III. Sultan Mu’izz Ed-Dîn Behram Şah
Sultan Raziye’nin tutuklanarak Taberhinde kalesine hapsedildiği haberinin Dehli’ye ulaşması üzerine harekete geçen Başkent’teki emir ve melikler, Sultan İltutmuş’un diğer oğlu Behram Şâh’ın, 21 Nisan 1240’da Mu’izz ed-dîn lâkabını alarak244 Dehli Türk Sultanlığı tahtına geçmesini sağladılar. Daha sonra, Taberhinde’den dönen emir ve meliklerile birlikte 9 Mayıs 1240 günü Devlethane’de toplanılarak Melik İhtiyâr ed-dîn’in, Sultan’ın naibi olması şartıyla günü umumî biatta bulunuldu.245
Behram Şâh bir müddet sessiz kaldıktan sonra, Nizâmü’l-Mülk Hoca Mühezzeb ed-dîn Ivaz ile birlikte Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin’in devlete tamamen hakim olmaya başlaması, hatta bunlardan ikincisinin o dönemin sultanlarına mahsus teşrifatı uygulamaya kalkışması üzerine harekete geçmiştir. Birkaç başarısız teşebbüsden sonra İsmailî fedaileri gibi davranan iki Türk gulâm düzenledikleri suikastta, 30 Temmuz 1240 günü Melik İhtiyâr ed-dîn Aytigin’i öldürmeyi başarırken, Vezir Mühezzeb ed-dîn’i de yaralamaştır.246
Bedaun’dan çağrılan Melik Bedr ed-dîn Sungur Rumî, Emir-i Hâcib olarak atandı. Fakat, o da öncekinden farklı bir tavır sergilemedi ve devleti kendi insiyatifi ile yönetmeye çalıştı. Bu sırada Sultan Raziye’nin bertaraf edilmiş olması Sultan Mu’izz ed-dîn’i rahatlatacaktır. Ama, bu seferde Nizâmü’l-Mülk ile yeni Emir-i Hâcib arasında nüfuz mücadelesi başlayacak ve hileye dayanan kurnaz bir politika takip etmeye çalışan Behram Şâh’ın saltanatı tam bir entrika ve kaos dönemi haline gelecektir.247
Başkentte bütün bu olaylar olurken Tayir komutasında bir Moğol ordusu da Lahor’u kuşatmış bulunuyordu. Bölgenin Valisi Melik İhtiyâr ed-dîn Karakaş Han Ay-Tigin şehri bir müddet başarıyla savunmuş ise de, halktan gerekli yardımı göremediğinden Moğolların sıkı takibine rağmen kaçarak Dehli’ye ulaşmayı başarmıştı. Lahor bir müddet sonra dayanmışsa da Kutval Aksungur’un ölümü üzerine idarecisiz kalmış ve 22 Aralık 1241’de kuşatma esnasında komutanları Tayir’i kaybeden kızgın Moğolların eline geçerek yağmalanmış, halkının bir kısmı esir alınırken, büyük bir kesimi de katledilmiştir.248
Lahor’un Moğolların eline geçtiği haberinin Dehli’ye ulaşması üzerine Cüzcânî’nin teklifi doğrultusunda ordunun başına getirilen Melik Kutb ed-dîn Hüseyin Gurî ile Nizâmü’l-Mülk Mühezzeb ed-dîn Moğollara karşı harekete geçti. Dehli Ordusu, Biyah nehri kıyısına ulaştığı sırada Sultan’dan intikam almak için harekete geçen Mühezzeb ed-dîn’in entrikaları neticesinde büyük bir infiale kapılan Melikler, düşmanı bir tarafa bırakarak kendi varlıklarına kasteden249 Sultan Mu’izz ed-dîn Behram Şâh üzerine yürümüştür. Bunun üzerine Sultan, Şeyhü’l-İslâm Seyid Kutb ed-dîn’i orduyu teskin için göndermiş ise de, o da gizlice isyancıları iyice tahrik ettikten sonra Dehli’ye dönecektir.
Sonuçta, 22 Şubat 1242’de Başkent’i kuşatan hükümdarlık ordusu yaklaşık üç ay kadar sürecek bir savaşı da başlatmış oluyordu. Bu mücadele esnasında Dehli’nin etrafı tahrip olurken her iki taraf da önemli ölçüde zayiat verdi. Muhasaranın bu kadar uzamasının sebebi Sultan’ı tamamen avucunun içine alan oda hizmetçilerinden Mübârek Şâh adlı birisinin hiç bir şekilde anlaşmaya yanaşmaması idi.250 Nihayet 10 Mayıs 1242 günü sabahın erken saatlerinde Dehli düşürüldü. Sultan Mu’izz ed-dîn Behram Şâh tutuklanarak birkaç gün sonra katledildi.
IV. Sultan Alâ Ed-İn Med’un Şâh
Sultan Mu’izz ed-dîn Behram Şâh’ın göz altına alındığı sırada bir oldu bitti ile Dehli tahtına oturan Şemsî meliklerinden Melik İzz ed-dîn Balaban Kişilü Han’ın sultanlığını tanımayan Türk emir ve melikler Sultan İltutmuş’un torunu Mes’ud Şâh üzerinde anlaşmaya vararak251 onun 11 Mayıs 1242’de, Alâ ed-dîn lâkabıyla252 Dehli Türk Sultanlığı tahtına geçmesini sağladı. Alâ ed-dîn, ilk anda devlet meselelerine yakın ilgi gösterdi ve işleri düzene koydu. Ayrıca halkı da yatıştırmayı başardı.253 Bu sırada Hoca Mühezzeb ed-dîn, Nizâmü’l-Mülk olarak vezirlik makamını korurken, önemli mevkiler ile çeşitli bölgelerin valiliklerine yeni atamalar yapıldı.
Gerçekleştirilen düzenlemelerle Vezir Mühezzeb ed-dîn, devletin kontrolünü tam olarak ele geçirmiş, sarayında növbet vurdurup, fil bekletmeye başlamıştı. Onun, bu faaliyetlerine karşı çıkan Türk emir ve melikleri görevlerinden almaya başlaması ve açıkça onlara karşı cephe alarak zulüm yapmaya kalkışması254 bardağı taşıran son damla oldu. Nitekim Melik Tâc ed-dîn Sencer Kurat Han ve Melik Bedr ed-dîn Sungur Sofî’nin başkanlığında bir araya gelen Türk emir ve melikler, Dehli yakınlarında su tanklarının bulunduğu ve Sultan İltutmuş tarafından mükemmel tesisler ile donatılmış olan Havz-ı Ranî255 civarındaki düzlükte, 28 Ekim 1242 günü kendilerine bir ders vermek için üzerlerine yürüyen Nizâmü’l-Mülk Mühezzeb ed-dîn’i mağlûb ederek katlettiler.
Yıllardır çevirdiği entrikalarla Dehli Türk Sultanlığı’nı sıkıntıya sokan Tacik asıllı Vezir Mühezzeb ed-dîn’in ortadan kaldırılmasından sonra çeşitli vilâyetlere ve devletin önemli kademelerine yeni atamalar yapıldı. Cüzcânî Uluğ Han Balaban’ın hayat hikâyesini verirken, onun 1242’de Ganj ve Cemne nehirleri arasındaki bölgede yaşayan Detveli/Çatroli ve Celâlî Hindularına karşı muhtemelen Sultan’ın da katıldığı seferden bahseder.256 Bu arada Lakhnauti’de hakim olan Melik İzz ed-dîn Togan Han Tuğrıl’ın Cacnagar Racası tarafından kuşatılması257 üzerine taleb ettiği yardım gönderilecek fakat, Hindu tehlikesi bertaraf edildikten sonra bölge Melik Temür Han’ın idaresine bırakılacaktır. Böylelikle, Sultan Alâ ed-dîn Mes’ud Şâh, Bengale meseleleriyle de yakından ilgilendiğini göstermiştir.258 Bu arada onun yapmış olduğu müsbet hareketlerden birisi de, amcaları Melik Nâsır ed-dîn Mahmud ile Melik Celâl ed-dîn’i serbest bırakarak, birinciye Bahraiç, diğerine de Kannauç’u ıkta olarak vermiş olmasıdır.259
Aralık 1245’de Mengûtay komutasında Sind bölgesine girip Uçç kalesini kuşatan Moğol ordusuna karşı Emir-i Hâcib Balaban’ın teşvikiyle harekete geçen Sultan Alâ ed-dîn Mes’ud Şâh, büyük bir ordu ile hızla Biyah nehri kıyısına ulaştı. Emir-i Hâcib Balaban’ın aldığı tedbirler kısa sürede Moğollar üzerinde tesirlerini gösterirken, Dehli kuvvetlerinden bir kısım birlikler Biyah nehrini geçerek Lahor önlerine ulaşmış ve Moğolların çekileceği yolları tehdit etmeye başlamıştı. Bunun üzerine Uçç kuşatmasını kaldıran Moğollar 15 Ocak 1246 günü aldıkları binlerce esiri de karargâhlarında bırakarak üç grup halinde Horasan’a doğru hızla geri çekilmiştir. Sultan, ordusunun gücünü düşmanlarına gösterebilmek için birliklerine Sudra nehri kıyısında bir yürüyüş yaptırdıktan sonra, 30 Mayıs 1246’da Başkent’e geri dönmüştür.260
Moğollara karşı kazanılan kolay zafer Sultan Alâ ed-dîn Mes’ud Şâh’ın Türk emir ve meliklere karşı tavrının değişmesine sebep olmuştur.261 Ayrıca O, daha önce sahip olduğu, cömertlik, iyi kalplilik ve olgunluk gibi birçok değerli özelliği de bir tarafa bırakarak, kendisini oyun, eğlence ve ava vermiş ve devlet işlerini ihmal ederek, idarenin kargaşa içine düşmesine sebeb olacaktır.262 Sonuçta Sultan’ın Türk emir ve meliklerin ıktalarını ellerinden almaya başlaması ve bir kısmını da öldürtmesi kendi sonunu da hazırlamıştır.263
Sultan Alâ ed-dîn Mes’ud Şâh’ın her geçen gün artan baskısı karşısında birer birer yok edilmeden harekete geçmeyi uygun bulan Türk emir ve melikler Bahreiç’de bulunan İltutmuş’un oğlu Nasr ed-dîn Mahmud ile temasa geçerek onu gizlice Dehli’ye davet ettiler. Bu davete uyan Nasr ed-dîn Mahmud’un Dehli’ye ulaştığı 10 Haziran 1246 günü de Alâ ed-dîn Mes’ud Şâh’ı tutuklayıp, bir müddet sonra da öldürdüler.264
V. Sultan Nasr Ed-Dîn Mahmud Şah
Nâsr ed-dîn Mahmud, Sultan İltutmuş’un oğludur.265 Onun çok sevdiği büyük oğlunun ölümünden hemen sonra dünyaya geldiği için kendisine ağabeyinin isim ve ünvanı birlikte verilmiştir.266 Dehli’nin iki üç kilometre kuzeyine düşen Levnî Sarayı’nda, annesinin nezaretinde büyük bir titizlikle yetiştirilen Nâsr ed-dîn Mahmud’a devlet idaresi ve hükümdarlığın şartları hakkında da dersler verildiği anlaşılmaktadır. Sultan Mu’izz ed-dîn Behramşah tahttan indirildiği sırada diğer şehzadelerle birlikte tutuklu bulunduğu Kasr-ı Sefid’den çıkarılarak, Türk emîr ve melikler tarafından Firûzî Sarayı’na getirilen Nâsr ed-dîn Mahmud, 1243 yılı başlarında Sultan Alâ ed-dîn Mesûd tarafından Bahraiç valisi olarak tayin edilmiştir.267 Çocuk denilebilecek yaşta olmasına rağmen buradaki başarılı yönetimiyle dikkatleri üzerinde topladığından Sultan Alâ ed-dîn Mesûd’u hall etmek isteyen Türk emîr ve melikler tarafından gizlice Dehli’ye davet edilerek tahta çıkarılmıştır.268
Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud’un yirmi yıllık saltanatı süresince üç önemli mesele görülmektedir. Bunlar; Moğol saldırıları, Hindu tecavüzleri ve hepsinden önemlisi melikler arasındaki gruplaşmalardan doğan iç çekişmelerdir. Nitekim tahta geçmesinden hemen sonra Moğolların Dehli Türk Sultanlığı sınırlarına tecavüz ettiklerinin bildirilmesi üzerine bizzat harekete geçen Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud Şâh, 10 Mart 1247’de Lahor yakınlarındaki Ravi nehrini geçtiği sırada Moğolların geri çekildiklerini öğrendi. Bunun üzerine, Aralık 1245 de Moğollar’a kılavuzluk yapan ve Nandana çevresindeki Cud tepelerine hâkim olan Rana’dan intikam alınarak, bölge tahrip edildikten sonra geri dönülmüştür.
Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, Emir-i Hâcib Melik Balaban’ın telkinleriyle Moğol akınları karşısında beklenilen mukavemeti gösteremeyen, hattâ zaman zaman Moğollarla işbirliği yapan yaşlı emirlerin tımarları ellerinden alındı, Yapılan yeni düzenlemelerle Pencâb bölgesinde merkezi idareyi güçlendirirken, bölgede Moğollara karşı mukavemeti de artırmıştır.269
Ekim 1247’de harekete geçen Sultan, Dehli’den onbeş, yirmi kilometre kuzeybatıdaki Panipat’a ulaştığı bir sırada Melik Balaban’ın teşvikiyle geri dönerek, doğuya yöneldi.270 Duâb bölgesine girerek Kannauç hudutlarındaki güçlü bir Hindu sığınağı durumunda olan Talsanda kalesini fethetti. Bu sırada Melik Balaban da, öncü birliklerinin başında çok güçlü kalelere sahip, kuvvetli Ranaların elinde bulunan Kalincar ile Kara arasındaki dağlık ve engebeli araziye yaptığı akını tamamlayarak hükümdarlık ordusuna katıldı. Bölgedeki Hindu hareketlerinin sindirilmesi üzerine geri dönülmüş ve 19 Mayıs 1248 günü Dehli’ye ulaşılmıştır.271
2 Ağustos 1249 günü Emîr-i Hâcip Melik Balaban’ın kızı Melike-i Cihan ile evlenen Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, kısa bir süre sonra yeni kayınpederini saltanat naibi olarak atamış, “Çetr” ve “Durbaş” ile birlikte “Uluğ Han” unvanını vererek, onu hükümdarlık orduları başkomutanlığına getirmiştir.272 Uluğ Han Balaban’ın devletin önemli mevkilerini tamamına yakını Türk olan, kendisine yakın kişilerle doldurarak yöretimi bütünüyle tamamen kontrol etmeye çalıştığı görülmektedir.273 Onun bu tavrı, kısa süre içerisinde birbirini takip eden bir dizi isyanın çıkmasına sebep olacaktır.274
12 Kasım 1252 günü Galyor, Çanderi, Narvâr, Kalincar ve Malva bölgelerini içerisine alan geniş çaplı bir sefer başlatan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, Malva hududunda bölgenin en güçlü ranası olan Çahar Deo’yu büyük bir yenilgiye uğratarak memleketini tamamen tahrip etmişti.275 Muhtemelen ülkenin batısında çıkan karışıklıklar sebebiyle, belki de istenilen sonuç alınmış olduğundan, Dehli’ye geri dönülmüş ve bir müddet sonra, Lahor yoluyla Uçç ve Multan taraflarına yönelik bir harekât başlatılmıştır.276 Bu seferin sebebi açık olarak bilinmemekle beraber muhtemelen Uluğ Han Balaban’ın kışkırtmasıyla ayaklanarak bölgeyi hakimiyeti altına alan Melik Nusret ed-dîn Şîr Han’ın tedibini amaçlamış olması ihtimal dahilindedir. Ancak bu gerçekleştirilemeden, ordunun Biyâh nehri kıyısına ulaşıp karargâhını kurduğu sırada, bir süre önce sarayda büyük bir mevki kazanan Hindu dönmesi İmâd ed-dîn Reyhan’ın entrikaları neticesinde Uluğ Han Balaban’ın kendi ıktasma gitmesi emredilerek, Mayıs 1253’de Dehli’ye dönülmüştür.277
Uluğ Han Balaban gibi güçlü birisini merkezden uzaklaştırıp, kendi ıktasına göndererek sıradan bir vali durumuna düşüren Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud’un, kendisinden öncekilerin de yapmak istedikleri gibi “daima saraya bağlı kalacak bir Türk olmayanlar gurubu” meydana getirebilme çabası içerisine girdiği görülmektedir. Onun için idarî kademelerde büyük değişiklikler yapılmış, Temmuz 1253’de İmâd ed-dîn Reyhan Vekil-i Dar olurken, Aynü’l-mülk Cüneydî vezirliğe getirilmiş ve Uluğ Han Balaban taraftarları kısa sürede görevlerinden atılmışır.278 Her halde, bu gelişmeler karşısında Balaban’ın harekete geçeceği düşünülmüştü. Buna fırsat vermek istemeyen İmâd ed-dîn’in kışkırtmasıyla harekete geçen Sultan, Hansi’ye Uluğ Han Balaban üzerine yürümüş, fakat onun hiçbir karşılık vermeden Nagaure taraflarına çekilmesi üzerine Kasım 1253 de Dehli’ye dönmek zorunda kalmıştır.
Başkentte fazla kalmayan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, bu sefer de, kısa bir süre önce Türkistan’a giderek Moğollara sığınan Melik Nusret ed-dîn Şîr Han’ın adamlanının elinden Uçç, Multan’ve Taberhinde kalelerini almak üzere harekete geçmiştir. 16 Şubat 1254’de Taberhinde’yi ele geçirip Melik Tâc ed-dîn Sencer Arslan Han’a veren sultan, Uçç ve Multan’a ikinci defa Melik İzzeddin Balaban Kişilü Han’ı tayin ederek Biyâh nehri kıyısından geri döndü.279
Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud Şâh’ın bundan sonraki saltanat yıllarında da pek çok hadise meydana geldi. Öncelikle ülkeyi tam bir sıkıyönetim ile idare etmeye başlayan İmâd ed-dîn’in ülkenin her yanında başlatılan ayaklanmalar ile Dehli’den uzaklaştırılmış ve Ocak 1255’de Uluğ Han Balaban’ın yeniden yönetimin başına geçmesi sağlanmıştır.280 Bu fiili durum karşısında Sultan Nasr ed-dîn Mahmud’un yapabileceği fazla bir şey bulunmamaktaydı. Ona rağmen başlangıçta bir saltanat değişikliği düşünen Türk emir ve melikler, sonra bundan vazgeçerek Sultan’a yeniden biat ettiler.281
Bu sırada, Annesi Melike-i Cihân’ın, Uluğ Han Balaban’ın rakiplerinden Kutluğ Han ile evlenmesi sarayda soğukluk yaratmış ve Melike-i Cihan ile yeni eşi, Oudh’a gönderilerek merkezden uzaklaştırılmıştır. Ama, bundan sonra Kutluğ Han’ın sebep olduğu olaylar bir türlü önlenemeyecek ve bölgedeki istikrarı epeyce sarsacaktır.282
Birkaç sefer kıstırılmasına ve birlikleri dağıtılmasına rağmen tekrar tekrar isyan eden Kutluğ Han, Bedaûn bölgesindeki Sihramu’da yapılan savaşı kazanacak283 ve bu arada ülkenin doğusu ve batısında sistemli bir isyan salgını başlayacaktır. Nihayet, başta Melike-i Cihân ve Kutluğ Han olmak üzere isyancılar, 21 Haziran 1257’de Dehli önlerine kadar geldi. Fakat, bir sonuç alamayacaklarını anlamaları uzun sürmedi ve bir gün sonra dağılıp gittiler.284 1258’de Pencab’da beliren yeni Moğol tehlikesi Dehli’den gönderilen kuvvetler ile bertaraf edildi. Moğolların Hindistan’daki olayları çok iyi takip ettikleri anlaşılmaktadır. Böylece melikler, Hindular ve Moğolların sebep olduğu meseleler sürüp giderken285 Sultan, akıllı bir politika uygulayarak bütün meseleleri kendi lehine halletmeye çalıştı.
Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, 24 Mart 1260’da Köşk ü Firûzî’ye taşınırken ikiyüzbin yaya ve ellibin atlıdan meydana gelen hükümdarlık ordusu Sultanı selâmladı. Moğol elçileri de, bu münasebetle onun gücünü görmek fırsatını elde etti.286
Nâsr ed-dîn Mahmud, Moğollar’dan korkmuyor ve onlara her fırsatta karşı koyacak güçte olduğunu gösteriyordu. Cüzcânî’nin naklettiğine göre, Sultan da Moğollar’a elçi göndermiş, Emîr Yuğruş’un oğlu, Salın Noyan’la yaptığı konuşmada, “Şayet atlarınızdan birinin tek nalı, Sultan Nâsr ed-dîn’in topraklarına basarsa, dört ayağı da kesilecektir” tehdidinde bulunmuştu.287
Mevat’taki Hindular, yağma hareketlerine devam etmekte, önlerine çıkan ahalinin mal ve canına zarar vermekteydi. O yüzden 6 Temmuz 1260’da Uluğ Han, Mevat seferine çıktı ve bölgede tedip harekâtı yapılarak oniki bin kişi kılıçtan geçirildi.288 Bu tarihten sonraki olaylar hakkında herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. 1264 yılında hastalanan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud, bir müddet hasta yattıktan sonra, 18 Şubat 1266’da öldü.289
Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud Şâh, Cüzcânî ve İsemî’nin kayıtlarında babasından daha büyük bir hükümdar olarak karşımıza çıkmaktadır.290 Ancak olaylar bunun böyle olmadığını göstermektedir.291 Ancak cömert, kibar, merhametli ve dindar birisi olduğu ve geçimini bizzat kendisinin yazıp, sattığı Kur’an nushalarından sağladığı hususunda bütün kaynaklar birleşmektedir.292 Sultan’ın insanî açıdan mükemmel birisi olduğu anlaşılmaktadır. Ama idareciliği hususunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bir başka deyişle Sultan Nasr ed-dîn Mahmud, akıllı, belirgin bir siyâsî görüşe sahip, ama muktedir olamamış birisidir.
G. Balabanlılar
Dehli’de hüküm süren Türk Sultanlıklarının üçüncüsü Balabanlılardır. 1266 ile 1290 tarihleri arasında yirmidört yıl hâkimiyet süren bu hanedan, Kıpçakların Uluğ-Borlu kabilesine293 mensup Gıyâs ed-dîn Balaban tarafından kurulmuştur. Karahıtaylar ile komşu olan Uluğ-Borlular,294 yurtlarının muhtemelen 1218’de Moğollar tarafından istilâsı üzerine diğer Türk kabileleri gibi zayıflamıştır. Böyle karışık ve tehlikeli bir zamanda Moğolların eline esir düşerek Bağdat’a getirilen Balaban, memlûk olarak, Dehli Türk Sultanlığı hizmetine girmiş ve Şemsî Melikleri (= Kırklar)295 arasında yer almıştır. 296
Meliklikten hanlığa, hanlıktan hükümdarlığa yükselerek İltutmuş’tan sonra Dehli Türk Sultanları’nın en büyükleri arasında yer alan Balaban’ın297 kurduğu hanedan, 1266-1290 yılları arasında yirmidört yıl sürmüştür. Balaban dışında tahta çıkan iki hükümdardan biri yeteneksiz, diğeri çocuk yaşta ve devlet işlerinden habersiz bulunduğundan bu hanedan uzun ömürlü olamamıştır.
I. Gıyâs Ed-Dîn Balaban (1266-1287)
Uluğ-Borlu hanları neslinden ve Türkler arasında tanınan bir aileden gelen Balaban,298 onbin çadırlık bir “il”in299 başkanının oğluydu. Moğolların eline düştükten sonra kardeşi ve bir akrabasıyla birlikte300 Gucerat limanlarından birisinde Basralı Cemâl ed-dîn tarafından satın alınmıştır.301 Onun yanında eğitim gören Balaban, 1232’de Şemseddin İltutmuş’un hizmetine girdi. Çeşitli görevlerde bulunarak Hasse-Darlığa kadar yükseldi.302 Raziye döneminde bir ara tutuklandı303 ise de sonra Emir-i Şikâr yapıldı.304
1. Meliklik Dönemi ve Tahta Geçişi
Sultan Muizz ed-dîn Behram Şâh zamanında Emîr-i Âhurluğa yükselen Balaban,305 Sultan Raziye’nin mağlup edilmesinde önemli rol oynayacaktır.306 Ancak, bu sırada velinimeti Bedr ed-dîn Sungur Rumî’nin öldürülmesi, Onun, Dehli’yi kuşatan Türk emir ve meliklerle birlikte hareket etmesine sebep olmuştur.307 23 Ekim 1242’de Nizâmü’l-Mülk Hoca Mühezzeb ed-dîn’in öldürülmesinden sonra Emir-i Hacipliğe yükseltildi.308 Uçç’u kuşatan Moğollara karşı yapılan harekâtta baştan itibaren Sultan Alâ ed-dîn’i yönlendirmiş ve elde edilen başarıdan dolayı büyük bir nüfuz kazanmıştır.309 1246 yılında da Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud’un naibi oldu.310 Yirmi yıllık sürede Balaban, Şemsî Sultanlığı’nın en önde gelen melikleri arasına girdi ve her fırsatta Türk zümresini etrafına topladı.311
Dehli ve civarı ile Duâb ve Kannauç yörelerindeki Hindu unsurların yarattığı kargaşanın önlenmesinde etkili olan Balaban’ın312 kızı ile Sultan, 2 Ağustos 1249’da evlendi. Naipliği yanında Han-ı Âzam yâni Uluğ Hanlık gibi yüksek bir mevkii de ele geçiren Balaban,313 1252’de İmâd ed-dîn Reyhan’ın sebep olduğu olayların sonucunda orduda da üstünlüğü sağladı.314 Bundan sonra devlet idaresi rakip meliklerin entrikalarına rağmen tamamen Balaban’ın eline geçti. Halefi olmayan Sultan Nâsr ed-dîn Mahmud’un Şubat 1266’da ölümü üzerine hanlar, melikler ve emirlerin oybirliği ile tahta geçen Balaban, Gıyâs ed-dîn unvanını aldı.315
2. Hindu İsyancıların Sindirilmesi ve Ülkede İstikrarın sağlanması
Onun sultanlığını ilk tebrik edenler arasında Lakhnauti hakimi Arslan Han’ın oğlu Tatar Han vardı ve tâbiliğini bildirmek üzere hediye olarak altmışüç fil göndermişti.316 Şerefine büyük bir şenlik düzenlendi. Dehli donatılmış, halk arasında genel bir memnuniyet havası yaratılmıştı.317 1266 yılının sonlarına doğru Başkent civarındaki ormanlık sahada yaşayan ve her fırsatta isyan ederek çevre güvenliğini tehdit eden Meolar, şiddetle ezildi. Ormanlık arazi emniyet altına alınarak Gopalgir kalesi yaptırıldı ve şehrin yakınlarına kurulan karakollarla bölgenin güvenliği tam olarak sağlandı.318 Ertesi yıl sultanlığın tahıl ambarı olan Düâb’da meydana gelen karışıklıklar bastırılırken, çevre tahrip oldu. Ama, Jaunpur, Bihar ve Bengal’e giden yollar temizlenerek, emniyeti sağlayacak tedbirler alındı.319 Bu sırada Katherli eşkiyaların sebep olduğu Bedaun, Amroha, Sambal ve Gannaur bölgelerindeki asayişsizlik tamamen ortadan kaldırıldı.320 1268 yılında Cud tepelerinde başlatılan temizlik ertesi yıl da devam ettirilerek bölgede sukunet sağlandı.321
1271’de Pencab’da imar faaliyetlerine nezaret eden Gıyâs ed-dîn Balaban, Moğollar’ın tahrip ettiği Lahor kalesini tamir ve tahkim ettirdi. Dehli’ye döndükten sonra, Meliklik döneminde kısmen düzelttiği bölgenin tımar meselesine eğilen Balaban, yaşlı asker ve harp malullerine tahsis edilmiş arazilerin yeniden defterini tanzim ettirdi.322 Bu nitelikteki kişilerden toprakları alınarak kendilerine maaş bağlandı ise de bu, ordu içinde huzursuzluklara sebebiyet verdi. Bazı komutanların ısrarı ile Balaban nezdinde aracı olan Kutval Fahr ed-dîn’in sayesinde bu uygulama durdurularak, topraklar eski sahiplerine iade edildi.323
3. Moğol Tehdidini Önlemeye Yönelik Tedbirler
Balaban ülkede istikararı sağladıktan sonra dönemin en önemli meselelerinden birisi olan Moğol tehdidini ele aldı. Bu sırada Moğollar, İran ve Azerbaycan’ı istila ederek bir yandan Anadolu’ya girmiş, öte yandan Avrupa içlerine kadar ilerlemişti. Hindistan’a da hemen hemen her yıl akınlar düzenliyorlardı. Bunun sonucunda Lahor tahrip olmuş Uçç ve Multan yöresi sürekli yağmalanmıştı.324 Vaziyet böyle iken, komutanlarından Adil ve Temür Hanlar, Aybeg ve Şems ed-dîn İltutmuş zamanlarında Türklerin elinde bulunan Gucerat, Malva gibi yerlerin geri alınmasını tavsiye etmekte idi. Sultan Balaban, onlara da sıranın geleceğini ifade ile halihazırdaki Moğol tehlikesine dikkat çekerek Dehli’den ayrılmasının doğru olmayacağını bildirdi.325 Bu, gerçekçi ve yerinde bir düşünce idi. Nitekim Sultan’ın, Pencâb’tan Dehli’ye uzanan yollar üzerinde tedbirler aldığı, Uçç-Multan-Lahor çizgisinde güçlü bir savunma hattı oluşturup, Samana ile Sunam hattını da tahkim ettiği326 bir sırada, Moğolların tekrar kuzeybatı sınırlarını aşarak her yeri yağmaladıkları haberi geldi.327 Balaban bu sıkışık ve kritik zamanda Dehli’den ayrılmadı. Hakanü’1-mülk denilen ve halkın daha çok Han-ı Şehit diye isimlendirdiği oğlu Muhammed Han, Pencâb’ın yardımına gönderildi.328 Multan ve havalisinin Moğol tehlikesinden korunması ile görevli olan bu Şehzade, Sind-Pencâb işlerini düzene koymuş, zaman zaman başkente gelerek Sultana bilgi vermiştir. Son ziyaretinde veliaht ilân edilirken kardeşi Buğra Han da, Samana-Sunam hattının muhafazası ile görevlendirildi.329 Ayrıca her iki şehzadenin yanında tecrübeli danışmanlar bulunmaktaydı ve Kırklar’dan Timur Han ile Şîr Han gibi çok değerli melikler de bölgede görevliydi.330
4. Lakhnauti Valisi Toğrul’un İsyânı
Sultan Balaban’ın Moğol meselesi ile meşgul olduğu bir sırada, bu durumdan istifade etmek isteyen Lakhnauti valisi Toğrul, 1276’da, doğuda ayaklandı. Sultanlığını da ilân ederek kendi adına hutbe okuttu ve para kestirdi.331 Bunun üzerine Balaban, uzun saçlı lâkabı ile tanınan Emin Han Melik Alptigin’i Lakhnauti üzerine gönderdi. Toğrul Han, zeki ve askerin iç yüzünü iyi bilen bir kişiydi. Türlü yollarla Balabanlı ordusu içine soktuğu adamları vasıtasıyla para karşılığında, çoğunun saf değiştirmesini sağladı. Daha sonra gücü azalan Emîn Han Melik Alptigin’i savaşa zorlayarak onu mağlup etti. Geri çekiliş sırasında da, muhtemelen Toğrul’un kışkırtması ile Hindu kabileleri de isyan ederek Dehli kuvvetlerine saldırdı. Bu yenilgiyi öğrenen Gıyaseddin Balaban, Emîn Han Melik Alptigin’i Oudh kapısında astırırken,332 1280’de ikinci kez Lakhnauti üzerine gönderilen kuvvetlerin başına Melik Turmadı getirildi. Bu melik de, başarı sağlayamadan Oudh’a kaçtı. Oudh valisinden Melik Turmadı’yı asması ve mücadeleyi kendisinin devam ettirmesi istendi. Vali Şihâb ed-dîn emredilenleri yaptı ise de, Tuğrul’a yenilmekten O da kurtulamadı. Hâdiselerin bu şekilde gelişmesinden endişe eden Sultan, bizzat Toğrul’un üzerine yürüdü.333
Dostları ilə paylaş: |