Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə162/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   158   159   160   161   162   163   164   165   ...   179

İran şahı Tahmasb, Kanunî Süleyman devrinin önde gelen şairlerinden olan Hayâlî Bey’in (ö. 1557) ve Bursalı Rahmî’nin bazı şiirlerini okuyunca şerefine kadeh kaldırmıştır.21

İran şahı, divan şiirinin en büyük şairlerinden kabul edilen Bâkî’yi (1526-1600) vezirlik rütbesiyle ülkesine davet etmiş, fakat olumsuz cevap almıştır.22 Bâkî’nin şöhreti İran’la sınırlı kalmamış, Hindistan’a kadar yayılmıştır.23

Orta Asya ile en çok ilişkisi olan şair, Kâtibî mahlaslı Seydî Ali Reis’tir (ö. 28 Aralık 1562).24 O, Osmanlı devletinin amirallerindendir. Hint seferi sırasında gemilerinin çoğunu fırtınada kaybedince Hindistan’a sığınmış, kara yoluyla üç buçuk yıl süren bir yolculuktan sonra İstanbul’a dönebilmiştir. Bu dönüş yolculuğunda, Orta Asya güzergâhında bulunan bir çok devlet adamıyla görüşmüş, onlardan Osmanlı Devleti’nin bir amirali olarak itibar görmüş, gerektiğinde de şair kimliğini konuşturmuş, yazdığı Çağatayca şiirlerle sempati toplamasını bilmiştir. Muhataplarının onu “Mîr Ali Şîr-i Sânî” diye övmeleri anlamlıdır.25

Osmanlı şairlerinin Orta Asya kültür çevreleriyle ilişkilerinde Molla Câmî ve Ali Şir Nevâî, iki önemli cazibe merkezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Cemilî, Melihî, Kastamonulu Câmî, Abdullah İlâhî, Adnî Mahmud Paşa, Bursalı Kandî, Ahmed Sinan Behiştî gibi şairlerin bunlarla ilişkisi dikkat çekicidir. Abdullah İlâhî, Şeyhî, Ömer Rûşenî ve İbrahim Gülşenî gibi şairler, tasavvuf eğitimi için İran ve Horasan’a gitmişlerdir. Osmanlı şairlerinin XVI. yüzyıldan sonra Orta Asya kültür çevreleri ile ilişkisine dair elimizde fazla bilgi yoktur.26 Basın hayatı ve fikir hareketlerinin başladığı Meşrutiyet sonrası ilişkiler ise apayrı bir araştırma konusudur.

Orta Asya kültür çevrelerinin Anadolu sahası ile ilişkisi, çok eski çağlardan başlayarak kesintisiz bir şekilde süregelmiştir. Söz gelimi, Ahmed Yesevî’nin, dervişleri aracılığı ile Anadolu şairleri üzerindeki etkisini yüzyıllardır sürdürdüğü bilinmektedir. Ali Şir Nevâî de, Anadolulu divan şairleri tarafından üstat kabul edilmiş, şiirlerine Çağatayca nazireler yazmak moda haline gelmiştir.27

Osmanlı döneminde Orta Asya’dan bir beyin göçü yaşanmış, çok sayıda şair, ülkesinden ayrılarak hayatını Anadolu’da sürdürmeyi tercih etmiştir. Bu şairlerin Anadolu’ya gelmelerinde, bulundukları yörelerdeki siyasal karışıklıklar ve Osmanlı ülkesinin huzurlu, istikrarlı ve müreffeh yapısıyla kültür ve sanat faaliyetleri için cazip halde bulunması, padişahların bunları özendirmesi de etkili olmuştur. Fatih Sultan Mehmed,28 Yavuz Sultan Selim29 ve Kanunî Sultan Süleyman30 gibi Osmanlı padişahları, başta İran olmak üzere çeşitli ülkelerdeki ilim ve sanat adamlarını İstanbul’a getirme yolunda faaliyet göstermişlerdir.

Bu faaliyetler çerçevesinde büyük astronomi âlimi Ali Kuşçu’nun Fatih’in davetiyle İstanbul’a gelmiş olması çok anlamlı bir olaydır. Doğuda ve batıdaki ilim adamları ve sanatkârları İstanbul’da toplamayı ilke edinen Fatih, Uzun Hasan’ın elçisi olarak kendisine gelen Ali Kuşçu’ya İstanbul’da kalarak ders vermesini teklif etmiştir. O da, elçilik görevini tamamladıktan sonra dönmek için izin istemiş, bir süre sonra gelerek günlük 200 akçe ile Ayasofya Medresesi’nde göreve başlamıştır. Fatih, Ali Kuşçu’nun karşılanması için sınıra bir heyet göndermiş, bütün aile ve akrabasıyla gelen bu ilim adamına günlük 1000 akçe harcırah vermiştir. İstanbul’da karşılamakla da büyük âlim Hocazâde Muslihiddin Mustafa’yı görevlendirmiştir. Hatta bindikleri kadırgada med ve cezir olayı hakkında bilimsel bir münakaşa yapmışlardır.

Ali Kuşçu, Hocazâde ile iyi anlaşmış, kızını onun oğluna verdiği gibi, onun kızını da kendi oğluna almıştır. Bununla birlikte Ali Kuşçu’ya gösterilen aşırı ilgi bazı İstanbul âlimlerini kıskandırmıştır.31

Doğu ülkelerinden gelen şairlere gösterilen ilgi, bazı Osmanlı şairlerinin kendilerini “doğulu” gösterme gibi tuhaflıklara bile yol açmıştır. Aslen Tokatlı olduğu hâlde İran’a gidip gelerek kendisini “Acem” olarak tanıtan Leâlî önceleri büyük itibar görmüş, foyası ortaya çıkınca da gözden düşmüştür.32 Leâlî, bunun üzerine tepkisini şöyle dile getirmiştir:
Olmak istersen i’tibâra mahal

Ya Arab’dan ya Acem’den gel

Gevhere kıymet olmaya kânda

Dür bahâsın bula mı ummânda

Söylenür nükte vü meseldür bu

K’ola dâim çerâğ dibi karanu

Eğer âdemde ma’rifet ise murâd

Ne fazîlet virirmiş ana bilâd

Taşdan sâdır oldı gerçi güher

Mu’teberdür velî niteki hüner

Rûm’da kellelenmesün mi Acem

Oldı bu izzet ile çün ekrem

Acem’ün her biri ki Rûm’a gelür

Ya vezâret ya sancak uma gelür33

Mesihî’nin şu beyti, Leâlî’nin bu tepkisinde yalnız olmadığını gösterir:

Mesîhî gökden insen sana yer yok

Yüri var gel Arab’dan ya Acem’den34

Orta Asya şairlerinin de Türkiye ile ilişkilerine ilk olarak Fuat Köprülü dikkat çekmiştir. Köprülü, bir sığınacak yer ve himaye bulmak için Osmanlı sarayına gelen 10 doğulu Türk şairinin adını zikrederek,35 Türk kültür coğrafyaları arasındaki ilişkiye değinir:

“XVI. asırda Safevî istilası karşısında Türkiye’ye kaçan bazı sünni Çağatay şair ve müellifleri ile sırf bir edebî moda olarak Nevâî’ye Çağatayca nazireler yazan Osmanlı şairleri hakkında bu asra ait olan Osmanlı kaynaklarında oldukça bol malumata tesadüf ediliyor. Lakin, bu hal pek tabiidir ki, Çağatayca’nın nüfuz sahasının genişlediğine bir misal telakki edilemez. Nitekim, daha sonraki asırlarda da Türkiye’ye gelip yerleşen yahut uzun veya kısa bir müddet burada oturan bir takım Çağatay şairlerine de rastlanmaktadır ki, bu, muhtelif Türk medenî muhitleri arasındaki daimi kültür münasebetlerinin kuvvetini göstermekten başka bir mânâ ifade etmez.”36

Bizim tespitlerimize göre, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen şairlerin sayısı 109’dur:


Bu tablodan çıkan sonuca göre, Orta Asya çevrelerinden gelen şairlerin büyük çoğunluğu XVI. yy.’da yaşamıştır. Bu çağda Osmanlı ülkesinin kültür ve sanat adamları için bir câzibe merkezi olmayı sürdürdüğü, inkıraz dönemlerinde giderek bu ilginin azaldığı görülmektedir.

Şairlerin memleketlerine göre dağılımına baktığımızda şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz:


Bunlardan Acem, Acem-zâde, Acem diyarından, İranlı diye nitelenenler yanında Bistam, Tebriz, Kazvin, Hemedan, Isfahan, Şîraz ve Şirvan’dan olduğu belirtilenler dikkate alındığında toplam 109 şairden 82’sinin İran havalisinden olduğu anlaşılmaktadır. Bu da, şairlerin genelde Orta Asya’nın Anadolu’ya nisbeten daha yakın yerlerinden geldiğini göstermektedir.

Tezkireler, İran’dan başlayarak imparatorluğun doğusunda yaşayan insanlara genel bir ifadeyle “Acem” demekle yetindikleri için, bunların çoğunun asıl memleketlerini ve milliyetlerini tesbit mümkün olamamaktadır. Ancak, listede görüldüğü gibi, bu şairlerin büyük çoğunluğu İran ve havalisinden gelmiş Türk asıllı şairler olmalıdır. Bunlar Farsça yanında Anadolu Türkçesiyle de şiir söylemekte başarılı olmuşlar, tezkireciler bunu özellikle belirtmek ihtiyacı duymuşlardır. Meselâ Ma’sûm’un şiiri ve tavrı tamamen Osmanlı şairlerinin aynıdır. Hasan Çelebi’nin ifadesiyle Acem olduğuna inanmak için şahit lazımdır. Âlî de Basîrî’yi “Türkî ibârâtı zebân-ı vukû’ didükleri ıstılâhâtı Acemliğine göre eyü zabt itmişdür.” diyerek takdir etmektedir. Âşık Çelebi ise, ümmî bir şair olan Bîdârî’yi, “Sâir Acemler edâ-yı Türkî’de kâsırdur, bu nefis ebyâta ve selîs kelimâta kâdirdür” diyerek över.

Bununla birlikte, Habîbî gibi “ekser-i edâları Acemâne ve hilâf-ı üslûb-ı şuarâ-yı zamâne” olanlar da vardır. Âşık Çelebi, Emîrek’in tavr u tarzını Acemâne bulur. Hasan Çelebi, Hâfız’ın şiirleri hakkında “Ekser-i eş’ârınun ma’nâsı garâbet ve edâsı rekâket üzre kelimât-ı gûl gibi nâ-merbût u nâ-ma’kûldur.” değerlendirmesinde bulunur. Şâhî’nin şiirleri Nevâî tarzındadır. Şâh Kasım gibi genellikle Farsça şiir söyleyen, Türkçe şiiri az olanlar da vardır.

Orta Asya ve Türkiye kültürel ilişkilerinde tasavvuf hareketlerinin önemli rolü olmuştur. Orta Asya menşeli kolonizatör Türk dervişlerinin Anadolu’nun müslümanlaşmasında önemli rol oynadıkları, sonraki yüzyıllarda da bazı şeyhlerin Osmanlı ülkesine gelerek faaliyet gösterdikleri bilinmektedir.37 Bunların bazıları aynı zamanda şairdir.

Osmanlı ülkesine gelen Orta Asya menşeli şairlerin bir kısmının tasavvufla olan yakın ilgisi dikkati çekmektedir. Bunların gelişlerinde bu ilginin etkili olduğu düşünülebilir. Tarikatı belirtilen şairlerden 11’i Nakşibendî (Emir Ahmed-i Buhârî, İlâhî, Atâ, Resâ, Âgâh, Nazimâ, Saidâ, Şeydâ, Süleyman, Abdülvehhâb, Nidâî, Abdülkadir), 8’i Mevlevî (Mevlânâ Celâleddîn, Saffî, Abdülvehhâb, Feyzî, Vecdî, Niyâz, Alâyî, Sâib), 1’i Vefâyî (Baba İlyas), 1’i Bayramî (Elvân-ı Şîrâzî), 1’i Kübrevî, 1’i Yesevî (Hazinî), 1’i Gülşenî (Hayâlî)’dir. Bunların dışında Şâhî’nin İsmâil-i Erdebilî’nin dervişi olduğu, Şâh Kâsım ve Ayşî’nin babasının şeyh olduğu, Şemsî, Itrî ve Murâdî’nin derviş-meşrep olduğu, Handan, Lutfî, Yakîn, Meşrebî, Sarfî, Eser ve Remzî’nin tarikat mensubu veya derviş olduğu, Firâkî, Hâlis ve Revnak’ın şeyhlik yaptığı belirtilmiştir. Sehâbî, Seyyid Muhammed-i Nûr-bahş tarikatine bağlıdır. Bu bilgiler ışığında 40 civarında şairin tasavvufla ilgisi bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bazı şairler de sünnî olduklarından, İran ve havalisindeki şiî baskısından ve siyasî karışıklıklardan kaçarak Osmanlı ülkesine gelmişlerdir. Mehmed Emin, Mirza Mahdum, Ayşî, Habîbî, Abdülkadir, Abdülvehhâb, Hekîmî ve Ali Muzafferüddin bunlar arasında sayılabilir.

Şairlerden bazıları da seyahat (Ma’sûm, Itrî), ticaret (Kazvinli Halîlî), tahsil (Heratlı Fâiz) veya elçilik göreviyle (Basîrî, Nazimâ, Rıza Han) Osmanlı ülkesine gelmişler ve burada yerleşip kalmışlardır. Sürûrî’nin mansıp ümidiyle geldiği belirtilmiştir.

Bu şairlerin bir kısmı âlim, hekim, nüktedan, hoş-sohbet, kıssahân, hattat, müzehhip, ebrûcu, nakkaş, hakkâk, musikişinas özellikleri ile de meclislerin aranan ki

şileri olmuşlar, çok yönlü yetenekleri ve sempatik kişilikleri ile kendilerine padişah ve diğer devlet adamlarından hâmi bulmayı başarmışlardır. Meselâ Âşık Çelebi, Şemsî’den söz ederken, “ahbâr u esmârda ve tevârih ü hikâyât u defâtir-i esfârda zü-fünûnluğu ve mecâlis-i ekâbirde kıssahânlığı” bulunduğunu bilhassa belirtmek ihtiyacını duymuştur. Latifî de Vâlihî’yi “gazel-hân ve hoş-elhân ve hoş-âvâz ve şi’r-şinâs ve nağme-perdâz kimse” olarak niteler. Ahmed Çelebi de aynı zamanda besteler yapan bir musikişinastır. Hâverî, Acem diyarından gelmiş şairlerle arkadaş olarak, onların şiirleri ve hallerine uygun latifeler söylemekle tanınmıştır. Gelmiş geçmiş şairlerin hayat hikâyeleriyle şiirlerini ezbere bilmektedir. Sohbetinden herkes hoşlanmaktadır. Ahdî onun için “tezkire-i erbâb-ı irfân” tabirini kullanır. Emîrek de hekimliği, hattatlığı, sesinin güzelliği ve saz çalmadaki yeteneği ile meşhurdur. Her türlü sazı çalar, hem çalar hem oynardı. Ahdî, Sehâbî’nin eski sultanların tarihini bilmekte üstün olduğunu ifade eder. Sarfî, hoş sohbet, tanbur ve kemançeyi güzel çalan bir kişidir. Nutkî, kıssa anlatmadaki ustalığı sebebiyle “Kıssahân” lakabıyla meşhur olmuştur.

Bunların içinde kâtiplik, nedimlik, musâhiblik, kadılık, müderrislik, tabiblik ve hatta beylerbeyilik görevlerinde bulunanlar olmuştur.

Sonuç olarak, Orta Asyalı şairlerin Sultan Orhan zamanından başlayarak Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman devirlerinde artarak devam eden bir şekilde Osmanlı Türkiyesi’nde faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu İran ve havalisinden gelmiştir. Bu şairlerin Osmanlı ülkesine gelmelerinde, bulundukları yörelerdeki siyasal karışıklıklar ve Osmanlı ülkesinin huzurlu, istikrarlı ve müreffeh yapısıyla kültür ve sanat faaliyetleri için cazip halde bulunması Fatih, Yavuz ve Kanunî gibi padişahların bunları özendirmesi de etkili olmuştur.

Bu olay bir “beyin göçü” olarak da değerlendirilebilir. İbni Sina’nın dediği gibi, ilim ve sanat, her çağda himaye edilmediği yerlerden takdir edildiği yerlere göç etmiştir.

1 Mehmed Çavuşoğlu, “Kanunî Devrinin Sonuna Kadar Anadolu’da Nevâyî Tesiri Üzerine Notlar”, Atsız Armağanı, İstanbul 1976, s. 75.

2 Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 2. bsk. İstanbul 1980, s. 375. Molla Câmî’nin, Anadolu şairleri üzerinde diğer İran şairlerinden çok daha özel bir etkisi olmuştur. Aşağıda bazılarını zikredeceğimiz örnekler, bunu açıkça göstermektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Muhsin Macit, “Molla Câmî’nin Osmanlı Edebiyatına Tesiri- I”, Erdem, C. VII, Sayı 20, Ocak 1991, s. 519-529.

3 Sâdıkî, 1554-1560 yıllarında Halep’te bulunan Bâkî ile tanışıp dost olmuştur (T. Gandjei, “Sâdıkî-i Afşar’ın Türkçe Şiirleri”, Türkiyat Mecmuası, C. XVI, 1971, s. 20).

4 Köprülü, a.g.e., s. 380-381.

5 Faruk K. Timurtaş, Şeyhî, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1968, s. 59.

6 Riyâzî, Riyâz-ı Şuarâ, Nuruosmaniye Ktb. No: 3724, yk. 16b-17a.

7 Mustafa Kara, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, C. I, Bursa, 1990, s. 146-178.

8 Filiz Kılıç, Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-Şuarâ (İnceleme, Tenkitli Metin), C. I-II, Gazi Ün. SBE. Doktora Tezi, Ankara 1994.C. II, s. 436-37; Mecdî Mehmed Efendi, Hadâikü’ş-Şakâik, Haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul 1989, s. 250-51.

9 Latifî, Tezkire-i Latifî, İstanbul 1314, s. 116.

10 Sehî, Tezkiretü’ş-Şuarâ, İstanbul Ün. Ktb. No: 2540, 26b-27a; Latifî, a.g.e., s. 48-49; Mecdî, a.g.e., s. 281-82; Mustafa Uzun, “Rûşenî, Ömer Dede”, TDEA, VII, s. 361-363; a. yazar, “Dede Ömer Rûşenî”, TDVİA, C. IX, s. 81-83.

11 Latifî, a.g.e., s. 52; İA, C. IV, s. 835-836; TDEA, C. III, 398-99.

12 Filiz Kılıç, a.g.e., “Adnî” maddesi, C. II, s. 577; TDEA, C. I, s. 39. Hamdî mahlaslı Akşemseddinzâde Hamdullah Çelebi (ö. 1503) de Molla Câmî ile mektuplaşan şairlerdendir (Filiz Kılıç, a.g.e., C. I, s. 314).

13 TDEA, C. V, s. 142.

14 Latifî, a.g.e., s. 275.

15 Osmanlı döneminde bu gibi olayların varlığı bilinmektedir. Müeyyedzâde de II. Bayezid Amasya’da şehzade iken, onu kötü alışkanlıklara yönelttiği iddiasıyla Fatih tarafından suçlanmış, o da korkusundan İran’a giderek Celaleddin Devvanî’ye sığınmıştır.

16 Cahit Baltacı-Nuri Akbayar, “Behiştî Ahmed Sinan Çelebi”, TDEA, C. I, s. 377.

17 Latifî, a.g.e., s. 104. Âşık Çelebi, “Sultan Bâyezid devrinde terk-i diyâr idüp bir zaman vilâyet-i Acem seyâhatin eylemiş” olduğunu söyler (C. I, s. 207.). Kınalızâde Hasan Çelebi ise, Latifî’nin verdiği bilgiyi özetlemekle yetinir (C. II, s. 225).

18 Sehî, a.g.e., yk. 54b; Latifî, a.g.e., s. 122; Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ, Haz. İbrahim Kutluk, C. II, Ankara 1981, C. I, s. 262; Mustafa İsen, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara 1994, s. 111; Kafzâde Fâizî, Zübdetü’l-Eş’âr, Süleymaniye Ktb. Şehit Ali Paşa Bl. No: 1877, yk. 25; Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığı Ktb. No: B. 870, C. I, s. 159; Ali Emirî, Tezkire-i Şuarâ-i Âmid, İstanbul 1328, C. I, yk. 154-155; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, C. II, s. 87; Müstakimzâde Süleyman Sadeddin, Mecelletü’n-Nisâb, Süleymaniye Ktb. Esad Ef. Bl. No: 628, s. 174; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, İstanbul 1971, C. II, s. 782.

19 Sehî, Cemîlî’nin “diyâr-ı Şark”tan gelmiş bir Türkmen; Latifî ve Hasan Çelebi “Türkistan şairlerinden” olduğunu söylemekle yetinirlerken; Kafzâde Fâizî ve Kâtip Çelebi, onun “Âmidî”, yani Diyarbakırlı olduğunu belirtirler. Ali Emirî de bu son görüşe katılmaktadır. Biz, Latifî ve Hasan Çelebi’nin rivayetini, dikkate alarak onu Türkistan’dan Anadolu’ya gelen şairler arasında değerlendiriyoruz.


20 Topkapı Müzesi R. 755 numarada kayıtlı bir nüshası bulunmaktadır: Fehmi Edhem Eldem, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu, C. II, İstanbul 1961, s. 101. Bu nüsha esas alınarak bir de çalışma yapılmıştır: Nergis Biray, Cemîlî Divanı (Metin-Gramer Notları-Sözlük), Gazi Ün. SBE. Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1988.

21 Filiz Kılıç, a.g.e., C. II, s. 883.

22 Riyâzî, a.g.e., yk. 37b.

23 Riyâzî, a.g.e., yk. 37b.

24 Seydî Ali Reis’in ailesi İstanbulludur. Dedesi ve babası Galata tersanesinde kethüdalığa kadar yükselmişlerdi. O da ailesinin etkisiyle kendisini denizciliğin içinde buldu. Genç yaşta Rodos’un fethine katıldı. Barbaros Hayrettin Paşa’nın emrinde çalıştı. Preveze Savaşı’ndan sonra adını duyurdu. Daha sonraları Kaptan-ı derya Sinan Paşa’nın emrinde bulundu. Azaplar kâtipliği, tersane kethüdalığı gibi görevlerden sonra mesleğinde ilerleyerek Hint donanması denilen Süveyş donanması kaptanlığına kadar yükseldi. Hint okyanusunda iki kez Portekizlilerle savaştı. Fırtınaya tutuldu. Gemilerinin bir kısmını kaybetti. Elindeki gemileri Gücerat hükümdarı Sultan Ahmed’e emanet bırakarak kara yoluyla üç buçuk yıl süren maceralı bir yolculuktan sonra İstanbul’a dönebildi. 28 Aralık 1562 tarihinde vefat etti. Seydî Ali Reis, aynı zamanda Kâtibî mahlasıyla şiirler yazan bir şairdir. Divan’ı olduğu söyleniyorsa da (bkz. Riyâzî, a.g.e.; Keşfü’z-Zünûn, a.g.e., C. I, s. 807.) günümüze ulaşmamıştır. Seydî Ali Reis’in hayatı için bkz. M. C. Şehabettin Tekindağ, “Seydî Ali Reis Hakkında Düşünceler”, Tarihten Sesler, Sayı 13-14, İstanbul 1944, s. 21-24; Şerafettin Turan, “Seydî Ali Reis” maddesi, İA, C. X, s. 528-31; Cengiz Orhonlu, “Seydî Ali Reis”, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 1 (1970), s. 39-56.

25 Seydî Ali Reis’in bu yolculuğunu anlattığı Mir’âtü’l-Memâlik isimli eserinde söz konusu şiirleri de kaydedilmiştir: Seydî Ali Reis, Mir’âtü’l-Memâlik İnceleme-Metin-İndeks, Haz. Mehmet Kiremit, Ankara 1999.

26 XIX. yy. saz şairlerinden Sümmanî’nin Gürcistan, Azerbaycan, Belh, Buhara ve Türkistan’a kadar gittiğini gösteren bir “Bedehşan Yolculuğu Destanı” var ise de, buradaki ifadelerin gerçekliği tartışma konusudur (Haşmettin Arslan, Sümmanî ve Eserleri, Gazi Ün. SBE. Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1986, s. 4).

27 Çağatay Türkçesini bir edebî dil haline getiren Ali Şir Nevâyî’nin Anadolu sahası şairleri üzerindeki uzun süreli etkisine ilk olarak Fuat Köprülü dikkat çekmiş (Türk Edebiyatı Tarihi, s. 379-381; aynı yazar, “Ali Şir Nevâyî ve Tesirleri”, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934, s. 264-266; a. yazar, “Çağatay Edebiyatı”, İA, C. III, s. 270 vd.), Mehmed Çavuşoğlu’nun kapsamlı bir araştırmasına konu olmuş (a.g.m.); yine Nevâyî’nin tesiriyle Anadolu şairlerinde bir moda haline gelen Çağatay Türkçesiyle şiir yazma eğilimi Osman Fikri Sertkaya’nın “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri”, TDED, XVIII (Ağustos 1970), s. 133-138; XIX (Ekim 1971), s. 171-184; XX (Aralık 1972), s. 157-184; TDED, XXII, s. 169-189; “Azerbaycan Şairlerinin Çağatayca Şiirleri”, TDED, XXIX, (2000), s. 263-266.

28 Fatih’in, Arabistan ve İran’daki büyük ilim adamlarını yakından tanıdığı ve bunları ülkesine getirtmeye çalıştığı bilinmektedir (Halil İnalcık, “Mehmed I.”, İA, C. VII, s. 534; İsmail Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. I, İstanbul 1948, s. 37).

29 Yavuz, Çaldıran zaferi sonrasında Tebriz’den ayrılırken birkaç yüz sanatkârı da beraberinde getirmiştir (Şinasi Altundağ, “Selim I.”, İA, C., X s. 427; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Osmanlı Sarayında Ehl-i Hıref Defterleri”, Belgeler, C. XI/15, Ankara 1986; Danişment, a.g.e., C. II, s. 15; Ertan Gökmen, “Yavuz Sultan Selim’in İran’dan ve Mısır’dan Getirdiği Sanatkârlar”, Türk Kültürü, 407, Mart 1997, s. 15-23). Meselâ Şâh Kasım, Yavuz Sultan Selim Tebriz’e girdiğinde hocası Halim Çelebi’nin tanışarak İstanbul’a getirdiği şairlerdendir.

30 Kanunî’nin Irakeyn seferi dolayısıyla İran havalisinden bazı şairler Anadolu’ya gelmiştir. Bu sefer öncesinde maiyyetiyle birlikte Osmanlılara sığınan Elkas Mirza’nın kâtiplerinden Eflatun aynı zamanda şairdir. Sehâbî de, Kanuni Irakeyn Seferi’nde Tebriz’e girdiğinde Kadri Efendi’nin kendisiyle sohbet edip, yeteneğini görerek 942/1535-36’da İstanbul’a getirdiği şairlerdendir.

31 Abdülhak Adnan (Adıvar), “Ali Kuşçu”, İA, C. I, s. 321-322.

32 Latifî, a.g.e., s. 289-90.

33 Mustafa İsen, “Yürü Var Gel Ya Arap’tan Ya Acem’den”, Millî Kültür, Sayı 146 (Ankara 1984), s. 56-59.

34 Mine Mengi, Mesîhî Dîvânı, Ankara 1995, 315/28.

35 Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 380.

36 Fuat Köprülü, “Çağatay Edebiyatı”, İA, C. III, s. 305.

37 Bu konuda bir araştırma için bkz. Thierry Zarcone, “Historie et Croyances des Derviches Turkestanais et İndiens à Istanbul”, Anatolia Moderna, II, Paris 1991, s. 137-200. Ayrıca bkz. Abdülkadir Karahan, “Horasan Kültürünün Anadolu Türk Kültürünün Gelişmesine Etkileri”, Eski Türk Edebiyatı İncelemeleri, İstanbul 1980, s. 3-11.

(Adıvar), Abdülhak Adnan, “Ali Kuşçu”, İslâm Ansiklopedisi, C. I.

Ahmet Rifat, Lûgat-i Tarihiyye ve Coğrafiyye, C. I-VII, İstanbul 1299-1300.

Aksoy, Hasan, “Gülşenî-i Saruhânî”, TDVİA, C. XIV.

Aksoy, Hasan, Derviş Şemseddin, Kuşların Münazarası - Deh Murg, İstanbul 1998.

Aksoy, Hasan, “Derviş Şemseddin”, TDVİA, C. IX.

Aksoy, Hasan, “Derviş Şemsî, Deh-Murg ve Bazı Notlar”, İlim ve Sanat, Sayı 28 (İstanbul 1991).

Aktan, Ali, “Hoca Ahmed Yesevî ve Künhü’l-Ahbâr’a Göre Anadolu’daki Halifeleri”, Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevî Sempozyumu (26-29 Mayıs 1993), Kayseri.

Akün, Ömer Faruk, “Hâfız-ı Acem”, TDVİA, C. XV.

Ali Emirî, Tezkire-i Şuarâ-i Âmid, İstanbul 1328.

Ali Enver, Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309.

Ali Şir Nevâî, Nesâyimü’l-Muhabbe min-Şemâyimi’l-Fütüvve-I, Metin (Haz. Kemal Eraslan), Ankara 1996.

Altundağ, Şinasi, “Selim I.”, İslâm Ansiklopedisi, C. X.

Anhegger, Robert, “Fatih Devrinde Yazılmış Farsça Manzum Bir Eser: Mu’ilî’nin Hünkârnâme’si”, İÜ. Ed. Fak. Tarih Dergisi 1949-1950, C. I, Sayı 1-2 (1950).

Aras, Namık Kemâl, Esrâr Dede’nin Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye’si, Ankara Ün. Sos. Bil. Enst. Doktora Tezi, Ankara 1987.

Ârif Hikmet, Tezkiretü’ş-Şuarâ, Millet Ktb. Ali Emiri Bl. No: 789.

Arslan, Haşmettin, Sümmanî ve Eserleri, Gazi Ün. SBE. Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1986.

Ateş, Ahmed, İstanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler I, İstanbul 1968.

Ateş, Ahmed, “Külliyât-ı Divan-ı Mevlânâ Hâmidî”, TTK Belleten, XIV/53 (1950).

Ayan, Hüseyin, “Hamidî-zâde Celîlî”, Türk Kültürü Araştırmaları, XVII-XXI/1-2 (1979-1983), Ankara 1983.

Azamat, Nihat, “Evhadüddin-i Kirmânî”, TDVİA, İstanbul 1995.

Badrthold, W., “Şirvan”, İA, XI.

Baltacı, Cahit- Nuri Akbayar, “Behiştî Ahmed Sinan Çelebi”, TDEA, I.

Barkan, Ömer Lütfi, “Kolonizatör Türk Dervişleri”, Vakıflar Dergisi, C. II, İstanbul 1942.

Bayram, Mikail, “Anadolu’da Telif Edilen İlk Türkçe Eser Meselesi”, Selçuk Ü. Selçuklu Araştırmaları Merkezi, V. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, (25-26 Nisan 1995), Konya 1996.

Bayram, Mikail, Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rûm, Konya 1994.
Bayram, Mikail, Şeyh Evhadüddin Hamid El-Kirmânî ve Evhadiyye Tarikati, Konya 1993.

Bilgin, Azmi, “Abdullah Nidâî ve İki Şiiri”, İ.Ü. Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. XXVII (1994-1997), İstanbul 1997.

Bilkan, Ali Fuat, Hindistan’da Gelişen Türk Edebiyatı, Ankara 1998.

Biray, Nergis, Cemîlî Divanı (Metin-Gramer Notları-Sözlük), Gazi Ün. SBE. Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1988.

Coşkuner, Fahrettin, Şeyh Evhadüddin Hamid el-Kirmânî’nin Menkıbeleri (İnceleme-Çeviri), Ankara Ün. SBE. Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1994.

Cunbur, Müjgân, “Ahmed Yesevî’nin Ahi ve Gazileriyle Anadolu’nun Türkleşmesindeki Yeri”, Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevî Sempozyumu (26-29 Mayıs 1993), Kayseri.

Cunbur, Müjgân, “Ahmed Yesevî’nin Anadolu’nun Türkleşmesindeki Yeri”, Erdem, C. VII, Sayı 21, Ankara 1995.

Cunbur, Müjgân, “Yunus Emre’nin Ahmed Yesevî’ye Bir Naziresi”, Türk Halk Kültürü Araştırmaları, 1991/1, Ankara 1991.

Çavuşoğlu, Mehmed, “Basîrî”, Küçük Türk-İslâm Ansiklopedisi, Fasikül: 4, İstanbul 1981.

Çavuşoğlu, Mehmed, “Kanunî Devrinin Sonuna Kadar Anadolu’da Nevâyî Tesiri Üzerine Notlar”, Atsız Armağanı, İstanbul 1976.

Çoruh, Şinasi, Emir Sultan, İstanbul 1973.

Danişment, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. I, İstanbul 1948.

Demirci, Mehmet, “Ahmet Yesevî’den Yunus Emre’ye”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu (26-29 Mayıs 1993), Kayseri.

Eldem, Fehmi Edhem, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu, C. II, İstanbul 1961.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   158   159   160   161   162   163   164   165   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin