Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə33/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   52

MÜHENDİSHANE-İ BERRİ-İ HÜMAYUN 1795 yılında III. Selim devrinde ve onun teşebbüsüyle açılan kara mühendishanesi. Deniz mühendishanesi ise, 1773 tarihinde açılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu devrinde modern mânada ilk teknik okul 1734 yılında I. Mahmud'un himmetiyle Üsküdar'da Toptaşında, sonradan uzun yıllar akıl hastahanesi olarak kullanılan binada, Humbarahane ve Hendesehane adıyla açılmıştır. Lâkin, üç sene sonra. Yeniçeri Ocağının itirazı üzerine, mektep kapandı. Sonra 1769 yılında III. Mustafa devrinde Sütlüce civarında Karaağaçta tekrar açıldı. Fakat tedrisat pek de ilmi değildi. III. Selim, 1792 yılında Halıcı-oğlundaki Humbarahaneyi inşa ettirdi. Bunun bir tarafı Lâğımcı adıyla istihkâm, bir tarafı ise Kumbaracı yetişecek talebeye mahsus olmak üzere ikiye ayrılmıştı. (Humbarahanenin yanındaki camii ise, hükümdarın validesi Mihrişah Sultan 1803 yılında inşa ettirmiştir). III. Selim 1789 yılında tahta cülus eder etmez esasen Eyüp Bahariye'sinde Mühendishane-1 Sultanî adlı bir mektep açmış ve Karaağaçtan kalan talebeyi buraya naklettirmiş, Enderundan müstaid gençleri de ayırarak bu mektebe vermişti. Nihayet, 1795 senesinde Halıcıoğlu'nda yeni bir mü-hendishane inşa olundu. Bunun ilk resmî adı Mühendishane-i f ünün-1 berriyye-i hümayun iken sonraları Mühendishane-i berri-i hümayun olmuştur. Bu mektepten kara ordusu için mühendis ve topçu mütehassısı yetişecekti. Evvelâ, Lâğımcı talebesinden elli ve Kumbaracılardan otuz kişi seçilerek 80 talebe ile tedrisata başlanmıştır. Mektep, dört yıllıktı. Mektep faaliyetine durmadan devam etmiş ordu ve memleket için pak faydalı elemanlar yetiştirmiş, bunların bir kısmı Avrupaya gönderilerek tahsilleri orada ta-mamlattınlmıştır. Bu hal, 1877 -1878 Rus seferine kadar devam etmiş, o sene ınü-hendishane boşaltılarak askerî hastahane haline konmuş ve bu yüzden dört sene kadar kapalı kaldıktan sonra tekrar açılmıştır. Bu mektep, Cumhuriyet devrine kadar topçu ve istihkâm subayı yetiştirmeğe devam etmiştir. Sonra, topçu ve istihkâm subayları da, diğer bütün kara subayla n gibi Harbiyeden (yani Harbokulu'ndan) çıkmağa başlamış, mühendishane binası bir müddet yedeksubay okulu ve sonra da topçu subayları meslek ve tatbikat okulu olarak kullanılmıştırM.Sertoğlu.

MÜHENDİSHANE-İ SULTANİ (Bak. Mühendishane-i berri-i hümayun)M.Sertoğlu.

MÜHİMME DEFTERLERİ (Bak. Divan-ı hümayun sicilleri)M.Sertoğlu.

MÜHRE (Bak. Ebru)M.Sertoğlu.

MÜHR-İ HÜMAYUN Padişahların şahsına mahsus mühür. Her padişahın mührü kendi adiyle babasının adını ihtiva ederdi. Hükümdarların bu şekilde biri zümrütten, üçü altından olmak üzere tuğralı dört mührü bulunurdu. Padişah değiştikçe bunlar da değişirdi. Zümrüt mühür dörtgen şeklinde olup padişahın parmağında bulunur, beyzi şekilde olan altın mühürlerden birisi Sadrıâzamda, biri Hasodabaşında, üçüncüsü ise Harem hazinedarı olan kadında dururdu. Sadrıâzamdan mührün geri alması az line delâlet eder ve bu makamı yeni işgal edene ilk iş olarak hâlemi şerif, ha-temi vekâlet diye de anılan mühr-ü hümâyun verilirdiM.Sertoğlu.

MÜHR-Ü SADARET, ŞERİF, VEKALET Mühr-ü mühayun'un diğer adları. (Bak. Mühr-i hümayun)M.Sertoğlu.

MÜHÜRDAR Eskiden devlet erkânının mühürlerini muhafazaya ve onun emriyle icabeden evrakı mühürlemeye memur olan kimseye verilen isimM.Sertoğlu.

MÜHÜRLÜ TEZKİRE (Bak. Mem hur)M.Sertoğlu.

MÜHÜRLÜ URGAN Arazi ölçmek için kullanılan ve uzunluğunun iki ucu devletçe mühürlenmiş urgan. On zirra, elli zirra ve yüz zirra olanları vardırM.Sertoğlu.

MÜJDECİ Saray peyklerinden bir kısmı her sene ayrılarak Hicaz'a giden hacı kafilesiyle surrenin oraya varışını vo dönüşünü padişaha tebşir ederlerdi. Müjdeciler, Şam'da kalır, yalnız müjdecibası adlı âmirleri Hicaz'a kadar girerek hacı olur ve Mekke şerifinin mektuplarını da alarak dönerdi. Dönüşte Şam'dan da Şam kadısının ilâmını alır, müjdecilerle birlikte hacı kafilesinden daha evvel hareket ederek rebiülevvel ayının on ikisinde yapılan Mevlid alayı sırasında İstanbul'a varıp Sultanahmed camiinde şerifin ve kadının mektuplarım ve beraber getirmiş olduğu hurmaları padişaha sunardı. (Bak. Peyk, Surre, mevlûd alayı)M.Sertoğlu.

MÜJDECİBASI (Bak. Müjdeci)M.Sertoğlu.

MÜKERRER (Bak. Ulufe)M.Sertoğlu.

MÜLÂZIM Kanunî devrine kadar medreselerden mezun olanlar müderrislik veya kadılıklara bir sıra gözetilmeden tâyin olunur ve bu yüzden arada haksızlığa uğrayanlar da bulunurdu. Meşhur Ebus-suud Efendi şeyhülislâmlığı sırasında ise yeni bir usul vazetti. Buna göre medre se mezunları, mszuniyet sıralarına göre bir deftere yazılıyor ve mülâzım adını alıyorlardı. Bir müderrislik veya kadılık münhal olduğu zaman, tâyinler bu def-terlsrdeki isim sırasına göre yapılırdı. (Bak. Medrese, Kadı). Bundan başka, Kanunî devrinden itibaren padişahlar sefere gittikçe Kapıkulu süvarilerinden üç yüz kişiyi mülâzim adiyle ayırır ve dairesi hizmetinde kullanırdı. Sefer dönüsünde ise padişah vakıflarından bazılarının mütevelliliği ile, bazı mukataa-ların idaresini ve cizye ve vergilerin tahsili gibi hizmetleri bir yıl için bunlara verirdi. Bak. Haraççı). Eskiden bir ücret almadan devlet hizmetinde memur namzedi olarak çalışanlara ve orduda teğmsn rütbesinde olan subaylara da mülâzım denirdi. Bunlar arasında Teğmen karşılığı Mülâzim-i sâni ve Üsteğmen karşılığıysa Mü-lâzim-i evveldiM.Sertoğlu.

MÜLÂZIM ÇAVUŞ (Bak. Defterli Çavuş)M.Sertoğlu.

MÜLÂZİM-İ EVVEL (Bak. Mülâzim, Mülâzim kaptan)M.Sertoğlu.

MÜLÂZİM-İ SÂNİ (Bak. Mülâzim, Mülâzim kaptan)M.Sertoğlu.

MÜLÂZIM KAPTAN Kapudâne'nin bindiği Kapudâne-i hümayun gemisinin süvarikaptan denilen bir kaptanı vardı. Bunun muavinlerine Mülâzım kaptan de nirdi. Bunlar Mülâzim-i evyel ve Mülâ-zim-i sâni adlı iki kişiydiler. Süvarikap-tanlık inhilâl ederse mülâzim kaptanların kıdemlisi onun yerine geçerdi. Kapudâne başreisi ise mülâzim kaptan olur, onun yerini Patrone başreisi alır. Riyale başreisi de onun yerine yükselirdi. Kalyon reislerinin kıdem ve ehliyet itibariyle ileride olanı ise, Riyale başreisliğine tâyin edilirdi. Ondan açılan yeri ikinci reis alır, üçüncü reis onun yerine geçer, yelkencilerden birisi de üçüncü reis olurdu. Riyale başreisliğine geçerek kalyon reisi ise, imtihanla intihap olunurdu. (Bak. Kapudâne, Patrone, Riyale)M.Sertoğlu.

MÜLK ARAZİ (Bak. Arazi)M.Sertoğlu.

MÜLKİYE NAZIRI Bugün Dahiliye vekili denilen eski Dahiliye nazırlarının 1837 yılından evvelki adı. Bu tâbir, 1835 te ihdas olunmuş ve sadaret kethüdalarına bu isim verilmiştir. (Bak. Sadaret kethüdası)M.Sertoğlu.

MÜLK TİMAR Tımarın bir nevi oiup buna sahip olanlar sefere gitmeseler de azlolunmazlar, buna mukabil bir yıllık geliri tazminat olarak devlete öderlerdi. Bunu tahsile mevkufat'cılar memurdu. Mülk timar sahipleri vefat etseler, tımarları Ji yakat ve istihkak aranmadan oğullarına verilirdi. Oğulları bulunmazsa sair mülkler gibi varislerine intikal ederdi. Yani Sahib-i arzın tasarrufu mülkiyetine yakındı. Maamafih, bu cins tımarlar sayıca pak mahduttu ve Anadolu tarafına mah-suau. (Bak. Timar)M.Sertoğlu.

MÜLK VAKIF Serbest vakıfların fazla gelirleri ve öbür hakları miras yoluyla intikal edenler. Bir adı da Evladi-yet idi. (Bak. Serbest Vakıf)M.Sertoğlu.

MÜLTEZİM (Bak. İltizam)M.Sertoğlu.

MÜMEYYİZ (Bak. Beğlikçi)M.Sertoğlu.

MUNAKKAR (Bak. Diba)M.Sertoğlu.

MÜNAKKAŞ AKÇESİ Enderunlular dan, kaftanlı denilen zümreye, yani Doğancı, Seferli, Kiler, Hazine ve Hasoda koğuşları efradına eskilik derecelerine göre senede dört kere elbise parası verilirdi. Bunların birincisine Büyük çıkma akçesi, ikincisine Küçük çıkma akçesi, üçüncüsüne ve dördüncüsüne münakkE.s akçesi denirdi. Dördüncüsüne bazan Mansıb akçesi de dendiği vâki idi. Üstelik yılda ikişer elbiselik nakışlı kadife, birer çatma ve birer telli kuşak verilirdiM.Sertoğlu.

MÜNECCİMBAŞI Sarayın bîrun ricalinden ulemâ sınıfına mensup bir mî-mur. Vazifesi, padişah cülusu, harb ilânı, sadrıâzamlara mühür verilmesi, denize gemi indirilmesi vesaire gibi mühim hâdiseler için astrolojik hesaplara dayanarak uğurlu vakti seçmekti. Bundan başka, her yıl takvim tertip etmak vazifesi de ona aittiM.Sertoğlu.

MÜRDEBACI Tekâlif cinsinden ve Ağnam resmindendi. İstanbul'a sevkoiunan koyun sürülerinde normalden fazla nisbet-te hayvan ölümü olursa bu sürüleri getirmekle mükellef olanlardan alınırdıM.Sertoğlu.

MÜRTEZİKA Bir vakıftan, vakfı kuranın şartlarına göre yevmiye veya aylık, yıllık alanlara verilen isimM.Sertoğlu.

MÜSELLEM Yeniçeri teşkilâtı kurulmadan evvel Osmanlı beyliğinde mevcut bulunan muvazzaf süvari askerine verilen isim. Yayalarına ise piyade denirdi. Bunlar, harb zamanı askerî hizmette kullanılırlar, sulh zamanlarında ise ziraatle meşgul olup buna karşılık her çeşit vergi ve tekliften muaf tutulurlardı. Yeniçeri teşkilâtı kurulduktan sonra isa .geri hizmetlerde ve eyalet askeri olarak kullanılmışlardır. Müsellemler beş kişi bir çiftlikte ziraat ederlerdi. Mahsulün öşrü timar gibi kaydolunmuştur. Her sefer zamanında bir tanesi gidip öbürleri kalırdı. Gidene nöbetli denirdi. Nöbetli, o yıl tımarın mahsulünü alırdı. Seferdeki hizmetleri top çekmek, yol açmak, zahire nakletmek nevinden şeylerdi. Bunlar, oturdukları bölgelere göre iki kısımdılar. Kırklareli havalisinde oturanlara Kızılca müsellem denirdi. Bunlar, beşer kişilik 198 ocaktı. Öbürleri Çirmen havalisinde oturanlar olup bunlar ise 351 ocaktan ibaretti. Bundan başka 300 ocak Çingene müsellemleri vardı. (Bak. Çingene Sancağı). Müsellem tâbiri ayrıca muaf mânasına ve bu kelime ile bir arada muaf ve müsellem şeklinde de kullanılmıştır. (Bak. Muaf)M.Sertoğlu.

MÜSTAHFIZ Tımarlı kale muhafızlarına verilen isim. (Bak. Hisar gediği). Abdülaziz devrinde kurulan askerî teşkilâtta Redif hizmetinden sonra gelen dört yılhk devreye dahil bulunanara da Müs-tahfız denirdi. (Bak. Redif)M.Sertoğlu.

MÜSTEMEN (Bak. Harbî)M.Sertoğlu.

MÜSTESNA EVKAF Devletin hiç bir müdahale ve murakkabesi olmaksızın mütevellileri tarafından idare olunan vakıflar hakkında kullanıan bir tâbir. Müstesna evkaf aslında sekiz adet olup şunlardı: Mevlânâ Celâleddin evkafı, Hacı Bektaş Veli evkafı, Abdülkadir Geylâni evkafı, Hacı Bayram Veli evkafı, Gazi Evrenos Beğ evkafı, Gazi Mihal Beğ evkafı, Gazi Süleyman Beğ evkafı, Gazı Ali Beğ evkafı. Sonradan birçok vakıflar müstesna kısma ithal edilerek sayıları otuzu aşmış ve bu usul böylece suiistimale uğramışsa da, 1908 Meşrutiyet inkılâbından sonra tasfiye edilip yalnız ilk sekizi ibka olunmuşturM.Sertoğlu.

MÜSTESNA EYÂLETLER Gerek idarî bakımdan ve gerekse vergi mükellefiyetleri cihetinden devletçe umumi hükümler haricinde bırakılmış olan eyaletler hakkında kullanılan bir tâbir olup bu eyaletler şunlardı: Mısır, Yemen, Habeş, Basra, Lehsa, Bağdad, Trablusgarb, Tunus, Cezair-i garb. Bu eyaletler timar ve zeamet ve hâs gibi dirliklere bölünmemişlerdi. Vergi cihetinden ise Osmanlı fethinden evvel mevcut olan tarz muhafaza olunmuştu. Buna sebep, bu eyaletler halkının kısmen göçebe aşiretlerden mürekkep, kısmen pek çeşitli din ve mezheplere sâlik oluşu, siyasî - coğrafî mevkiileri-nin mühim ve merkezden nisbeten uzak bulunuşu idi. Bunların bir adı da Sâlyane-li eyaletlerdi. (Bak. Eyâlet, Havass-ı vü-zera)M.Sertoğlu.

MÜŞAHERE Devlet hazinesinden maaş karşılığı aylık olarak verilen tahsisatM.Sertoğlu.

MÜŞAHEREHARAN Devletten maag larını aylık olarak alanlarM.Sertoğlu.

MÜŞİR Eskiden sadrıâzamların lâkaplarından biri idi. Tanzimattan sonra ise bugünkü mareşal karşılığı olarak kullanılmıştırM.Sertoğlu.

MÜTEFERRİKA Muhtelif hizmetlerde kullanılan bazı kimselere verilen isim. Müteferrikalar başlıca dört kısımdı: l — Hünkâr müteferrikası; Bu, sarayın en mümtaz ve şerefli bir hizmeti idi. Fatih Kanunnamesinde müte-ferrikalık hizmetinden bahsettiği gibi, Yıldırım Bayezid devrinde de müteferrikalar mevcuttu. Bunların yekûnu kırk kişi olup padişahın şahsi maiyetini teşkil ederlerdi. Bir kısmı, sultanzade, vezir, beğîer-beği, defterdar ve ümerâ oğullarından olup bir kısmı ise, Enderunun Hasoda koğuşundan çıkmalarda müteferrika olurlardı. Ayrıca maaşlı, yani ulûfeli ve zeamet-li olmak üzere iki sınıftılar. Ulûfelileri daha makbuldü. Âmirlerine Müteferrika-başı denir ve diğerleri yalnız ondan ve hünkârdan, emir alırlardı. Bir müteferrika, sadrıâzamin ziyaretine gitse, sadrı-âzam emektarlığına riayeten ayağa kalkıp karşılardı. Müteferrikalar süvari sınıfından olup daima büyük hizmetlere geçmeye namzet bulunurlar, zamanla vezirliğe kadar yükselirlerdi. Adetleri sonradan artmış, XVI. Yüzyıl başında sayıları 430 dan fazlaya ve yüzyıl sonra 630 dan fazlaya yükselmiştir. Buna rağmen itibarlarını daima muhafaza ettiler. 2 — Yeniçeri Ocağında müteferrika lar; Bunlar, solak ve şikâr bölüklerinde bulunup onların hizmetlerine bakarlardı. (Bak. Solak, Şikâr). Solaklık münhal ounca, tercihan bunlardan birisi solak olurdu. Bunların bilhassa ahlaken pek mazbut, sadık, fedakâr, iyi ok atıcı ve silâhşor olmalarına dikkat olunurdu. 3 — Tersane halkından olan azab re isleri bölüklü ve bölüksüz yani maiyetli ve maiyetsiz olarak iki cinsti. Bir de bundan başka müteferrika denilen bir cins reis vardı ki, bir yere ve bir gemi ye bağlı olmayıp ihtiyaç olan yerde vaz1- fe görürdü. Bu müteferrikalar terfi eder lerse bölüklü reis olurlardı. (Bak. Tersa ne halkı, Bahriye azabları). 4 — Sadrıâzamlarm, vezirlerin, beğ- lerbeğilerin, ümera ve erkânın maiyetinde bulunan ağaların bir cinsine de müteferrika denirdi. Bunlar, hizmetinde bulundukları zatın bilhassa seferlerde yanında bulunurlar, verdikleri emirleri diğer kapı halkına tebliğ ederler, paşaların sancaklarını taşırlardı. Kapı halkından olan iç ve dış ağalardan başka, müteferrikalarla birlikte tebdil ağası, çadır mehter-başısı, ahır kethüdası, tuğcular, yedekçi-ler, sekbanlar, deh', peyk, şatır ve solaklar ilh... ayrı bir grup halinde silâhtarın emrinde bulunurlardıM.Sertoğlu.

MÜTEFERRİKA BAŞI Hünkâr müteferrikalarının âmiri. (Bak. Müteferrika)M.Sertoğlu.

MÜTEFERRİKA REİSİ (Bak. Müteferrika) M.Sertoğlu.

MÜTESELLİM Kelime mânası teslim alan olup, eskiden kendisine büyük idarî mansıplar tevcih olunanların o makamı seleflerinden kendi namlarına teslim almağa ve kendileri gelinceye kadar idare etmeğe memur ettikleri kimselere bu isim verilirdi. Keza, sefere gittikleri zaman yerlerine vekil olarak bıraktıkları kimselere de Mütesellim denirdiM.Sertoğlu.

MÜTEVELLİ (Bak. Evkaf-ı mülhaka)M.Sertoğlu.

MÜVELLÂ Muayyen bir dâvayı veya ihtilâfı hal için veyahut hakem, bilirkişi olmak üzere kaza makamları tarafından tâyin edilen yetkili zatM.Sertoğlu.

MÜZEDÜZAN Sarayın bîrun kısmı sanat bölüklerinden çizmecilere verilen isim.

NAFAKA AKÇESİ (Bak. Nöbetçi Yeniçeri)M.Sertoğlu.

NAFÜRUHT Mukataalardan mültezimler tarafından talibi çıkmayanlara verilen isim. (Bak. Mukataa, iltizam)M.Sertoğlu.

NAHİL Bilhassa sultan düğünlerinin alaylarında kullanılan ağaç şeklinde yapılmış ve donanmış süsler. Bunlara nakil de denirdiM.Sertoğlu.

NAİB Vekil demektir. Daha ziyade bir yere tâyin olunan kadıların, kendileri gitmedikleri takdirde yerlerine gönderdikleri kimseye denirdiM.Sertoğlu.

NAKIŞ DÜZAN Çadır mehterleri arasında dört bölük halkından başka mevcut olan sanatkârların iki tanesi olup vazifeleri çadırlara renkli nakışlar işlemekti. Bunlardan başka otak yapıcı demek olan Otakgerân, Haymedûzan den.'bn en altı çadır dikici ve biri baş perdeci olmak üzere iki perdeci vardı. Bütün bu sanatkârların esnaf loncalarında olduğu gibi bir yiğitbaşıları bulunurdu ve bu yi-ğitbaşılık gedik şeklindeydi. (Bak. Lonca)M.Sertoğlu.

NAKlB ÜL-EŞRAF Osmanlı devleti zamanında, seyyid ve şeriflerin, yani Peygamber Efendimizin (S.S.) torunları, Hazreti Hüseyin ve Hazreti Hasan'ın ve bu vasıta ile bizzat Peygamberimizin temiz soyundan gelenler arasından kendilerine baş olarak seçilen ve onları devlet nezdinde temsil eden kimse. Bu zat aynı zamanda seyyid ve şeriflerin defterlerini tutar ve onların hak ve imtiyazlarını da muhafaza ederdiM.Sertoğlu.

NAKlR 0.0062636 gram. (Bak. Dirhem)M.Sertoğlu.

NAKKARE (Bak. Mehterhane)M.Sertoğlu.

NAKKAŞ Resim yapanlara verilen isim. insan resmi yapanlara ise Musav-vir denirdi, İstanbul'da XVII. Yüzyılda dört dükkânda kırk nakkaş bir lonca ha-linds toplanmışlardı. Bilhassa duvar nakışlan yapmakla geçinirlerdi. Bundan başka sarayda bostancılar arasında bir Nakkaş bölüğü ile Bîrûn sanatkârları arasında nakkaşlar mevcuttu. 18°<6 yılında Bostancılar arasındaki nakkaşlar, işlemeciler, bağcılar, bıçakçılar, msrcmmetçiler (yani tamirciler), seksoncular (yani av köp2ği besleyenler) ocakları, artık hu-met vazifeleri kalmadığından ilga olunmuşlardırM.Sertoğlu.

NALBÂHA (Bak. Çizmsbaha)M.Sertoğlu.

NALBAND (Bak. Hasahır hademeleri)M.Sertoğlu.

NALBANDAN-I ESBÂN-I HASSA: (Bak. Hasahır hademeleri)M.Sertoğlu.

NÂME-t HÜMAYUN Osmanlı hükümdarlarının yabancı devlet reislerine, Kırım hanlarına, Mekke şeriflerine ilh... yazdıkları mektuplara verilen isim, Bunların bir sureti ile gelen cevaplar ise Nâme defterleri adlı defterlere kaydolunurdu. Bunlar da divan sicille rinden sayılırdı. (Bak. Divan-ı hümayun sicilleri)M.Sertoğlu.

NANHORAN Kulcğullarından yeti şip Acemi Ocağır.a girecek çağa gelene kadar üç ayda bir Sekbanlar fırınından ikişer buçuk kilo un veya bunun bedelini alanlar bunlara ayrıca hazineden ayda on beş akçe ve yeniçerilere çuha verildiği zaman elbiselik çuha verilirdi. (Bak. Evli Yeniçeri)M.Sertoğlu.

NANPÂRE Lügat mânası ekmek parçası olan Farsça bir terkiptir. Istılah mânası, devlet tarafından geçim için herhangi bir kimseye, herhangi bir şekilde yapılan tahsisdirM.Sertoğlu.

NASAD En alçak sularda bile hareket edebilen bir cins altı düz kayık. Uzunluğu on zirra, genişliği iki zirra olurdu. Daha büyüğüne Şayka denirdi. (Bak. Şayka)M.Sertoğlu.

NASB-I MÜVELLÂ Müvellâ tâyin etmsk. (Bak. Müvellâ)M.Sertoğlu.

NAVULCU, NAVLUNCU Şehrin ekmek ihtiyacı için İstanbul'a gelen unun nakliyatı ile meşgul olanlar. (Bak. Navul Halifesi)M.Sertoğlu.

NAVUL HALİFESİ Mevkuf at kalemine bağlı bir halifelik olup vazifesi İstanbul ekmekçilerinin mîrîye olan zimmetlerine ve zahire anbarınm alış verişine ait defterleri tutmaktı. (Bak. Mevkuf at kalemi). III. Selim devrinde İstanbul şehrinin iaşesini kolaylaştırmak için teşkil olunan zahire nezaretine bağlanmıştırM.Sertoğlu.

NAZIR Nezaret eden, bakan demektir. Eskiden bir vakfın umumî idaresiyle mükellef olana vakfın nâzın denirdi. Bunun gibi, kendisine her hangi bir işin umumi idaresi verilen kimseye ve bu arada II. Madmud'dan itibaren hükümet azasına bugünkü vekil karşılığı olarak bu is-m verilmiştir, istiklâl harbinde, Büyük Millet Meclisi hükümeti kurulduğu zaman vekil tâbiri kullanılmış, İstanbul hükümetinin sükûta ile saltanatın ilgasından sonra ise nazır tâbiri büsbütün terkolunmuş-turM.Sertoğlu.

NEFİR-İ ÂMM Devlet tarafından bütün memleket halkının herhangi bir iş iç.'n vazifeye davet edilmssi hakkında kullanılan bir tâbirM.Sertoğlu.

NEMÇE Türklerin Avusturya'ya verdikleri isim. Slavca Nyemats kelimesinden bozmadır. Bu kelimenin lû gat mânası dilsizdir. Slavlar, Cermsn-lerle ilk karşılaştıkları zsman dillerin bilmadiklori için kendilerine bu ad) vermişler ve kelime Türkçeye onlardan geçmiştirM.Sertoğlu.

NEVBET Mehterhanenin çalınması hakkında kullanılan bir tâbir. (Bak. Mehterhane)M.Sertoğlu.

NEVMÜSLİM Yeni Müslüman olanlara verilen ad. Osmanlı kanunlarına göre, Divanda ve sadr .zamın huzurunda Müslümanlığı kabul edenlere bir sarık, bir mintan ve elli akça sünnet ve merhem parası verilirdi. Sonraları, yâni XVIII. Yüzyıldan itibaren bütün bir elbise takımı veya bedeli verilmek âdet olmuştuM.Sertoğlu.

NEVRUZİYE Her sene Nevruzda, yâni 22 Martta Müneccimbaşı yeni takvimi takdim ettiği zaman padişahtan aldığı ihsan. Gene her Nevruzda hekimbaşının. amber, afyon ve kokulu otlar karıştırarak, karşılığında ihsanlar almak üzere, padişaha, padişahın aile efradına, sadrıâ zama vesair devlet ricaline takdim ettiği macunM.Sertoğlu.

NEVYAFTE Arazi tahriri sırasında, bir evvelki tahrire nazaran fazla olarak zuhur etmiş nüfus demektir. (Bak. Tahrir, Hariç ez defter)M.Sertoğlu.

NİKOMEDYA Osmanlı fethinden evvel izmit'in adı, Türkler tarafından buna evvelâ Iznikmid denmiş ve ancak XX. Yüzyıl başlarından itibaren bugünkü isim kabul olunmuştur. (Bak. Koca - ili, eli)M.Sertoğlu.

NİKYA Osmanlı fethinden evvel İz-nik'in adıM.Sertoğlu.

NİM (Bak: Çift)M.Sertoğlu.

NİO Iğneada'nın Osmanlı fethinden evvelki adıM.Sertoğlu.

NİŞAN Fermanın tüğer bir adı. (Bak. Ferman) Cumhuriyetin ilanıyla ilga olunan İmparatorluk devrine ait bir hizmet ve liyakat karşılığı olmak üzere tevcih edilmiş olan nişanlar vardı. Evvelleri böyle kimseler, hilkat, kürk, murassa kılıç ve sorguç, çelenk nevinden şeyleri-3 mükâfatlandırılırlarken ilk önce 1832 yılında vs II. Mahmud devrinde nişan ihdas olunmuştur. Madalyanın ihdası ise daha eskidir. (Bak. Madalya). Bu nişan, Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü derecedendi. 1850 yılında ise para darlîğı yüzünden mevcut madalyalar ile birlikte nişanların da hepsi toplanıp darphaneye verilmiştir. Bundan .sonra Abdülmecid zamanında ve 1852 tarihinde Murassa, Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü ve Başinci rütbelerden Mecidiye nişanı, Abdülaziz zamanında vs 1862 tarihinde Murassa, Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü rütbelerden Osmanî nişanı, Abdülhamid zamanında ise hanedana mahsus olmak üzere Hanedan-ı Âi-i Osman nişanı, Ertuğrul, İmtiyaz ve kadınlara mahsus şefkat nişanlan ihdas o-lunmuştur. 1908 inkılâbından sonra Maa-r rif nişanı ihdas olunmuş, Meziyet ve Ziraat liyakat nişanlarının nizamnameleri hazırlanmış ve nisanlar da yapılmışsa da kimseye verilmemiştir. Nişan, en ziyade Abdülhamid devrinde ibtizale uğratılmış' ve bu yüzden itibardan düşmüştürM.Sertoğlu.

NİŞANCI (Bak. Tevkii)M.Sertoğlu.

NİŞANLI KÂĞIT XVI. Yüzyılda v

NİZAM-I CEDİD Bu tâbir umumiyetle iki mânaya kullanılmıştır. 1 — III. Selim'in giriştiği ve Yeniçe ri Ocağının ilgasiyle garb medeniyetinin bütün vasıtalarının kabulü suretiyle ilim, teknik, sanat, ticaret, ekonomi, idare ilh... sahalarında yapılacak ıslahatı gaye edi nen büyük yenilik hareketi. 2 — Gene bu devirde, Avrupa usu- liyle yetiştirilmek şartiyle kurulmak iste nen ordu. Nizam-ı Cedid askeri evvelâ on iki bin kişilik yaya bir ordu olarak kuruldu. Yeniçerilerin itirazını önlemek için de buna ayrı bir hüviyet verilmeyerek Bostancı Ocağına bağlı, tüfekli bostancı sınıfı şeklinde teşkil edildi. Elbiseleri de az çok bostancıları andırıyordu. Nizam-ı Cedid askerine, Levend çiftliğinde derha! talimler yaptırılmaya başlandı. Bunların masrafını karşılamak için ayrı bir hazine kuruldu. (Bak. İrad-ı Cedid). Nizam-ı Cedid askeri, ilk muvaffakiyetini Akkâ'da Napolyon'a karşı kazandı. Lâkin bunu çekemeyen Yeniçeriler, 1807 yılı Mayısında isyan ederek Nizam-ı Ce-did'i dağıttılar ve III. Selim'i hal'ettiler. Nizam-ı Cedid tâbirini ilk kullanan ise, Köprülüzade Fâzıl Mustafa Paşadır. Bununla, imparatorluğa verilecek yeni iç düzeni kastetmiştir. Sonra, III. Selim devrinin başlarında Viyana'ya fevkalâde büyük elçi olarak gönderilen Ebubekir Ra-tib Efendi, bu münasebetle yazmış olduğu risalede bu memlekette mevcut düzeni bu tâbirle ifade etmiştir. Ayrıca, Fransız ihtilâli sonunda kurulan Cumhuriyet rejimi de Osmanlılar tarafından Fransa Nizam-ı Cedidi diye adlandırılmıştırM.Sertoğlu.

NİZAM-I CEDİD HAZİNESİ (Bak. îrad-ı cedid)M.Sertoğlu.

NİZAMİYE Abdülâziz devrinde kuru lan askerî teşkilâtta dört yıl muvazzaflık ve iki yıl ihtiyat hizmetini ifa etmekte olan kara askerini anlatmak üzere kullanılan bir tâbir. (Bak. Redif)M.Sertoğlu.

NOKSANİ Birisine hak ettiği tımar veya sair toprak dirliğini karşılayacak münhal bir dirlik bulunmayıp daha azı tevcih olunursa acadaki farka bu isim verilirdi. Noksanı olanların bu durumu ilk münhalde düzeltilirdiM.Sertoğlu.

NOKTA (Bak. Arşın)M.Sertoğlu.

NÖBETÇİ YENİÇERİ Yeniçeri ortaları nöbetle ve üç sene müddetle kalelerde muhafızlık ederlerdi. Bunlar bilhassa hudut ve sahil kaleleriydi. Nöbetçi yeniçeri diye anılan bu ortalar halkı, ulufelerinden başka nafaka akçesi adiyle günde bir akçe bir okka et ve her ay bir kile buğday veya bunların bedelini alırlardı. Üç sene dolunca tekrar merkeze gelirler ve yerlerine başkaları giderdiM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin