A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


bök, tepe; yükseklik; şiberdüü böktü caylagan folk



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə14/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   90

bök, tepe; yükseklik; şiberdüü böktü caylagan folk : koyu otla örtülmüş tepede yayladı (yazı geçirdi) ; ara bök = arabök.

bökçögöy, kanburlaşmış, kanburumsu.

bökçöktö - = bökçönğdö.

bökçönğdö-, kanburlaşmak, arkası çıkmak; kempirçe bökçönğdöp : kocakarı gibi kanburunu çıkararak gezmek.

bökçönğdöt-, et. bökçönğdö-den.

bökçüy-, büzülmek; bökçüyüp cat- : büzülerek, kıvrılarak yatmak.

bökö I, (Rad.) kuvvetli.

bökö- II, birşeyden nefret etmek; doymak, bıkmak; mayga bököp kaldım: yağdan bıktım, ondan tiksiniyorum.

bökön I, sayga (iri bir nevi karaca): saiga tatarica; bököndün tanğınday: beyaz çizgili, beyaz benekli.

bökön II, (atın) kuyruğunda kalın kıl yahut (insanın) başında kalın saç (saç hastalığı).

böksö, 1. dağ eteği; 2. ilk yaz otlağı; 3.göğdenin aşağı kısmı; 4. tam değil; kenarlara kadar değil; çöyçöktü böksö kuydunğ: kovayı kenarlarına kadar doldurmadın.

böksölö-, 1. dağ yamacı boyunca gitmek, dağ yamacı boyunca inmek; 2.(koyunu, keçiyi) kesmek ve etini havalandırmak (fakat parçalamamak)

böksör-, eksilmek, tükenmek, alçalmak (bir mayiin seviyesi hakkında) ; candıktan kan böksördü: hayvanlar zayıfladılar, kurudular; men kaytarçu muzoolor kündögüdön böksörböptür : benim güttüğüm buzağılar mutat durumda idiler (zayıflamadılar da, eksilmediler de).

böksört-, bk. böksör.

böktör I, tepe, hüyük.

böktör- II, eyer kayışına bağlamak, takmak.

böktörgö I, eğer kayışına bağlanan öteberi.

böktörgö II, sazlık veya bataklıkta yaşayan dişi puhu; puhu yavruları.

böktörgölüü, 1. eğer kayışına bağlanmış öteberisi bulunan; 2. arkası sağlam olan (at); kuvvetli.

böktörün-, kendisi için eğer kayışına bir şeyler bağlamak; kap böktörünüp : eğer kayışına torba bağlayıp.

böktörünt-, et. böktörün-den

böktürmö, atmacanın (yere yaklaştığı zamandaki uçuşu).

böl-, bölmek, tevzi etmek; söz böl- : sözü kesmek, can böl- bk. can II; könğül böl- : dikkate almak; kün könğülümdü, tün uykumdu böldüm: gece gündüz rahat gezmedim.

bölçök, 1. parçacık; 2. mat. kesir; kadimki bölçök : bayağı kesir; üzdüksüz bölçök : devamlı kesir; çeksiz üzdüksüz bölçök : sonsuz devamlı kesir; çektüü üzdüksüz bölçök : sonu olan devamlı kesir; buruş bölçök : kaideye uymıyan kesir; bölçök menen körsötüü: kesirle ifade.

bölçöktüü, parçalara bölünen; ayrı ayrı parçalardan düzülmüş olan.

böldür-, bölmeye müsade veya icbar etmek.

böldürüü, işs. böldür-den.

bölgüç, 1. bölen, tevzi eden; 2. mat. kasım (bölücü).

bölkö, r.1. <>: francala; 2. Rus suliyle pişirilmiş ekmek (mayasız yufkadan farklı olmak üzere).

bölköbnük, bölköndük, kon. = polkovnik.

bölmö, oda.

bölö I, iki kız kardeşin çocukları; (ana tarafından) kardeş çocukları; erkekler ve kızlar.

bölö-II, çocuğu kundaklamak, sarmak; kundaklanmış çocuğu beşiğe yatırmak.

bölök, 1. parça, kısım; 2. başka, diğer; hususi, ayrı, bölök kişi : başka , yabancı adam; bölök- bötön emessinğ folk. : yabancı, yat değilsin.

bölökçö, ayrıca, hususi; mükemmel, ekmel.

bölöktö-, 1. yadırgamak, yabancı saymak, yabancı gibi muamele etmek; 2. ayırmak; kamap koydu bölöktöp folk. onu ayrıca hapse attı.

bölöktük, 1. ayrı bulunma (cümlede Rus diline <>, diye tercüme olunur); 2. yat olmaklık; akraba olmamaklık.

bölön-, 1. mut. bölö- II den; 2. mec. bir nesneyi bol bol elde etmek.

bölöş-, hep beraber çocuğu kundaklamak.

bölöt-, et. bölö- II den.

böltögöy, herhangi gereği gibi karışmamış olan bir nesnenin yuvarlakları (diyelim, bulamaç hakkında)

böltök, (orman) kenarı.

böltöy-, kabarmak, şişmek.

böltöyt-, et. böltöy-den.

böltürük, kurt yavrusu.

bölük, parça, kısım, bölüm; (mekanizmanın) parçası; maşina bölüktörü: makine yedek parçaları, düynö bölüktörü: dünya kıtaları.

bölüm, şube, kısım; daire, müessese; el agartuu bölümü: maarif şubesi; ortok bölüm mat. : mahreç; ortok bölümgö keltirüü mat. : kesirlerin müşterek mahrecini bulma.

bölümçö, tali şube.

bölün-, taksim edilmek, bölünür olmak, ayrılmak.

bölünbös, bölünmez; bölünbös fondu : bölünmez ihtiyat akçesi.

bölündü, 1. ayrı parça, kısım; 2. mat. harici kısmet, hisse.

bölünt-, et. bölün-den: taydın etin bölüntüp, taramışın körüntüp folk. (kamçı darbeleriyle) tayin bedenini yararak ve veterini meydana çıkararak.

bölüntüü, işs. bölünt-ten.

bölünüş, bölünme, ayrılma.

bölünüü, bölünme, parçalanma, şikak.

bölünüüçü, 1. bölünen; 2. mat. maksum (taksim edilen sayı) ; ortok bölünüüçü: müşterek muzaaf sayı; enğ kiçine ortok bölnüüçü san : en küçük müşterek muzaaf sayı.

bölüş I, taksim.

bölüş- II, aralarında paylaşmak, hep beraber bölmek.

bölüştür-, taksim eylemek, ülüştürmek.

bölüşüü, işs. bölüş II den.

bölüü, bölme (taksim etme) , üleştirme; toluk bölüü mat. tam taksim; kalındıluu bölüü mat. bakiyeli taksim; mazmununa karap bölüü mat. : muhtevasına göre taksim; bölümdörgö bölüü mat. : kısımlara ayırma.

bölüüçü, mat. bölücü (kasım) ; tak bölüüçü: tam kasım; ortok bölüüçü; müşterek bölücü; enğ çonğ ortok bölüüçü: en büyük müşterek bölücü.

bömöştük, r. kon. <
> muavin.

böö, böödöy kuur- : israf etmek; bitap düşürmek; rahat bırakmamak.

böödö, f. beyhude, boşuna; böödösünön tayak cedi : boşuna (haksız yere) dayak yedi.

böödösü-, küçümseyerek muamele etmek, kurulmak.

bööş = pööş.

böpö = böpü.

böpölö- = böpüldö-.

böpü, avcı kuşu çağırmıya mahsus ses.

böpülö-, (böpü böpü diye seslenmek suretiyle) alıcı kuşu çağırmak.

börçök, r. kon. <> : (arşının 16 da biri nisbetinde bir uzunluk ölçüsü, M.)

börçöktö-, kon. <> la ölçmek.

börk = börük.

börsö, kanguru (hayvan) : macropus.

börsögöy = borsogoy.

börsönğdö- = borsonğdo.

börsönğdöt- = borsonğdot.

börsöy- = borsoy.

börşök = börçök.

bört-, şişmek, kabarmak, şişmanlamak.

börtmö, resimli ve nakışlı; börtmö cibek cooluk : nakışlı ipek mendil.

börtüü, işs. bört-ten.

börü, 1. kurt (yırtıcı hayvan) ; börü atar cigitti börkünön taanı ats. : kurt avcısı olan yiğiti kalpağından tanı; coo börüsü : cesur, cesaretli; börü catış : bir cilt hastalığının adıdır; kök

börü : tekeyi çekişmek suretiyle yarış, koşu; (harfiyen: boz kurt) ; 2. bahadırın müsbet sıfatlarından biri idi (krş. karışkır) .



börük, 1. kalpak; börük alıp kel dese baş kesken ats. : kalpak getirmeyi emrettiklerinde baş keserdi; 2. (çivi) kalpağı.

börüktö-, (çivi) kalpağı yapmak.

börütöt-, et. börüktö- den

bötögö, kuş midesi, kursak, taşlık; kırgooldun bötögösündöy: pis kokan (harfiyen: sülün kursağı gibi).

bötölkö, r. 1. <> : şişe; 2. cam; bötölkö çelek : cam bokal

bötön, başka; yabancı, yat.

bötön, başka türlü, ayrıca, hususi, nevi şahsına mahsus.

bötönçölük, hususiyet, nevi şahsına mahsus olmaklık.

bötöndö-, hususiyet vermek, başkalarından ayrı komak.

bötöndöö, hususiyet verme, başkalarından ayrı koma.

bötöndük = bötönçölük.

bötöy- = böltöy.

böy, böyü, <> : (zoologiyada Lycosa tarantula denilen bir çeşit zehirli örümcektir M.)

böydö = böödö.

böyön, <> : (Phalangina denilen zehirsiz büyük örümcek, M.)

böypönğ, atın link yürüyüşü ; böypönğ- böypönğ celdirip kele catat: atını link yürüyüşle koşturarak, gelmektedir.

böypönğdö-, 1. atı link yürüyüşle koşturmak; 2. mec. yaltaklanmak, yaranmak; yalancıktan iş görür gibi görünmek.

böypönğdöt, et . böypönğdö- den.

böypöy = boypoy.

böyrök, böbrek (anat.) : böyröktön sezgenüü: böbrek iltihabı; böyrögü çıgıp toyup aldı: adamakıllı doydu; böyrök tayan 1) ellerini böğrüne koymak (kocası için ağlıyan dul kadın hakkında) ; 2. mec. kederlenmek.

böyröktö-, yandan, böğürden yanaşmak, harekete geçmek.

böyrömçö, 1. gömlek eteğinin ön kısmı; 2. alıcı kuşun kayışının altındaki kumaştan yapılmış halka.

böyü, (krş. böy) zehirli örümceğin adıdır; cılan çakkan kaytat, böyü çakkan kaytpayt ats. : yılan sokması onulur, böyü sokması onulmaz.

böz, bez (elişi olan beyaz, kaba pamuklu kumaş) .

bözçü, bez dokuyan (bk. böz)

brigada, r. brigade.

brigadir, r. brigade amiri.

bronenosets, r. <> .

bronevik, r. <> .

bu I = bul I .

bu II, bk. bı .

bubak, don, kırağı; otların ucundaki don.

bubaktuu, donlu.

bucugur, 1. sarmaşan; dalgalı, kıvırcık; bucugur sakal: kıvırcık sakal; 2. çopur; bucugur kara kişi: çopur esmer adam.

bucuray-, sarmaşmak; kıvırcıklanmak.

buçkak, hayvan ayak derilerinden kürk; buçkagıma çeyin terdedim: tepeden tırnağa kadar terledim; buçkagına tenğebeyt: on paralık kıymet vermiyor, sıfır yerine koyuyor.

buçkakta-, bacağından kapmak (diyelim, teke çekişmesi oyununda; bk. börü) .

buçkaktaş-, müş. buçkakta- dan.

buçkaktat, bacaklara vurmak; atın buçkaktatıp cetip keldi: atının bacaklarına vurarak geliverdi.

budala-, karıştırmak, altüst etmek.

budalakta-, = budala.

budalan-, 1. telaş etmek; 2. kıvranmak, debelenmek, yuvarlanmak; kumga budalanıp catat: kumda ağnıyor.

budamayla-, iğfal etmek, kafese koymak.

budamaylık, göz boyama.

budamayloo, kafese koma.

budcet = byudjet.

budunğçanğ, allak bullak, karmakarışık; budunğçanğ tüşür- : ortalığı karıştırmak.

budur, yahut budur-budur yahut adır-budur: tepeleri çok olan yer.

budurakay, çopur; bodur; pürüzlü, düz olmıyan.

buduray-, bodurlaşmak; pürüzlü olmak.

budurayt-, et. buduray-dan.

bufet, r. büfe.

bufetçi, r. büfe işleten.

buga, bk. bul I.

bugaltır = buxgalter: muhasebeci.

bugu, 1. geyiğin yahut maralın erkeği; 2. bugu (bir Kırgız kabilesinin adıdır). 3. Kırgız halk takviminde bir ayın ismidir.

buguçar, genç geyik yahut genç maral.

bugul-, saklanmak; kabak cerden buguldu: o, derede saklandı.

buk I, tasa, can sıkıntısı; bugun cazıp alsın yahut bugun çıgarsın: tasasım dağıtsın! : aytıp bugumdu çıgardım: (uzun zaman sustuktan sonra)içimde toplananın hepsini söyledim, içimi boşalttım; buk kılat: (beni) sıkıyor; içi buk: içini kedi tırmalıyor.

buk- II, gizlenmek; bir kenara çekilerek susmak; bugup cat- : saklanarak yatmak; boz turumtay umtulsa, boz çımçıktar bukpaybı? folk. : boz muymul (latince Falco vespertinus denilen bir nevi doğan, M.) saldırırsa, kuşcağızlar gizlenmez mi hiç?

buka, 1. damızlık öküz, boğa; kök buka: bir nevi oyun: köl buka: balaban kuşu (latince adı botaurus olan ve balıkçıl soyundan bir kuştur, M.) ; 2. düğümleri çözmek için kullanılan (sert ağaçtan yahut boynuzdan yapılan) sert bir küçük değnektir.

bukaçar, genç öküz, tosun.

bukara, 1. a. tebaa; 2. tar. avamdan olan kimse, avam; kara bukara tar: ayaktakımı.

bukaralık, tebaalık.

bukçuguy, yoğun, şişman.

bukçuy- = bursuy.

buket, r. çiçek demeti.

bukta-, f. 1. çevik; tecrübeli; 2. metin (seciyece) ; 3. sağlam, dayanıklı; bukta bakay bk. bakay.

buktur-, 1. saklanmıya zorlamak; gizlice yaklaştırmak; 2. sokmak, şiddetle saplamak.

bukturma, pusu; bukturma koy- ; pusuya yatmak; egerde coo köp bolso, bukturma koyup uruşkan: eğer düşman çok olursa, pusuya yatarak vuruşuyorlardı.

bukturuu, işs. buktur-dan.

bukulda-, kesik kesik ve yavaş sesler çıkarmak.

bukuldaş-, müş. bukulda-dan.

bukuy-, ciddi tavır takınmak; yüzünü buruşturmak; bukuyup, başın cerge koyup: yüzünü buruşturarak ve başını eğerek; bukuyup uk-: fikrini temerküz ettirerek dinlemek; taarıngan emedey bukuyup it catat: köpek sanki birisine gücenmiş gibi, surat asarak yatıyor.

bul I, (genitif: munun, datif: buga yahut boo, akküzatif: munu) : bu; erkek; munun emine keregi bar? : bu, neme lazım? ; munu kördünğbü? : bunu gördün mü? ; gör şunu bakalım! : mununğ kim? : bu yanındaki kimdir? , bu nasıl adam? : mununğ emine? : nedir bu senin? ; daha ne uydurdun? ; munusu emine? ; ondaki nedir bu? ; daha ne uydurdu? ; mununğ üçün yahut munu üçün yahut mun üçün: bunun için, bundan dolayı.

bul II, 1. para; 2. mal, meta; manifatura; 3. mülk, kıymet, servet; bul coy-: zevk ve safa için para israf etmek; bul coyguç: müsrif.

bul III, yırtıp, kesip parça parça etmek, kırmak; etegimdi it bulup ketti: köpek eteğimi yırttı; eşiğinin enğsesin kılıç menen bulgamın folk. : kapısının sürgüsünü kılıçla parçaladım.

bula, f. 1. lif; canğı bula ösümdüktörü: yeni sınai bitkiler; 2. ipek; 3. yumuşak, tüylü, lifli; buladay kebez: yumuşak, ipeğimsi, lifli pamuk; buladay cün: yumuşak yün; 4. kıymetli bir dokuma adıdır; bula menen cibekti folk.: bula ve ipek.

bula II, çala sözünün tekidir.

bula- III, şerit gibi yükselmek (duman, toz hakkında) ; betegesi belden bulagan folk.: orada betege (bir nevi ot) insanın beline kadardır; samoordun tütünü bulap, kömür cıltıldayt: semaverin dumanı yukarıya yükseliyor ve kömürler parlıyor.

bulaan, 1. kargaşalık; 2. yağma; bulaanga tüşkön mal folk.: elden ele geçen hayvan (birisi yakalamış, ondan başkasına geçmiş ve s.)

bulaanda-, kargaşalıktan, karışıklıktan istifade ederek, başkasının mülkünü kabullenmek.

bulaarı-, 1. bullarıp ketti: hiçbir habersiz kayboldu gitti; 2. at bula arıp suutmak folk.: atı binerek talim ve terbiye etmek.

bulaçı, sınai bitkileri yetiştirmek veya tetkik etmekle iştigal eden.

bulak I, 1. pınar; mec. kaynak (memba) ; anık bulaktardan alıngan malımattarga karaganda: mevsuk membalardan alınan malumata göre; 2. sıraca; kulagı bulak: sıracalı (kulaktan irin geldiğinde) ; emçek bulak: meme iltihabı.

bulak II, bulak- bulak et = bulakta; bulak-bulak etip, koyon kaçıp cönödü: zıplayarak (tüylü) tavşan kaçmıya başladı.

bulakta- I, deprenmek, bir yandan öbür yana sallanmak (yumuşak, tüylü nesne hakkında, diyelim, tilki kuyruğu hakkında) ; bulaktap bas- (genç kadın hakkında) : süzülerek, tavus gibi yürümek.

bulakta- II, fışkırmak (mayi hakkında).

bulaktat-, et. bulakta II den; caş bulaktat- : bol bol gözyaşı dökmek.

bulaluu, lifli; uzun bulaluu pakta: uzun lifli pamuk.

bulamık, bulamaç.

bulan, 1. bir nevi ceylan; 2. kula; 3. parlak.

bulanğ, bulanğ et yahut bulanğ kak: ansızın gözükmek (göze hoş gelen herhangi bir nesne hakkında) ; tülkü bulanğ etip (yahut bulanğ kagıp) köründü: ansızın tilki gözüktü (güzel bir şekilde ansızın göz önünde peyda oluverdi) ; elenğ- bulanğ bk. elenğ.

bulas, eles- bulas körünöt: hayalmeyal görünüyor (uzakta bulunan bir nesne hakkında).

bulasta-, parlamak, yıldıramak; parlak ve mükellef görünüşte bulunmak; << dişitavus >> şeklinde olmak; bulastap bas- : tavusvari yürümek (nefis ve parlak elbiseler giyerek) ; bulastagan köynök: iyi kumaştan dikilmiş olan bol ve uzun giyim.

bulastat-, et. bulasta- dan; bulumdan kılgan çong içik bulastata camındı folk. kıymetli kumaştan mükemmel bir kürkle örtündü; bulastatıp köynök kiydi: o kadın (iyi kumaştan) bol elbise giydi.

bulat, et. bula- III ten.

bulay-, 1. rengi ak olmak, ağarmak, ak gözükmek; 2. gözükmek; içeriden başını dışarı uzatmak.

bulayt I, ihtiyatsızca; kirlice.

bulayt II, et. bulay- dan.

bulca, balca sözünün tekidir.

bulcur, balcır sözünün tekidir.

bulcut-, (yalnız menfi şekilde) : bulcutpay: değiştirmeksizin, önceki şekilde bırakarak.

bulçuguy, kabarık, şişkin (diyelim, gergin adaleler hakkında).

bulçunğ, 1. iki başlı adale; 2. adale.

bulçunğda-, bütün ağzı doldurarak, çiğnemek; dişsiz ağızla pepeleyerek çiğnemek.

bulçunğduu, adaleli, adalesi gelişmiş.

bulçuy-, tümseklerle kabarmış görünmek (diyelim, gergin adaleler hakkında) ; şişkin görünmek (diyelim, ağız hava ile dolduğunda yanaklar hakkında).

bulçuyt-, et. bulçuy- dan.

bulçuyuu, işs. bulçuy- dan.

buldan-, 1. para pul edinmek, paralanmak; 2. mec. kurulmak, övünmek.

buldur- I, 1. müphem, açık olmıyan, muayyen olmıyan; buldur kabar: kafi derecede doğru (mevsuk) olmıyan haber, rastgele bir haber; buldur körün- : belirsiz görünmek; 2. pelteklik, peltek; buldur- buldur til: çetrefil dil; 3. baldır sözünün tekidir.

buldur- II, et. bul- III ten; etegimdi itke buldurdum: köpek eteğimi yırttı.

buldura-, açık, muayyen olmamak (ses hakkında) ; buldurap süylö- : (dinliyene anlaşılmıyan) bir dille konuşmak.

buldursun, bahadırın kırbacı, kamçı; asıy ögüz terisinen örüm kılgan buldursun folk. : bütün üç yaşında olan öküzün derisinden örülen kırbaç.

bulduruk, step çili (kuş).

bulga-, 1. sallamak (diyelim, çağırırken el sallamak); depretmek; baş bulga : baş sallamak; 2. döndürmek; 3. kirletmek, bulaştırmak, pisletmek; ötügü caman tördü bulgayt, oozu caman eldi bulgayt ats. : çizmesi fena olan tör’ü (bk. tör I) pisletir; ağzı kötü olan (bütün) eli pisletir.

bulgaarı, telâtin (sahtiyan) ; sepilenmiş deri; bulgaarı zootu : deri işleme yeri.

bulgala-, it. bulga-dan.

bulgalakta-, 1. kıvrılmış; 2. tekrar tekrar sallamak; kuyruk bulgalakta : kuyruk sallamak.

bulgan I, ipek.

bulgan II, bulaşmak; çörçöpten tıkanmak.

bulganç, bayağılık, alçaklık; bulganç işter: pis, bayağı, çirkin işler.

bulgangandık, çörçöpten tıkanmış olmak- lık.

bulgant-, et. bulgan II-den.

bulganuu, pislenme, tıkanma.

bulgarı = bulgaarı.

bulgaş-, müş. bulga-dan; kolun bulgaştı : ellerini salladı.

bulgoo, işs. bulga-dan.

bulk-, keskin bir hareket yapmak, fırlamak.

bulkak, sepilenmemiş deriden yapılan, yüksek, üst kısmı dar olan kova.

bulku-, keskin bir hareket yapmak, fırlamak; bolor kulun celede bulkuyt, bolor bala beşikte bulkuyt ats. : iyi olacak tay bağlandığı yerde rahat durmaz, adam olacak çocuk beşikten fırlar; bulkup aldı çılbırdı, culkup aldı tizgindi folk. : kemendi kopardı, dizgini yakaladı.

bulkulda-, 1. «bulk» sesi çıkararak suya düşmek; 2. ani surette titremek.

bulkuldat-, et. bulkulda-dan; kımızdı bulkuldata çayka-: kımızı (tulumda) «bulbulk» çıkacak surette karıştırmak.

bulkun-, deprenmek, koparcasına sallan- mak, çalkalanmak; kurtulmaya çaba- lamak; bulkunup köldü tolkutat, silkinip eldi korkutat folk. : kurtul-mıya çabalıyor ― göl talazlanıyor, silikiniyor ― eli korkutuyor.

bulkunt-, et. bulkun-dan.

bulkuş-, hep beraber çekmek, silkmek; çekişmek.

bulkuy-, kocaman ve şişman olmak (insan hakkında) ; bastırıp ketti bulkuyup folk. : koskoca nesne gitti; orta caşka kelgen bulguykan kişi : orta yaşlı şişman kimse.

bulkuyt-, et. bulkuy-dan.

buloo, 1. buğu, buhar; 2. sahte tabibin tedavi usullerinden biri ( buğu ile emlemek).

buloolon-, buğu çıkarmak; cabuudan kök buu çııgıp, buloolonup cattı : çuldan koyu mavi buğu çıkıyordu.

buloolont-, et. buloolon-dan; aldıbızga buloolontup et koydu : önümüze dumanı üstünde olan eti koydu.

bult, bult ber- : fırlamak; ürkerek, bir yana atılmak, sıvışmak.

bultakta-, yan çizmek, bir bu yana bir o yana atılmak.

bultaktat-, et. bultakta-dan; kuyruğun bultaktatıp : kuyruğunu sallayıp; bultaktatıp, karmatpayt : kendini yakalatmıyor.

bultalakta-, sıvışmak; özünün aybı cönündö eç kanday söz aytpay bultalaktadı : yan çizdi ve kendinin suçuna dair hiçbir şey söylemedi.

bultay-, dışarıya doğru çıkık durmak, şişmek; tili bultaydı : dili dışarı çıktı.

bultayt-, et. bultay-dan; til bultayt-: dilini çıkarmak.

bultuguy = bultuk

bultuk, dolgun yüzlü, kalın yanaklı.

bultulda-, 1. = boltulda-, bulçunğdarı bultuldadı : adaleleri oynadı; 2. hırslanmak, hiddetlenmek.

bultuldat-, et. bultulda-dan.

bultuy, 1. surat asmak; 2. kabarmak, şişmek; bultuygan bala: şişkin yanak- lı çocuk; közüm bultuyup şişip ketti : gözüm fena surette şişti.

bultuyt-, et. bultuy-dan; eki uurtun bultuytup tolturup : ağzını öyle dol- durdu ki, iki avurtu kabardı, şişti.

bulun, (Rad., V) = buulum.

bulunğ, köşe, bucak.

bulunğda-, sinirlenmek, hırslanmak.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin