Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 12,18 Mb.
səhifə70/95
tarix17.11.2018
ölçüsü12,18 Mb.
#83030
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   95

Ancak bu heyetinin İltutmuş’a ulaşmasından üç gün önce, 26 Mayıs 1228’de, Bhakkar kalesi düşürülmüş ve Kabaca bir adaya sığınmak için bindiği kayığın ters dönmesi veya intihar etmek üzere atladığı Sind nehrinde boğularak ölmüştür. 156

Babasının akibetinden haberi olmayan Alaeddin Behramşah’ı gayet iyi karşılayan İltutmuş, onun dönüşüne izin vermeyerek Kabaca’nın hayatta kalan kuvvetlerinin de kendisine katılmasını sağlamıştır. Böylece Sind, Uçç ve Multan yöresindeki yirmiki yıllık bir saltanat sona ererken, Dipalpur ile Sind hâkimi Şihâbeddin Habeş’in Sultan İltutmuş’a bağlılığını bildirmesiyle,157, Okyanus’a kadar bütün bütün bölge Dehli’ye bağlanmıştır. Uçç’a Tâceddin Sencer Kazılık Han’ı, Multan’a da İzzeddin Kebir Han Ayaz’ı tayin eden Sultan Şemseddin İltutmuş, bu meliklere bütün Pencab’ı kontrol altına almalarını emrederek, muzaffer bir şekilde Ağustos 1228’de Dehli’ye dönmüştür.158

9. Kalaçlarla Mücadele ve Kalaç Hanedanı’nın Sonu

1225 yılında Lakhnauti’ye yaptığı seferden anlaşma sağlanması üzerine geri dönen İltutmuş’un Retenbûr seferi ile meşgul olduğu bir sırada Lakhnauti Kalaç Sultanı Gıyâs ed-dîn, harekete geçerek Bihar’ı işgal etti.159 Bunun üzerine Dehli’den önemli miktarda bir kuvveti bölgeye sevk ederken, o sırada Oudh havalisinde gaza seferinde bulunan Melik Nâsr ed-dîn Mahmud’a da derhal Kalaç sultanını cezalandırmasını emretti.160

Büyük bir orduyla Oudh’dan hareket eden Melik Nâsr ed-dîn Mahmud ile İzz ed-dîn Canî, 1227 yılı başlarında Bihar’ı tekrar ele geçirdiği gibi Lakhnauti ile Hasankot şehrini de kolaylıkla teslim aldı. Gıyâs ed-dîn, kendisine karşı bir hareketin yapılabileceğini düşünemediği için o sırada Kamprup ile Banga taraflarında seferle meşguldü. Bu durum karşısında çaresiz harekâtı yarıda keserek geri dönmüş ise de, mağlup edilerek esir alınmış ve akrabaları ile birlikte ortadan kaldırılmıştır.161 Lakhnauti doğrudan doğruya Dehli’ye bağlanarak, kendisine çetr, durbaş ve hil’at verilen Şehzade Nasr ed-dîn Mahmud’un tasarrufuna bırakılmıştır.162

Nasr ed-dîn Mahmud, Kalaç beyleri ile iyi geçinerek, zeki, enerjik ve iyiliksever tavrıyla kısa sürede Lakhnauti’de mükemmel bir idare kurmayı başardı. Ancak, dağılmış olmasına rağmen Kalaç nüfuzu gerek Pencâb, gerekse Lakhnauti bölgesinde kendisini hissettirmekteydi. İşte böyle bir dönemde Kabaca meselesini hallederek başkente dönen Sultan İltutmuş, Abbasî halifesinin elçilerini büyük törenlerle karşıladığı sırada, Nisan 1229’da çok sevdiği ve herkesin kendisinden sonra tahtın sahibi olarak gördüğü, üstün meziyetlere sahip olan oğlu Melik Nâsr ed-dîn Mahmud’un bilinmeyen bir sebeple hayatını kaybettiğini öğrendi. Dehli’de hüküm süren bayram havası yerini mateme bıraktı.163

Melik Nâsr ed-dîn Mahmud’un ölümüyle ortaya çıkan boşluktan faydalanmak isteyen son Kalaç sultanı Gıyâseddin’in oğlu Bilge Melik ve diğer Kalaç beyleri isyan etmekte gecikmedi. Bu nun üzerine bizzat harekete geçen İltutmuş, vakit geçirmeden Lakhnauti üzerine yürüdü. Dehli ordusu sıkı bir takible, 1230 yılında İhtiyâr ed-dîn Bilge Kalaç başta olmak üzere bütün âsileri yakaladığı yerde yok etti.164 Böylelikle Kalaçların Lakhnauti’deki hâkimiyeti kesin olarak ortadan kalkarken, bölgeye vali olarak Ala ed-dîn Canî’yi atayan İltutmuş, Mayıs 1230’da Dehli’ye dönmüştür. Bundan sonra Lakhnauti, daha çok merkezden atanan valiler tarafından yönetilecektir.165

10. Abbasi Halifesi’nin Elçi Göndermesi

Sultan İltutmuş döneminin önemli hâdiselerinden birisi de hiç şüphesiz Abbasî halifesinden gelen elçiler ve halifelik ile tesis edilen münasebetlerdir. Geliş sebebi kesin olarak belli olmamasına rağmen,166 Ağustos 1228’de Nagaur önlerine ulaşan Halife el-Mustansır’ın elçileri, 18 Şubat 1229’da Dehli’de parlak törenlerle karşılanırken, başkentte büyük şenlikler yapılmıştır.167 Bazı araştırmacılar, elçilerin İltutmuş’a hil’at ve menşur getirdiklerini, böylelikle onun “Hind sultanı ve ele geçirdiği bütün yerlerin hükümdarı olarak tanındığını” belirtirler.168 Bu hususta kaynaklarda herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak Ecmir’deki Arkai din Ka Chanpra Câmii’nin kuzey minaresindeki kitabeden anlaşıldığı kadarıyla, İltutmuş’a “Nasr Emirü’l-Mü’minîn” lâkabı verilmiş olmalıdır.169

Denli Türk Sultanlığı’nın Abbasî halifesi tarafından tanınması, daha önce tamamlanmış bir olayın tescilinden başka bir şey değildir.170 Ama, Hindistan’da yeni kurulan devletin İslâm dünyası içerisindeki politik yerini aldığını göstermesi bakımından önemlidir.171 Hindistan’daki Türk hâkimiyetini bir merkezde toplayarak, adeta bunu Abbasî halifesine de tasdik ettiren İltutmuş’un, 1231 yılından sonra, Hinduların ellerinde tuttukları önemli merkezleri zaptetmek için uğraştığı görülmektedir. Dolayısıyla onun ömrünün son zamanlarındaki faaliyetleri daha çok gaza seferleri niteliğini kazanacaktır.

10. İltutmuş’un Son Faaliyetleri

Kutb ed-dîn Aybeg zamanında 1200 yılında bir ara Türklerin eline geçen, ama daha sonra Hindular tarafından tekrar zaptedilen Galyor kalesi’ni şiddetli bir mukavemete rağmen 12 Aralık 1232’de fetheden Sultan Şems ed-dîin İltutmuş,172 1234 yılında Malva bölgesine girdi. Parama racası Devapala’dan halen Betva nehri kıyısında bulunan ve İslâmî karakterini muhafaza eden Bhilse şehrini ve kalesini alarak buradaki, üç asırda yapılmış doksandörtbuçuk metre yüksekliğindeki bir puthaneyi yerle bir ettirdi. Oradan hareketle Ucceyn Nagori üzerine yürüyen İltutmuş, burayı da zapt ettikten sonra ünlü Mahakal Deo Puthanesini yıktırarak muzaffer bir şekilde Dehli’ye dönmüştür.173 Burada ele geçen ganimetler arasında 1200 yıl önce yapılmış ve ilk Hindu krallarından Bekrmacit’e ait olan önemli bir heykel de bulunmaktaydı. Bunların yanında daha pek çok heykel ile birlikte Mahakal Deo Puthanesinin taşları da başkente taşınmış ve Cuma Mescidi’nin kapısına gömülmüştür. Bu arada Sultan’ın emriyle Kalincar ve Çanderi, Galyûr Muhafızı Nusret ed-dîn Taisî tarafından müthiş bir baskı altına alınmış,174 bölge şiddetle yağmalanırken Acar Rane’si Çahar Deo da mağlup edilmiştir.175

12. Ölümü ve Şahsiyeti

1234 yılında Şiîler’in Batınî kollarından birisini meydana getiren İsmailî fedailerinden bir grup, cuma namazını kıldığı bir sırada Sultanın öldürülmesi için harekete geçmişse de, başarılı olamamış ve yok edilmişti.176 1235 yılında Bamiyan üzerine yürümek için Sind bölgesine yöneldiği sırada hastalanıp, sıhhatinin gittikçe kötüleşmesi üzerine Başkente geri dönmek zorunda kalan Sultan İltutmuş, 30 Nisan 1236’da hayata gözlerine yumdu ve büyük bir törenle eski Dehli’deki Kutub Camii’nin kuzeybatı köşesindeki türbede toprağa verildi.177 Bu türbe Hindistan’daki Türk eserleri arasında zamanımıza kadar ulaşan ender yapılardan birisidir.

Şems ed-dîn İltutmuş, devrinin istisnasız en büyük sultanları arasında yer alır.178 Ama bugün, Türk tarihinin az bilinen simalarından birisidir. Onun hayatı, Fahreddin Mübârekşah’ın Türkler hakkındaki sözlerine uygun olarak, başlangıçta ne kadar aciz olursa olsun bir Türk’ün, cesareti, yiğitliği ve zekâsı sayesinde neler yapabileceğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.179 Türk Devlet geleneğindeki “oğulluk Hukuku” nun kendisine verdiği hakla180 Aramşah’ı tahttan indirdikten sonra, yirmialtı yıl süren saltanatı esnasında Dehli Türk Devleti’nin sınırlarını; batıda Sind’e, doğuda Bengal’e ulaştıran İltutmuş, Gurlular ile Hindistan’da tekrar başlayan Türk fetihlerini sağlamlaştırmış ve bu ülkede Aybeg zamanında gerçekleştirilemeyen Türk hâkimiyetinin politik birliğini de tesis ederek müstakil bir devlet kurmayı başarmıştır.

Türk hâkimiyetinin yeni ve yabancı olduğu, yerli halkın gönlünde daha yer edinememiş bulunduğu bir dönemde İltutmuş’un, bir yandan tesis ettiği idarî sistemi devamlı ve dayanıklı bir temele oturtabilmek, öbür yandan da Dehli Türk sultanlığının varlığını bir bütün olarak sağlam bir şekilde sürdürmesini temin için bugünkü mânâda gerçekçi bir politika izlediği görülmektedir.181 Ayrıca O, yorulmak bilmez hareketlilik ve üstün bir askerî dehası yanında gerçekleri görebilen akıllı birisi olarak da karşımıza çıkar. Nitekim yeterince güçlü sayılamayacağı bir dönemde rakiplerinden ve bilhassa Moğollardan tebaasını koruduğu182 gibi, en kuvvetli zamanlarında da onları tehlikeye atacak hareketlerden itina ile kaçınmıştır. 183

İltutmuş, bir yerde Asya’daki Moğol yükselişini kendi lehine kullanmasını da bilmiştir. Kayıtlara göre Moğolların önünden kaçan pek çok idareci ile birlikte, sahip olduğu yetenekler bakımından bir emsali daha bulunmayan sanatkâr, emir, melik ve çeşitli hükümdarlık ailelerine mensup kişiler, hattâ bizzat hükümdarlık yapmış kişiler İltutmuş’un hizmetine girebilmek için yarışmıştır.184 Ayrıca bunlar Sultan’dan gördükleri itibara karşılık başarılı hizmetler vermiş, dolayısıyla İltutmuş’un meclisi her yönden Gazneli Mahmud ve Sultan Sencer’inkiler kadar muhteşem olmuştur.185 Hiç şüphesiz bu gelenlerin büyük çoğunluğu Türk idi. Bu durum, Hindistan’daki Türk kültürünün hayat kaynaklarını göstermesi bakımından önemlidir.186

Sultan İltutmuş, adalet hususunda da titiz davranan Türk hükümdarlarından birisidir.187 Cüzcânî, onun alçak gönüllü, insaflı, iyiliksever, gazi, mücahid ve âlemi birleştirici nitelikleri yanında adaletli olduğu kadar adaletle hüküm sürenleri de takdir eden bir şahsiyete sahip olduğunu belirtirken, Sirhindî ondan Sultan-ı Adl olarak bahseder.188 Ibn Battuta ise, onun mazlumlara renkli elbise giymelerini emrettiğini, böylelikle haksızlığa uğrayanları tesbit ettiği gibi, her türlü adaletsizliği anında önleyebilmek için de sarayın kapısına iki tane çan astırdığını belirtir.189

Düzenli bir hayata sahip olan İltutmuş, samimi bir Müslümandı.190 Hindistan’ın daha küçük bir çocukken fakirlere, ilim ve hayır erbabına itibar göstermesi şartıyla bir derviş tarafından kendisine verildiğine inanırdı.191

O sebeple de halka ve ileri gelenlere karşı cömert olduğu kadar, âlimlere ve din adamlarına karşı da son derece hürmetkar birisiydi.192 Dolayısıyla İltutmuş’tan gördükleri büyük destekle etkili bir hâle gelen sufî tarikatlar, Gazneli akınları öncesinde Hindistan Müslümanlığının büyük bir kısmını teşkil eden İsmailîler’i önemli ölçüde silmiş ve bilhassa yeni fethedilen bölgelerde de hiç bir baskı olmaksızın İslâm dininin yayılıp gelişmesinde büyük rol oynamıştır.193

Sonuç olarak o, haremin zevkleri yerine devletin sağlam temeller üzerine oturtulması ve genişletilmesi için uğraşmış ve tesis ettiği düzen ile adetâ kendisinden yüzelli yıl önce eserini kaleme alan Yusuf Has Hâcib’in öğütlerini194 harfiyen yerine getirerek eski Türklerde bir çok kağan unvanının başına gelen “İltutmuş” unvanını almayı lâyıkıyla hak etmiş birisidir. Bundan dolayıdır ki, İltutmuş dönemi, Hindistan’da Türk hâkimiyetinin zirvelerinden birisini teşkil eder.

F. Sultan Şems Ed-Dîn İltutmuş’un Halefleri

Hindistan’da büyük bir Türk devleti meydana getirmiş olan Sultan İltutmuş’un halefleri kendisi gibi büyük şahsiyetler değildi. Gerçi Devlet, sınırlarını koruyabilmiş ise de iç karışıklıklar, art arda patlak veren isyanlar bu dönemin belirleyicisi olmuştur. İltutmuş’un birkaç oğlu bulunmasına rağmen ölümü üzerine en büyük oğlu Firuz Şâh tahta geçecektir.

I. Sultan Rükn Ed-Dîn Firûz Şâh

Sultan İltutmuş’un hareminin önde gelen Türk asıllı hanımlarından Terken Hatun’dan195 olan oğlu Firûz Şâh, 1228 senesinde Çetr-i Sebz (Yeşil Çetr)196 verilerek Bedaun muktisi yapılmış ve Sultan Nâsır ed-dîn Kabaca’nın, ölümünden sonra İltutmuş’un hizmetine giren veziri, tecrübeli devlet adamı Hüseyin Eş’arî de yanında görevlendirilmiştir. Galyûr’un fethinden sonra bu Şehzâde’ye, son Gazneli hükümdarı Melik Hüsrev’in başşehri olan Lahor ve çevresinin idareciliği verilerek itibarı artırıldı.197 İltutmuş’un Gakharlar üzerine yaptığı sefer esnasında hastalanarak Dehli’ye geri döndüğü sırada beraberinde getirdiği Firûz Şâh, O’nun ölümünden bir gün sonra melikler ve diğer ileri gelenlerin ittifakı ile Rükn ed-dîn lâkabını alarak Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturmuştur.198

Rükn ed-dîn Firûz Şâh, yakışıklı, nezaket sahibi, iyi huylu ve cömert birisi olmasına rağmen dirayetli bir kimse değildi. Tahta geçirilmesindeki başlıca sebeb de bu olmalıdır.199 Nitekim O, birkaç ay babasının kurduğu düzeni muhafaza etmiş ama, çok geçmeden eğlence, zevk ve safaya dalarak sorumsuzca yaptığı harcamalar neticesinde korkunç bir israfa sebep olmuştur.200 Rükn ed-dîn Firûz Şâh’ın biraz da gençlik gururu ile içerisine düştüğü kendisini beğenmişlik ve tecrübeli devlet adamlarının sözlerine önem vermemesi sebebiyle devlet işlerini bir kenara bırakarak haremin zevklerine sarılması, idarede kadınları da etkili hale getirmiş ve devlet idaresi tam bir kargaşa içerisine sürüklenmiştir. 201

İltutmuş’un vasiyetine rağmen202 Firûz Şâh’ı tahta geçiren Şemsî Melikleri (; Kırklar) bütün bu olup bitenleri bir müddet üzüntü ile takip etmişler ve O’nun hükümdarlığa lâyık birisi olmadığı kanaatına vardıktan sonra da harekete geçmişlerdir.203 Bu sırada Sultan İltutmuş’un Firûz Şâh’tan küçük olan bir diğer oğlu, Oudh muktisi Gıyâs ed-dîn Muhammed Şâh, Dehli’ye götürülmekte olan Lakhnauti hazinelerini ele geçirip civardaki bir kısım şehir ve kasabayı da yağmaladıktan sonra başkaldırmıştı.204 O’nu Bedaun muktisi Melik İzz ed-dîn Selarî, Lahor muktisi Melik Celâl ed-dîn Canî ve Multan hakimi, Kırklardan Melik Cizz ed-dîn Kebir Han Ayaz ile Hansi muktisi Seyf ed-dîn Kuçî’nin ayaklanmaları takip etti. Bu isyânların Melikler arasında bir işbirliği sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra Merkez’deki bir kısım emir ve melikler de bunlara katılmakta gecikmeyecektir.

Büyük bir ordu ile isyancıları bastırmak üzere harekete geçen Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh, Pencâb’a yönelerek Kilugharî’ye ulaştığı sırada Veziri Nizâmü’l-Mülk Muhammed Cüneydî tarafından da terkedildi. Koil’e giderek Bedaun muktisi İzz ed-dîn Salarî ile birleşen Muhammed Cüneydî ile Melik Canî ve Melik Küçî arasında bir ittifak meydana getirilmiştir.205

Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh’ın Kuhram’a yönelip Mansurpur ve Tarain civarına ulaştığı bir sırada Dehli ordusunda bulunan bir kısım memlûk kendi aralarında anlaşarak ayaklanmış ve Türk olmayan, Tacik asıllı bazı yüksek dereceli devlet görevlilerini katletmiştir.206 Türk meliklerin Sultan’ın içerisine düştüğü durumdan bunları sorumlu tuttukları anlaşılmaktadır.207 Gerçekte de,Türk meliklere düşmanlık ederken Sultan, söz konusu Tacik asıllı görevlilere dayanmak istemiştir. 208 Halbuki, Türk emir ve melikler bu dönemde Türk olmayanların yüksek mevkilere getirilmelerine tahammül edemedikleri gibi Türk olmayan devlet görevlileri de gerek bu emir ve melikler arasında, gerekse Sultan ile Türk çevresi arasında devamlı ikili oynayarak kendi hakimiyetlerini tesis etmeye çalışmakta ve zaman zaman kendilerinin sebeb oldukları buhranlar sırasında da katledilmekteydi.209

Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh’ın Kuhram civarına ulaştığı sırada Başkent’te meydana gelen hadiseler, onun hemen dönmesini gerektirmiş ise de, Kilugharî’ye geri geldiği sırada halkın ve bir kısım meliğin desteğiyle Raziye, Sultan olarak tahta geçmiş bulunuyordu. O sebeble Türk emir ve meliklerin hemen hepsi Rükn ed-dîn’i yalnız bırakarak Dehli’ye gelip Raziye’ye biat etmiştir. Daha sonra gönderilen kuvvetler tarafından Kilugahrî’de yakalanan Rükn ed-dîn, Sultan Raziye’nin “Katiller katledilmelidir.”210 emri gereğince altı ay yirmisekiz günlük saltanatına son verilerek 29 Kasım 1236’da öldürülmüştür.211

II. Sultan Raziye

Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh’ın öldürüldüğü sırada Dehli Türk Sultanlığı tahtına geçirilen Sultan Raziye, Şems ed-dîn İltutmuş’un çok sevip, saydığı karısı ve hareminin başkadını olup Köşk-ü Firûzî’de oturan Terken Hatun’dan doğan kızıdır.212 Daha babasının sağlığında devlet işleriyle ilgilenmiş ve büyük bir nüfuza sahip olmuştu.

1. Tahta Geçişi

Sultan Şems ed-dîn İltutmuş, kızının yönetime olan ilgisi ve yeteneklerini değerlendirip, tavırlarındaki celâdet ve cesareti farketmişti. Onun için geleneklerin aksine Raziye’yi evlendirmeyerek, 1233 yılı başlarında Galyûr’un fethinden döndükten sonra onu veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazdırdı. Ancak bu davranışı, Sultan’a yakınlığı ile tanınan memlûk asıllı melikler tarafından hoş karşılanmamış ve bu husus bizzat İltutmuş’a iletilmişti.213

Devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar alarak askerî bir topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünebildiğini ortaya koyan İltutmuş’un, bu cesur ve ileriyi gören kararında yanılmadığını, aynı zamanda çok iyi bir eğitim görmüş olan Sultan Raziye hareketleriyle gösterecektir. Bunu Rükn ed-dîn Firûz’u tahta geçirdikten sonra bizzat yaşayarak Türk emir ve melikler de görmüştü. Bunun üzerine Raziye’nin, kendilerine babasının vasiyetini hatırlatarak, içine düştükleri durumdan ancak kendisini tahta oturtmak suretiyle kurtulabileceklerine inandırmış ve hükümdar olmayı başarmıştır.214

2. Ülkede İstikrarın Sağlanması;

Sultan Raziye, tahta geçişini izleyen günlerde ilk iş olarak Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar etkili hale getirdi.215 Böylece yeni bir sulh ve sükûn dönemi başlatmak üzere harekete geçtiği sırada Nur Türk adlı alim bir kişi216 Hindistan’ın değişik yörelerinden başına topladığı Karmati ve Mülâhidelerden teşekkül eden bir grup ile isyan etti. 4 Mart 1237 tarihinde silahlı bin kişiyle harekete geçen bu grup217 Cuma Mescidi ile yakınındaki Mucizzî Medresesi’ne saldırmış ve buralardaki ahaliyi katletmeye başlamıştı. O sırada çıkan kargaşada bir kısım halk da ezilerek öldü. Bunun üzerine Başkent’te bulunan Melik Nâsır ed-dîn Aytemür ve Emir Nâsırî Şair gibi ileri gelenler vakit kaybetmeden olay mahalline ulaşarak, bir kısım ahalinin de yardımıyla isyancıları tamamen yok etmiştir. 218

Başkent sükunete kavuşurken, Sultan Rükn ed-dîn döneminden beri isyan halinde bulunan Lakhnauti Valisi Melik İzz ed-dîn Togan Han Tuğrıl, Raziye’nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirmiş, kendisine muhtariyet alâmetlerinden olan Cetr ile kırmızı bayrak gönderilerek taltif edilmiştir.219 Bu arada başta Nizâmü’l-Mülk Muhammed Cüneydî olmak üzere bir kısım devlet ricali Raziye’nin hakimiyetini tanımamakta ısrar etti ve kuvvetleriyle beraber Dehli önlerine kadar geldi. 220 Bunun üzerine bizzat harekete geçen Sultan Raziye, bir kaç önemsiz çarpışmadan sonra büyük bir ustalıkla uyguladığı politika221 sayesinde muhaliflerin kısa sürede bölünmelerini sağladı. Bunlardan bir kısmını Sultan’ın tarafına geçerken geriye kalanlar yok edildi.

Muhalif emir ve meliklerin ortadan kaldırılmasıyla durumu iyice kuvvetlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek için harekete geçti ve önemli mevkilere kendi taraftarlarını tayin etti.222 Bu arada Sultan Şems ed-dîn İltutmuş’un ölümünden kısa bir süre sonra Hindûlar tarafından kuşatılan ve iç çekişmeler sebebiyle gerekli yardımın yapılamadığı Retenbur’a Melik Kutb ed-dîn Hüseyin komutasında kuvvetli bir ordu gönderildi. Bu ordu, kalede mahsur kalan ahaliyi kurtardıktan sonra civardaki istihkamlarla birlikte kaleyi de yerle bir ederek geri dönmüştür.223

3. Yeni İsyanlar ve Raziye’nin Tahttan İndirilmesi

Sultan Raziye kendisine yakın gördüğü kişileri devletin önemli mevkilerine getirirken Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin, Emir-i Hâciblik görevine atanmış, Emir-i Ahurluk görevini sürdürmekte olan Melik Cemâl ed-dîn Yakut da Sultan’ın yakınları arasında yer almıştı.224 Bu durum, diğer meliklerin Yakut’u kıskanmalarına sebeb oldu.225

Muhtemelen bu yüzden karışıklık baş göstermiş olmalı ki, Sultan Raziye, büyük lütûflarda bulunarak hükümdarlık ordusunu Galyûr üzerine sevketmiştir. Cüzcânî’nin kayıtlarından, bunun bir tedip seferi olduğu ve başarıyla sonuçlandığı anlaşılmaktadır.226

Galyûr yöresinin kısa sürede itaat altına alınmasından sonra Lahor Valisi İzz ed-dîn Kebir Han Ayaz’ın muhtemelen merkezden yapılan kışkırtmalarla ayaklandığı görüldü. Ancak üzerine yürüyen Sultan Raziye komutasındaki ordunun ısrarlı takibi karşısında anlaşma yoluna giderek tekrar eski ıktası Multan’a atanmıştır.227

16 Mart 1240’da Dehli’ye dönen Raziye’nin, babası gibi merkezî bir idare kurmak isterken ayaklanan bir meliki cezalandıracağı yerde onunla anlaşarak geri dönmesi o sırada gelişmekte olan muhalefetin boyutları ile ilgili olmalıdır. Nitekim, Başkent’e dönülmesinden yirmi gün sonra Taberhinde Meliki İhtiyâr ed-dîn Altuniye ayaklandı. Bu isyanları Emir-i Hâcib Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin’in teşvik ettiği daha sonraki gelişmelerle ortaya çıkacaktır.228

3 Nisan 1240’da büyük bir ordu ile Başkent’ten ayrılan Sultan Raziye, Taberhinde civarına ulaşıldığı sırada ayaklanıp Emir-i Ahur Cemâl ed-dîn Yakut’u öldüren Türk emir ve melikler tarafından tutuklanarak, hapsedilmek üzere adı geçen kaleye gönderildi.229 Bu hadisenin Başkent’te duyulması üzerine hall edilen Sultan Raziye’nin yerine Dehli Türk Sultanlığı tahtına İltutmuş’un oğullarından Behram Şah geçirilmiştir.

4. Raziye’nin İsyanı ve Ölümü

Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli’de önemli olaylar cereyan etmiş, Naibü’l-Mülk tayin edildikten sonra iktidarı ele geçiren Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin öldürülüp, Melik Bedr ed-dîn Sungur Rumî, Emir-i Hâcib olarak tayin edilmişti. O arada Raziye de, Melik İhtiyâr ed-dîn Altuniye ile evlenmiş bulunuyordu.230 O’nun askerleri ile birlikte Gakhar, Catvan vs. gibi kabilelerden toplanan kuvvetlerle Raziye Dehli üzerine yürüdü. Ancak, Behram Şah’ın gönderdiği birliklere mağlup olarak tekrar Taberhinde’ye dönmek zorunda kaldı.231 Başkent’te istikrarın sağlanamamış olmasından da cesaret alarak bir müddet sonra ikinci kere Dehli üzerine yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240’da mağlup oldu. 232 Çok az bir kuvvetle kaçmakta olan Raziye, Kaythal hududlarına ulaşıldığı sırada tamamen terkedilmiştir. 14 Ekim 1240 günü bir düzlükte tek başına ve yorgun olduğu halde, aç-susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden ekmek istemek zorunda kalmış, yorgunluğun tesiriyle uyuduğu sırada üzerindeki elbiselere göz koyan çiftçi tarafından öldürülerek233 bir tarlaya gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılacak ve teşhis edilen cesedi, dinî merasim yerine getirilerek aynı yere tekrar defnedilecektir.234

5. Sultan Raziye’nin Şahsiyeti

Dehli Türk Devleti’nin en büyük sultanlarından birisi olan Raziye aynı zamanda Hind-Türk tarihinin de en ilgi çekici şahsiyetlerindendir. Kaynaklarımızın ittifakla belirttikleri üzere akıllı, ferasetli ve olgun birisi olup, hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği şahsında toplamıştı. İyi bir eğitim almıştı.235 Bu haliyle kardeşlerinden üstün olduğu babası tarafından da takdir edilmekteydi.

Raziye, yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner, yüzünü de örtmezdi.236 Aslında Sultan Raziye, kaynaklarımızın hepsinin de belirttikleri gibi, iktidarının son zamanlarında tam bir erkek hüviyetine bürünerek, kadın elbiselerini atmış, file binerek halk arasına çıkmıştı.237 Bu hususlar tenkit edilmesine rağmen Raziye, adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürmeyi başardı. Ancak bu husus onun tahttan indirilmesi için önemli bir sebep sayılmıştır. 238 Halbuki O, harem entrikaları yerine halkın arasına girerek hükümdarlığı sırasında onlara ve Türk emir ve meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur.239

Sultan Raziye için Cüzcânî, her ne kadar “büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil, adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla donanmıştı. Fakat yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne fayda verir.” demekte240 ise de, O’nun kendisinden altı yüzyıl sonra Hindistan İmparatoriçesi ilan edilecek II. Elizabet gibi kadınca davranışlar gösterdiğine dair en ufak bir imada dahi bulunmaz.

Sultan Raziye, aktif ve güçlü bir siyâset takip etmeye çalışırken babasından yadigar Türk emir ve meliklere dayanacağı yerde onların güçlerinden çekindiği için, biraz da merkezî idarelerin bir özelliği olarak kayıtsız şartsız kendisine bağlı bir grup meydana getirmeye çalışmıştır.

Türklerin karekterini bildiğinden bunun için Tacik ve habeşli zümreleri kullanmaya kalkışması241 onun tahtı ve hayatı ile ödeyeceği en büyük hatası olmuştur.242 Yaşadığı felâketlere rağmen yılmadan gösterdiği benzersiz cesaret ve yiğitlik yanında Sultan Raziye’nin şiire karşı da büyük bir istidadının olduğunu görmekteyiz. Zira “Şirin-i Dihlevî” veya “Şirin-i Gurî” mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örneklerindendir.243


Yüklə 12,18 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   95




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin