4. Atatürk’ün Kişiliği ve Etkisi
a) Atatürk’ün kişiliği523
Atatürk görünüm olarak ortadan biraz uzun boylu, (1.76 cm), ince ve sağlam yapılı (76 kilo civarında), açık sarı saçlı, geniş alınlı, elmacık kemikleri belirgin, açık mavi gözlü, etkili bakışlı ve yakışıklıydı. Fiziki görünümü etkileyiciydi. Tabiat itibariyle sıkılgan olmakla beraber, cemiyet içinde bulunmaktan ve konuşmaktan hoşlanmaktaydı. Hitabeti kesin ifadeli, kararlı ve tesirliydi. Giyimine çocukluktan beri özen gösterirdi. Daima temiz ve düzgün giyinirdi. Her zaman traşlıydı. Temizlik konusunda çok titizdi. Mutlaka hergün banyo yapmayı adet edinmişti. Geceleri çok geç yatar, az uyku uyurdu. Kahve ve sigara tiryakiliği vardı. Akşam yemeklerini davetlileriyle yemek, vazgeçilmez bir alışkanlığıydı. Sofrada yemeğin yanı sıra içki, bazen müzik de olurdu. Sofra Atatürk’ün dostlarıyla stres attığı, önemli konularda fikir alışverişinde bulunduğu, gerekli hallerde nabız yokladığı, bazen de görev vereceği insanları ölçüp biçtiği bir yerdi. Çoğu zamanda salondaki kara tahta önünde bilimsel tartışmalar yapılan âdeta akademik bir toplantı gibiydi.
Atatürk’ün en fazla göze çarpan özelliği hareket ve kararlarında çabuk, kesin, açık ve enerjik olmasıydı. Fakat o her şeyden önce gerçekçiydi. Harekete geçmeden konuyu en ince teferruatına kadar gözden geçirir, zaman, mekân ve imkân faktörlerini mükemmel kullanırdı. Hayatı boyunca, “zamanında hiç bir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiç bir şeye girişmemek” ilkesini başarıyla uygulamıştır. Gerektiğinde durmasını ve uygun zamanının gelmesini beklerdi. Ama kesin karar verdikten sonra, onu büyük bir enerji, yıkılmaz bir irade ile tereddütsüz takip ederdi. Pratik ve berrak zekâsı, hiç bir tehlike karşısında yıkılmayan azmi, insanları doğru değerlendirmesi ve en işe yarayacakları yerde kullanması, girişeceği işe mani olacak engelleri yıkmakla işe başlaması, ona başarıya giden yolları açmaktaydı.
İcraatında hâkim olan hisleri değil, akıl ve mantığıdır. Nitekim şahsen alaturka musikiden zevk aldığı halde, batı musikisine yönlenmeyi özendirmiştir. Kadın konusunda da duygularını ve alışkanlıklarını değil, çağın ve geleceğin gereklerini ön plâna almış, kadın-erkek eşitliğinin yollarını açmıştır. Büyük zaferden sonra, muzaffer ordular Boğazlara akarken, bir insanın zor dayanabileceği tahriklere kapılmamış, kariyerini kurtarmak için çatışma arayan Lloyd George’in plânlarını boşa çıkarmış, Mehmetçiğin kanını dökmeden Doğu Trakya’yı kurtarmıştı.
Atatürk’ün vazgeçemediği alışkanlıklarından biri de okumaya olan merakıdır. Daha öğrencilik yıllarında küçük harçlığından kitaplar aldığı bilinmektedir. Genç subaylık yıllarında askerlikle ilğili tercümeler yapmıştı. İleri rütbelerde Arıburnu ve Anafartalar savaşlarını, 1927’de hacimli bir eser olan büyük Nutku üç ay içinde kaleme almıştı. Onun savaş sırasında bile ciddi felsefe ve tarih kitapları okuduğu görülmektedir. Devlet başkanı olduktan sonra, Çankaya’da 10.000 cildi aşkın bir kitaplık oluşturmuştur. Eline aldığı kitabı bitirinceye kadar okur, önemli gördüğü yerleri kırmızı-mavi kalemle işaretlerdi. İlgi duyduğu konularda yurt dışından kitaplar getirtmiştir. Kendisini en çok memnun eden hediyenin kitap olduğu bilinmektedir. Atatürk son zamanlarında özellikle dil ve tarih konuları ile yakından ilgilenmiştir. Bu konularda bilimsel çalışmalar yapılması için Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını kurmuş birer akademi haline gelmelerini temenni ettiği bu kurumların yaşaması için, vasiyetnamesine özel hükümler koymuştu.
Asker kökenli olduğu halde militarist değildi. Savaştan sonra mareşal üniformasını çıkarmış, bir iki vesile dışında bir daha giymemişti. Gönlünde olan demokratik yönetimdi. İki defa çok partili hayatı denemişti. Yoğun inkılâplar içinde, bu rejimin yürümeyeceği, inkılâpların tehlikeye girebileceği anlaşıldığından çok partili rejimden vazgeçilmişti. Ancak Onun arkasında gücünü halktan alan, halk için çalışan bir idare bırakmak istediği bilinmektedir.
Resmî ilişkilerinde son derece titiz davranan Atatürk özel hayatında, dostlarının her türlü nazını çekerdi. Meclisleri daima samimi ve neşeliydi. Davetlileri serbest konuşturmaktan zevk alırdı. Kindar değildi. Öfkesi çabuk geçerdi. 150’lilikleri affederek yurda dönmelerine izin vermişti. Bir defasında Reşit Galip sofrada “Burası milletin sofrasıdır kalkmam” demesine rağmen bir kaç ay sonra onu Maarif Bakanlığına getirmişti.
Atatürk millî gurur konusunda son derece hassastı. Yabancı ülkelere ve milletlerarası konferanslara giden kişilere “sesiniz benim sesimdir, unutmayınız” ihtarında bulunur, gidenler de bunu gözönüne alarak protokol konusunda ödün vermezlerdi. İtalya’ya resmî bir ziyaret yapacak olan İnönü’ye “Sen Türkiye’nin Başvekilisin. Mussolini de resmen İtalya’nın Başvekilidir. Arada hiç bir fark tanımayacaksınız” demişti.524 İnönü’nün İtalya ziyareti; bu direktif doğrultusunda gerçekleşmişti.
Batı’nın Türkiye’ye hep yukardan bakışını engellemeğe, Türk insanının Batı karşısında duyduğu kendine güvensizlik duygusunu önlemeye kararlıydı. Nitekim yaşadığı sürece bu konuda bir ödün vermemiştir. Millî onur bayrağını, o hep yücelerde dalgalandırmıştır.
b) Atatürk’ün Fikir ve Düşünce Kaynakları
Atatürk’ü daha iyi anlayabilmek için onun fikir ve düşünce yapısının oluşmasındaki etkenleri kısaca gözden geçirmek faydalı olacaktır.
Bu etkenler içinde ilk akla husus aile ortamıdır. Mustafa Kemal mütevazı bir ailede dünyaya gözlerini açmıştı. Daha çok küçük yaşlarda babasını kaybetmişti. Ailenin gelir düzeyi sınırlıydı. Dolayısıyla Mustafa küçük yaşlarda insiyatif alma ve başının çaresine bakma alışkanlığını kazanmıştır. Nitekim askerî rüştiyeye annesine haber vermeden girmesi, bunun bir göstergesidir. Diğer taraftan böyle bir aile ortamından gelmesi, onun halkın nabızını tutmasında ve halkın eğilimlerini sezmesinde yararlı olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir etken, Selânik ortamıdır. Daha önce ilgili kısımda belirtildiği gibi, şehir Osmanlı Devleti’nin en işlek limanlarından biridir. Ayrıca Avrupa’ya demiryolu ile bağlıdır. Çeşitli din ve ırk mensuplarının bir arada yaşadığı bir ticaret merkezidir. Bu renkli etnik yapı ve coğrafi konumu, Batı tesirine açık bir ortam meydana getirmiştir. Mustafa Kemal’in yeni fikirlere ve değişik yaşayış tarzına açık olmasında, bu ortamın etkileri hesaba katılmalıdır.
Herkesde olduğu gibi okul ve öğretmenlerinin Mustafa Kemal’in fikri yapılanmasında önemli etkileri vardır. Mahalle mektebini saymazsak, onun devam ettiği Şemsi Efendi Okulunun zamanının en iyi ve en yeni ilkokulu olduğu daha önce belirtilmişti. Daha sonra devam ettiği ve kesintisiz eğitim aldığı, Askerî Rüştiye ve İdadi ile Harp Okulu ve Harp Akademisi, o dönemin en iyi okullarıydı. Dersler alanlarında iyi yetişmiş öğretmenler tarafından verilmekte, pozitif düşünceli yurtsever öğrenciler yetiştirilmekteydi. Bu okullar süreci içinde, Fransızca öğretmeni Yzb. Nakiyüddin, Matematik hocası Mustafa Sabri, Kitabet hocası Mehmet Asım, Tarih hocası Mehmet Tevfik, Tabiye hocası Kurmay Yarbay Nuri Bey, Mustafa Kemal’in üzerinde iz bırakan öğretmenlerdendir.Asker ocağı, mensuplarına “kahramanlığı, vatanseverliği, arkadaş bağlılığını, disiplini, fedakârlığı, özveriyi, tehlikelerden yılmamayı âmirlerin emirlerine kesin itaat etmeyi”öğreten bir yuvadır. Bu yuvada yetişen Mustafa Kemal’de, sayılan nitelikler hayatı boyunca kendisini gösteren meziyetlerdir525
Mustafa Kemal’in fikrî formasyonunda okuduğu kitapların da yeri vardır. Onun öğrencilik yıllarından beri okumayı, öğrenmeyi sevdiği cephede bile ciddi eserler okuduğu bilinmektedir. Onun fikir kaynaklarından birisininde okuduğu kitaplar olduğuna şüphe yoktur.
Onun fikir ve düşünce yapısının oluşmasında 1905-1918 yılları arsında görev aldığı kamu hizmetleri sonucunda yaptığı gözlemlerin, yaşadığı deneyimlerin önemli ölçüde yeri vardır. Hatırlanacağı gibi, bu zaman süreci içinde, Bulgaristan Prensliği bağımsızlığını ilân etmiş, Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek’i ilhak etmiş, Yemen’de ayaklanmalar almış yürümüş, İtalya Trablusgarp’a saldırmış, Balkan ülkeleri Rumeli’yi paylaşmış ve nihayet Osmanlı Devleti basiretsizce girdiği Birinci Dünya Harbinden yenik çıkmış, ülkenin dört bir yanı işgal altına alınmıştı. Devlet tarih sahnesinden silinmenin eşiğine gelmiştir. Atatürk yaşadığı bu acı deneyimler sonucunda, tek çarenin millî hudutlar içinde, yeni bir devlet oluşturmak olduğu sonucuna varmıştır. Yeni devletin aynı duruma düşmemesi için, geleneksel Osmanlı yapı ve düşünce sisteminden ayrılması gerektiğini görmüştür.
Bütün bu etkenlerin yanı sıra onun dünyadaki ve ülkedeki fikir akımlarından da etkilendiğini kabul etmek gerekir. Büyük Fransız İhtilâlinin getirdiği milliyetçilik ve millî egemenlik ilkeleri haliyle onun için de birer ilham kaynağı olmuşlardır. Avrupa’daki fikir akımlarından özellikle Auguste Comte’un oluşturduğu pozitivizm akımının etkili olduğu görülmektedir. Bu akımın en belirgin özelliği olan bilimin egemenliği ve onun dayandığı laik dünya görüşü, Atatürk’ün fikir yapısı ve icraatında temel dayanak noktalarını oluşturmuşlardır. Yurt içinde ise Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet, Celâl Nuri, Kılınçzade Hakkı, Şehbenderzade Hilmi gibi bazı fikir ve sanat adamlarının eserlerine ilgi gösterdiği bilinmektedir. Döneminde mevcut olan fikir akımlarından özellikle Batıcıların medeniyetçi ve Türkçülerin milliyetçi görüşlerini belirli nüanslar içinde benimsediği söylenebilir.526
Atatürk bütün bu sayılan faktörlerden az çok etkilenmekle beraber, bağımsız yaradılışının da bir gereği olarak, hiç bir zaman peşin yargılara, kapılmamış model ve teorilere iltifat etmemiştir. O her türlü düşünceyi kendi akıl ve mantık süzgecinden geçirdikten sonra, ülkenin gerçeklerini, ihtiyaçlarını her zaman dikkate alan pragmatik bir yol izlemiştir. Bunu yaparken de ülkenin geçirdiği tarihi süreç ve jeopolitik konumunu dikkate almış, aklın ve bilimin işaret ettiği yolu takip etmiştir.
c) Atatürk’ün Türk ve Dünya Tarihi Bakımından Önemi
1) Türk Tarihi Bakımından
Hayat hikâyesini etraflıca gözden geçirdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Tarihinde, kendi dönemini olduğu kadar, sonrasını da derinden etkileyen, çığır açıcı bir yeri vardır. Bunları özet olarak gözden geçirmek, onun eserini ve Türk Tarihindeki unutulmaz yerinin anlaşılmasına kolaylaştıracaktır.
Ulu Öndere Türk Tarihi içinden son derecede seçkin bir yer sağlıyan hizmetlerinden en başta geleni hiç süphesiz vatan kurtaran, millî bir kahraman olmasıdır. Yurdun dört bir yandan ve hatta içinden amansız saldırılara uğradığı her şeyin düşmanların insaf ve merhametinden beklendiği, milletin artık yaşama gücünü tükettiği zannedilen bir dönemde, o korkusuzca ortaya atılmıştır. O Türk milletinin hür yaşama arzusuna ve vatan toprağı sevgisine güvenerek, boynunda İstanbul Hükümeti’nin idam fermanı olduğu halde, Millî Mücadele’yi hiç bir şeyden yılmayan iradesiyle organize etmiştir. O bitip tükenmeyen enerjisi, ileriyi görme ve sezme kabiliyeti, pratik ve berrak zekâsı, hiç bir şeyi tesadüfe bırakmayan kararlı hareketi, üstün komutanlık ve teşkilatçılık özellikleri, hayallere yer vermeyen gerçekçi tutumu, zaman mekân ve imkân faktörlerini en iyi birleştirme yeteneği ile Birinci Dünya Harbi’nin galipleri olan süper devletlerin yürüttüğü istilâcı güçleri, kutsal Anadolu topraklarında boğarak son bağımsız Türk Devletini yok olmaktan kurtarmış milli bir kahramandır. Sadece bu muazzam hizmet Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Tarihinde emsalsiz bir yer işgal etmesi için yeterlidir.
Vatan kurtarıcısı Gazi M. Kemal Ataturk’ün eserine devamlılık ve sağlamlık sağlıyan özelliklerden biri de onun “mümkün olan ile mümkün olmayanın sınırlarını” isabetle kestirmesidir. Nitekim zafer kazanan ordular Boğazlara akarken zafer sarhoşluğuna kapılmamış, durulacak yeri ve zamanı isabetle tayin etmiş, siyasî kariyerinin devamını Türklerle bir çatışmaya bağlayan Birinci Cihan Harbi’nin galibi Lloyd George’nin tahriklerine kapılmamış, ölçülü hesaplı tutumu ile onun devrilmesine ve iktidarı ebediyen kaybetmesine yol açmıştır. Atatürk barış masasında da gerçekçi ve ılımlı davranmış, toprak isteklerinde ölçülü bir yol tutmuş, buna karşılık “tam bağımsızlığına sahip bir devlet ve homojen bir vatan yaratma” konusunda titizlikle durmuştur. Yeni devletin tam bağımsızlığına sahip olması için, bağımsız bir devlet anlayışı ile bağdaşması mümkün olmayan kapitülâsyonların kaldırılması gerekiyordu. Kapütilâsyonlar Lozan’da çetin tartışmalardan sonra, barışın tahlikeye girmesi pahasına kaldırtılmıştır. Keza yüzyıllar boyu devletin iç işlerine yabancıların karışmalarına yol açan “Müslüman olmayan azınlıklar meselesi” sert bir nüfus mübadelesi ile çözüme bağlanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti’nin içini yüzyıllardır kemiren Anadolu’nun bütünlüğüne gölge düşüren dış müdahalelere kılıf hazırlayan azınlıklar meselesi tarihe maledilmiştir. Atatürk bu başarısıyla Anadolu vatanı etrafında birleşmiş, tam bağımsızlığına sahip, yeni ve gelişmeye elverişli bir devlet yaratmıştır. Onun zafer sonrası gerçekçi davranışı uzun ömürlü, güvene dayalı bir barış döneminin açılmasını sağlamıştır. Paha biçilmeyen bu uzun barış dönemi, yüzyıllardan beri bütün imkân ve enerjisini savaş meydanlarında tüketmeye mecbur olan Türkiye’ye kalkınmak, gayretini halkının refah ve mutluluğuna yöneltmek, siyasi ve sosyal yapısını çağın gereklerine göre yeniden düzenlemek imkânını vermiştir. Günümüzün altmışbeş milyonluk çağdaş, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslarda etkin güç olmaya aday Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün sağladığı üç çeyrek asırlık barış döneminin eseridir.
Onun eserini ve şahsiyetini yücelten sadece vatan kurtarıcılığı ve tam bağımsızlığına sahip istikrarlı bir devlet kuruculuğu da değildir. O emperyalist devletlerin pençesinden kurtardığı vatanın ve yeniden kurduğu devletin sonsuza dek yaşayabilmesi için gerekli önlemleri de almıştır. “Atatürk ilkeleri veya Türk İnkılâbı” diye isimlendirilen bu tedbirlerin amacı, Türk toplumunu bir an önce, mümkün olan hızla, çağın medeniyetinin bir ortağı haline getirmektir. Daha öncede değindiğimiz gibi, Osmanlı devlet adamları 1718’den beri devleti çöküntüden kurtarmak için Batı’dan öncelikle askerî alanda, daha sonralarıda kaçınılmaz olarak diğer alanlarda bazı şeyler almak zorunluluğunu duymuşlardı. Her devlet adamı kendi idrak çerçevesi içinde, “sınırlı alanlarda kalmak üzere” bazı yenilikler getirmişti. Ne var ki “alınanlar daimi yetersiz kalmış”, “Neyin alınıp neyin bırakılacağı”, tartışması ise Atatürk’e kadar sürüp gitmiştir. Üstelik yapılan yeniliklerle toplum içinde zamanla bir kültür ve müessese ikileşmesi, hatta rekabeti oluşmuştur. Atatürk bu kördüğümü vatan kurtarıcı milli kahraman olmanın ve tam bağımsız devlet kurmanın kendisine sağladığı “emsalsiz itibar” ile kökünde çözümlemiştir.Önceki bahislerde açıklandığı gibi, ona göre çağdaşlaşmanın bir tek yolu vardır. o da çağa hakim damgasını vuran çağdaş medeniyeti bilimi, kültürü, teknolojisi ile başka bir ifade ile “hayata ve dünyaya bakış” şekliyle topyekûn almaktır. Bunun yolu bilim ve fenni rehber edinmekten geçmektedir. Bütün işlerinde olduğu gibi, Atatürk kararını verdikten sonra, bunu büyük bir enerji ve kararlılıkla uygulamış, kısa sayılabilecek bir süre içinde (on beş yıl) yaptığı köklü değişiklerle yurttaşlarını çağdaşlaşma yolunda kanalize etmiş ve onların, “yeni ve geniş ufuklara” yönelmelerini sağlayarak “Türk Rönesansı”nın kapılarını ardına kadar açmıştır. Geleceğin bölgesel gücü Türkiye bu oluşumun bir eseridir.
Atatürk yaptığı yeniliklerle yeni ufuklara yönelttiği Türkiye’nin kendi öz değerlerinden kopmaması ve Batı’nın ruhsuz bir kopyası haline gelmemesi, çağdaşlaşmanın millî değerlerle bezenmiş orijinal bir sentez haline gelmesi için de ciddi önlemler almıştır. Böylece çağdaşlaşma ile millî kimliğin daha bir belirginleşmesi, Türk kültürünün halk kaynağından beslenerek “kendi öz değer ve özellikleri” ile çağdaş medeniyet içinde lâyık olduğu yeri alması amaçlanmıştır. Bunu hayata geçirmek için Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesini kurmuş, Halkevlerini harekete geçirmiştir. Atatürk’ün tarih araştırmalarına verdiği önemin bir sonucu olarak “vatan ile üzerinde yaşayan millet arasında bağlantı fikri”, Türk halkı arasında yerleşmiş ve bir “Anadolu vatanı” mefhumu Cumhuriyet kuşaklarını aynı yörüngede birleştiren bağlayıcı temel unsurlardan biri haline gelmiştir.
Ulu Önder yarattığı eser ile, iki yüz yılı aşkın bir süredir devam eden ve bir türlü başarıya ulaşamayan çağdaşlaşma çabalarının yarattığı eziklik, çaresizlik, güçsüzlük ve duyguları içinde bunalan halkı kendine olan güvensizlikten kurtarmış, başarılarıyla zengin tarihi ile iyi bir geleceğe yöneldiğine inandırmıştır. Onun Birinci Dünya Savaşı galibi olan süper devletlerle, onların uydularını “Mehmetçiğin süngüsü ile” dize getirmesi, yıllardan beri devam eden “Türkün ma’kûs talihini” yenerek, dünün “hasta hasta adamından”, zinde, gelecek vadeden, yeni ve dinamik bir devlet yaratması, Türk halkında kendine ve geleceğe güven duyguları yaratmıştır.527
Büyük Önder, kalın çizgiler halinde belirtilen bu hizmetleri ile Türk tarihinde unutulmaz seçkin bir yere sahiptir. Onun fikir ve düşünceleri yaşadığı sürece, ülkeyi yönetenler için birer esin kaynağı olmuşlardır. Bundan sonra da, aynı şekilde, ışıklı birer yol olacağına şüphe yoktur.
2) Dünya Tarihi Bakımından
Atatürk’ün millî bağımsızlık ve çağdaşlaşma önderi olarak, süper devletlere ve onların destekledikleri uydularına karşı elde ettiği inanılmaz başarılar Latin Amerika’dan Uzakdoğuya kadar uzanan bir alanda heyecanla tutkuyla izlenmişti. Onun parlak başarıları sadece Türkiye için paha biçilmez bir değer olmakla kalmamış, özellikle bağımsızlık özlemi içinde bulunan veya gelişmekte olan ülkeler için bir ümit ışığı, değerli bir ilham kaynağı haline gelmiştir. Emperyalist güçlere karşı, çok zor şartlar altında yürütülen Millî Mücadele “Felâketin bir nehir gibi aktığı” “bütün milletin ateşten bir çember içine alındığı” bir ortamda “bağımsızlığı için ölmeyi göze alan bir milletin başarısızlığının asla bahis konusu olamayacağı” inancıyla yürütülmüştü. Elde edilen âdeta inanılmaz başarı, haliyle Atlantik’ten Çin Denizine kadar uzanan bir coğrafyada yaşayan esaret altında inleyen, horlanan toplulukları ayağa kaldırmış, millî bağımsızlık hareketlerine hız vermiştir.
Atatürk daha 1922 Temmuzun’da Millî Mücadele’nin mazlum milletler için ifade ettiği anlamı şöyle dile getirir: “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi namı ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır…”528
O sömürge durumunda olan doğu toplumlarının yakın bir gelecekte özgürlüğe kavuşacaklarını daha 1930’lu yıllarda, âdeta kehanet sayılacak şu sözlerle öngörür: “Şark’tan doğacak olan güneşe bakınız. Bu gün, günün nasıl ağardığını görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu şüphesiz ki terakkiye ve refaha yönelik olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbâle ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacakır”529
Nitekim Millî Mücadele, Afrika ve Asya’da, Doğu’nun Batı’ya karşı ayaklanması, Asya’nın Avrupa’ya kafa tutması, baskı ve egemenlik altında tutulan halkların emperyalizme başkaldırışı olarak yorumlanmıştır.530. Bu etki, müslüman dünyasında ortak tarih, kültür ve coğrafyanın yarattığı bağlarla daha güçlü olarak hissedildi. Türk zaferi Tunus’da, Cezayir’de genellikle Kuzey Afrika’da coşku ile karşılandı. Suriye ve Filistin’in bazı şehirleri Türk bayrakları ile donandı ve camilerde dualar birbirini kovaladı. Mustafa Kemal’in ismi dillerde dolaşıyor, resimleri evlerin şeref köşelerinde yer alıyordu. Zaferi için şiirler kaleme alınıyordu. Türkiye olayları, kalabalıkları sokağa dökebiliyordu. İngiliz ve Fransız egemenliğinde bulunan yerlerde, “Yaşasın Türkiye” “Yaşasın Mustafa Kemal” haykırışları bağımsızlık özleminin bir ifadesi halini alıyordu. O artık yalnız Türkiye’nin değil İslâm âleminin, hatta islâm olmayan esaret altındaki halkların bir kahramanıydı. O, Faslı Abdülkerim’in, Tunuslu Habib Burgiba’nın, Mısırlı Enver Sedat’ın, Endonezyalı Ahmet Sukarno’nun, Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın olduğu kadar, Hintli Pandit Nehru’nun da derinden etkilendiği, hayranlık duyduğu bir millî bağımsızlık timsaliydi. Atatürk’ün İslâm dünyasındaki imajı, Medeni Kanunun kabulü, lâtin alfabesine geçiş, halifeliğin kaldırılması, devlet ve toplum hayatının laikleştirilmesi gibi, radikal islâmcılara ters düşen uygulamalara ve sömürgecilerin bütün olumsuz propagandalarına rağmen, devam etmiştir. Nitekim 1927’de bir Mısır dergisinin, dünyada yaşayan en büyük yurtseverin kim olduğunu belirlemek için açtığı ankette, Mustafa Kemal, Mısır milliyetçilerinin önüne geçerek ilk sırayı almıştır.531.
Türk çağdaşlaşması, sadece millî bağımsızlık açısından değil, fakat skolastik düşünce tarzına karşı akılcılığın, medeniyetçiliğin hümanizmin İslâm alemindeki öncülüğünü yapması bakımından da etkili olmuştur. Bu özelliği ile Atatürk ilke ve inkılâpları, İran’da Rıza Şah Pehlevi, Afganistan’da Amanullah Han, Endonezya’da Ahmet Sukarno, Mısırda Abdünnasır, Tunus’da Habib Burgiba vs. için farklı nüanslar içinde ilham kaynağı olmuştur.
Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta, Türk çağdaşlaşmasının değişik ve farklı kültür çevrelerinin çağa uyumları bakımından yol gösterici olmasıdır. Atatürk’ün eseri, “Tarihi boyunca Batı kültürüne yabancı kalmış ve Hristiyan olmayan” toplumlara çağdaş medeniyete ulaşmanın modelini oluşturmuştur. Bu özelliği ile onların gelişmelerinde evrensel bir yer tutmuştur. Batılı bilim adamlarına göre, Türk çağdaşlaşması, özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra, Türk Tarihinin bir safhası olmaktan çıkmış, bağımsızlıklarını yeni kazanan ülkeler için politik sistem olarak Doğu ve Batı rejimleri arasında, bir alternatif değer oluşturmuştur. Bu özelliği ile Atatürk yolu, Türkiye sınırlarını aşmış, kıt’alara mal olan evrensel bir nitelik kazanmıştır.
Daha önce değinildiği gibi, Atatürk’ün üfulünün dünyada ve özellikle Asya ve Afrika’da yarattığı derin yankılar, onun evrensel etkisinin en güçlü göstergesidir.
Özetle Türk çağdaşlaşması, sadece Türkiye için değil, fakat bağımsız olmak, çağdaş olmak ve bağımsız kalmak isteyen, çağdaş medeniyeti benimsemenin bir ölüm kalım meselesi olduğu bilincine varmış bütün milletler için, her bakımdan paha biçilmez bir ışıklı yol, evrensel bir değer niteliği taşımaktadır.532
BİBLİYOGRAFYA
I. Bibliyografya Eserleri
ACAROĞLU, Türker: Açıklamalı Atatürk Kaynakçası, 2 C. Ankara, 1981.
ARAR, İsmail: Atatürk Kurtuluş Savaşı Devrimler ve Cumhuriyet Türkiyesi ile İlgili Kitaplar, İstanbul, 1960.
ASLANTÜRK, Zeki: Milli Mücadele’de İstanbul Basını Bibliyografyası (30 Ekim 1918-31 Teşrinsani 1923). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bitirme Tezi, 1974.
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti, Konusunda Yurtdışında Yayınlanmış Kitaplar Bibliyografyası, Ankara 2000.
Atatürk Biblioğrafyalarının Biblioğrafyası, Ankara, (1981). Milli Kütüphane Müdürlüğü.
Atatürk’ün Ekonomik ve Sosyo-Ekonomik görüşleri ile ilgili Makale ve Kitaplar Biblioğrafyası, Ankara 1981. Maliye Bakanlığı Yayını.
Atatürk Kitaplığı Kataloğu, İstanbul, (1973) Yapı Kredi Bankası 50. Yıl Yayını.
Atatürk’ün Özel Kütüphanesinin Kataloğu (Anıtkabir ve Çankaya Bölümleri) Ankara, 1973 Milli Kütüphane Müdürlüğü.
BODURGİL, Abraham: Atatürk and Turkey, A Biblioğraphy 1919-1938, Washington, 1974.
BODURGİL, Abraham: A centennial bibliography (1881-1981), Washington, 1984.
DURUÖZ, Işın - DOĞAN, Orhan: Milli Egemenlik Biblioğrafyası, Ankara, 1983.
GENEL KURMAY BAŞKANLIĞI: Anıtkabir Atatürk ve Türk Devrimi Kütüphanesi Kataloğu, Ankara, 1993.
GENEL KURMAY BAŞKANLIĞI: Askerî Tarih Yayınları Bibliografyası, Ankara, 1989.
FALAY, NİHAT: Türkiye Ekonomi Bibliografyası (1929-1976) İstanbul. 1977.
GÖKMAN, Muzaffer: Atatürk ve Devrimleri Bibliografyası III. Cilt, 1968-1983.
İLTER, Erdal: Türk-Ermeni İlişkileri Bibliografyası, Ankara, 1997.
İstanbul Kütüphaneleri Atatürk Kitapları Toplu Kataloğu, İstanbul, 1984
KALUS, MARİELLE: “Bibliographie des publications en langue française sur Atatürk et son époque” (1919-1938), Extrait de “La Turquie et la France”, Paris, 1982.
KARAYALÇIN, Yaşar - MUMCU,Ahmet: Türk Hukuk Bibliografyası 1927 - 1928, Ankara, 1972.
KORAY, Enver: Türkiye Tarih Yayınları Bibliografyası, IV. Cilt, 1960-1984.
MELZIG, Herbert: Yeni Türkiye’nin Siyasi Bibliografyası, İstanbul, 1944.
MERCANLIGİL, Muharrem: Atatürk ve Devrim Kitapları Kataloğu, Ankara, 1953.
ODABAŞOĞLU, Adnan: Atatürk’ün Ölümünden Sonra Dünya Matbuatının Yazdıkları, İzmir, 1938.
ÖZERDİM, Sami: 10 Kasım - 31 Aralık 1938 Günlerinde Türk Basınında Atatürk için Yazılmış Yazılar Bibliografyası, Ankara, 1958.
SOYSAL, Özer: “Atatürk Araştırmalarının Bibliografik Dayanakları”, Erdem, Sayı: 12, s. 1108-1132.
ŞENALP, Leman: Atatürk Kaynakçası, Doğumunun 100. Yılında Yayınlanan Kitaplar, Broşürler, Dergi Makaleleri, Bildiriler, Şiirler II c. Ankara, 1984.
TAMKOÇ, Metin: A Bibliographie on the Foreign Relation of the Republic of Turkey 1919-1967, And Brief Biogrophies of Turkish statesmen, Ankara, 1968.
TANER, Hasan: Halkevleri Bibliografyası, Ankara, 1968.
TEZCAN, Mahmut: Türk Sosyoloji Bibliografyası, (1928-1968), Ankara, 1969.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ Kültür ve Sanat Yayın Kurulu: Millî Egemenlik ve İnsan Hakları Bibliografyası (1840-1990), III cilt, Ankara, 1992.
VARLIK. M. Bülent: Türkiye Basın - Yayın Tarihi Kaynakçası, Ankara, 1981.
YÜCEL, Yaşar: “Birinci Dünya Harbi Bibliografyası” Askeri Tarih Bülteni, Sayı: 20, 1986, s. 157-173.
Dostları ilə paylaş: |