Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə26/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   189

dânisten (f.m.) bilmek.

dâniş 1. biliş, bilgi, ilim. 2. erkek adı.

Ehl-i dâniş bilgi sahipleri.

Encümen-i dâniş akademi.

dâniş ve bîniş (öğrenme ve bilme) bilgi ve görgü.

dâniş-âmûz (f.b.s.) öğrenici; öğretici, fr. didactique.

dâniş-fürûş (f.b.s.) bilgiçlik taslayan.

dâniş-gâh, dâniş-geh (f.b. i.) bilgi yeri, mektep; üniversite.

dâniş-gede (f.b.i.) üniversite.

dâniş-ger (f.b.s.) bilgin, âlim. (bkz: dânişver, dânişî).

dânişî (f.s.) bilgin, âlim. (bkz: dânişger, dâniş-ver).

dâniş-mend (f.b.s. c. dâniş-men-dân) 1. bilgili. 2. Tanzimat'tan önce, kadıların yanında stajyer olarak çalışan kimse.

dâniş-mendân (f.b.s. dâniş-mend'in c.) dânişmentler.

dâniş-nâme (f.b.i.) şahadetname.

dâniş-perest (f.b.s.) ilimi, bilimi seven

dâniş-pezîr (f.b.s.) bilgili.

dâniş-sâr (f.b.i.). (bkz. dâniş-gâh, dâniş-geh, dâniş-gede).

dâniş-ver (f.b.i.c. dânişverân) âlim, bilgin, (bkz: dâniş-ger, dânişî).

dâniş-verân (dânişver"in c.) 'bilginler, âlimler.

Dânük çocuklar için hazırlanan diş-buğdayı. (bkz: dânâk).

dar (a.i.c. dirân) l. ev. 2. yer. 3. yurt.

dâr-ı âhiret ahiret, öbür dünyâ.

Dâr-ı ahzân (hüzün, üzüntü evi) Hz. Yakub'un evi.

dar-ı beka ahret.

dâr-ı cihan [bu] dünyâ, (bkz: dâr-ı dünyâ).

dar-ı dünyâ dünyâ.

dar-ı emân Müslümanlar ile sulh hâlinde bulunan veya Müslümanların zimmetini kabul eden gayrimüslim bir milletin ülkesi.

dâr-ı fena dünyâ.

dâr-ı gurur dünyâ, (bkz: dâr-ı hüzn, dâr-ı ibtilâ, dâr-ı şeşper, dâr-ül-emkân, dâr-ül--imtihân).

dâr-ı harb Müslümanlar ile aralarında sulh hâli bulunmayan gayrimüslimlerin ülkesi, [bu ülkedeki Müslim olmayan ahâlîden her birine "harbî" denir].

dâr-ı hüzn dünyâ, (bkz: dâr-ı ibtilâ, dâr-ı şeş-per, dâr-ül-emkân, dâr-ül-imtihân].

dâr-ı ibtilâ dünyâ, (bkz: dâr-ı gurur, dâr-ı hüzn, dâr-ı şeş-per, dâr-ül-emkân, dâr-ül--imtihân).

dâr-ı islâm Müslümanların hâkimiyeti altında bulunan yerler. [Müslümanlar oralarda hu-'zur ve emniyet içinde yaşarlar].

dâr-ı naîm Cennet.

dâr-ı pilpil (bkz: dâr-ı fülfül).

dâr-ı ridde aslında Müslim iken sonradan ir-tidâdeden veya bir aralık tslâmiyeti kabul etmiş iken sonradan mürted olan şahısların hâkim bulunduğu şehir veya kasaba, [bâzı ahkâm itibarıyla dâr-ı harb'den ayrılır].

dâr-ı şeşder (bkz: dâr-ı cihan, dâr-ı dünyâ).

dâr-ı şeş-per dünyâ, (bkz: dâr-ı cihan, dâr-ı gurur, dâr-ı hüzn, dâr-ı ibtilâ, dâr-ül-emkân, dâr-ül-imtihân).

dâr-ı şûrâ-yı askerî 1253 yılı muharreminde teşkil ve 1259 tarihli nizâmnâme ile vazifesi tesbit olunan ve bir reis ve bir müftü ile askerî ve mülkî ricalden onbir dâimi ve altı muvakkat âza (üye) ile kurulan yüksek askerî bir meclis idi. [1296 yılında lağvolunmuştur].

dâr-ı ukbâ, dâr-ül-ukbâ ahret, öbür dünyâ.

dâr-ı zimmet Müslümanların ahit ve emânını, himayesini kabul etmiş olan gayrimüslimlere mahsus yerler.

dâr-ül-cezâ ahret.

dâr-ül-cihâd İslâm sınırları dışındaki ülkeler. İslâmla barış hâlinde olmayan veya bir anlaşma yapmamış olan ülkeler.

dâr-ül-emkân dünyâ, (bkz: dâr-ı cihan, dâr-ı gurur, dâr-ı hüzn, dâr-ı ibtilâ, dâr-ı şeş-per, dâr-ül-imtihân).

dâr-ül-imtihân dünyâ, (bkz: dâr-ı cihan, dâr-ı gurur, dâr-ı hüzn, dâr-ı ibtilâ, dâr-ı şeş-per, dâr-ül-emkân).

dâr-ül-muhâsebe ve-l-mevtâ ölüm işleri dâiresi.

dâr-üt-tabâat-ül-âmire Devlet Matbaası.

dar (f.i.) 1. darağacı. 2. ağaç. 3. direk.

-dar ( f.s.) 1. tutan.

Defter-dâr defter tutan.

Bayrak-dâr bayrak tutan., gibi. 2. sahip, mâlik, ..li.

Alâka-dâr alâkalı, ilgili.

Hisse-dâr hisseli.

Hükümdar hükme sahip, hükme mâlik.

Alem-dâr bayrak tutan.

dar (f.i.) savaş, [dâima eşanlamı olan "gîr" ile beraber kullanılır).

dar ü gîr kavga, savaş.

dar (a.i.). (bkz. darr).

Dara (f.i.) l. Keyâniyân denilen eski Fars hükümdarlarından dokuzuncusu, Keykubad. 2. hükümdar. 3. Cenâbı hakk'ın bir adı.

dârâ-yi dar ü gîr savaş hükümdarı. 4. küp dibinde kalan tortu.

darâat (a.i.) 1. alçalma, kendini küçültme, (bkz: tezellül). 2. miskinlik gösterme, (bkz: zarâat).

darâat-nâme (a.f.b.i.) yazarının kendisini küçülterek, tevazu ve alçakgönüllülük gösterdiğini bildirerek yazdığı maktup.

daraban (a.i.) 1. çarpıntı, çarpma, çarpış, vurma, vuruş. 2. biy. vuru, fr. batte-ment.

darabân-ı kalb kalbin vuruşu, kalp çarpıntısı.

darabân-ı dehr zamanın değişkenliği.

darabân-ı şedîd hek. şiddetli çarpıntı.

darabât (a.i. darbe'nin c.) vuruşlar, vurmalar, çarpmalar.

darabât-ı anîfe şiddetli vuruşlar.

darâgım (a.i. dırgam'ın c.) arslanlar. (bkz: zarâgım).

darâir (a.i. darre'nin c.) ortak kadınlar, kumalar.

daraka (a.i.c. derk, edrâk, dırâk); 1. deriden yapılmış kalkan. 2. gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan biçiminde olanı.

dârât (f.i.) debdebe, şan, büyük gösteriş, (bkz: dârû-berd).

dârât-ı İskender iskender'in debdebesi.

dârâyî (f.i.) 1. sahip olma. 2. hüküm sürme. 3. bir çeşit kumaş.

darb (a.i.c. durûb) 1. dövme, vurma.

darb-ı dest el, kol kuvveti, (bkz: darb-ül-yed).

darb-ı feth muz. klâsik Türk müziğinde 88 zamanlı ve 64 darplı bir büyük usûl olup peşrev ve besteleri ölçmek için kullanılırdı.

darb-ı hiyâm çadır kurma. 2. ed. Nazımda beytin ikinci mısrâının son tef ilesi.

darb-ı mesel atalar sözü, ata sözleri.

darb-ı nutk dilin gücü. (bkz: darb-ül-lisân).

darb-ı rikâb (bkz: darb-ı unk).

darb-ı sikke para basma. 3. güç, kuvvet. 4. dikme, kurma.

darb-ı Türkî muz. klâsik Türk müziğinde 18 zamanlı ve 13 darplı olan bir büyük usûl olup özellikle dînî eserlerde kullanılırdı. Itrînin ünlü na'tı bu usûlle ölçülmüştür.

darb-ı unk boyun vurma. 5. mat. çarpma. (bkz. zarb). 6. para basma.

darb ü cerh vurma ve yaralama.

darb-ül-hicâb 1) bütün Müslüman kadınlarının yüzlerinin peçe ile örtülmesi kuralı. 2) kadınların yüzünü örtmesi.

darb-ül-lisân dilin gücü. (bkz: darb-ı nutk).

darb-ül-yed el, kol kuvveti, (bkz: darb-ı dest).

dârbâm (f.i.) kiriş, direk.

dâr-bâz (f.b.i.) canbaz.

darbe (a.i.c. darabât) 1. vuruş, vurma, çarpma. 2. musibet, belâ.

darbe-i cenah kanat vuruşu.

darbe-i hasar zarar darbesi.

darbe-i himmet himmet vuruşu.

darbe-i hükümet hükümet darbesi, fr. caup d'etat.

darbe-i kahr ezici darbe.

darbe-i serd soğuk vuruş.

darbe-i şedîd şiddetli vuruş.

darben (a.zf.) 1. vurarak, döğerek. 2. çarparak.

darbeyn (a.i.c.) aynı ölçüde olan iki vuruş.

darb-hâne (a.f.b.i.) ) para basılan yer. (bkz: derem-serâ, zarb-hâne).

darb-hâne-i âmire devlet paralarının basıldığı yer.

darbımesel (a.b.i.) atalar sözü, ata sözleri, (bkz. darb-ı mesel).

darbî (a.s.) darba ait, darb ile ilgili.

darb-zen (a.f.b.i.) 1. kale döven. 2. madenî levha üzerine kabartma nakışlar yapan.

dârçîn (f-i-) tarçın, [aslının dârû-yi Çin olduğu söylenirse de aslı "Çin dansı anlamına gelen dâr-ı Çin'dir. Tarçın suyu, keyif verici bir içki olarak kullanılırdı].

dârçînî (f.s.) tarçın renginde olan.

dâre (f.i.) l. vazife. 2. dâire; değirmi. 3. ay ağılı.

dârende (f.s.) 1. tutan, saklayan. 2. getiren ulaştıran.

dârende-i ferman, ferman almış.

dârende-i menşur ferman almış.

dâreyn (a.i.c.) "iki dünyâ" dünyâ ve ahret.

Saâdet-i dâreyn iki dünyâ saadeti.

dârib (darb'dan) darbeden, çarpan, döven.

dârib-i müşterek mat. ortak çarpan.

dârib-i müşterek-i asgar mat. bir sayıyı aynı çarpımı vermek şartıyla çarpan sayıların en küçüğü.

dârib-i müşterek-i ekber mat. bir sayıyı aynı çarpımı vermek şartıyla çarpan sayıların en büyüğü.

dâric (a.i. dere 'den) yazılma, içine girme.

dâr-i fülfül (f.a.b.i.) karabibere benzer uzun taneli baharat.

darîh (a.i.) mezar, kabir, (bkz: zarîh).

darîr (a.s.c. adırrâ) anadan doğma kör.

dâriyye (f.i.) dîvan şâirlerinin, büyüklerin yaptırdıkları evlere dâir, yazdıktan manzume.

darr (a.i.) sıkıntı, belâ.

Serrâ ve darra tatlı ve acı günler, rahatlık ve sıkıntı.

darsînî dâr-çînî

darr (a.i.) zarar.

darre (a.i.) ortak kadın kuma

dârr (a.s.) zararlı.

darrâ' (a.i.) mihnet, keder; şiddet; belâ. u

dârû (f.i.) ilâç.

dârû-yi bür'üs-saa te'sirini derhal gösteren ilâç.

dârû-berd (f.b.i.) ihtişam, debdebe. (bkz. dârât).

dârû-furûş (f.b.i.) ilâç satan,eczacı.

dârû-hâne (f.b.i.) eczâhâne.

dar ü diyar (f.b.i.) yer ve yurt.

dâr-ül-aceze (a.b.i.) yoksullar yurdu.

dâr-ül-âfiye (a.b.i.). (bkz. dâr-üş-şifâ).

dâr-ül-akakir (f.a.b.i.) ecza saklanılan yer.

dâr-ül-âmân (a.b.i.) korunulacak, sığınılacak yer.

dâr-ül-azâb (f.a.b.i.) Cehennem.

dâr-ül-bâb (a.b.i.) "giriş yeri" Kazvin’in eski adı.

dâr-ül-bedâyi' (a. h. i.) konservatuar'ın eski adı.

dâr-ül-bedûyi-i Osmânî (bkz: dâr-ül-bedâyi').

dâr-ül-beka ("ka" uzun okunur, f.a. b. i.) Âhiret.

dâr-ül-bevâr (a.b.i.) Cehennem.

dâr-ül-beyzâ (a.b.i.) "beyaz ev" [büyük D ile) 1919 da Lyautey tarafından Faslı subayların yetiştirilmesi için Meknes'te kurulan askerî okula verilen ad.

dâr-ül-bugat (a.b.i.) "asîler yeri" Haleb'in eski adı.

dâr-ül-celâl (a.b.i.) "yücelik yeri" Erzurum'un eski adı.

dâr-ül-cihâd (bkz. dâr-ül-harb).

dâr-ül-elhân (a.b.i.) Dârülbedâyi'in mûsiki ile meşgul bulunan bir şubesi olup istanbul'da kurulmuştur.

dâr-ül-emâre (a.b.i.) emaret dâiresi; hükümet konağı.

dâr-ül-eytâm (yetimler yurdu) yetimlerin barındırıldığı bir kurum, yoksullar yurdu.

dâr-ül-fahr (a.b.i.) "övünülecek yer" Diyarbakır'ın eski adı.

dâr-ül-fenâ (f.b.i.) Dünyâ.

dâr-ül-feth (a.b.i.) "fetih yeri" Kayseri'nin eski adı.

dâr-ül-fevz (a.b.i.) "zafer, üstünlük yeri" Harput'un eski adı.

dâr-ül-fünûn (a.b.i.) üniversite. [l Ağustos 1933 de istanbul darülfünunu yerine üniversite kurulmuştur].

dâr-ül-hadîs (a.b.i.) hadîs ve bununla ilgili şeyleri öğretme yurdu.

dâr-ül-harb (a.b.i.) 1. savaş, kavga meydanı. 2. her zaman harp sahası olabilecek yer.

dâr-ül-hikmet-il-İslâmiyye Meşrûtiyet devrinde açılan ve Şeyhülislâm kapısında toplanan yüksek müşavere hey'eti (danışma kurulu).

dâr-ül-hilâfe (f.b.i.) hilâfet merkezi, istanbul.

dâr-ül-huffâz (f.b.i.) hafız yetiştirme yurdu.

dâr-ül-huld (a.b.i.) beka evi, Cennet.

dâr-ül-ilm (a.b.i.) "ilim yeri" Kahire'deki Câmi-ül-ezher'in bir adı.

dâr-ül-İslâm (f.a.b.i.) islâm ülkesi.

dâr-ül-istihzâr (m h i ) laboratuvar.

dâr-ül-it'âm (f.a.b.i.) imaret.

dâr-ül-izz (a.b.i.) "yücelik yeri" Amasya'nın eski adı.

dâr-ül-kadî (a.b.i.) mahkeme.

dâr-ül-karâr (a.b.i.) kıyametten sonra kalınacak yer.

dâr-ül-kemâl (olgunluk evi) İstanbul şehri.

dâr-ül-kıyâm (kıyamet evi) öteki dünyâ, â h i ret.

dâr-ül-kurrâ' (a.b.i.) Kur'ân okuma ilmini ihtisas derecesinde öğreten mektep.

dâr-ül-kütüb (f.a.b.i.) kitabevi, kütüphane, okuma salonu.

dâr-ül-maârif (f.a.b.i.) Sultan Mecit zamanında Valde Sultan'ın, İstanbul'da, Sultan Mahmut Türbesi civarında 1849 da yaptırdığı mektep, okul. [ilk adı "Valde Mektebi" idi].

dâr-ül-mecanîn (a.b.i.) akıl hastahânesi.

dâr-ül-mescid (a.b.i.) "secde yeri” Kemah'ın eski adı.

dâr-ül-mesâî (a.b.i.) 1. çalışma yeri. 2. atölye.

dâr-ül-mesnevî (a.b.i.) "mesnevî yeri" Mevlânâ Celâleddîn'in Mesnevî'sini okutmak için açılan dershanelere verilen bir ad.

dâr-ül-muallimât (a.b.i.) kız öğretmen okulu. [1869 da ilkin istanbul'da kurulmuştur].

dâr-ül-muallimîn (a.b.i.) erkek öğretmen okulu. [1848 de Sultan Mecit devrinde, İstanbul'da, Fâtih civarında kurulmuştur].

dâr-ül-muallimîn-i âliye yüksek öğretmen okulu.

dâr-ül-mûsikî-i Osmânî (a.b.i.) "Osmanlı mûsikî evi" Özel Türk mûsikîsi konservatuarı.

dâr-ül-mülk (a.b.i.) başşehir, başkent.

dâr-ül-mülk-i Osmânî İstanbul.

dâr-ül-pehlevâniyye (a.f. b.i.) "pehlivanlık, yiğitlik yeri" Niğde'nin eski adı.

dâr-ül-ulemâ (a.b.i.) "âlimler, bilginler yeri" Sivas'ın eski adı.

dâr-ül-ulûm (a.b.i.) üniversite, (bkz: dâr-ül-fünûn).

dâr-ül-vilâde (a.b.i.) fakir kadınları doğurtmaya yarayan hastahâne, doğumevi.

dâr-ün-naîm (a.b.i.) Cennet, (bkz: dâr-ı naîm).

dâr-ün-nasr (a.b.i.) "yardım yeri" Erzincan'ın eski adı.

dâr-ün-necât (a.b.i.) "kurtuluş yeri" Bayburt'un eski adı.

dâr-ün-nedve (a.b.i.) "danışma evi" Müslümanlıktan evvel, Kureyş reislerinin, Kabe'nin güneybatısında münâkaşalar için toplandığı bir yerin adı olup Kusey ibni Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonraları, Hz. Mu-hammed'e karşı bulunanların toplanmasından dolayı, fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır].

dâr-ün-nusrâ (a.b.i.) "yardım evi" Tokat'ın eski adı.

dâr-ün-nüzhe (a.b.i.) "eğlence yeri" Akşehir'in eski adı.

dâr-ür-râhe (a.b.i). (bkz. dâr-üş-şifâ').

dâr-ür-ridge (a.b.i.). (bkz. dâr-ül-cihâd).

dâr-ür-rif'a (a.b.i.) "yücelik yeri" Malatya'nın eski adı.

dâr-üs-saâde (a.b.i.) saadet yeri, saray.

dâr-üs-saâde ağası sarayın harem dâiresinde bulunan harem ağası.

dâr-üs-saîr (a.b.i.) Cehennem, (bkz: dûzah, nîrân).

dâr-üs-saltana (a.b.i.) "saltanat yeri" Bursa, Edirne, İstanbul gibi Osmanlı imparatorluğu başkentlerine verilen ad.

dâr-üs-sanâ'a (a.b.i.) sanatyeri.

dâr-üs-selâm (a.b.i.) 1. Cennet. 2. Bağdat'ın eski adı.

dâr-üs-sıhha (f.a.b.i.) hastahâne.

dâr-üs-sugr (a.b.i.) "küçük yer" Antakya'nın ve ispir'in eski adı.

dâr-üs-sulh (a.b.i.). (bkz. dâr-ülIslâm).

dâr-üş-şafaka (a.b.i.) 1865'te istanbul'da, yetim ve öksüzler için kurulmuş olan yatılı lise.

dâr-üş-şifâ' (a.b.i.) şifâ yurdu, sağlık yurdu. meç. tımarhane.

dâr-üt-ta'lîm (a.b.i.) medreseye göre daha kolay ve pratik bir Arapça öğretmek üzere evvelce açılmış bulunan bir ortaokul.

dâr-üt-ta'lîm-i mûsikî (a.b.i.) Birinci Dünyâ Savaşı sırasında İstanbul'da kurulan özel mûsikî topluluğuna verilen bir ad.

dâr-üt-tedâvî.ü (a.b.i.) hastahâne.

dâr-üt-tedrîs (a.b.i.) ilk defa açılmış olan sağır ve dilsizler okulu.

dâr-üt-tıbâat-il-âmire (f.a.b.i.) III. Selim zamanında, Üsküdar'da Selimiye'de kurulan devlet matbaası, (bkz: matbaa-i âmire).

dâr-üt-tıbb (a.b.i.) Bursa'da Yıldırım Bayezid devrinde açılmış olan bir tıp medresesi.

dâr-üt-tırâz (f.a.b.i.) resmî elbise ve kumaş dokunan ve biçilip dikilen yer.

dâr-üz-zafer (a.b.i.) "zafer yeri" Aksaray ilinin eski adı.

dâs | (f.i.) 1. orak.

dâs-ı zerrin altın orak; meç. yeni ay. 2. meç. 3. tahra, orakcık. 4. tuzak. 5. bot. sedef otu.

dâsâr, dâstâr (f.i.) tellâl, simsar.

dâse (f.i.) orak. (bkz: dâs).

dâstân (f.i.) 1. destan, epope, hikâye, masal. 2. şöhret, ün.

dâstânî (f.s.) 1. destan kahramanlarına yakışacak surette, kahramanca. 2. destan ile ilgili, fr. epique.

dâstân-serâ (f.b.s.) destan okuyan, destancı.

dâstâr (f.i.) tellâl, simsar.

dâs (f.i.) çanak çömlek ve kireç ocağı.

dâşte (f.s.) 1. köhne, eskimiş, yıpranmış. 2. mâlik ve sahip olmuş.

dâşten (f.m.) 1. tutmak, mâlik olmak, elde etmek. 2. görüp gözetlemek. 3. zaptetmek. 4. eskimek.

dâ'-ül-alîk (a.b.i.) hek. bir cilt hastalığı.

dâ'-ül-asab (a.b.i.) hek. sinir hastalığı.

dâ'-ül-behr (a.b.i.) hek. nefes darlığı, (bkz: dîk-ı nefes).

dâ'-ül-câversiyye (a.b.i.) hek. dan büyüklüğündeki kabarcıklarla meydana çıkan bir hastalık.

dâ'-ül-cev (a.b.i.) hek. atlarda görülen sinir hastalığı.

dâ'-ül-cümûd (a.b.i.) hek. adalelerde tutukluk yapan bir hastalık, (bkz: dâ'-üs-sebât).

dâ'-ül-efrenc (a.b.i.) hek. firengi hastalığı.

dâ'-ül-esâbi' (a.b.i.) hek. kö peklerin ayaklarında görülen bir hastalık.

dâ'-ül-esed (a.b.i.) hek. (bkz: dâ'--ül-fîl).

dâ'-ül-fecl (a.b.i.) hek. başka başka hastalıkları hazırlayan hastalık.

dâ'-ül-ferfîr (a.b.i.) hek. bir cilt hastalığı.

dâ'-ül-fîl (a.b.i.) hek. kol ve ba-caklardaki derilerin fil derisi gibi sert ve çizgili bulunmasından meydana gelen bir hastalık.

dâ'-ül-gussa (a.b.i.) hek. karasevda, melankoli.

dâ'-ül-hader (a.b.i.) uyuşukluk, uyku hastalığı.

dâ'-ül-hanâzîr (a.b.i.) hek. sıraca hastalığı.

dâ'-ül-hanes (a.b.i.) hek. insan ve hayvanda kıl ve tüy döken bir hastalık.

dâ'-ül-kalb (a.b.i.) yürek çarpması.

dâ'-ül-kelb (a.b.i.) hek. kuduz hastalığı.

dâ'-ül-küûl (a.b.i.) hek. ispirtolu içkilerin çok kullanılmasından meydana gelen hastalık, alkolizm, fr. alcolisme.

dâ'-ül-merak (a.b.i.) hek. karasevda, fr. hypocondrie.

dâ'-ül-mücterr (a.b.i.) hek. geviş getirme hastalığı.

dâ'-ül-nıülûk (a.b.i.) hek. gut hastalığı.

dâ'-ün-nibâh (a.b.i.) hek. havlama hastalığı; havlar gibi sesler çıkarıp soluma.

dâ'-ür-raks (a.b.i.) hek. sık sık çırpınmalara yol açan bir hastalık.

dâ'-üs-sahrâ' (a.b.i.) hek. uzun süre çöllerde bulunan kimselerde görülen sayıklama hastalığı.

dâ'-üs-sa'leb (a.b.i.) hek. saç döken hastalığı, saçkıran.

dâ'-üs-sebât (a.b.i) hek. (bkz: dâ'-ül-cümûd).

dû'-üs-sedef (a.b.i.) hek. sedef hastalığı.

dâ'-üs-sevâd (a.b.i.) hek. hay-vanlann ciltlerinde siyah lekeler hâlinde görülen bir hastalık.

dâ'-iis-sıla (a.b.i.) yurdunu arama, yurdu özleme, yurtsama.

dâ'üş-şa'r (a.b.i.) hek. saçların yapışmasıyla beliren bir cilt hastalığı.

dâ'-üş-şeyb (a.b.i.) saç ve sakal ağarması hastalığı.

dâ'-üt-teşhîr (a.b.i.) hek. ayıp yerlerini gösterme hastalığı, utaçıcılık, teşhircilik.

dâ'-üz-zehr (a.b.i.) hek. (bkz: dâ'-ül-efrenc).

dâ'-üz-zi'b (a.b.i.) hek. kurt hastalığı denilen açlık, doymazlık hastalığı.

dav (f.i.) 1. satranç, dama, tavla gibi oyunlarda tutulan sıra, nöbet. 2. oyunda sürülen para. 3. sövme. 4. dâva. 5. duvar sırası.

da'vâ (a.i.c. deâvî) 1. şikâyetçi olarak mahkemeye başvurma. 2. mesele.

3. bir mesele üzerinde husûsî bir fikir sahibi olma, iddia. 4. mat. teorem.

da'vâ-yi bî-ma'nâ saçma iddia.

da'vâ-yi nübüvvet peygamberlik iddiası.

da'vâcı (a.t.s.) dâva açan kimse.

da'vât (a.i. dâ'vet'in c.) 1. davetler, çağırmalar. 2. [cemî şeklinde] dualar.

da'vâ vekili (a.b.i.) baro teşkilâtı bulunmayan yerlerde kanunî müsâade ile ve vekil sıfatıyla dâva takibine salahiyetli olan kimse.

dâver (f.i.) 1. Cenâbıhakk'ın adı. 2. doğru, insaflı olan hükümdar, vezir veya hâkim. 3. erkek adı.

dâverâ (f.n.) ey dâver! [hükümdar, vezir, hâkim].

dâver-âne (f.b.zf.) 1. hâkim ve vezirle ilgili olan. 2. doğruluğu seven bir büyüğe yakışacak surette.

dâverî (f.i.) 1. hükümdarlık, hâkimlik. 2. kavga. 3. dâva ve mahkeme. 4. bir kimseye hâlinden şikâyet etme. 5. iyi ile kötüyü ayır-detme.

dâverî-gâh (f.b.i.) 1. mahkeme. 2. savaş meydanı.

da'vet (a.i.) çağırma, çağrı; ziyafet; dua.

da'vet-i mesâib belâları davet etme.

da'vetiyye (a.i.) 1. çağrı kâğıdı [eski metinlerde "okuntu" dur]. 2. mahkemenin gönderdiği çağrı kâğıdı.

da'vî (a.i.) bir kimsenin hakkını araması, (bkz: da'vâ).

Dâvud (a.h.i.) israil oğullarının bir hükümdarı ve peygamberidir. Sesi güzel ve şâirdi. Mezâtnîr-i Dâvud dualar dergisi.

davudi (a.s.) Dâvud peygamberin sesini andıran kalın ses.

Zırh-ı Davudi Dâvud peygamberin "Câlûd" ile yaptığı savaştaki zırh gibi.

dây (f.i.) duvar sırası, kur.

day'a (a.i.). (bkz. zay'a).

dâye (f.i.) taya, sütnine, çocuğa bakan dadı.

dâye-gî (f.i.) dayalık, dadılık.

dâyin (a.s.) borç veren, alacaklı.

dayyık (a.s.) pek dar.

deâim (a.i. dıâme'nin c.) destekler, pa-yandalar.

deâvî (a.i. da'vâ'nın c.) mahkemeye başvurmalar, müdâfaa edilen fikirler, meseleler, dâvalar.

Deâvî nezâreti Tanzimat'tan sonra kurulmuş olan adliye vekâleti, [adliye nezâretinden öncedir].

de'b (a.i.) âdet, usul, tarz, kaide, gelenek.

de'b-i dîrîn eski âdet.

de'b-i kadîm eski âdet, eski usul.

debâbîc (a.i. dîbac'ın c.) dallı, çiçekli ipek kumaşlar.

debâbîs (a.i. debbûs'un c.) topuzlar.

debagat (a.i.). (bkz. dibâgat).

debâle (f.i.) ağaç kavunu.

debbâbe (a.i.) kale duvarlarını oymakta kullanılan bir savaş âleti.

debbâğ (a.i.) tabak, sepici, deri terbiye eden kimse.

debbâğ-hâne (a.f.b.i.) hayvan derilerinin terbiye olunduğu, sepilendiği yer.

debbûs (a.i.c. debâbîs) topuz, (bkz: debûs).

debbûs-i âhenîn (a.f.b.s.) demir topuz.

debdâb (f.i.) şöhret, azamet.

debdâb (a.i.) davul.

debdebe (f.i.) 1. haşmet, ululuk, büyük bir gösteriş, (bkz: dârât). 2. s. gürültü, patırdı, tantana.

Deberân (a.i.) astr. 1. gök cismi. 2. ayın dördüncü durağı.

debg (a.i.) deriyi terbiye etme, sepileme.

debîr (f.i.) 1. kâtip, yazıcı. 2. müsteşar.

debîr-i asman astr. Utarit, Merkür.

debîr-i çarh (feleğin kâtibi) Utarit gezegeni. (bkz. debîr-i felek).

debîr-i felek astr. Utarit. (Merkür) gezegeni.

debîrân (f-i- debîr'in c.) 1. kâtipler, yazıcılar. 2. müsteşarlar.

debîr-istân (f.b.i.) kalem odası, büro.

debistân (f.i.) mektep, okul.

debistânî (f.s.) mektepli, okullu.

debûr (a.i.) batı rüzgârı, batı tarafından esel yel.

debûs (f.i.) topuz, (bkz: debbûs).

decâc (a.i.c. dücüc) 1. tavuk. 2. tavuk, horoz ve piliç cinsi, (bkz: dicâc, dücâc).

decâce (a.i.c. dücüc). (bkz. dicâce, dücâce).

decâce-i Hindi Hint tavuğu, hindi.

decâciyye (a.b.i.) tavuk, kaz, hindi gibi kümes hayvanları sınıfı.

deccâl (a.i.) l. kıyametten az evvel çıkacak ve Hz. Isa tarafından öldürülecek olan yalancı ve zararlı şahıs, yalancı Mesih. 2. s. yalancı, sahtekâr. 3. Hüseyin Rifat tarafından istanbul'da yayımlanmış haftalık siyasî, edebî, mizahî bir dergi.

decn (a.i.) 1. havanın bulutlanması. 2. bir yerde oturma. 3. bol yağmur.

ded (f.i.) et yiyen yabani hayvan. Dâd ü

ded [ot ve et yiyen] yabani hayvanlar.

deeb (a.i.) âdet.

deb-i dîrîn eski âdet.

def (f.i.) tef. (bkz: deff).

def (a.i.) l. öteye itme, savma, savulma. 2. verme; ortadan kaldırma. 3. giderme. 4. huk. bir dâvayı müdâfaa için açılan başka bir dâva.

def'-i belâ belâyı, tehlikeyi savma.

def'-i dem hek. kalbin kasılarak kanı atardamara göndermesi.

def'-i gamm gamı, kederi, tasayı giderme.

def'-i hacet aptes bozma, sıkıntıyı giderme.

def'-i hararet hek. ateşi düşürme.

def'-i mazarrat zararlı şeyleri yok etme.

def'-i meclis toplantıya son verme.

def'-i şübhe şüpheyi, kuşkuyu giderme.

def'-i taaffün (bkz: izâle-i taaffün).

def ü ref savma, kaldırma.

def ü tard askerlikten ihraç.

defa (a.i.c. defaât) kere, kez, yol.

def'a-i ûlâ ilk defa, birinci defa.

defaât (a.i. defa'nın c.) kereler, kezler, yollar.

defâdı' (a.i. dıfda'ın c.) kurbağalar.

defâin (fa.i. defîne'nin c.) altın ve sâire gibi gömülmüş kıymetli şeyler, gömüler.

defaten (a.zf.) bir defada, birden.

defaten ba'de uhrâ tekrar tekrar bir çok defalar.

defateyn (a.zf.) iki defa.

defâtir (a.i. defter'in c.) defterler, birlikte dikilmiş kâğıtlar.

defâtir-i atîka eski defterler.

defâtir-i resmiyye resmî defterler.

deff (a.i.) tef, zilli ve pullu bir çembere gerilmiş deriden ibaret çalgı, dâire.

deffâf, deffâfe (a.s.) tef çalan, (bkz: def-zen).

deffâfe-i felek astr. Zühre yıldızı.

deffe (a.i.) 1. yan, yüz. 2. kitap cildinin iki yanından her biri.

deffeteyn (a.i.c.) bir kitap kabı gibi ortasından menteşeli ve açılır kapanır iki kanat şeklinde çift sahifelere verilen ad. (bkz: levha-teyn).

defin (a.s. defn'den) gömülmüş, gömülü, (bkz: medfûn).

defîn-i hâk-i ıtırnâk güzel kokulu toprağa gömülü [ölmüşler hakkında].


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin