Abdürrezzak bahşI 8 Bibliyografya 8



Yüklə 1,64 Mb.
səhifə19/56
tarix29.11.2018
ölçüsü1,64 Mb.
#85078
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   56

ACEM-BÛSELİK

Türk mûsikisinde bir birleşik makam.

III. Selim tarafından terkip edildiği kabul edilmektedir. Adından da anlaşılacağı gibi, acem makamının icrası sıra­sında çargâh perdesinden faydalanıla­rak buselik makamına geçilip bu makamın nağmeleriyle karar verildiğinde meydana gelir. Donanımına, mûsiki nazariyatçılarından S. Ezgi ve E. Karade­niz'e göre arıza konmaz; S. Arel'e gö­re ise segah bemolü yazılır. Güçlüleri acem, neva ve çargâh perdeleri, durağı dügâh perdesidir. Bütün birleşik ma­kamlar gibi inici seyir gösterir.

Acembûselik makamına örnek ola­rak, Kemânî Sâdık Ağa'nın sakîl. Tosun Ağa'nın çenber ve Neyzen Yûsuf Paşa'nın devr-i kebir usulündeki peşrevleri ile Abdülbâki Nasır Dede'nin âyîn-i şeri­fi gösterilebilir. 235



Bibliyografya



1- S. Ezgi. Türk Musikisi, I, 220-222; IV, 262.

2- H. Sadettin Arel. Türk Musikisi Nazariyatı Dersleri, İstanbul 1968.

3- M. Ekrem Karadeniz, Türk Mûsikîsinin Nazariye ve Esasları, Ankara 1983. 236

A'CEMÎ

Kur'ân-ı Kerim'de geçen ve çeşitli anlamlarda kullanılan bir terim. Kökünde “Kapalılık, müphemlik, anlaşılmazlık” anlamı bulunan a'cem kelimesi, “Fasih konuşamayan, maksat ve meramını ifadede güçlük çeken; Arap olmayan kimse” gibi mânalara gelmekte olup bu son mânada acem ile eş anlamlıdır. Ayrıca dilsize, saçılıp dağılmamış halde bulunan ve bu sebeple ses ve gürültüsü duyulmayan deniz dalgasına da a'cem denir. A'cemî de a'cemin nisbet hali olup kendi kendine nisbeti bakımından mübalağa ifade eder. Acemin nisbet hali olan acemî ile aralarında şu fark vardır: Fasih konuşsun veya konuşma­sın Arap olmayana acemî, Arap olsun veya olmasın fasih konuşamayan kim­seye de a'cemî denir. Ayrıca açık ve an­laşılır olmayan kitap, yazı ve dil için de kullanılan a'cemî kelimesi. Kur'ân-ı Kerim'de “Arapça bilmeyen, yabancı. Arapça'dan başka dil” gibi mânalarda geçmektedir. 237 A'cemin müennes şekli olan acmâ ile aynı kökten türeyen müstacim kelimeleri, konuşma kabiliyeti olmaması bakımından “Hayvan” karşılığında kullanılmıştır. Acmâ kelimesi bu anlamda hadislerde geçmekte­dir. 238 Ayrıca, gündüz kılınan vakit namazlarına da okuyuşun gizli (sessiz) olması sebebiyle “Acmâ” denilmiştir (ay­rıca bk. acem). 239



Bibliyografya



1- Buhârî, “Diyât”, 28, 29. “Zekât”, 66.

2- Müslim. “Hudûd”, 45, 46.

3- İbn Mâce. “Diyât”, 27.

4- Râgıb el-İsfahânî, et-Müfredât, “Acm” md

5- Lisânü't-cArab, “AcM” md.

6- Kamus Tercüme­si, “Acm” md.

7- Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, İstanbul 1960. 240


ACEMİ b. EBÛ BEKİR

XII. yüzyılda Azerbaycan'da yaşayan mimar.

Adına Nahcıvan'da Mü'mine Hatun Türbesi'ndeki bir kitabede rastlanmış­tır. 582 yılı Muharreminde (1186) yapı­mı biten türbenin kapı üstündeki kita­besinden, buranın Atabegler'den Şemseddin İldeniz tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir (bk. mü'mine hatun türbesi). Bu kitabede “Acemî bin Ebî Bekr el-Bennâ en-Nahcuvânî” olarak kaydedilen isminden mimarın veya tür­benin çok itinalı ve son derece zengin dış süslemesini yapan ustanın aslen Nahcıvanlı olduğu anlaşılmaktadır. Ki­tabeleri okuyan M. Hartmann, “Acemî” adının doğru olarak çözülebildiği husu­sunda tereddütlüdür. Aynı yerde Küm-bed-i Ata Baba denilen, kitabesinde 557 yılı Şevvalinde (1162) yapıldığı belirtilen ve Atabegler'in ileri gelenlerinden Yû­suf b. Kasîr'e (Hartmann'a göre Ktısayr) ait türbenin de onun eseri olduğu Mayer tarafından ileri sürülmüşse de ya­yımlanan kitabede bu hususta bir açık­lık yoktur. Bazı kaynaklara göre, Mü'mi­ne Hatun, Şemseddin İldeniz'in zevcesi olmadan Selçuklu Hükümdarı II. Tuğrul Bey ile evli idi. Ancak kitabenin bazı kısımlarının noksan oluşu yüzünden bu hususlar karanlık kalmaktadır.

1880'lere kadar bu zengin süslemeli türbenin önünde çifte minareli büyük bir kapı. yakınında Atabegler'in sara­yı ile bir cami harabesi de bulunuyor­du. Böylece Mü'mine Hatun Türbesi bir külliyenin içinde idi. Türbe dışında ka­lan bütün yapılar geçen yüzyılın son­larına doğru tamamen ortadan kaldı­rılmıştır. Son yıllarda türbe restore edil­miş ise de külahı tamamlanmadan bı­rakılmış, etrafı da bir park halinde dü­zenlenmiştir. Türk sanatının en muh­teşem eserlerinden biri olan türbe, mi­marının üstün kabiliyetine işaret etmek­tedir. 241



Bibliyografya



1- F. Sarre, Denkmaeler Persischer Baukunst. Berlin 1910.

2- L A. Mayer, Istamic Architects and Thelr Works. Geneve 1956.

3- M. Useynov v.dğr. İstoria Arkhitekturi Azerbaycana, Moskova 1963.

4- Oktay Aslanapa, Kırım ue Kuzey Azerbaycan'da Türk Eserleri, İstanbul 1979.

5- A. B. Salam-zâde-K. M. Mamedzâde. Azerbaycan Memar-iığının Nahçeuan Mektebi Abideleri, Baku 1985.

6- N. de Khanikofi, “Sur quel-ques inscriptions musulmanes du Caucase”, Melanges Asiatiçues. 1, Paris 1850.

7- N. de Khanikofi, “Memoires sur les in­scriptions musulmanes du Caucase”, JA, V/20 (l862) s. 114;

8- E. Jacobsthal. “Mittelalter-liche Backstelnbauten zu Nachtschewân”, Deutsche Bauzeltung, XXXIII, Berlin 1899. 242

ACEMİ OĞLANI

Osmanlı Devleti'nde Kapıkulu ocaklarına asker yetiştiren Acemi Ocağı neferlerine verilen isim.

Acemi oğlanları. Osmanlı Beyliği'nin gelişmesi sırasında Rumeli'de daha çok akıncıların elde ettiği esirlerden ve Os­manlı tebaası hıristiyan ailelerin çocuk­larından, önceleri 1362'de çıkarılan pençik kanununa, sonraları ise devşirme ka­nununa göre devşirilirlerdi. Kapıkulu ocaklarını teşkil eden yeniçeri, cebeci, topçu, top arabacısı, bostancı ocağı ef­radı ve kapıkulu süvarileri, acemi oğ­lanları arasından çıkmıştır. Savaş esirle­ri önceleri birer akçe yevmiye ile, Çardak-Gelibolu arasında asker taşıyan at gemilerinde çalıştırılmış, ancak çeşitli fetihlerle esir sayısı çoğalınca bunların askerlikte kullanılmaları uygun görül­müştü. Bunun üzerine esirler hem Türk örf ve âdetlerini, hem de İslâmî kaide­leri öğrenmeleri için Anadolu'da Türk aileleri yanına verilmeye başlanmıştı. Buna “Türk'e verme” denilirdi 243 İşte bunlar daha sonra Acemi Ocağı'na teslim edilir ve başlarına ak börk giyerek acemi oğlanı olurlardı.

Acemi oğlanları daha çok Bulgaris­tan. Sırbistan, Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek gibi hıristiyan tebaanın oturduğu yerlerden devşirilirlerdi. XVI. yüzyıl başlarında Anadolu'dan da acemi alınmaya başlanmıştır. Sultan I. Ahmed zamanında yazılmış olan Kavânîn-i Ye-niçeriyânüa. “Acemi oğlanı cem” ve câdı mukaddema Gelibolu'da Gazi Sultan Murad Han... zamân-ı aliyyelerinde vâki olmuştur” kaydı bulunmaktadır. Ace­mi Ocağı'ndan Yeniçeri Ocağı'na acemi alınmasından, Türklerin yanında yeti­şenlerin bu ocağa kaydından ve acemi devşirilmesi işinden yeniçeri ağası so­rumluydu. Bu hususta kanun kesin hü­kümler getirmiş, bunlardan bazıları oca­ğın devam etmesi için her zaman ön planda tutulmuştur. Meselâ annesi ve babası ölmüş bir çocuk, terbiyesi kıt ve aç gözlü olabilir düşüncesiyle devşirilmezdi. Sığırtmaç ve çoban çocuklarıyla kel, köse, doğuştan sünnetli, ayrıca Türkçe bilenler ve sanatkâr çocuklar ocağa alınmazdı. Kanuna göre ailenin tek oğlu da alınmaz, iki veya daha çok erkek evlâdı olanın çocuklarından en sağlıklısı, yani askerliğe en elverişli ola­nı alınırdı. Çok uzun veya çok kısa boylu olanlar da devşirilmez, orta boylu, düzgün yapılı ve yakışıklılar tercih olu­nurdu. Papaz çocukları özellikle kabul edilirdi. Devşirilecek çocukların on-yir-mi yaş arasında olanları öncelikle seçi­lirdi. Acemiler, sürü denilen 100-200 ki­şilik kafileler halinde İstanbul'a nakle­dilir, burada kelime-i şehâdet getirerek müslüman olurlardı. Her acemi adayı hakkında ayrıntılı bilgileri ihtiva eden iki defter feşkâl defteri) tutulurdu. Bu defterlere yaş, boy, göz rengiyle birlikte vücutta bulunabilecek benlere varınca­ya kadar her türlü bilgi kaydedilirdi. Neferler cerrah tarafından sünnet edil­dikten sonra seçime tâbi tutulurdu. İçlerinden görünüş bakımından güzel olanlar saray için, gürbüzce olanlar Bostancı Ocağı için ayrılır, diğerleri ise Türk ailelerinin yanına dağıtılırdı. Saray için ayrılanlar Edirne. Galata ve İbrahim Paşa saraylarında belli bir eğitime tâbi tutulduktan sonra içlerinde en kabili­yetli olanları Topkapı Sarayı'na alınırdı.

Acemi oğlanları. Anadolu veya Rumeli ağalarının sorumluluğunda en az üç, en çok sekiz yıl eğitilirlerdi. Buralarda çift­lik sahiplerinin veya Türk köylülerinin hizmetine verilen neferler, bir yandan toprakla uğraşarak vücutça gelişirler­ken öte yandan da Türkçe'yi ve müslü­man âdetlerini öğrenirlerdi. Ancak bu süre zarfında herhangi bir maaş almaz­lar, sadece giyim kuşamları devlet tara­fından karşılanırdı. Bir Türk ailesinin yanında yetişen acemi, Acemi Ocağı'na girdiği zaman yeni bir hayata başlamış olurdu.

Gelibolu'daki Acemi Ocağı'nda ilk de­virlerde 400 acemi oğlanı bulunurken daha sonra bu miktar 500'e çıkmıştır. İstanbul'un fethinden sonra kurulan İstanbul Acemi Ocağı gelişip de Gelibo­lu'daki ilk ocak ikinci plana düşünce, acemi oğlanları artık Türk ailelerinin yanından daha çok bu yeni ocağa gel­meye başladılar. Fâtih Sultan Mehmed zamanında fethedilen Bosna'nın bütün halkı İslâmiyet'i kabul ettikten sonra padişah Bosnalılar'ın, çocuklarının dev­şirilmesi hususundaki ricalarını kabul etmişti. Potur oğulları adı verilen bu devşirmeler Türk ailelerinin yanına ve­rilmez, doğrudan doğruya Enderun'a ve Bostancı Ocağı'na alınırdı. Yaşlı ye­niçerilerin evlenmesine ilk defa Yavuz Sultan Selim zamanında izin verilmiş, fakat bu izin suistimal edilip III. Murad zamanında buna gençler de dahil edi­lince bunların çocuklarına da sahip çıkılmıştır. Kul oğlu denilen bu çocuklar acemi oğlanı olarak doğrudan ocağa kaydedilmişlerdir. Devlet kul oğullarına da gerekli tahsisatı ayırmıştır.

İstanbul Acemi Ocağı oğlanlarına tor­ba oğlanı veya şâdî denirdi. Bunlar. İstanbul ağasının (Acemi Ocağı ağası) kontrolü ve sorumluluğu altında saray, cami, çeşme, köprü, medrese ve hasta-hane gibi tesislerin inşaatında çalıştırı­labilirdi. Acemilerin bir kısmı sekbanlar fırınında çalıştırılır, bir kısmı da gemile­rin kalafat işlerinde kullanılırdı. Yeniçeri ağasının odun gemilerinde de acemi oğlanları hizmet görürlerdi. Acemiler­den Ağa Kapısı'nda bulunanlar nalbant­lık, saraçlık, berberlik gibi sanatları öğ­renir, bazıları da yeniçeri ağası kol ge­zerken onun hizmetinde çalışırlardı. Di­ğer taraftan acemi oğlanları Matbah-ı Âmire'ye mahsus koyunları da bekler veya bir akçe ulufe ile kasap çıraklığı yaparlardı.

Acemi oğlanlarının oda denilen kışla­ları İstanbul'da Şehzadebaşı ile Vezneci­ler arasında olup bu kışlanın başında Acemi Ocağı ağası bulunurdu. Doğru­dan doğruya yeniçeri ağasına bağlı olan Acemi Ocağı ağası, acemilerin görevleri­ni tayin eder ve tezkirelerini kaleme alırdı. Ordu sefere gidince İstanbul'da güvenliği sağlamak bu ağanın görevi idi. Suç işleyen acemi oğlanları, meydan kethüdası veya meydanbaşı denilen zabit tarafından cezalandırılırdı; ayrıca bunları devamlı kontrol altında bulun­duran yayabaşıların da üzerlerinde ge­niş yetkileri vardı. Acemi oğlanları İs­tanbul dışında bulundukları zaman ise yeniçeri serdarına bağlı olurlardı.

Acemi oğlanları geçimlerini yevmiyeleriyle temin ederler, yemeklerini oda­larında kendileri pişirirlerdi. Ulufe deni­len ve üç ayda bir verilen maaşları Ace­mi Ocağı meydanında dağıtılırdı. Acemi­lerin yevmiyeleri ocağın ilk kuruluşunda bir akçe iken, XVIII. yüzyılın ilk yarısın­da yedi buçuk akçeyi bulmuştur. Âdet-i zerpûl denilen pabuç akçesi ise Kanunî devrinde ortaya çıkmıştır. Acemilere ay­rıca senede iki kat elbise verilirdi. Son­raları elbiseye karşılık para verilmeye başlanmıştır. Acemi oğlanları, dolama adı verilen bir cübbe giyerlerdi. Bellerinde çizgili kumaştan bir kuşak ile kü­çük bir hançer, başlarında da koni şek­linde sarı bir serpuş, etrafında krepten ince sarık bulunurdu. Pabuçları bağsızdı ve arkası yoktu.

Acemilik süreleri sona eren acemi oğ­lanlarının Yeniçeri Ocaği'na kabul edilip kaydedilmelerine kapuya çıkma (bedergâh) denirdi. Acemiler genellikle yedi veya sekiz yılda bir kapuya çıkarlardı. Ancak savaş yıllarında Yeniçeri Ocağı'na, ihtiyacı karşılamak üzere daha erken çıkmalar yapılabilirdi. Acemi Ocağı'ndan çıkmalar yapılabilmesi için ye­niçeri ağası divana arzda bulunur, istek kabul edilirse sırası gelen acemilerin isimleri çorbacılar tarafından yeniçeri ağasına bildirilirdi. Ağa da mühürleyip tasdik ettiği listeyi sadrazamın onayına sunar, daha sonra liste ocak kâtibine gönderilirdi; buna, mühürlenmiş anla­mında memhûr denirdi. Acemi Ocağından sadece Yeniçeri Ocağı'na değil, Öteki kapıkulu ocaklarına da çıkmalar yapılabilirdi.

Acemi oğlanlarının hıristiyan tebaa­dan devşirilmesi işi XVII. yüzyılın ortala­rından itibaren giderek azalmıştır: an­cak Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasına kadar seyrek de olsa devam etmiştir. Öte yandan bu yüzyıldan itibaren Acemi Ocaği'na Türkler de alınmaya başlan­mış, ayrıca savaş esirlerinden de ocağa acemi kaydı yapılmıştır. Buna paralel olarak acemilikte geçen süre altı aya kadar indirilmiştir.

Acemi oğlanlarının sayısı. Yeniçeri Ocaği'na bağlı olarak sürekli değişiklik göstermiştir. İlk dönemlerde ocağın mevcudu ancak 1000 kişi civarında iken bu sayı Kanunî devrinde 4000'e. I. Ahmed devrinde ise 9406'ya ulaşmıştır.

1622'de acemilerin sayısı bostancılarla birlikte 9200 iken bir yıl sonra bu ra­kam 10.982'ye ulaşmıştır. 1679’da ise ocak mevcudu, yapılan değişiklik sebe­biyle 2738e inmiştir.

XVII. yüzyıl ortalarında bilhassa ocak ağalarının saraya hâkim olmalarıyla başlayan karışıklıklar Acemi Ocaği'na da tesir etmiş, çorbacıların, bakkal ve hamalları da rüşvet alarak Yeniçeri Ocaği'na acemi kaydettikleri görülmeye başlanmıştır. Bunun üzerine, hak sahibi acemiler bedergâh olmaktan mahrum kaldıkları için haklarını aramak istedi­lerse de bu suistimaller Yeniçeri Ocağı'nın zararlı bir topluluk haline gelme­siyle daha da artmıştır. Nihayet ocağın kaldırılmasıyla birlikte acemi oğlanları teşkilâtı da tarihe karışmış oldu (1826). 244



Bibliyografya



1- Kavânîn-i Yeniçeriyân, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2068, vr. 3b, 7ab.

2- Neşri, Ci-hanrtümâ (nşr. Faik Reşit Unat-Mehmed A. Köymen), Ankara 1949.

3- Kitâb-ı Müstetâb (nşr. Yaşar Yücel), Ankara 1974.

4- Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhisü'l-beyân fî Kavânîn-i Al-i Osman, İÜ Ed. Fak., Tarih Semi­neri Kitaplığı, nr. 51-52/489, vr. 89a-90.

5- Eyyûbî Efendi Kanunnâmesi, İÜ Kip., TY, nr. 734, vr. 14a, 20a.

6- Agn-i Ali Risalesi, İstanbul 1280.

7- Şem'dânîzâde, Mür'i't-tevârih, İstanbul 1338.

8- “Osmanlı Kanunnâme­leri”, MTM, II, 325.

9- Halil İnalcık, “Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler: Bursa Kadı Sicillerinden Seçmeler”, Belgeler, sy. 14, Ankara 1981, belge nr, 4.

10- İ. H. Uzunçarşılı, “Acemi Oğlan”, İA, 1, 117-118.

11- İ. H. Uzunçarşılı, “Devşirme”, İA, III, 563-565.

12- İ. H. Uzunçarşılı, “Murad I”, İA, Vlll, 587-598.

13- H. Bowen. “Adjami Oghlân”, El2 (Fr.), I, 212-213. 245


Yüklə 1,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   56




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin