Ahmed hulûSİ’de kavramlar



Yüklə 1,92 Mb.
səhifə14/20
tarix06.03.2018
ölçüsü1,92 Mb.
#44715
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   20

İnsan gerçek algılama aracına yani tefekkür kabiliyetine göre bilinen boyutların çok ötesinde bir yaşam şekline geçebilme imkânına sahip olduğu halde, acaba neden ve ne şekilde kendini madde kayıtları içinde, «dünya zindan»ında yaşamak zorunda bulmaktadır ki?..

 


YENİ İDRÂKLAR VE

BİLİNEN BOYUTLARIN ÇOK ÖTESİNDE

BİR YAŞAMA GEÇEBİLMENİN YOLU-> ZİKİR!

BEYİNDE ZİKİR İLE AÇILAN EK KAPASİTEYE

YENİ VERİLER YÜKLENİR…

BU VERİLER DE YENİ İDRAKLARA YOL AÇAR

Kitapların orijinal seslendirilmiş kasetlerini almış olanların dikkatine... Elinizdeki kitap kasetlerinin başkalarına karışmasını istemiyorsanız, yeni Kitap kasetlerinin kutuları çıktı, her kitap için... Onları Kitap fuarından veya KİTSAN da temin edebilirsiniz...

Bilgisayarı bilir misiniz?

Bilgisayarın bedeni vardır, motherboard, derler... Bir de ana hızını sağlayan CPU'su... Benimki öyle yüksek bir zekâ değil, yalnızca II 233!. Onun yanı sıra bir de Hard diski vardır, hafızası... Aklının olduğu merkez!... Bir de ram denen, ön bellek yani acil devreye giren zekâ gibi... Alır o, ana belleğe hard diske yükler... Ve orada her şey değerlendirilir!.

Neye göre değerlendirilir?...

Daha önce veri tabanına neler yüklenmiş ise, onlara göre!..

Ham pc'nin hard diski, önce veri kabulü için formatlanır, gelen verileri kabul etsin diye...

Biz doğarken, beynimizin yüzde üç-beşi, gelen kozmik etkilerle, genetik tabanımızdaki bilgilere göre formatlanır...

Eğer yeni bir formatlama yapmazsak ilk formatlanan alana ek olarak; daha sonra o ilk formatlanan alandaki kadarlık veri tabanına göre; mevcut bilgilerimizi değerlendirmek sûretiyle ölene kadar yaşar; ve gideriz bu dünyadan!.

Harddiskteki bilgiler formatlandığı alanı aşamaz...

Bu alan doldu ise, biz ram kapasitemizi kullanarak; pc açık olduğu sürece onları kullanırız; ama, pc kapanınca, ram'daki yani geçici bellekteki tüm bilgiler havaya uçar; ve bizde yalnızca hard diskimizin formatlanmış bölümündeki eski bilgilerimizle başbaşa kalırız...

Bu arada elbette, internet bağlantısı kurarak, modemimizin hızına ve interneti kullanma kabiliyetimize göre başka dünyalara da girebiliriz ki bunu beyninde başarabilenlere "Ricâlullah" diyorlar galiba!...

Beynimizde âcil olarak ne yapabiliriz?...

Benim gibi yaşı geçiklerin ilk yapabileceği şey, hard diske yeni alan formatlayana kadar ram belleği arttırmaktır!...

Ram belleğimizi arttırmanın yolu da ZİKİR den geçer!...

Yeni veriler buraya yüklenerek; yaşamımızda bazı yeni idrâklara yol açar ki; insanın ortaya koyduğu bütün fiiller, idrâkının doğal sonuçlarıdır...

Hard diskin yeni formatı, doğumdan sonra, ancak, fiîle dönüşen bilgilerle oluşur!...

Fiîle dönüşen bilgiler ise, ram'e yani zikirle açılan geçici alana yerleşmiş bilgilerin idraki yönlendirmesi ile mümkündür!...

Ram, yani geçici belleğin çok sınırlı ise, -zikrin yetersizse-, bu defa aldığın bilgiler kayda girmez, taşa dökülen su misâli üstünden akar gider!..

Ram'e, yani zikirle açtığın ek kapasiteye yüklediğin bilgiler doğrultusunda eyleme geçemezsen; bunlar harddiske yüklenemeyeceği için; kısa süre el malıyla iş görürsün; sonra da onlar uçar gider başını ellerin arasına alır, düşünmeye başlarsın, niye ben adam olamıyorum diye!...

Beynini, yani ilminin gereğini, ister duygusallık, ister başka bir sebeple değerlendiremezsen, bunun sonuçları otomatik yaşanır; kimse de bunu değiştiremez!..

Temelde, görüntüyü sağlayan video kartın, ses kartın, iletişim araçların hep hard diskinin kapasitesiyle orantılıdır... O kapasite yetersiz ise, video kartının gelişmişi orada kendini gösteremez; yüklenemez ..daha başka özellikler de!...

Olay , beynini kullanmaktan; mâzeretlerden geçmekten, sistemin gereğini uygulamaktan geçer!...



İnsanca duygular ve insanca düşünme, kozalıların ilkel yaşantılarından başka bir şey değildir!...

İsa aleyhisselâmın şu uyarısına dikkat edin:



"Sen insanca düşünüyorsun; Allah gibi değil!."

Hz. Muhammed’in şu uyarısını da "ahmak"lar veya "aptal"lar gibi değerlendirmeyin sakın!...



"Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanın!."

"ALLAH" adıyla işaret edilen, evren içre evrenler ve içlerindeki tüm oluşumları yaratanın "ahlâk"ı ne ola ki?...

Bunu adam gibi bir düşünsenize, eğer düşünebilecek kapasite var ise; yeterli veri tabanı bulunuyorsa beyninizde!...

  

(Soru: Ram’deki bilgiler genetiğe işlenmiyor mu; ki ölüm ötesinde harddiskte bulalım..)



Ram bilgileri fiillerle harddiske yüklenir... Bilip de uygulamıyorsan harddiske yüklenmez!... Yani, beyindeki olayı anlatıyorum.

 


İNSANIN BİLİNÇLİ YAŞAMI,

İDRAKI KADARIYLADIR

(Soru: Üstadım, sadece idrâk ettiklerimi yaşayabileceğime göre; idrâk etmek melekî tesirle mi olur?... Öyleyse sisteminden biraz bahseder misiniz? Teşekkür ederim .)

İnsanın bilinçli yaşamı, idrâkı kadarıyladır... İçgüdüsel davranışlar idrâk kadarıyla kontrol altına alınır...

 

İDRÂK EDİLEN FİİLE DÖNÜŞTÜRÜLDÜKÇE,



YENİ İDRÂKLAR OLUŞUR

Nankörlük, değerini bilmemek veya değerlendirmemektir!.

ŞÜKÜR, idrâk edilenin fiile dönüştürülmesidir!

Bunun sonucu olarak da artış başlayacaktır.



Siz idrâk ettiğinizi amele dönüştürürseniz beyninizde ek kapasiteler oluşacak ve o amel oranında beyin kapasiteniz artacak ve bunun karşılığında artan beyin kapasitesi ile yeni idrâklar oluşacaktır.

Hz.Muhammed  aleyhisselâtu vesellemin;

Şükreden bir kul olmayayım mı?”

hadisi, bunun en yalın anlatımıdır.

Kendisinde açığa çıkanları namaz içinde değerlendirmeye çalıştığını ifadedir, amaç... Artık o namazın nasıl bir fiil olduğunu siz hayal edin!.

 


Fiiller, idrâkı arttıracak şekilde beyinde açılımlar getireceği için gerekli ve önemlidir.



ÖLÜMDEN SONRA İDRAK KAPASİTESİNDE



DİKEY GENİŞLEME YOLU KAPANIR

(Soru: “İnsan ve Sırları” kitabınızda bahsettiğiniz ölümden sonraki idrâk kapasitesindeki genişleme yatay mı, yoksa dikey olarak bir genişlemeden de söz edilebilir mi?...)

Ölümden sonra idrakte yatay genişleme söz konusudur... Dikey genişleme sadece Dünya hayatı içinde mümkündür... Ölümle birlikte, dikey yolu kapanır.

 


İDRÂK VE “HİLÂFET SIRRI”

İDRAK KAPASİTENİ ARTTIRARAK

“HİLÂFET SIRRI”NI YAŞAYABİLİRSİN…

Nitekim, zikirden amaç da, ötendeki bir tanrıyı hoşnud etmek değil; beyin kapasiteni ve buna bağlı olarak, anlayış ve idrâk kapasiteni arttırarak, özündeki Allah`ı tanımak; o güzel isimlerin anlamlarının sende kuvvetli olarak açığa çıkmasını sağlayarak “hilâfet sırrını” yaşamaktır!.

 

İslâm Dininin açıkladığı)



İDRÂK YOLCULUĞUNUN AŞAMALARI

  • Fenâfillah (İdrâkın yok olduğu nokta-Tefekkürün sözkonusu olmadığı mertebe)

  • Bekâbillah(“Sünnetullah”ta yaşam) aşamaları

Tasavvufî tâbiriyle “fenâfillahdenilen bu yolculukta, kişi kendisinin ve evrenin “var”lığının gerçekte ismi “Allah” olan indinde, “yok”luktan ibaret olduğunu; “Yok”tan yaratılmış olduğunu; gerçekte yalnızca “var” olanın “ALLAH” ismiyle işaret edilen olduğunu fark eder... Bu fark ediş, sonuçta kendi “yok”luğunu, “HİÇ”liğini fark etmesi realitesine erer!  İdrâk veya anlayışının “yok” olduğu noktadır bu!. “Vahdet” anlayışından çıkılarak yürünülen “seyri afâkî”de ise, önce kademe kademe tüm varlığın gerçekte “birimlerden oluşmamış tek bir varlık olduğu” yani “tekillik-vahidiyet” fark edilir; sonra kapasite elverirse bu anlayış “ahadiyyet” yani “HİÇ”likte noktalanır!. Sonuç, “mutlak karanlık yaşantısı”dır; “âmâ”dır bilinç açısından!. İsmi “ALLAH” olanın, “Ahadiyyet” yani “HİÇ”lik sıfatı dolayısıyla, tefekkürün söz konusu olmadığı bu mertebenin yaşantısından dahi söz edilemez!.

Ve bundan sonra nasiplileri için “bakâbillah” kemâlâtı başlar...

Sünnetullah”da yaşam!.

 


İDRÂKIN SONUCLARI

KİŞİ


İDRAKININ SONUCUNU YAŞAR

Mukallit, söylenmişleri ve “dün”ü tekrar ederek yaşayıp, kendisi “OKU”yamayandır!.

Muhakkik, “Kitab”ıOKU”yarak, söylenmemişleri dile getirendir. Biri eskiyle avunur; biri yeniyi keşfeder.

‘’Allah Sistem ve Düzeni’’ni yani “Sünnetullah”ı "OKU"yan, Sistem’in açıklanmamış taraflarını açıklar; mukallit ise dünün mecazlarıyla ömür tüketir.



Kişinin hâli, ilminin dışa vurmasıdır. Ya, ilmi doğrudur, hâli de yerindedir; ya da hâli yanlıştır, ilim de yanlıştır!.

Kişi idrâkının sonucunu yaşar. Eğilen testiden içindeki dökülür yalnızca!.

 


İDRAK,

KİŞİYİ ALLAH’A TESLİMİYETE GÖTÜRÜR

Fiiller ya idrâka dayanır, ya korkuya yâni vehme dayanır! İdrâkında meydana getirdiği teslimiyet vardır, korkunun da meydana getirdiği teslimiyet vardır.

Neticede teslimiyet oluşur ama; temelinde ne var?..İdrâk mı var; yani o şeyin öyle olmasını idrâk etmen dolayısıyla mı teslim oldun; yoksa korkuyla mı oldun?..

Nitekim insanların Allah’ın emirlerine teslimiyeti iki yönlüdür... Bir nebînin, bir velinin ilâhi emirlere teslimiyeti idrâk yolludur.

Mühim olan, senden meydana gelecek olan teslimiyetin veya senden meydana gelecek fiillerin, duygu yoluyla değil yani vehmin hükmüyle değil; idrâkının hükmüyle olmasıdır! Gaye, neticede, bu idraka gelmektir; bu idrâka gelmek için de o aşamadan geçmek lâzım...

Ama bazısına direkt idrâk yolu ile de gidebilirsin...

İstidadı müsaittir, ona direk o yolla da girebilirsin. Ama genelde, en aşağı seviye olan duygularına hitâp yoluyla onu belli bir noktaya getirmektir.

Neticede iş idrâkla Allah’a teslim olmaktır!

 


 İdrâk edebilenin hâlidir haşyet ve huşû....



İNSANIN DOĞAL DAVRANIŞI,



İDRÂK ETTİKLERİNE GÖRE OLUŞUR

Bilmek ayrı şeydir, idrâk yâni inceliği kavramak ayrı şeydir!.



İnsanın doğal davranışı, bildiklerine göre değil kavradığı kadarına göre oluşur!.

 


Herkesin gerçeği, onun idrâkinin eriştiği kadarıdır!.

 


İDRÂKIN KADAR

YANLIŞLARDAN KORUNURSUN!

Önemli olan her an şuurlu bir şekilde ve belli bir noktaya, hedefe doğru yürümektir. İdrâkın kadarıyla yanlışlardan korunursun... Nasıl yakacağını idrak ettiğin ütüye dokunmazsan sana pişmanlık verecek yanlıştan da kendini öylece korursun.

 


İDRAKIN SONUCU OLAN YAŞAMIN AÇIĞA ÇIKMASI İÇİN,

ÖNCE YAŞAMAK”TAN->“ÖNCE DÜŞÜNME”YE GEÇMEK!

(Soru: Düşünmekten, yaşamaya nasıl geçeceğiz Üstadım?)

Önce taklitçi bilgilenmeyi terk edip tahkikçi idrakı elde etmemiz gerekir ki, bundan sonra, yani idrakın doğal sonucu olarak yaşam açığa çıksın!..

Taklitçilikle yaşam asla oluşmaz...

Taklidi terketmenin yolu da, kabullenmeyi terkten geçer!... Sürekli tefekkürle yaşamakla başlar...

“Nasılsın?” sorusuna -iyiyim-, veya- iyidir- gibilerden bir cevap bile taklitçiliğin eseridir!...

Oysa taklit, en mükemmeliyle maymuna ait bir özelliktir; insana yakışmaz!...

Demek ki önce yaşamaktan --> düşünmeye geçmek lâzım...

 


İDRAKTAN NASİBİ OLMAYAN

Câhil, idrâktan nasibi olmayandır.



İDRÂK YETERSİZLİĞİNİN SONUCU



(Taklid!.)

İnsan idrâk ettiğini yapar!

İnsanın tatbikatı, ilmi kadardır!.

Onda o fiil görülmüyorsa, o konuda henüz onda idrâk yoktur; açılım yoktur demektir.

“Niye” diye suçlamak abestir, cehâlettir!.

Câhil suçlar; ârif ise hikmetini idrâk ettirmeye çalışır!.

İdrâk ederse, idrâkının gereğini zaten yapacaktır.

Hiç kimse bile bile elini yanan ateşe sokmaz

Tatbikat, idrâka bağlıdır. Tatbikat olmuyorsa idrâk yeterli bir biçimde yoktur!. O idrâkı oluşturacak bir biçimde olayı vermek gerekir.

İşte bu sebeple; bilmek değil, idrâk etmek gerekir!

Yani görmek değil, tanımak!

Daha başka bir ifadeyle gördüğünü çözebilmek, bir başka ifadeyle ANALİZ GÜCÜ!



Tatbikattan gaye, onu idrâk hâline sokabilmektir. Ama tahkikat, taklit yollu olursa o zaman ilimde ilerleme olmaz.

İlimde terakki, tahkike dayandığı sürece geçerlidir.

  


İNSAN, ÖLÜMÖTESİNDE,

İDRAKI VE İDRAKININ SONUCU FİİLERİN

KARŞILIĞINI ALACAKTIR

(Soru: İnsan her idrâk ettiğinin gereğini mutlaka yaşar mı yoksa genetiği müsaade etmeyip ölüm ötesine kalan olur mu??..)

İnsan yaşadığının ve ortaya koyduğu fiillerinin karşılığını alacaktır ölümötesinde...

İdrâkı ve idrâkının sonucu olan fiilleri...



İDRÂK MELEKESİNİ KİLİTLEMEK



  • Taklitle yaşamak

  • Robotik yaşam

  • İnsanlığını yitirmek

Bildiğiniz gibi, bilgi yükleme işini, harf ya da virgül bile kaçırmadan bilgisayarlar da yapıyor...

İnsanı, "insan" kabul ettiren faktör, bilgisi değildir!.

İdrâkı oluşmamış ilim, yüklenilmiş yüktür!.

"İnsan" ancak başkalarına birşeyler verebilirse "insan" olur!.

Karşınızdakine, "acaba ona ne verebilirim" diye mi yaklaşıyorsunuz, gidiyorsunuz, kabul ediyorsunuz evinize?...

Yoksa, acaba ne alırım; diye mi gidiyorsunuz?...

Kendinize bunu sorun!. Kendinizi aldatmayın!.

Kim olursa olsun, onunla bir araya gelmeden önce, niye ben bununla görüşüyorum; almak için mi, vermek için mi? diye sorun kendinize!.

Görüştüklerinizden kaçıyla birşeyler vermek için görüşüyorsunuz?...

Sakın kaçmayın sağa sola!. Ben de verecek bir şey yok ki, ne vereyim, gibilerden cevaplarla konuyu saptırmayın, kendinizi aldatırsınız!.

İnsan, insanlığını yitirir, idrâk melekesini kilitleyip, taklitle yaşadığı zaman!.

Toplumun robotu "insan" olmaz!.

İnsan yolunu kendi aklıyla seçmelidir!.

Bunun için de ilim elde edip; aklı ile kendi yolunu kendisi çizmek zorundadır!.

Söylenenleri tekrarlamak ve nakletmek, insanı "insan" yapmaz!.

İnsan, özünden ürettikleri kadarıyla insandır!.

Lokomotif olun, vagon değil!.

Bunun için de tek şart, düşünmesini öğrenmektir!. Ezberciliği terktir!.

Konuşmadan önce düşünün; bu cümlede şu kelimeyi söylersem, neler anlaşılır; bu kelimeyi kullanırsam neler anlaşılır diye!.

Her an ne yaparsan yap; niye yapıyorum, sorusunu sormaya alıştır kendini!.



Bütün mahlûkat kendi menfaati için yaşar!. Vermek ise, "ALLAH" ahlâkıyla ahlâklı olana aittir!.

"Allah ahlâkıyla ahlâklanma"nın lâfını çokça ediyoruz da; bir de bunun anlamı nedir, diye düşünsek ya!.

"Allah" ahlâkı nedir?... Soru bu!.

Sen, "Allah" ahlâkıyla ahlâklandın mı; demeden önce, bunun ne olduğunu idrâk etmek; ve dahi hissetmek gerek!.

Kim bana târif edecek, "ALLAH AHLÂKI" nedir?...



İDRAK KÖRLÜĞÜ



  • Sistemli düşünememek

  • “Oku”yamamak

  • “Oku”duğunu anlamamak

  • Âmâlık

İlim odur ki, günlük yaşamında seni kendi doğrultusunda yaşatır... PC ‘de harf kaybolmadan bilgiler saklanıyor, ama insan demiyoruz, ona!...

Dünyadan a'mâ olarak ayrılmak, “idrâk körlüğü” olduğuna göre; bilgimiz ne kadarıyla beynimizde "setup" oldu?...

Sanırım ana problem, aldığımız ilim programını set up yapamamamız! Yani sistemli düşünemememiz!...

Bu yüzden de konuşurken veya düşünürken çelişkilerimiz bitmiyor!...



 İDRAKI HÜKMÜ ALTINA ALAN,



VEHİMDİR

Bu idrâkın hemen sonrasında, o idrâkı hükmü altına alan vehim vardır.



Vehim özetle şudur:

Var olmayan şeyi varsanmak!. Var olan şeyi de yoksaymaktır. "Varsayım" dediğimiz cevherdir.



“İDRİS Aleyhisselâm”



  • “Allah Nebisi”

  • “Burçlar İlmi”nin kaynağı olan Zât

İDRİS NEBİ'NİN GÖREV SÜRECİNDEKİ

AÇIKLADIĞI “SİSTEM”(İdris Nebi’nin mucizesi)

“BURÇLAR İLMİ”

 “BURÇLAR İLMİ”, 

“ALLAH’IN VAR EDİŞ SİSTEMİ İÇİNDEKİ

BİR MEKANİZMADIR…

VE BÜTÜN BU GÜÇLER

ALLAH’IN İLİM-İRADE VE KUDRETİYLE

MEYDANA GELMEKTEDİR

İDRİS Nebi, görev süreci içinde, insanlara, yeryüzünde olup-bitenler üzerinde gök cisimlerinin tesirlerinden bahsetmiş; yani “BURÇLAR İLMİ”ni açıklamıştı...

Ancak, kendisi bu açıklamayı yaparken, elbette ki bütün bu güçlerin idaresinin de Allah'ın ilim, irade ve kudretiyle meydana geldiğini bildiriyordu.

"ASTROLOJİ" yani eskilerin deyişiyle "BURÇLAR İLMİ" denilen sistem, İDRİS Aleyhisselâm tarafından açıklandıktan sonra; derin düşünce yeteneğinden mahrum insanlar olayın kökündeki ve sistemdeki ana güçten perdelenerek; tesirlerini kesinlikle tespit ettikleri "BURÇLAR" ilmine sarılıp, her şeyin yaratıcısı ana kudret olarak yıldızları kabullendiler!.

Bu yanlış tespit, daha sonraları, dar görüşlü insanların, bu gök cisimlerini "TANRILIK TAHTINA" oturtmalarına; ve böylece birer tanrı kabul ettikleri gezegen ve burçlara tapınmaya kadar uzandı!.

Esasen her Nebinin getirdikleri, o toplum içindeki dargörüşlüler tarafından zaman içinde saptırılmış, sistem içindeki doğruluk noktasından kaydırılarak; lokalize doğruluk veya yerel doğruluk noktasına oturtulmak suretiyle deforme edilmiştir.

İşte, "BURÇLAR İLMİ"nin (astroloji) konusunu oluşturan "ALLAH'ın varediş sistemi içindeki bu mekanizma"nın yanlış kavranılması sonucu; gök cisimleri, toplumlar tarafından tanrılaştırılmaya başlanınca, bu kavramlar adına putlar yapılmaya başlanmış ve nihayet ayın, güneşin, yıldızların birer tanrı oldukları ve bunlara tapınılması görüşü o devir toplumlarına yerleştirilmiştir.

Böyle bir akış içinde iken insanlar, bu defa İBRAHİM Nebî gerçekçi düşünce yoluyla bu yıldızların, ayın, güneşin tanrı olduğu yolundaki iddiaların üzerinde derin düşünceye girmiş ve bunların tanrı olamayacağı gerçeğine ulaşmıştır.

Bu eriştiği gerçek neticesinde de hâlini şöyle dile getirmiştir:



-İnniy veccehtü vechiye lilleziy fetaresSemavati vel Arda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn

-“Muhakkak ki ben vechiymi (varlığımı), haniyf olarak, Semavat ve Arz’ın Fatırına tevcih ettim (teslim oldum)... Ve ben müşriklerden değilim (varlık kalmadı bende)”. (En’am/79)



 “BURÇLAR”, İLÂH DEĞİLDİR…



”BURÇLAR” ,

İNSANIN KADERİ ÜZERİNDE ROL OYNAMAZ...

ÂLEMDEKİ BÜTÜN VARLIKLAR ÜZERİNDE

TEK HÂKİM VE MUTASARRIF

YALNIZCA “ALLAH”TIR

Burçlar olarak nitelendirilen takımyıldızlar eskiçağda Babil'liler tarafından tespit edilmiş ve tasnife sokulmuştur. 12 Burç olarak tasnif edilen takımyıldızların bu durumuna ait bilgi bazı kaynaklarda o çağda yaşadığı ileri sürülen İdris Nebi’nin mucizesi olarak da belirtilmiş ve bu ilmin kaynağının adı geçen Zât olduğu öne sürülmüştür.

Daha sonra bu ilim Yunan'lılara, Mısır'lılara ve İslam âlemine intikal etmiştir. Burçlar denilince akla gelen, dünya ve üzerindekileri etkileyen 12 büyük takımyıldızdan söz edilir. Bunlar sırasıyla şöyledir:



Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık.

Eski inanışa göre yeryüzündeki olayları “Burçlar” adı verilen kümelerdeki yıldızlar meydana getirirdi. Güneş sistemindeki gezegenlerde bu kümelerdeki yıldızlarla birlikte insan kaderi üzerinde rol oynardı. İnsanların bu iddiaları kuvvetlendirecek bazı delillerde elde etmesi üzerine artık ”YILDIZLARA TAPINMA” devri açılmış oldu. Bu devirlerde insanlar sanıyorlardı ki, her burç birer ilâh ve insanlar hakkındaki hükümler onlardan çıkıyor. Böylece de tarihte yıldızda oturan tanrılı inanç sistemi doğdu.

Buna karşılık, gelen çeşitli Nebi ve Rasûller ise âlemde bütün varlıklar üzerinde hakim ve mutasarrıf olan tek ALLAH esasını insanlara idrak ettirmeye çaba sarf ettiler.

Burçların insanlar üzerinde etkisi var mıdır?.

Burçlar ile kaderin bağlantısı sözkonusu olabilir mi?.. Burçların etkileri var ise buna inanmak müslüman için dinî bakımdan bir mahzur teşkil eder mi?..

Burçlar insanı nasıl ve ne şekilde etkiler?..

Burçlar hakkında Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Rasûlullah aleyhi's-selâm ne buyurmaktadır?..

Din âlimlerinin bu konuda görüşleri var mıdır?..

İşte bu gibi soruların cevaplarını şimdi teker teker cevaplamaya çalışalım..



HZ. RASÛLULLAH’IN



Mİ’RÂC’TA İDRİS NEBİ İLE BULUŞMASI

Sonra dördüncü semâ`ya geçtim. İdris`le buluştum. Bana selâm verdi, "merhaba!..." etti...



“İFRİT”


  • İnsanlara, tefekkür mekanizmalarını bloke ederek etki eden cinler

  • Cinlerin en güçlüleri

  • Dünya atmosferi içerisinde yaşayan ve yedi sınıf olan cinlerin, 5., 6.ve 7.ci kat arzda (yeryüzü semâsı birden yediye kadar yükselir) yaşayan en şerlileri

  • Resûl-i Ekrem’in Mi’râc olayında semâya yükseldiğini haber alınca, büyük telâşa düşen cinler

  • "Yedi kat yer ehli"

İNSANLARI KANDIRMA VE

HÜKMEDEBİLME USULLERİ

İNSANLARIN TEFEKKÜR MEKANİZMALARINI

BLOKE EDEREK ETKİ EDERLER



"CİNlerin" insanları kolaylıkla kandırıp hükmedebilmeleri için öncelikle tercih ettikleri yol; onların İslâm kaynaklarından gelen bilgilerle bağlantılarını kopartmak ve bu yolda telkinlerde bulunmak çizgisindedir. Çünkü kendileri hakkında en geniş bilgi İslâm kaynaklarında vardır.

Onların bu bilgilerden yoksun kalmalarıyla birlikte, çok kolaylıkla kandırılabilmeleri elbetteki kendileri için son derece önemli avantaj olmaktadır.



İnsan bilmediği tehlikeye karşı elbette ki tedbir de alamaz!.

CİNler de işte bu yüzden insanların kendilerini bilmelerini istemezler. Ki böylece kendilerine karşı önlem alınmasın!.

İNSAN-I KÂMİL" kitabı yazarı büyük evliyaullahtan Abdülkerim Ceyli, adı geçen kitabında "yedi kat yer ehli" bölümünde, dünya atmosferi içerisinde yaşayan "CİN"lerin yedi sınıf oluşundan söz ederken en zayıf takımının ikinci kat arzda yaşayanlar olduğunu anlatarak, bunların, insanlara, tefekkür mekanizmalarını bloke ederek etki ettiklerini söyler.



"İfrit" adını taşıyan en şerlilerinin beşinci kat arzda (yeryüzü semâsı birden yediye kadar yükselir) yaşamakta olduklarından söz eden Ceyli, altıncı ve yedinci katta yaşayanlara ise hiç bir insanın söz geçiremediğini anlatır.



İFRİTLERDEN KORUNMA DUASI



(Bu duayı Cebrâil aleyhisselâm Efendimize öğretmiştir veRasûlullah aleyhisselâm okuyunca da hepsi yanmıştır)

Euzü bivechillâhil kerîm ve kelimâtillâhit tâmmatilletiy lâ yucaviz hünne berrün velâ fâcirün min şerri mâ yenzilu mines semâi ve mâ yâ’rücü fiyha ve min şerri mâ zeree fil ardı ve mâyahrücü minha ve min fitenil leyli ven nehari illâ târikan yatruku bihayrin yâ Rahman.

Medine'li Hacı Osman Efendi” diye bilinen “Beykoz’lu” da dedikleri bir zât vardı İstanbul'da; hayatının 50 senesi Medine’de geçmiş ve Medine kitaplıklarında okumadık eser bırakmamış bir zât!. Es Seyyid Mehmed Osman Akfırat.

1960 başlarında elini öptüğüm zaman o 86’sında idi, bense 18’lerde. Bana önce zâhirin sonra da bâtının kapısını açan Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellemle tanıştıran zât!. Hayatımın en önemli olaylarında mânevî müdahelesini gördüğüm zât!. Allah indinden rahmet eylesin, indinden benim tarafından ihsanda ikrâmda bulunsun kendisine sonsuza dek!.

İşte bu Zât, Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellemin yukarıdaki duasını bana öğretmişti. Ve çeşitli sıkıntıda olanlara karşı bu duayı bir kağıda yazar, üzerlerinde taşımalarını tavsiye ederdi. Elbette biz de ederiz.

Zîra...


Yüklə 1,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin