep değil, aynı zamanda diğer grupların da bu konuya ilişkin talepleri var. Mesela, son dönemlerde Çerkez sivil toplum kuruluşları, Laz sivil toplum kuruluşları da kendi ana dillerinde taleplerini dile getirdiler. Dolayısıyla, her ne kadar görünürde daha çok Kürtlerin bu konuda bir talebi varsa, aslında toplumun diğer kesimlerinin de bu konuda talebinin olduğunu söylemek mümkün.

  • Şimdi, demin Şerif bahsetti, “dünyanın çeşitli bölgelerinde ve çeşitli ülkelerinde ana dil nasıl uygulanıyor?” diye inceledik, baktık. Dünya deneyimlerinden çıkan sonuçları şöyle özetleyebilirim: Birincisi, ana dilde eğitim sorunu çözülmeyecek bir sorun değil. Hiç kuşkusuz bugünden yarına hemen bir gün içerisinde sihirli değnekle çözülebilecek bir sorundan bahsetmiyoruz, bir geçiş sürecine elbette ki ihtiyaç duyulacaktır ama tüm dünyada uzun yıllardır tartışılan ve farklı uygulamalarla devletin cevap vermeye çalıştığı bir sorun. Dünyadaki uygulamaları gördüğümüzde buradaki asıl problemin teknik problem olmaktan ziyade siyasi problemler olduğunu görüyoruz, siyasi irade bu konuda teşekkül etmişse eğer bu teknik problemler kendiliğinden ortadan kalkabilir.

  • İkincisi, ikinci bir sonuç olarak şu söylenebilir: Tek ve ideal gösterilebilecek bir eğitim modeli yoktur. Yani bir reçete yazıp bunu tüm toplumlarda aynı şekilde uygulanabilmesini savunabilecek pozisyonda değiliz. Çünkü aynı ülke içerisinde farklı bölgeler var, farklı bölgelerin farklı ihtiyaçları var. Dolayısıyla, birden fazla eğitim modeli benimsenebilir, İspanya ve Kanada buna son derece iyi bir örnek olarak gösterilebilir.

  • Dilin kullanımını yaygınlaştırmak da bir diğer sonuç ve eğitimde, resmî ilişkilerde dilin kullanımı genişletmekte, sadece devletin faaliyetleri değil, aynı zamanda sivil faaliyetlerin de çok büyük bir öneminin olduğunu teslim etmek gerekiyor. Yani bu konuda sivil toplumun da ciddi bir sorumluluğu var. Siyasal ve ekonomik hayattaki değişmeler eğitim modellerini değiştirmeyi zorunlu kılıyor. Örneğin, Çin’de ekonominin liberalize edilmesiyle birlikte Çince’ye olan ilgi artmış, azınlık dillerine giden insanların sayısında bir eksilme meydana gelmiş. Dolayısıyla, eğitimdeki modelimiz, dünyadaki ekonomik gelişmelere paralel olarak bir değişim-dönüşüm süreci içerisinde yaşıyor. Bir de ana dilde eğitim kaçınılmaz bir şekilde bir ademimerkeziyetçiliği kendisiyle beraberinde getiriyor. Çünkü ana dilde eğitim yaptığınızda kültürel ve siyasal çoğulculuğu içeren bir modeli benimsemişsinizdir demektir. Kültürel ve siyasal bir çoğulculuğu katı merkeziyetçi bir yapıyla uyumlu bir şekilde iç içe geçmez. Dolayısıyla bu konudaki bir dönüşüm aynı zamanda idari yapılanmadaki bir dönüşümü de gerekli kılıyor.

  • Siyasi alanda çıkarabileceğimiz sonuçlar şunlar: Dünyadaki ana dilde eğitim dünya ülkelerinde nasıl düzenlenmiş ve bu anayasada nasıl yer almış? Bu konuya da biz baktık. Özellikle Anayasa Uzlaşma Komisyonu açısından bunun da son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Efendim, üç model var dünya anayasalarında: Bunlardan birincisi, eğitimin sadece resmî dilde yapılabileceğini belirten anayasalardır. Bu anayasaların en tipik örneğini bizim 1982 Anayasası’nın 42’nci maddesi teşkil ediyor. Aynı zamanda Gürcistan Anayasası’nın 85’inci ve Portekiz Anayasası’nın 9 ile 74’üncü maddelerinde de böyle bir hüküm var. Bu anayasalar eğitimin hangi dilde -tek bir dilde- yapılacağını kesin kayıt altına alıyor.

  • İkinci model, eğitim diline ilişkin herhangi bir hükme yer vermeyen anayasalardır. Burada, anayasada eğitim diline ilişkin herhangi bir hüküm bulunmuyor. Çok sayıda Anayasa var bu konuda, hemen en önde gelenleri sayayım müsaade ederseniz. Amerika, Arnavutluk, Avusturya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Endonezya, Finlandiya, Fransa, Güney Kore, Hırvatistan, Hollanda, İspanya, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Letonya, Lüksemburg ve Norveç. Bu ülkelerde eğitim dili anayasada düzenlenmemiştir.

  • Aslında bu konuda çok da uzaklara gitmeye gerek yok. 1924 Anayasası’nın 80’inci maddesiyle, 1961 Anayasası’nın 21’e 2’nci maddelerinde de eğitim diline ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Yani bizim anayasal geleneğimizde de böyle bir düzenleme söz konusu.

  • Üçüncüsü ise resmî dilin haricinde diğer dillerde de eğitim verebilme hakkını tanıyan ve bunu kayıt altına alan anayasalardır. Farklı kültürlerin kimliklerine ve dillerine ilişkin taleplerini karşılamak için birçok ülkede bu tür bir düzenleme yapılabilir. En önde gelen ülkeler Arjantin, Azerbaycan, Belçika, Bulgaristan, Estonya, Filipinler, Güney Afrika Cumhuriyeti, İran, İsviçre, Kolombiya, Malezya, Polonya, Rusya, Singapur, Slovakya, Slovenya ve Ukrayna. Bu ülkelerde ana dilde eğitim hakkı anayasal güvence altına alınmıştır.

  • Genel olarak bu anayasalarda, bu son grup anayasalarda iki tür bir düzenleme yapılır. Birincisinde resmî dilin öğrenilmesi ve öğretilmesinin vatandaşlar için bir hak, devlet için bir görev olduğu belirtilir, ikinci aşamada da eğitimde ana dilini kullanabilmesine ilişkin hükümler anayasal garanti altına alınır.

  • Şimdi, bu çerçevede, bu bağlam içerisinde baktığımızda, aslında Türkiye'de yeni bir anayasa yapımında iki seçenekten bahsetmek mümkündür. Bunlardan bir tanesi Özbudun taslağında olduğu gibi, Özbudun taslağının 45’inci maddesinde olduğu gibi anayasada yasaklayıcı bir ibareye yer vermemektir. Özbudun taslağı bunu yapmıştır, resmî dil dışındaki dillerde eğitim yapılabilmesinin önünü açmıştır ve resmî dil dışındaki dillerde eğitimin nasıl yapılabileceğini yasalara bırakmıştır. Bu bir yöntemdir.

  • İkinci yol ise, Azerbaycan 45, Letonya 37, Kazakistan 19, Rusya 26 ve 88’inci maddelerinde olduğu gibi veya Slovakya 34’üncü maddelerde olduğu gibi, doğrudan anayasalarda ana dilde eğitim hakkının düzenlenmesidir. Burada, anayasalarda ana dilde eğitim hakkı düzenlenir, bu hakkın herkese verildiği belirtilir ve bu kesin bir çerçeveyle belirtilir.

  • Bize göre ikinci tercih daha doğrudur, yani ana dilini kullanma hakkının anayasada ayrı bir madde olarak düzenlenmesi daha doğrudur, böylelikle başta eğitimde olmak üzere hayatın diğer alanlarında ana dile ilişkin, kullanılması garanti altına alınmış olur.

  • Şimdi anayasalar boşlukta yazılmıyorlar, bu anayasaları doğuran bir sosyoloji var, bu anayasaları doğuran bir toplumsal ruh hâli var. Devletin bugüne kadar dillere karşı yapmış olduğu pratikler, insanlarda devlete karşı bir güvensizlik doğurmuş. Dolayısıyla, bu güveni tamir edecek bir ibarenin anayasada yer alması son derece yerinde olacaktır diyebiliyoruz.

  • Mesela bir örnek vereyim -çok sayıda örnek var- Azerbaycan Anayasası’nın 45’inci maddesi “Ana dilini kullanma hakkı” kenar başlığını taşır. Burada iki paragraf, iki fıkra vardır. Birinci fıkrada “Herkesin ana dilini kullanma hakkı vardır. Herkesin istediği dilde eğitim ve öğrenim görme, sanatsal faaliyetlerle uğraşma hakkı vardır.” denilir. İkinci fıkrada ise “Hiç kimse ana dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.” ifadesi kullanılır. Benzer bir ifade Rusya Anayasası’nda veya işte, Slovakya Anayasası’nda da vardır.

  • Efendim, teşekkür ederiz.

  • Sizin bu konuda sorularınız olursa cevaplamaktan büyük bir memnuniyet duyarız.

  • DİSA YÖNETİM KURULU BAŞKANI NECDET İPEKYÜZ – Ben bir cümle ekleyebilir miyim efendim.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Tabii, tabii.

  • DİSA YÖNETİM KURULU BAŞKANI NECDET İPEKYÜZ – Arkadaşlarımız özetlediler.

  • Biz, dediğimiz gibi anayasa çok geniş bir konu, daha çok yaptığımız çalışmalarla ilgili size bilgi verdik ve biz, burada ana dilde değil ana dilinde, çünkü ana dil dediğimizde Türkiye'de son gelişmelerde gerçekten algı farklılığı var. Hemen, işte, birileri “Türkçe reddedilecek Kürtçe mi konuşulacak? Kürtçe mi eğitim verilecek?” gibi bir algı var ve bu algı, aslında, son dönemlerde baktığımızda yavaş yavaş hem kırılıyor hem de kimi zaman yükseliyor. TRT Şeş mesela. Daha önce “Televizyon versek bölünür.” deniliyordu, hiçbir şey de olmuyor ve bugün geliştiğimiz teknolojiye, çağa baktığımızda bir yığın televizyon yayın yapıyor. Arkadaşlarımızın özetlediği gibi, illa Anayasa’da Kürtçe gibi bir ibarenin geçmesine de gerek yok, ana dilde değil, ana dilinde eğitim veya yasaklayıcı, kısıtlayıcı maddelerin olmaması, düzenlemelerin yapılması yararlı olacaktır, bu konuda da asıl görev siyasete düşüyor efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, ben, 3 değerli misafirimize de çok teşekkür ediyorum.

  • Bir anayasa yapım sürecinde en önemli ve en hassas konulardan birini bilimsel gözle çok güzel izah ettiniz, herhangi bir görüş belirtmediniz, dünyadaki örnekleri şudur, dünya anayasalarının bir kısmında şöyle, bir kısmında böyle demek suretiyle, doğrusu bizim bu çalışmaları yaparken yararlanabileceğimiz çok özel bir bilgi sundunuz, bu bakımdan sizlere gerçekten teşekkür ediyorum.

  • Tabii, biraz önce Oktay Beyin de ifade ettiği gibi, biz, şu anda komisyon olarak, kamuoyunun, sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin, üniversitelerimizin, vatandaşlarımızın yeni anayasa yapım süreciyle ilgili önerilerini ve tekliflerini alıyoruz. Şu anda yaptığımız da budur, herhangi bir tartışma içerisine girmiyoruz, ama sizin bu sunumunuzdan, özet hâlinde yaptığınız bu sunumdan oldukça yararlandığımı belirtmek istiyorum.

  • Çok teşekkür ediyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) – Ben de çalışmalarınızdan dolayı öncelikle teşekkür ediyorum.

  • Tabii, biz gerçekten görüş beyan etmemek durumundayız, bir tartışmaya, bir karşı tez geliştirmemeye dikkat etmek durumundayız, ama şudur, bunu ben de bütün açıklığıyla ifade ediyorum, yaptığınız çalışma ciddi bir çalışma. Yani olayın hem sosyolojik boyutunu ifade ediyorsunuz, tarihsel boyutunu ifade ediyorsunuz hem yasal boyutunu topluyorsunuz, ifade ediyorsunuz, bizim de bu türlü çalışmalara ihtiyacımız var. Bunlar bizim birebir yapabileceğimiz araştırmalar değil. Tabii, uzmanlarımıza dokümanlar geliyor, onlar birtakım tasnif çalışmaları içinde oluyorlar, ama böylesine çok boyutlu ve kapsayıcı çalışmalar yapılmasının çalışmalarımıza ciddi katkı sağlayacağını bilmenizi istiyorum.

  • Ben onun için teşekkür ediyorum, bu sebeple de soru sormaya gerek görmüyorum.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, efendim, çok teşekkür ediyoruz, emek vermişsiniz, buraya kadar da zahmet ettiniz, teşrif ettiniz, eminim ki anayasa yapım sürecinde istifade edeceğimiz önemli kaynaklar olacaktır. En azından ciddi bir emek sarf etmişsiniz, bu bile bizim için çok önemlidir.

  • Bu arada, tabii, ben Diyarbakır’dan evliyim, yani enişteniz oluyorum, onu da belirtmiş olayım.

  • Evet, ekleyeceğiniz bir husus yoksa, biz çok çok teşekkür ediyoruz, zahmetiniz için de, buraya teşrifleriniz için de. İnşallah, sonuçta hepimizin, tam olmasa bile, çünkü bunu ihtiyaten söylüyorum, yani herkesi bir noktada birleştirmek mümkün mü? Ama herkesin en geniş paydada olabileceği bir anayasa ortaya çıkar, temennimiz bu.

  • Katkılarınız için çok çok teşekkür ediyoruz efendim. Sağ olun.

  • DİSA YÖNETİM KURULU BAŞKANI NECDET İPEKYÜZ – Biz de bizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz, yani çok memnun ayrılacağız, arkadaşlarımıza da bunu ileteceğiz.

  • Başarılar diliyoruz.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Burada duyarlı bir grup olduğunuz için ifade etmek istiyorum. Sizler hukukçusunuz, biliyorsunuz, yüz otuz beş yıldır bu semalarda uçuşuyor anayasa konuşmaları, ilk defa çok ciddi olarak ve sivil bir yapılanmayla bir anayasa yapımına gidiyoruz, bir kere bu çok önemli. Yani bardağın hep dolu tarafına baktığımız vakit. Burada da istiyoruz ki toplumun bütün katmanlarının en azından haberi olsun, ama bu arada katkıda bulunabilme yeteneğine sahip olan insanlar da zaten o yolu işletirler, katkılarını sunarlar, biz de istifade etmiş oluruz. Bu bile geçmişe baktığımız vakit fevkalade bir adım. Değil mi efendim.

  • DİSA YÖNETİM KURULU BAŞKANI NECDET İPEKYÜZ – Evet.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani en azından elimizde var bu. Diyoruz ki toplumun bütün katmanları, duyarlı insanları, sözcüleri, organize olmuş toplum yapılanmaları, kendilerini ifade etme zemini buldular, bulmaya da devam ediyorlar. İnşallah, hayırlı bir sonuç verir efendim.

  • DİCLE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ YRD. DOÇ. DR. VAHAP COŞKUN – Herkesin kendisini bulması elbette ki mümkün değil, ama herkesin yapımına bir şekilde katkıda bulunduğu ve yapım sürecinde yer aldığı, dolayısıyla “Bu benim anayasamdır.” diyebileceği bir zemini, bir tartışma, demokratik müzakere zemini yaratmak, zannediyorum günümüz anayasacılığının en önemli özelliği.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Şöyle demiştik, herkesin düşüncelerinden oluşan bir iç deniz olsun, Anayasa Komisyon üyeleri de bu denizin her tarafına kulaç atmak suretiyle, her zerresini üzerinde hissederek bir anayasa yapımını gerçekleştirirse memnuniyet tarafında olanların çoğunlukta olması sağlanmış olur, böyle ihtiyatlı tabirler kullanıyoruz, o bakımdan.

  • Peki, efendim, çok teşekkür ediyoruz.



  • Kapanma Saati: 15.11











  • Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin