Ahmed hulûSİ’de kavramlar


(Soru :“Allah’ın iki elinin olması”nı, bir anlamda, enfüsi ve âfâkî boyutlar şeklinde kabul edebilir miyiz?)



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə4/17
tarix07.05.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#50232
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17

(Soru :“Allah’ın iki elinin olması”nı, bir anlamda, enfüsi ve âfâkî boyutlar şeklinde kabul edebilir miyiz?)


İki el, İLİM ve KUDRET sıfatlarıdır...

“İlim”i, bâtın; “Kudret”i de zâhir -açığa çıkış- olarak değerlendirebilirsin belki; ama tam anlamıyla kapsamaz!

Enfüs ve âfâk, izâfi yâni göre’dir!



("Allah İsmi”yle işaret olunanın) İKİ ELİYLE



(ilim ve kudret) -data ve enerji)

“ESMÂ MERTEBESİ”(“Tek kare resim” olarak tanımladığımız stringler boyutu) HÂSIL OLMUŞ;

(bu boyutun her an yeni bir şan alışı ile de)

TÜM EVREN İÇRE EVRENLER VE İÇİNDEKİLER

OLARAK BİRBİRLERİNCE ALGILANANLAR

MEYDANA GELMİŞTİR

Gerçekte, “maddî” diye bir âlem yoktur; yalnızca “manevî” âlem vardır! “Madde” algılaması beş duyunun beyinde oluşturduğu bir kabuldür!.

Uzay” ve “evren içre evrenler” kelimeleriyle işaret ettiğimiz “âfak”tan; tasavvufta, “esmâ mertebesi” diye işaret edilmiş “tek kare resim” olarak tanımladığımız stringler boyutuna uzanan “enfüs”e kadar; bize GÖRE iç içe olan ve 3D (üç boyutlu) olarak algılanan tüm katmansal boyutlar, aslında tek bir boyuttur!.

CEBERÛT” âlemi olarak tanımlanmış bu salt tekillik boyutunun mânâlarının açığa çıkarılması (tenezzülü) ise, “MELEKÛT” âlemi diye anlatılan tüm varlık seyrini ve yaşamını meydana getirir!.

LÂHUT” ise fikir kabul etmez! Düşünce, o boyutta “yok” olur! “Ahadiyet” denilen bu mertebe “hiç”liktir!

ALLAH” ismiyle işaret olunanın, “Rahmaniyeti ve Rahîmiyeti” sonucu, “iki eliyle” (ilim ve kudret) -data ve enerji-, “Esmâ mertebesi” -stringler boyutu- hasıl olmuş; bu boyutun her an yeni bir şan alışı ile de tüm evren içre evrenler ve içindekiler olarak, birbirlerince algılananlar meydana gelmiştir, “melekût” (kuvveler) boyutunda.

Ki bu duruma, “âlemler, Allah’ın ilmindeki ilmî sûretlerdir” diye işaret edilmiştir tasavvufta.



“EL” İLE ONDA TASARRUF EDEN "BEYİN"İ



BİRBİRİNDEN AYIRAMAZSIN...

  • “Allah” ismiyle işaret edilen ile Muhammed’i de birbirinden ayıramazsın...

  • Zât ile “gayrı” adını verdiğini birbirinden ayıramazsın...

 Bir insanın yaradılışını düşünün!

 Şu elimize bakalım ..Parmağımıza bakalım... Parmakta tırnak diye birşey var...

 Bu tırnak denen yapı olmasaydı bu parmağın ucunda, biz sert bir nesneyi tutamazdık...Et yumuşak olduğu için kayar giderdi.. Şu tırnağın varoluşu dahi, bu insanın MUTLAK BİR ŞUUR tarafından, şuurlu bir varlık tarafından yaratıldığını gösteriyor.

Siz bir bilgisayarın kendi kendine varolduğunu düşünebilir misiniz?!

Hayır!

Bir bilgisayar kendi başına olamıyorsa, milyonlarla bilgisayarın erişemediği kapasiteye sahip olan bir insanın kendi başına olduğunu düşünmek, tek kelimeyle, abesle iştigaldir !



Öyleyse bu kadar muazzam bir varlığı bir insanı yaratan ve bu insanın, milyarlarla insanın içinde varolduğu Dünyayı ve sayısız Kâinatları yaratan bir MUTLAK VARLIĞIN rastgele abes bir şey yarattığını düşünebilir misiniz?

Elbette ki Hayır!

O zaman, biz o varlığın yaratmış olduğu bu Kâinatı, bu nizamı, bu düzeni bu sistemi okumaya çalışırsak O’nun yarattığı bu Sistem ve Düzeni anlatan DİN’i anlamış oluruz. Çünkü Din, Allah'ın yaratmış olduğu Sistem ve Düzendir!.

Kurân’da "SÜNNETULLAH" der. "Sünnetullah’ta asla değişiklik olmaz!" der.

Sünnetullah”, Allah’ın yaratmış olduğu Sistem ve Düzendir!

"Sünnet", her ne kadar "âdet" kelimesiyle çevrilmişse de; bugünkü ifadede Sünnet, "SİSTEM"dir!



"Allah'ın yaratmış olduğu Sistem'de asla değişiklik olmaz!” olayı geçerlidir.

Zaten "Doğa Kanunları" denilen şey de "Allah'ın yaratmış olduğu bu Sistem ve Düzen"dir!

Gerçek din eğitimi demek, Allah'ın yaratmış olduğu bu Sistem ve Düzeni okuma eğitimi demektir!



Sana desem ki, “biyolojik bedenini atomik bedeninden ayır!”… Yapabilir misin bunu?



Hayır!. Hiçbir zaman ayıramazsın!.

Çünkü, biyolojik bedenin, atomik bedenin sonucu olarak mevcut!.

Öyle ise, Zât ile “gayrı” adını verdiğini  birbirinden ayıramazsın!. Bu mümkün değil!

El ile beyni birbirinden ayırmak ne ise; “Allah” ismiyle işaret edilen ile Muhammed’i de birbirinden ayırmak aynı şeydir.



“EL”İN


“YOKLUK DENİZİ”NE GİRMESİ

Varlığında açığa çıkan İlim ve Enerjinin (güç ve kuvvetin) bağımsız, bireysel , kendine özgü bir varlığı- vücudu olmadığını fark etmek

 “Yokluk Denizi” denen şey, senin bireysel varlığının var olmadığını anlamandır.

Mutlak mânâda bir yokluk denizi yoktur.

“Yokluk”tan murad, tüm varlığın kendine özgü bir varlığı-vücudu olmayışıdır!.

Elin, kendini beyinden ayrı olarak, ayrı bir varlık hissedip, “ben dilediğimi yapıyorum” diye zannetmesi ne ile ortadan kalkar?

Elin yokluk denizine girmesi ile!...

El, yokluk denizine girerse; eldeki kan, kemik, sinir, damar hepsi beyne bağlı olduğundan; bağımsız bir varlığı olmadığını farkeder. Anlar ki bedenden ayrı bir varlığı yok ve tümüyle beyine tâbi!.

İşte “yokluk denizi” denen şey, bu mânâdadır.



ALLAH’IN İKİ PARMAĞI



El” tüm varlıkta tasarruf, parmak beyinde tasarruftur için kullanılır.

El” evrende tasarruf kudret yollu, “parmak” düşünsel kavramlarında tüm varlıkların ilim yollu…



MÜMİNİN KALBİ (Bilinci)



“ALLAH’IN İKİ  PARMAĞI” ARASINDADIR

(Her an ilâhî kudrete tabiîdir)

Sizi rahimlerde (ana karnında-Rahîmiyetinde-varlığınızı oluşturan Esmâ mertebesinde) dilediği gibi şekillendiren (oluşturan-programlayan) "HÛ"dur! Tanrı yoktur sadece "HÛ"; Azîz'dir, Hakîm'dir.

"HÛ"dur; ki sana inzâl ettiği BİLGİ (Kitap) işaretlerinin bir kısmı muhkemdir (açık-net anlaşılır hükümler ihtiva eden), bilginin (Kitabın) anası-temelidir; diğerleri de müteşabihâttır (teşbih-misal benzetme yollu anlatım). Kalplerinde zey (art niyetli, olayı saptırmak isteyen düşünceye sahip) olan kişiler, fitne amaçlı tevilini (yorumunu-neye işaret ettiğini) yapmak üzere müteşabih olanlarıyla hükmederler. Bunların tevilini (kesin olarak ne kastedildiğini) ancak Allah bilir. İlimde Rasih olanlar (derinlikli düşünenler-tahkik ehli): "İman ettik, onların tamamı Rabbimizin indîndendir" derler. Derin düşünen akıl sahiplerinden (Ulül Elbab) başkası bunu anlayamaz.

Rabbimiz, bize hidâyet ettikten (hakikati gösterip idrak ettirdikten) sonra şuurumuzu (nefsaniyete-egoya) döndürme ve bize ledünnünden bir rahmet bağışla. Muhakkak sen Vahhab'sın.

"Rabbimiz, muhakkak ki sen, oluşacağı konusunda şek, şüphe olmayan süreçte insanları cem edeceksin. Şüphesiz ki Allah vaadinden dönmez."(Âl-i İmrân/6-9)



RAHMAN’IN İKİ ELİ



(Soru: "Rahman'ın iki eli" den murad olarak Celâl ve Cemâl sıfatlarını da düşünebilir miyiz?..)

Evet...




YAZICI MELEKLERİN ELLERİ(kuvveleri)



Hayır, muhakkak ki o hatırlatmadır.

Dileyen Onu hatırlar!

Çok şerefli kayıtlardadır,

Ulviyete yükseltilmiş ve tümüyle arınmış!

Sefere'nin (yazıcı meleklerin) elleri (kuvveleri) ile.(Nâziat/11-15)



PARMAK İZİ



  • Her beynin, kendi özel şifresi

HER BEYİN,

KENDİ PARMAK İZİNİ(“özel şifresini”) TAŞIYAN

RUHUNU ÜRETİR

Bu güne kadar yazmadığım bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum… Ama önce şu biline…

Acelem yok!.

En kötü ihtimalle, birkaç yıl içinde, belki de dünyamı değiştirdikten sonra kesinleşecek…

İnsan beyninin, İngilizce’de “wave” denen “dalga” yapılı kendi “RUH”unu ürettiği…

Her beynin, kendi parmak izini, yani “özel şifresini”, taşıyan - http://en.wikipedia.org/wiki/Brain_fingerprinting - ruhunu ürettiği kesinleşecek; bundan dolayı da, reenkarnasyonun, yani  ölümü tatmış kişinin tekrar yeni bir bedende dünyaya gelmeyeceği gerçeği netleşecek.

1972 yılında yayınlanan “Ruh İnsan Cin” isimli kitabımda ilk defa yazmıştım her insan beyninin, kendi özel  şifresiyle kendi ruhunu ürettiğini; “insan” denen “bilinç” yapının, beyinle iletişimi kesildikten sonra,  “ruh” adı verilen “dalga” bedenle (ruhu nurânî), yaşamına değişik boyutlarda, çeşitli aşamalardan geçerek hep ileriye doğru devam ettiğini..



Yeryüzüne gelmiş en muhteşem insan Allah Rasûlü Muhammed Mustafa’yı, Orion yıldızında oturan tanrının peygamberi sananlar; insan ruhunun da, oradaki ruhlar âleminden, kanatlı meleklerle getirilip, ceninin içine sokulduğunu tasavvur etmekteler…

Evrensel boyutlardan, Galaksi içinde Dünya’nın yerinden ve dahi Dünya üstündeki insan bedeninin ölçütünden habersiz; kozası içinde yaşamakta olanlar; elbette ki, Rasûlullah (aleyhisselâm)ın Kurân ile açıkladığı, hâlâ değeri fark edilememiş işâret, sır ve bilgilerden de mahrumdurlar!.

Bilelim ki, “RUH”, bir anlamı itibariyle, varlığın var oluş özellik ve amacıdır. (“sen bu işin ruhunu kavramamışsın”; cümlesi örneğinde olduğu gibi).. Diğer anlamı itibariyle de, beynin ürettiği “dalga”ların oluşturduğu “bilinc”i ihtiva eden beden, manasınadır.

Ruhumdan nefhettim” işaretinin anlamı ise…

Üflemek” anlamına gelen “nefh”, ciğerdeki havanın dudaktan açığa çıkarılması anlamında olduguna göre; kişinin hakikatini oluşturan Allah isimlerinin işaret ettiği özelliklerin, kişinin içinden-özünden-derûnundan “irsâl olup”, gelip(?) beyinde açığa çıkarılışını ifade etmektedir.

Yoksa yukarıdan üfleyen, dudaklı bir tanrı mevcut değildir bazılarının sandığı gibi!.



"ELLERİNİZ",



YALNIZCA BEYNİNİZİN ARACIDIR

(Yaşadıklarınızın tümü, beyninizdeki –aynıyla ruha da kaydı giren- veri tabanınızın sizden açığa çıkışıdır.)



Yaşadığınız an içindeki düşünce ve fiillerinizin sonuçlarını daha sonraki an ve süreçte aldığınızın farkında değil misiniz?

İçinde bulunduğunuz huzur ortamı veya yangınların dünkü düşünce veya fiîllerinizin sonucu olarak bugün sizi kuşatmış olduğunu hâlâ mı göremiyorsunuz?

Dünü bugün yaşıyorsanız, bugünü de yarına taşımış olmayacak mısınız?

Böylece dünyanızı, kabir âleminize taşımış olmayacak mısınız?

Bugünkü mutluluk veya yangınlarınız belki de pek çok misliyle kabir âleminizde kıyâmete kadar devam etmeyecek mi?

Daha sonrasında da benzeriyle devam etmeyecek mi?

Niye cehennem?… Cehennemde neler olacak?… Kim sizi cehenneme atacak?… Bundan zevk alacak biri mi var sanki!. Böyle biri yoksa; hâlâ yaşayacağınız cehennemin nereden kaynaklanacağını göremiyor musunuz?



Bugün sizi yangınlara düşüren, cehennemi yaşatan dışardan biri mi ki; yarın da size cehennemi yaşatacak dışardan biri olsun?

Hâlâ SİSTEM ve DÜZENİ kavrayamıyor musunuz?

Ellerinizle yaptıklarınızın sonuçlarını yaşamak” üzere kurulu Allah yaratısı Sistem ve Düzen’in kurallarıyla kesin bağımlı olduğumuzu hâlâ idrâk etmeyecek misiniz?

Elleriniz” yalnızca BEYNİNİZİN aracıdır; dolayısıyla, yaşadıklarınızın tümü, beyninizdeki –aynıyla ruha da kaydı giren- veri tabanınızın sizden açığa çıkışıdır.

İş böyle olduğuna göre, niçin, hâlâ veri tabanınız üzerine eğilip, bugünkü ve yarınki yangınlara neden olan veri tabanınızı gözden geçirip; neden, o verileri yeniden düzenlemiyorsunuz?… Yoksa yangında olmaktan zevk mi duyuyorsunuz?

Ötede bir tanrı ve gelecekteki, onun bilmem neredeki cehennemi kavramından; “Âlemlerin sahibi ALLAH, ve O’nun her AN GEÇERLİ Sistem ve Düzeni” kavrayışına geçemeden sorularınızın cevaplarını alamayacaksınız.



“TUTAN EL”



(Kâinatta hâkim olan tek ilmin, bütün varlıklarda-çoğul varlıklarda-organlarda-herbirinde dilediği gibi hükmünü icra etmesi, tasarruf etmesi, hükmünü icra etmesi)



“TUTAN EL”İNİN HAKİKAT NOKTASI,



“ALLAH”TIR!

Yaşamdaki-varlıktaki hakikati görmenin yolu, daima, şuur boyutunda Tek’ten çok’a bakışla mümkündür.

İki bakış açısı vardır;

1-Çoktan tek’e bakma

2-Tek ’ten çok’ a bakma.

1-“Çok’ tan Tek’ e bakma” nın misalini şöyle anlatmaya çalışayım…

Bir insan ... şimdi bunun eli var, parmakları var, parmakların bağlı olduğu “el“ adını verdiğimiz şu yapı var. Bunda iki tane el var... Bu iki el, iki kolla var. İki ayak var, iki bacak var, iki kulak var, iki göz var, iki kaş var, vs... dışarıdan bakışla… Bunların toplamı bir beden, bir insan dışarıdan bakışla ayrı ayrı pek çok organ, bunların toplamı şu insan!

Halbuki şu parmağın içindeki sinir-kan-can ile şu kulağın içindeki sinir-kan-can aynı şey! Dıştan içe değil de, içten dışa bakarsak; tekil bir yapının değişik işlevler gören çoğul görüntüsü var! Bu parmak bu kalemi tutarak yazıyor, diyoruz ama dışarıdan bakana göre bu parmak bu kalemi tutuyor ve yazıyor, doğru… ama yazan bu parmak değil, bu parmağa hükmeden sinir de değil, o sinirin içinde olduğu kol da değil, kola hükmeden-beyinden gelen sinir de değil, beyin de değil; beyindeki bilinç, Tek bir beyindeki şuur-ilim!

İşte bütün bu varlıklarda, kâinatta hâkim olan tek ilim, bütün varlıklarda-çoğul varlıklarda-organlarda-herbirinde dilediği gibi hükmünü icra ediyor, tasarruf ediyor, hükmünü icra ediyor

Demek ki dışarıdan bakışa göre farklı, çoğul organlar var. Bunun aslı–hepsi bir bütünü meydana getiriyor. Ama biz içeriden dışa, Öz’ den dışa, veya Tek’ten çoğa baktığımızda bakıyoruz ki, her noktada hükmünü icra eden TEK bir varlık! Tek bir şuur, Tek bir ilim. Yani Çok’luk, dıştan bakışa göre…

Dıştan bakış” dediğimiz şey, “beş duyu” adını vermiş oldukları kesitsel algılama aracı.



2-“Tek’ ten çok’a bakış”ta, hakikat ilminin mevcut olduğu şuur!

Hakikat ilminin mevcut olduğu şuur, “İlmi İlâhi” den başka bir şey değil.

Bu sebeptendir ki “gören gözün-işiten kulağın hakikati Allah’tır” işaretinin vurgulamak istediği şey; gözün-kulağın-dilin-organların bağlı olduğu hakikat noktası, Allah’tır demektir!

Bunu anlayıp idrâk eden kişi, bu anlayışla günlük yaşamını düzenlediği zaman,”mutlak iman nuru” ile adım atıp yaşıyor demektir!

Bunun sonucu nedir?... Sen, saygı duyduğun babana söver misin?..  Sevdiğin-saygı duyduğun annene hakaret eder misin? Ne iş yaparsa yapsın,annendir-babandır-başının tacıdır. Belki biraz üzülürsün ama hiçbir zaman ne ağzını bozarsın, ne kafanı bozarsın, ne içinden-ne dışından sövmezsin.

Peki, saygı duyduğun annene-babana sövmezsin-dil uzatmazsın-hakaret etmezsin de karşındaki varlığın hakikati olduğunu bile bile, o suretin ardındaki Hak’ka dil uzatır-söver-kızar mısın?



İman nuru olan kişide basiret açılır!

İman nuru, kişinin basiretini açtığı içindir ki o kişi,

başını ne tarafa döndürürsen Allah’ın âyetini görürsün”

âyetinin işaret ettiği mânâ ile varlığa bakar ve her kişide-her varlıkta Allah’ın vechini müşahede eder ve Allah’ın vechinin müşahade etmenin gerektirdiği edep ile hareket eder, isimle-resimle perdelenmez.

Dolayısıyla ırk-renk-din-cins farkı ayırt etmeksizin bütün insanların adı arkasındaki varlığın Hak’kın varlığı olduğu idrâkiyle kızma-üzülme-sinirlenme-darılma gibi hallerden arınmış olarak her an Allah’tan razı bir halde yaşar! Bu razı halde yaşamanın sonucu da bir âyeti kerime ile;

Ey beni görerek rızaya ermiş olan kulum… Cennet hâli mübarek olsun sana”

âyeti tecelli eder. İşte bu kişi dünyada yaşarken Cehennemden çıkmış, Cennetin huzurunu ve güzelliğini yaşamağa başlamıştır.



Kollarınızı iki yana açınız ve sağ ile solun iki ucunu düşününüz, ne kadar uzaklar birbirlerine…



Sonra hatırlayınız, aynı bedende olduklarını ve TEK BİR beyinden yönetildiklerini… Biri başınızı kaşırken diğeri topuğunuzla meşgul!

Öyle ise niye kınamak sol eli?

Eller kendi başlarına mı hareket ediyorlar? Yok mu kendilerine kumanda eden bir beyin?

Değer yargılarımızı yeniden gözden geçirsek nasıl olur acaba?…



ALLAH’IN İKİ ELİ DE AÇIKTIR;



DİLEDİĞİNCE BAĞIŞLAMAYA DEVAM EDİYOR!

"Allah'ın eli bağlıdır" diyen Yahudilerin

kendi elleri bağlandı!

Yahudiler, "Allah'ın eli bağlıdır" dediler... Söyledikleri kendilerinde açığa çıktı, kendi elleri bağlandı ve lânetlendiler! Bilakis, Allah'ın iki eli de açıktır; dilediğince bağışlamaya devam ediyor! Andolsun ki, Rabbinden sana inzâl olunan, onlardan çoğunun inkâr ve tuğyanını (isyan ile haddini aşmayı) arttırır! Onların arasına kıyamet sürecine kadar düşmanlık ve nefret duygusu yerleştirdik! Her ne zaman savaş için bir ateş yaksalar, Allah onu söndürdü... (Gene de) yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar... Allah inançları saptırma peşinde koşanları sevmez.

Eğer, önceden kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olup (bunu değerlendiremeyenler), iman edip, (şirkten) korunsaydı, elbette onların kötülüklerini siler ve onları Naîm cennetlerine koyardık.

Şayet onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara inzâl olunanı değerlendirip gereğini uygulasalardı, elbette fevklerinden ve ayaklarının altından gelen (manevî ve maddi âlemlerden alacakları) nimetlerle yaşarlardı! Onlardan ümmet-i mukteside (hepsinin hakkını veren) var; ama çoğu ne kötü işler yapıyor!

Ey (şerefli) Rasûl... Rabbinden sana inzâl olunanı tebliğ et! Eğer yapmazsan, "HÛ"nun risâletini edâ etmemiş olursun! Allah seni insanlardan korur... Muhakkak ki Allah, hakikati inkâr edenler topluluğuna hidâyet etmez!

De ki: "Ey önceden kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size inzâl olunanı ikame etmedikçe (bilfiil yaşamadıkça), bir şey üzere değilsiniz!" Andolsun ki, Rabbinden sana inzâl olunan, onlardan çoğunun inkârını ve taşkınlığını arttırır... O hâlde inkârcılar topluluğuna üzülme! (Mâide/64-68)



KULUN RIZKI, HER AN,



“ALLAH ELİ”YLE KENDİSİNE ULAŞMAKTADIR

Kulunu yaratmış, yaratmadan önce de rızkını takdir etmiştir!.

Kulun rızkı, yaratıldığı andan sonsuza kadar, kendisine takdir edildiği kadarıyla ulaşacaktır; dem be dem!.

Zâhirde ve Bâtında kulluğunu yerine getirmesi için, ihtiyacı ne kadarsa, o kadar rızk her an kendisine ulaşmaktadır gene Allah eliyle!.

Kişi, takdir edilenin eline geçmesi için, fıtratı üzere gereken kadar çalışmayı ortaya koymaktadır.

Kimse, ne bir eksik ne de bir fazla alamaz!. Şunu yapsaydım veya yapamadım da alamadım derse; bu onun içinde yaşadığı gerçek sistem ve düzenden gâfil olmasındandır!.



Gözleri görmeyen değil; basîreti sistem ve düzeni görmeyen, âmâdır!.

Allah verir!…

Bazen de kurban ister!. Diyet ister!.

Kurban, arınmak içindir!… Diyet, kurtulmak içindir!.



“İKİ EL”İN TAKDİM ETTİĞİ...



İnsanlardan kimi de Allah (adıyla işaret edilen) hakkında ilim sahibi olmadan, gerçeğe kılavuzlayanı olmaksızın ve vahyi bilgiye (Esmâ hakikatinden şuura yansıyan bilgiye) dayanmaksızın mücadele eder.

Allah yolundan saptırmak için, hakikate sırtını döner! Dünyada onun için rezillik vardır! Kıyamet sürecinde de ona korkunç yanmanın azabını tattırırız!

"Bu, senin ellerinle takdim ettiğinin sonucudur! Muhakkak ki Allah kullara zulmedici değildir."

İnsanlardan kimi de vardır ki, Allah'a tek taraflı (işine gelen şeyler yönünden) kulluğu kabul eder. Eğer ona bir hayır isâbet eder ise, onunla keyiflenir... Şayet ona bir belâ isâbet eder ise, yüzüstü döner (kulluğunu inkâr eder)... (Böylesinin) dünyası da gelecek yaşamı da yitirilmiştir. İşte bu apaçık hüsranın ta kendisidir!

Allah dûnundaki ne yararı ne de zararı olmayan şeylere yönelir... İşte bu tam bir (hakikatten) sapmadır!

(O), zararı yararından fazla olana yönelir... O (taptığı) ne kötü bir mevlâ ve ne kötü arkadaştır!(Hac/8-13)



“İKİ EL”İ İLE HAZIRLAYIP



ÖNCEDEN GÖNDERDİĞİ ŞEYLERİ UNUTAN

  • Rabbinin delilleri (Rabbanî özellikleri) hatırlatıldığı hâlde, onlardan yüz çeviren

  • Zâlim

Andolsun ki biz şu Kurân'da, insanlar için, gerçekleri her türlü misalle sayıp döktük! İnsan ise gerçekleri tartışmaya en düşkün olanıdır.

Kendilerine hakikate giden yola kılavuzluk edecek olan (Rasûl) geldiği hâlde, insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret istemekten alıkoyan engel; öncekilerin başına gelenlerin kendilerine de gelmesini veya azabın karşılarına dikilivermesini beklemekten başka ne olabilir ki!

Biz Rasûlleri sadece müjdeleyici ve uyarıcılar olarak irsâl ederiz... Hakikat bilgisini inkâr edenler ise, asılsız, temelsiz fikirlerle Hakk'ı örtme mücadelesi veriyorlar! İşaretlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler (ciddiye alıp değerlendirmediler)!

Rabbinin delilleri (Rabbanî özellikleri) hatırlatıldığı hâlde, onlardan yüz çeviren; iki eli ile hazırlayıp önceden gönderdiği şeyleri unutandan daha zâlim kim olabilir? Gerçek ki, (inkârları dolayısıyla) hakikati fark edememeleri için, kozalarına hapsettik; kulaklarına da ağırlıklar koyduk! Onları Hakikate davet etsen de, bu hâldeyken ebediyen hidâyete eremezler!

Rabbin Gafûr ve zür Rahmettir (Rahmet sahibi)! Eğer kazandıklarının sonuçlarını hemen yaşatmayı dilemiş olsaydı, elbette azabı (vefat ettirmeyi) çabuklaştırırdı! Ancak onlar için vadedilen bir zaman vardır ki, ona ulaşmamaları mümkün değildir.(Kehf/54-58)



“İKİ EL”İ KURUMAK



  • Zenginliği ve kazandığı kendisine fayda vermemek

  • Alevli bir ateşe mâruz kalmak

Ebu Leheb'in elleri kurusun... Kurudu da!

Ne zenginliği ve ne de kazandığı ona fayda vermedi!

Alevli bir ateşe maruz kalacaktır (o)!

Onun karısı da... Odun hamalı olarak!

Boynunda hurma lifinden bir ip olduğu hâlde! (Tebbet/1-5)



İLÂHİ KUVVELERLE TAHAKKUK ETME BAYRAMI



  • Ramazan ("Oruç") ayının yaşanmasının sonucu

  • Bedenselliği en alt sınıra indirip hakikatini yaşayanların-korunanların Bayramı…

  • “İman”ın gereğini hakkıyla yaşayarak “ORUÇ” tutanların Bayramı…

  • Salâtı mi’rac olup, iman ettiğinin hakikatini yaşamak suretiyle “oruç” hissedişi açığa çıkışı...

  • Bedeniyle, şartlandırıldıkları doğrularla programlanan ve “yenilenenlere” adapte olamamanın sonuçlarını yaşayanların aralarında ama hakikatiyle arşın gölgesinde, yaşamına devam edenlerin Bayramı...

  • “Orucun mükâfatını ben veririm” sırrının Müminde açığa çıkışı...

  • “Müminin iftar sevinci”

Ey iman edenler, SIYAM (oruç-bedenselliği en alt sınıra indirip hakikatini yaşamak) sizden öncekilere olduğu gibi size de hükmoldu. Tâ ki korunasınız!(Bakara/183)



Ramazan ayı “oruç” ayı…

İman”ın gereğini hakkıyla yaşayarak “ORUÇ” tutanlar, “ilahî kuvvelerle tahakkuk” etme bayramını yaşayacak! “Müminin iftar sevinci” bu olacak!

Aç kalanlar, karınlarını doyurma bayramına ulaşacak!

İkisi arasındakiler, “oruç”larının derinliğine göre sonuçlarını yaşayacaklar!

Okullarda yıllarca beyinleri yıkanarak, şartlandırıldıkları doğrularla programlananlar, “yenilenenlere” adapte olamamanın sonuçlarını yaşayacaklar!



Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin