EL-CÂMİ’ (C.C.)
“Herkesi istediği an, istediği yerde toplayan.”
Cem': Mânâ olarak, dağınık şeyleri bir araya toplamak, yekûn haline getirmek demektir. Bir kere düşününüz ki, tâ Hazreti Adem devrinden beri bugüne gelinceye kadar nice milyarlarca insan toprağa karışmış, yok olmuş, zerre zerre dağılmıştır. Onlardan hiç bir eser, bir nişane kalmadığı halde, kudreti sonsuz rabbimiz, bütün o dağılmış, yok olmuş insanların vücutlarının her bir zerresini bir araya getirip birleştirecek ve tüm insanları mahşer meclisinde huzuruna alacaktır. Milyarlarla ifade edilemiyecek derecede çok insanın zerreleri, bedenleri birbirine karışmıştır. Hatta hayvanların bedenleri de toprakta yok olmuştur. Öyleyken, hiç birini diğerine karıştırmadan her canlıyı tek tek ve ayrı ayrı tekrar vücuda getirmek Allahü Teâlâ için pek kolaydır. Allah'ın ezelî ilminde, her insanın vücudunu teşkil eden zerrelerin sayısı, miktarı, bulunduğu yer, gün gibi aşikârdır. O'na gizli kalabilecek bir yer yoktur. Herbir bedenin zerreleri bir anda birleşip eski haline gelivermesi Yüce Allah'ın tek bir fermanına bakar. Zât-ı Zülcelâl “Ol!” der, milyarlarca ölmüş beden birden hayat bulur ve herkes hesap için hâzır olur.
Sadece vücutların bir araya gelmesi ile iş bitmez, o bedenlere ruhları da iade olunacaktır. Hiç birinin ruhu diğerinin bedenine gitmeden herkes kendi mekânında karar kılacaktır. Aciz insanın aklı bu muazzam yaratılışı kavramakta yine aciz kalır. Ancak iman nuru ile pırıldayan gönüller ve akıllar bunda şüphe etmez. Çünkü hiç yoktan var etmek bundan daha acaiptir. Zorluklar, imkansızlıklar ancak bize göredir. Allahü Teâlâ eksikliklerden münezzehtir.
Hayatı, ölümü yaratan O'dur. İnsanı bu çemenler diyarı dünyaya göndermiştir ki bakalım hangisi amelce daha güzel işler başaracak. Aslında o imtihanda kimlerin kazanacağını, kimlerin kaybedeceğini tâ ezelden bilmektedir. Öyledir de, güya tecrübe ediyormuş gibi fiilen bu işi açığa vurmak; her kişiye, her ferde ve herkese kendi yaptığıyla kendi derecesini bildirmek ve bu suretle de kimsenin kimseye bir diyeceği kalmamak hikmetiyle insanlar dünyada kendi iradeleriyle başbaşa bırakılmıştır. İyilik yapan mükâfatını, kötülük yapan da cezasını görecektir. Herkes bu fena mülkünde, her gün ya kazanmakta, ya ziyana uğramaktadır ve herkesin sayılı nefesleri son ana doğru kanatlı kuşlar misali uçup gitmektedir.
İnsanın yüzüne ölümle beraber dünya kapısı kapanacak, ölümün ardından ahiret yolları açılacaktır. Dünyada mekan tutan herkes mîzan başında hesap verecek ve büyük mahkeme herkese lâyık olduğu yeri gösterecektir.
Bu dünyadan nice Yusuf gibi güzeller, nice Züleyha gibi gün görmemiş inciler ve nice Süleymanlar göçüp gitmiştir. “Ben sarayımdan, servetimden, cariyelerimden ayrılıp bir yere gitmem!” diyebilecek bir arslan henüz yaratılmamıştır. Bütün beşer kıyamet zelzelesiyle kabirlerinden kalkıp mahşer meclisinde toplanacaktır. İyiler rıdvan yurdu olan güzel cennete, kötüler ve zalimler de ateş diyarı ve azap çukuru olan cehenneme konulacaktır. Aziz ve celîl olan Allah dostlarına cennet ve dîdâr neş'eleri lütfederken, düşmanlarını da felâket yurdu cehennemde cem edecektir.
Bizim o günden elbet zerrece şüphemiz yoktur. Ve biz rabbimizin bize öğrettiği şekilde dua ederiz:
“Ey Rabbimiz! Muhakkak ki sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah vaadinden dönmez.” 224
O gün zalimler, kâfirler, zorbalar, Allah'ın dinine taş atanlar kendilerini büyük mahkemede buluverecekler. Hak sahipleri zalimlerin eteğine yapışıp davacı olacaklardır. Milyarlarca insanın içinde o adam beni nasıl bulacak? gibi bir bâtıl düşünce akla gelmemelidir. Yaz ortasında birden kışı, kış ortasında birden yazı, soğuğu, sıcağı, havayı, suyu, zerreyi, küreyi halkeden Yüce Yaratıcı, elbet herkesi bir araya toplamaktan aciz değildir. Hem öyle toplanacak ki, dünyadaki gibi insanlar birbirlerine tecavüz edemeden, bir diğerinin hakkına el uzatamadan Allah huzurunda bulunacaklardır. Zengin, fakir, güzel, çirkin, genç, ihtiyar, kadın, erkek, kim varsa herkes kendi nefsinin derdine düşecektir.
A iyi dostlar!
Ben derim ki, o gün gelmeden uyanmak lâzımdır. “Yarın yaparım, yarın yaparım.” sözünü bırakınız da fırsat elde iken bugün bir şey yapınız. Çünkü nice yarınlar geçti, elimiz hâlâ boş. Gün gelir elimizdeki yarınlar da tükenir.
Hayat, akan bir ırmak ve çözülen makara,
Can denize düştükte, artık görünmez kara!.. 225
EL-ĞANİYY (C.C.)
“Zâtı ve sıfatı ile her şeyden müstağni, çok çok Zengin.”
Alemde bir zengin düşününüz ki, onun hiçbir şeye ihtiyacı olmasın, bir eksiği bulunmasın. İnsanlar için bu mümkün müdür? İnsan sadece zengin değil, bütün dünyaya mâlik olsa, o yine bir başkasına muhtaçtır. Zengin ise; hiçbir şeye muhtaç olmayan, hiçbir suretle bir başkasına dayanmayan ve her ihtiyaçtan berî olan demektir. İnsanlar için bu muhal. Bu sıfat, tam ve mutlak mânâda Allahü Teâlâ'ya mahsustur. Çünkü Hâhk-ı Zîşan, gerek zâtında, gerek sıfatlarında, gerek işlerinde hiçbir zaman, hiçbir şeye muhtaç değildir. Aksine âlemlerin bütün ihtiyacını karşılayan, bütün varlıkların rızkını veren, kapısında boyun bükenlerin ellerini boş döndürmeyen yegane zengin O'dur. O'nun hazinelerini bitirmeye kimsenin gücü yetmez. O, kendi zâtından istedikçe isteyenleri sever. Halbuki dünya sultanları, kapısına gelenlerden hoşlanmaz.
O'nun hazinelerinde herşey vardır, ancak “Yokluk” yoktur. Dünya sultanlarının ise elinde olan tükenir, saltanatın yerinde yeller eser, kendileri de gün gelir bir kefenle toprağa girer. Demek ki asıl zengin olan kullar değil, Allahü Teâlâ'dır. Çünkü O'nun zenginliğinin sonu yoktur.
Evet:
Sizde olan tükenir, Allah'da olan sonsuz,
Ey Âdem evlatları, ne yaparsınız O'nsuz?
Bir gün zamanın halifesi Abdülmelik, büyük İslâm âlimi İbni Baytara'yı ziyarete gitmişti. Ona:
“Ey üstad, dedi, ne emrederseniz buyurun, emredin. Emriniz derhal yerine getirilecektir!”
İbni Baytara yanağına tombul bir gülücük kondurup dedi ki:
“Estağfirullah, ne isteyebilirim ki, siz de benim gibi Abdülmelik'siniz, Melik'in, yani Allah'ın kulu! Siz benim ne günahımı affedebilirsiniz, ne de sevabımı çoğaltabilirsiniz. Ne beni cennete koyabilirsiniz, ne de cehennem'den âzâd edebilirsiniz.”
Halife Abdülmelik bu güzel sözden öyle haz duydu ki, bir ah ederek gönül dağladı da:
“Ne olurdu, dedi, bütün âlimlerimiz sizin gibi mert ve sadık olsaydı!..”
Gerçek o ki, halifeler de, sultanlar da, şahlar da Allah'a muhtaçtır. Cihanın en büyük hükümdarı bile olsa hiç kimse bir başkasını cennete koymaya kadir değildir. Cennet ise Allah'ın mülküdür ve bitmez tükenmez nimetlerle doludur.
İhtiyaç sahibi olanlar gerçek mânâda zengin sayılmazlar. Hacet eksikliktir. Bütün hacetlerini bir başkasının gördüğü zât ise mâbud olamaz. Halbuki Allahü Teâlâ binlerce senedir, binlerce mahlûkun ihtiyacını karşılamakta, ardı arkası kesilmeden her canlının rızkını vermektedir. Kıyamete kadar da dünya dolusu nimet akıp duracaktır. Kıyametten sonra da Peygamberleri, dostları ve mü'minler için cennetlerinin kapısını açacaktır. Oradaki nimetleri akıl ve hayâl kavramaktan çok uzaktır.
İşte Allah'ın zenginliği böyledir. Kullarını ibadetle mükellef tutması, ihtiyaçtan değil, insanların kendi ihtiyaçlarındandır. Yine yaratılmışlar içinde Allah'a ihtiyacı en çok olan insanlardır.
Meselâ: Bir kuş bir ağacın dalında avuç içi kadar bir yerde hayatını devam ettirebilir. İki arpa tanesi onu doyurur. Ne saray ister, ne ısınmak için ateş arar, ne gezmek için vasıtaya ihtiyaç duyar. Onun âlemi küçük bir âlemdir. Fakat insanlar öyle mi?
Anne rahminden dünya çemenine düşen bir bebeğin ihtiyaçlarını düşünmek kâfi. Maddî ihtiyaçtan başka ruhî ihtiyacımız da vardır. Bunları hazır edip hizmetimize sunmak, Allahü Teâlâ'dan başkasının yapacağı iş değildir. Şu bir nefes içinde ne kadar nimetlere mazhar oluyoruz da haberimiz yok.
Hani bir gün, Harun Reşid, Behlül Dânâ Hazretlerine:
“Ey iki gözüm, Behlül, demişti, şu bir kese altını al, sana hediyemdir. Bir ihtiyacını giderirsin!”
Behlül'ün karşılığı yaman olmuştu:
“Ey Harun! Allah senin rabbin de benim rabbim değil mi? Seni hatırlayıp da beni unutur mu? Sen niye ipi boynuna takıp kendini ateşe sürüklüyorsun?”
Ey insanlar! Kuş kanadıyla uçar! Kanadı kırık kuşu vahşi kediler kapar. Yaptığımız iyilikler, ibadetler hayırlar, güzel işler hep bize dönecektir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın bunlara zerrece ihtiyacı yoktur. Allah emrettiği için ve onun rızasını umarak ibadetlerimizi ifa ettiğimiz takdirde alacağımız mükâfat pek büyüktür. O'nun rızası ise hepsinden büyüktür ve makbuldür.
Ve Allah'ın emr ü fermanı:
“Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaç olanlarsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir, Hamîd'dir = hamd olunmaya lâyıktır.” 226
Evet:
İncir, hurma, muz O'nun,
Ey insanlar, tuz O'nun.
Sizin bir şeyiniz yok,
Yağmur O'nun, buz O'nun!. 227
Dostları ilə paylaş: |