Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə48/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   189

günâh-pîşe (f.b.s.c. günâh-pîşe-gân) günah işlemeyi âdet edinen.

günâh-pîşe-gân (f.b.s. günâh-pîşe'nin c.) günah işlemeyi âdet edinenler.

günbed (f.i.) kümbet, kubbe, üstü yuvarlak şekilde olan bina veya çıkıntı.

günbed-i âb su kabarcığı.

günbed-i a'zam dokuzuncu gök.

günbed-i azrak gökyüzü.

günbed-i destâr sarık, (bkz: günbed-i imâme).

günbed-i devrân (bkz. günbed-i azrak).

günbed-i devvâr (dâima dönen kubbe) gökyüzü.

günbed-i ekvâr gökyüzü.

günbed-i hadrâ' (yeşil kubbe) gökyüzü.

günbed-i imâme (bkz. günbed-i destâr).

günbed-i mînâ (bkz. günbed-i devvâr).

günbed-i mînâ-fâm gökyüzü.

günbedî (f.s.) "günbed" şeklinde, "günbed" le ilgili.

güncâyiş (f.i.) sığma, sığışma.

güncâyiş-pezîr (f.b.s.) sığışan, sığabilen.

güncîde (f.s.) sıkıştırılmış, sıkılmış.

güncişk (f.i.) serçe kuşu. (bkz: usfûr).

güneh (f.i.). (bkz. günâh, zenb).

güneh-kâr (f.b.s.) günah işleyen, günahlı, (bkz: günâh-kâr).

güneh-kârî (f.b.i.) günah işleyicilik.

güneh-pîşe (f.b.s.c. güneh-pîşegân (bkz: günâh-kâr).

güng (f.s.) dilsiz. (bkz: ahraş, ebkem, lâl).

gürâz (f.i.) azgın erkek domuz.

gürbe (f.i.) kedi. (bkz: hirr, hirre, sin-nevr).

Şütür-gürbe (deve ile kedi) dey. münasebetsiz, mânâsız.

gürbe-i deştî yaban kedisi.

gürbüz (f.s.) 1. cerbezeli. 2. kahraman. 3. anlayışlı. 4. t. gürbüz, genç irisi.

gürd (f.s.) cesur, kahraman, yiğit, koçyiğit. (bkz: bahâdır, dilâver, dilîr, ferzâne).

gürdâs (f.s.) zâlim, gaddar, (bkz: bî-dâd, gaşûm2).

gürde (f.i.) böbrek, (bkz: kilye).

gürg (f.i.c. gürgân) kurt, canavar, (bkz: sirhân, zi'b).

gürg-i bârân-dîde (yağmur görmüş kurt) görmüş geçirmiş, feleğin çenberinden geçmiş [adam], eski kurt.

Gürgân (f.h.i.) 1. iran'ın Kuzeydoğusunda bir yer. 2. Aksak Timur'un lâkabı.

gürg-zâde (f.b.i.) kurt yavrusu.

gürîhte (f.s.) kaçmış, kaçkın.

gürisne (f.s.c. gürisnegân) aç, fakir, (bkz: câyi', cev'ân).

gürisne-çeşm (f.b.s.) aç gözlü, cimri.

gürisne-çeşmâne (f.zf.) aç gözlücesine, cimrilikle.

gürisne-çeşmî (f.b.i.) aç gözlülük, cimrilik.

gürisne-gân (f.b.i. gürisne'nin c.) açlar, fakirler.

gürisnegî (f.i.) açlık.

gürîz (f.i.) 1. kaçma, (bkz: firâr). 2. s. kaçkın, kaçan. 3. ed. kasidelerde mevzua girmeden evvel söylenen beyit, (bkz: gürîz-gâh).

gürîzân (f.s.) kaçıcı, kaçan, (bkz: girîzende).

gürîzânî (f.i.) girîzanlık.

gürîzende (f.s.c. gürîzende-gân) kaçıcı, kaçan, (bkz. girîzân).

gürîz-gâh (f.b.i.) l . kaçacak yer. (bkz. melce'. 2. (bkz: gürîz3).

gürîz-pâ (f.b.s.) bir yerde durmayan, çok kaçan.

gürmih (f.i.) enser, çivi. 2. hayvan bağladıkları büyük kazık.

gürs (f.i.) 1. açlık. 2. kir, pas, leke. 3. kâhkül. (bkz. zülf).

gürûh (f.i.) cemâat, bölük, takım.

gürûh-i eşkıyâ' eşkıyâ gürûhu, takımı. (bkz. şirzime).

gürûhâ gürûh (f.zf.) bölük bölük, takım takım.

gürz, gürze (f.i.) [eskiden] silâh olarak kullanılan uzun saplı, büyük demir topuz.

gürz-i girân iri, ağır topuz.

gürz-bâz (f.b.s. ve i.) eskiden meydanda veya sahnede ağırlık kaldırarak hüner gösteren oyuncu.

-güsâr (f.s.) içici, içen; yiyici, yiyen.

Mey-güsâr mey içen, şarap içen.

Gam-güsâr dert ortağı.

güsiste (f.s.) kırılmış, kopmuş; gevşemiş, çözülmüş, sölpük.

güsiste-âşiyân (f.b.s.) yuvası yıkılmış.

güsiste-bünyâd (f.b.s.) temelden yok edilmiş.

güsiste-dem (f.b.s.) nefesi kesilmiş, çok yorgun düşmüş.

güsiste-dil (f.b.s.) kalbi kırılmış.

güsiste-mahâr (yuları kopmuş) başıboş, kayıtsız.

güsiste-kemer (kemeri kopuk) kalender, derbeder.

güsn, güsne (f.i.) açlık.

güstâh (f.s.) küstah, hayâsız, arsız, edepsiz, saygısız.

güstâh-âne (f.zf.) küstahcasına, edepsizcesine, sıra saygı tanımaksızın.

güstâhî (f.i.) küstahlık, edepsizlik, sıra, saygı tanımazlık.

Güstehem (f.h.i.) eski İran pehlivanlarından iki meşhur zâtın oğullarının adı.

-güster (f.s.) yayan, döşeyen ["güsterden" mastarından].

Adâlet-güster adalet, doğruluk yayan.

Ziyâ-güster ışık yayan.

güsterde (f.s.) yayılmış, döşenmiş.

-güşâ (f.s.) açan, açıcı.

Dehen-güşâ ağzını açan.

Dil-güşâ gönül açan, gönüle ferahlık veren.

Kişver-güşâ memleket açan, fetheden.

güşâd (f.i.) 1. açma, açılma, açılış, (bkz: feth).

Resm-i güşâd açış töreni.

güşâd-ı dil gönül açılması. 2. tavla oyunlarının bir çeşidi, açmaz. 3. bir çeşit ok atışı şekli.

güşâd-ı gonce-i dil gönül koncasının açılması, mes'ut olma.

güşâde (f.s.) açılmış, açık, ferah, şen. (bkz: güşûde).

güşâde-dest (f.b.s.c. güşâde-destân) eli açık, civanmert, (bkz: fütüvvet-mend, sahî, sahâvet-kâr).

güşâde-destân (f.b.s. güşâde-dest'in c.) eli açıklar, cömertler.

güşâde-destî (f.b.i.) elaçıklığı, civanmertlik, (bkz: fütüvvet3).

güşâde-dil (f.b.s.) gönlü şen.

güşâde-dilî (f.b.i.) gönül şenliği.

güşâde-ebrû (f.b.s.) güler yüzlü.

güşâde-gî (f.b.i.) güşâde'lik, açıklık, ferahlık, şenlik,

güşâde-hâtır (f.a.b.s.) gönlü rahat.

güşâde-pîşânî (f.b.s.) alnı açık.

güşâde-rû (f.b.s.) açık yüzlü.

güşâde-zebân (f.b.s.) dili açık, fasih.

güşâd-nâme (f.b.i.) 1. pâdişâh fermanı. 2. boşanma vesikası.

Güşâsb (f.h.i.). (bkz. Güştâsb).

güşâyende (f.s.) açıcı, açan.

güşâyiş (f.i.) açılma, açıklık, açılış.

güşâyiş-i hâtır iç açıklığı, gönül ferahlığı.

güşâyiş-i hevâ havanın açıklığı.

güştâ (f.i.) Cennet, (bkz: Behişt, Firdevs).

Güştâsb (f.h.i.) 1. Fars hükümdarlarından Hystaspes. 2. Tanrı'nın kullarına rahmetini ulaştırdığı manevî yol.

güşûd (f.s.) açık, açılmış olan. (bkz: güşûde).

güşûde (f.s.) açılmış, (bkz: güşâde).

güvâ (f.s.) şahit, tanık, delil, ["güvâh"in hafifletilmişi.] (bkz. güvâh).

güvâh (f.s.) şahit, delil, tanık, (bkz: güvâ).

güvâhî (f.i.) şahitlik, tanıklık.

güvâr, güvârâ, güvârân (f.s.) hazmı kolay olan [yemek].

Ab-ı güvârâ hazmı kolay, içimi güzel su.

Hoş-güvâr hazmı pek kolay olan.

güvârende (f.s.) hazmı kolay.

güvârendegî (f.i.) hazım kolaylığı.

güvâriş (f.s.) hazme yardımı olan şeyler.

güvâş, güvâşe (f.s.) renk, boya.

güzâf (f.s.) bîhûde, boş. [lâkırdı, söz. (bkz: laklaka).

Lâf-ı güzâf mânâsız, boş söz. [kelimenin aslı "gizâf" dır].

güzâr (f.i.) l. geçme, geçiş.

güzâr-ı bâ-şitâb hızla geçiş.

güzâr-ı ömr ömrün geçişi. 2. s. geçirici, geçiren, [bileşik sıfat olduğu zaman].

Dem-güzâr vakit, zaman geçiren. 3. s. beceren, ödeyen, yapan.

Maslahat-güzâr (iş yapan, beceren) elçi, sefir.

güzâre (f.i.) rü'yâ tâbir etme, düş yorma, (bkz: güzâriş).

güzârende (f.s.) geçici, geçen; geçirici, geçiren,

güzârende-i evkat vakit geçiren, geçirici.

güzâriş (f.i.) rü'yâ tâbir etme, düş yorma, (bkz: güzâre).

güzâriş (f.i.) geçme, geçiş.

güzâriş-i hayât hayâtın geçişi.

güzâriş-ger (f.b.s.) rü'yâ tâbir eden. (bkz: muabbir).

güzâriş-nâme (f.b.i.) tabirname.

güzâşte (f.s.) geçmiş, geçmiş olan.

güzer (f.i.) 1. geçme, geçiş, (bkz: güzâriş). 2. s. geçen, geçici.

Hoş-güzer hoş geçici, geçen, (bkz: güzârende).

güzerân (f.s.) geçici, geçen, ["olmak" mastanyla kullanılır].

ömr-i güzerân geçici ömür. (bkz: güzârende, güzer2).

güzer-gâh, güzer-geh (f. b.i.) 1. geçilen yer, geçit, derbend; uğrak. 2. [yol inşâatında] arazî veya harita üzerinde yolun başlangıç ve son noktaları arasından geçirilen kırık hat.

güzer-nâme (f.b.i.) geçiş tezkeresi.

güzeşt (f.i.s.) geçme, geçiş, geçen.

Ser-güzeşt baştan geçen.

güzeşte (f.s.c. güzeşte-gân) 1. geçmiş.

Sâl-i güzeşte geçmiş yıl. 2. i. işlemiş fâiz. (bkz: fâiz).

güzeşte-gân (f.s. güzeşte'nin c.) geçmişler, önden gelmişler, (bkz: eslâf).

güzeştegân-ı şuarâ şâirlerin geçmiş olanları.

güzîde (f.s.c. güzîde-gân) 1. seçkin, seçilmiş, beğenilmiş, (bkz: güzîn, müntahab, nuhbe). 2. i. kadın adı.

güzîde-gân (f.s. güzîde'nin c.) seçkinler, seçilmişler, beğenilmişler.

güzîde-suhen (f.s.) seçilmiş, beğenilmiş söz söyleyen.

güzîn (f.s.) 1. seçen, seçilmiş, seçkin, beğenilmiş.

çihâr (çâr)-i yâr-i güzîn Hz. Muhammed'in başlıca dört dostu [Hz. Ebûbekir; Hz. Ömer; Hz. Osman; Hz. Alî].

Gûşe-güzîn-i uzlet tenhalık köşesini seçmiş.

Halvet-güzîn tenhayı beğenen, seçen.

Vahdet-güzîn tek başına kalmayı seçen, (bkz: güzîde, müntahab, nuhbe, pesendîde). 2. kadın adı.

güzîniş (f.i.) seçme, seçiş.

güzîr (f.i.) çâre, derman.

nâ-güzîr çaresiz.

h, ha (a.ha.) Osmanlı alfabesinin sekizinci harfi olup, "ebced" hesabında sekiz sayısının karşılığıdır.

hâ-i mühmele, hâ-i huttî noktasız ha. [hâ-i menkute, hâ-i meftûha veya hâ-i mu'ceme (noktalı ha) hı harfinin adıdır].

hâ-yı zahîr eski yazıda e veya a okunmayıp h okunan ha'ya denir.

-hâ[y] (f.s.) "çiğneyen" mânâsına gelen kelimelere katılarak vasfı terkîbî (birleşik kelime) yapar.

Şeker-hâ (şeker çiğneyen) tatlı söyleyen, tatlı sözlü.

Jâj-hâ saçma sapan sözler söyleyen.

-hâ (f.e.) 1. cemi (çoğul) edatı.

Esb-hâ atlar.

Kazâ-hâ kazalar.

Seg-hâ köpekler... gibi. 2. zm. O.

hâ-ât (a.ha. hı'nın c.) hı'lar.

hâb (f.i.) uyku, rü'yâ.

hâb-ı adem (yokluk) ölüm uykusu.

hâb-ı câvîd (ebedî uyku) ölüm.

hâb-ı ecel ölüm uykusu.

hâb-ı gaflet gaflet uykusu.

hâb-ı girân ağır uyku.

hâb-ı gurûr gurur uykusu; kendini büyük sanma.

hâb-ı hargûş tavşan uykusu, hafif ve kuşkulu uyku; hîle, yalan.

hâb-ı nâz naz uykusu, cilve ile kendini uykuda gösterme hâli.

hâb-ı nâz-ı yâr sevgilinin naz uykusu.

hâb-ı nûşîn tatlı uyku.

hâb-ı perîşân dağınık, rahatsız uyku.

hâb-ı pür-ıztırâb ıstıraplı uyku.

hâb-ı râhât dinlenme uykusu.

habâb, habâbe (a.i.) su üzerinde olan hava kabarcıkları.

habâbîr (a.i.c.) zool. toy kuşunun yavruları.

habâib (a.s. habîbe'nin c.) sevgili kadınlar.

habâik (a.s. habîke'nin c.) 1. çizgiler. 2. saman yolları, kehkeşanlar.

habâil (a.i. hibâle'nin c.) ince ipten yapılmış olan tuzaklar, ağlar.

habâil-i mevt ölümün sebepleri.

habâil-üş-şeytân (şeytan tuzakları) kadınlar.

habâir (a.i. habâri'nin c.) zool. toy kuşları.

habâis (a.i. habîse'nin c.) kötü şeyler, kötülükler.

Ümm-ül-habâis (kötülüklerin anası) şarap; içki.

habak (a.i.) bot. yarpuz veya narpuz da denilen ve nane cinsinden olan güzel kokulu, tadı iştihâ açıcı bir ot, lât. mentha pulegium.

habâk (f.i.) 1. dört yanı çevrilmiş olan yer; avlu. 2. ağıl, mandıra.

habâl (a.i.) düzensizlik, bozulma; üzüntü, sıkıntı.

habâlâ (a.i. hublâ'nın c.) gebeler.

habâleyât (a.s. hublâ'nın c. olan habâlâ'nın c.) gebeler.

hâb-âlûd, hâb-âlûde (f.b.s.) uykusu gelmiş, uyku basmış, (bkz: hâb-nâk).

habâr, hibâr (a.i.c. habârât) 1. damga. 2. imza.

habârât (a.i. habâr'ın c.) 1. damgalar. 2. imzalar.

habârîr (a.i. hibrîr'in c.) dağ çiçekleri.

habâset (a.i.) habislik, kötülük, alçaklık.

habat (a.i.) yara iyileştikten veya vücûdun bir tarafına değnekle vurulduktan sonra kalan iz, nişane.

hâb-âver (f.b.s.) uyutan, uyutucu.

habâyâ (a.i. habîbe'nin c.) 1. gizli şeyler, gizli işler, (bkz: hafâyâ). 2. defineler.

habb (a.i.c. hubûb. c. c. hubûbât) 1. tane, tohum, çekirdek. 2. yutulacak yuvarlak ilâç, hap.

habb (a.s.) hîlekâr, aldatıcı, kurnaz, (bkz: hibb, hubb).

habb, hibb (a.i.) denizin dalgalanması, kabarması.

habbâl (a.i. habl'den) ip ve urgan satan kimse; ipçi, urgancı.

habbâr (a.i.) 1. mürekkepçi. 2. terzi.

habbâs (a.i.) hapseden, zindancı.

habbât (a.i. habbe'nin c.) 1. habbeler. 2. haplar.

habbâz (a.i. hubz'dan. c. habbâzân) ekmekçi.

habbâzî (a.s.) ekmekçilikle ilgili.

habbâzîn (a.i. habbâz'ın c.) ekmekçiler.

habbe (a.i.c. habbât, hubeb) buğday, arpa ve şâire gibi ufak ve yuvarlak olan şeyler, taneler.

habbe-i hadrâ bot. çitlenbik.

habbe-i sevdâ, habbet-üs-sevdâ bot. çörekotu.

habbe-i vâhide tek tane; -azlıktan kinaye olarak- hiçbir şey.

habbet-ül-kalb (bkz: süveydâ-ül-kalb).

habbevî (a.s.) bot. tanecikli.

habbezâ (a.zf.) "ne sevimli, ne güzel" mânâsında takdir edatı, (bkz: hôşâ', zihî).

habb-ül-bülûg (a.b.i.) erkek ve kız çocuklarının alınlarında ve yüzlerinde çıkan kabarcıklar, ergenlik.

habb-ül-gamâm (a.b.i.) yağan dolu.

habb-ül-gurâb (a.b.i.) bot. kargabüken denilen zehirli bir ağaç ve bu ağacın meyvası, lât. strychnos nox vomica.

habb-ül-lezîz (a.b.i.) galat olarak abdülleziz denilen, Akdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetişen bir ağacın dut kurusu şeklinde ve büyüklüğünde olan yağlı ve tatlı yemişi; buttum.

hâb-câme (f.b.i.) gecelik entarisi, pijama gibi uyku sırasında giyilen şey. (bkz: câme-hâb).

hâb-dâr (f.b.s.) uykulu.

hâb-dîde (f.b.s.) mec. "rü'yâ görmüş" bulûğa ermiş, düşü azmış [genç].

hâb, hâbe (a.i.) günah, suç.

habe (f.i.) boğulma, bunalma, sıkılma.

habeb (a.i.) hîle, aldatma, kurnazlık.

habek (f.i.) üzülme, sıkılma.

habel (a.i.) 1. cenîn, ana karnındaki çocuk. 2. fels. musallat fikir, takınak, fr. obsession. 3. gebelik; gebelik zamanı.

haben (a.i.) hek. karında su toplanmasından ileri gelen bir hastalık, siroz.

haben (a.i.) 1. kasma, kısaltma. 2. ed. aruzda, "fâilâtün" den "ât" hecesini atarak "fâilün" veznine sokma.

haber (a.i.c. ahbâr) 1. son ve yeni havadis, bilgi. 2. ağızdan ağıza dolaşan söz.

haber-i kâzib yalan haber.

haber-i sâdık doğru haber. 3. hadîs, Peygamberimizin sözü.

haber-i mütevâtir birçoklarının birçokları vasıtasıyla rivayet ettikleri hadîs-i şerifler.

haber-i meşhûr bir veya birkaç kişiden birçoklarına söylenerek böylece sürüp giden hadîs-i şerif.

haber-i vâhid haber-i mütevâtir ve haber-i meşhur kadar yaygın olarak gelmiş bulunan hadîs-i şerif, [haber-i vâhid, bir kişinin rivayet ettiği haber demek değil, mütevâtirin mukabili olup, mütevâtir hadîsin râvîleri araştırılmaz.]. 4. gr. isim cümlelerinde yüklem.

haber (a.i.) çürüme, berelenme.

haber-dâr (a.zf.) haberli, (bkz: habîr, vâkıf).

haberî, haberiyye (a.s.) l. haberle ilgili; haberden ibaret olan. 2. gr. yüklemle ilgili.

haber-pijûh (a.f.b.s.) haber araştıran, haber almaya çalışan.

haber-şinâs (a.f.b.s.) iyi haber alan.

habese (a.s. habîs'in c.) kötüler, alçaklar, pisler, (bkz: hubesâ).

Habeş (a.h.i.) Afrika'nın doğusunda, Yemen'in karşı kıyısında bulunan ve halkının çoğu Hıristiyan olan, Habeşistan kıtasında yaşayan yerli halk.

Habeşe (a.h.i.) 1. Habeşistan. 2. Habeş.

Habeşî (a.s. ve i.) Habeşistan halkından olan kimse.

habeşî (a.i.) 1. güzel sanatlarda kullanılan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür v.b.]. 2. s. çok esmer.

Habeşistân (a.h.i.) Habeşlerin vatanı.

hâb-gâh, hâb-geh (f.b. i.) uyunacak yer, yatak odası.

hâb-güzâr (f.b.s.) uyuyucu. (bkz: nâim).

habhâb (a.i.) 1. canbaz ayaklığı, f r. echasse. 2. takunye.

habhâbî (a.i.) işsiz güçsüz dolaşan adam.

hâbıt (a.s. hübût'dan) hubût eden, yukarıdan aşağı inen.

Tedrîc-i hâbıt derece derece küçülen [top, tüfek, süngü, tırnak..] gibi.

habîb (a.s. hubb'dan. c. ahibbâ) 1. sevgili. 2. seven, dost. 3. erkek adı.

habîb-i Hudâ, habîb-i kibriyâ (bkz: habîb-ullâh)

habîb-ullâh (Allah'ın sevgilisi) Hz. Muhammed. [müen. "habîbe" dir].

hâbîde (f.s.c. hâbîdegân) uyumuş, uykuya dalmış.

hâbîde-gân (f.b.s. hâbîde'nin c.), (bkz. hâbîde).

habîe (a.s.) görülmemiş, keşfedilmemiş; göze görülmeyen şey.

habîke (a.i.c. habâik ) 1. çizgi. 2. Samanyolu, (bkz: kehkeşân).

hâbil (a.s.) büyücü, sihirbaz, efsuncu.

habîl (a.i.) 1. tuzak. 2. yiğit.

Hâbîl (a.h.i.) Hz. Adem'in oğullarından birinin adı, Kabil'in kardeşi.

hâbile (a.s.) gebe, yüklü, (bkz: hâmile).

habîn (a.i.) 1. zakkum ağacı. 2. s. sıska, istiska.

habîr (a.s.) 1. haberli, bilgili. 2. h. i. Cenâbıhak.

habîr (a.s.) taze; yeni, turfanda.

habîrâne (a.f.zf.) haberli, bilgili olana yakışacak surette.

habîs (a.s.) parasız olarak verilen, bağışlanan şey.

hâbis (a.s.) hapseden, tutan.

habîs (a.s. hubs'dan. c. habese, habîsîn, habîsûn, habesâ) kötü, alçak, pis, soysuz.

Ervâh-ı habîse kötü ruhlar.

habîs, habîsa (a.i.) un helvası, (bkz: berîk, berîke).

habîse (a.i.c. habâis) fena huy, fena hal, çirkin şey, kötü hareket.

hâb-istân (f.b.i.) yatak odası, yatakhane, (bkz: hâb-gâh, hâb-geh).

habl (a.i.c. hibâl, hubûl) ip, urgan, halat, (bkz: rismân).

habl-i metîn (sağlam ip) islâm dîni.

habl-i mevhûm olacak gibi görünüp de gittikçe uzaklaşan gaye.

habl-i savtî anat. hançere içinde gerilmiş olan ve sesin perdelerini düzenleyen ipler.

habl-i sürrevî anat. ana rahmindeki çocuğu meşîme denilen sona bağlayan ip, göbek bağı.

habl-i zahrî anat. sırt ipi, fr. corde dorsale.

habl-ül-mesâkîn bot. sarmaşık.

habliye (a.i.) zool. ipsiler.

habliye-i ibtidâiyye zool. ilk ipsiler, fr. protocordees.

habl-ullah (a.b.i.) 1. Kur'ân-ı Kerîm. 2. İslâm dîni.

habl-ül-verîd (a.b.i.) anat. boyun damarı, şahdamarı.

hâb-nâ-dîde (f.b.s.) bulûğa ermemiş [çocuk].

hâb-nâk (f.b.s.) uykulu, uykusu gelmiş [kimse], (bkz: hâb-âlûd, hâb-âlûde).

hâb-nâme (f.b.i.) rü'yâ kitabı.

hâb-nûş (f.b.s.) uyumuş, (bkz: hâbîde).

habr (a.i.c. ahbâr, hubûr) 1. âlim, bilgin, fakîh, zekî, anlayışlı. 2. İsrâiloğullan bilgini, (bkz: hibr).

habs (a.s.) 1. murdar, çirkin. 2. ayıp.

habs (a.i.) 1. hapis, alıkoyma, bir yere kapama, salıvermeme, bir yere kapayıp dışarı çıkarmama, hapishane. 2. tutma, zaptetme.

habs-i bevl idrarını tutma.

habs-i dümû' gözyaşlarını zaptetme, metanet gösterme.

habs-gâh (a.f.b.i.) hapisevi, cezaevi, (bkz: habs-hâne).

habs-hâne (a.f.b.i.) hapsolunan yer, hapislerin bulunduğu yer, hapis, cezaevi.

habt (a.i.) 1. ibtâl etme, bozma. 2. bir bahiste birini susturma, ağzını kapama.

habt-i a'mâl dinden çıkan bir kimsenin daha önce yapmış olduğu ibâdetlerin boşa gitmesi. [bu mesele, "Mâtürîdiyye" ile "Eş'ariyye" arasındaki ihtilâf mevzularından biridir].

habt (a.i.) yanlış hareket etme, yanılma.

habt-ı dimâgî delilik.

habt ü hatâ, habt ü halel yanlış, düzensizlik.

habûk (a.i.) şarap [akşam üzeri içilen], (bkz: bade, handerîs, rahik, sahbâ).

hâc (f.i.) haç, put. (bkz: salîb, çelîpâ).

hâc (a.i. hâcet'in c.) 1. (bkz: hâcât, havâyic). 2. bot. deve dikenleri, akdikenler.

hacâlet (o.i.) utanma, utangaçlıkla şaşırma, (bkz: hacel, haclet.).

hâcâlet-âver (a.f.b.s.) utandırıcı.

hacâmet (a.i.) boynuz veya şişe ile vücudun bir organına kanı topladıktan sonra nişter ve mengene denilen âletlerle kan alma, hacamat, [kelimenin aslı "hicâmet" dir].

hâcât (a.i. hâcet'in c.) istekler, dilekler.

Kadî-yül-hâcât hacetleri, istekleri, dilekleri yerine getiren, Allah.

hacb (a.i.) 1. menetme, mahrum etme. 2. birini mirastan menetme, mahrum etme.

hacb-i hirmân huk mirastan tamâmiyle menetme, mahrum etme.

hacb-i noksân huk. mirastan kısmen mahrum etme, miras hissesini azaltma.

hacc (a.i.) islâm'ın beş şartından biri olan ve muayyen zamanda Mekke'deki "Kâbe-i Şerife" yi ziyaret etmek üzere yola çıkma farizası, [kelimenin aslında "kasid" ve "teveccüh" mânâları vardır].

hâcc (a.s. ve i.c. hüccâc) hacca giden, Kabe'yi ziyaret eden, hacı. [çok zaman kelime "el-hâcc" şeklinde kullanılır ve "hacı" şekli daha yaygındır], (bkz: hâcı).

hâcc-ül-haremeyn zamanında şer'î merasime uyarak Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere'yi ziyaret eden kimse.

Haccâc (a.h.i.) 1. Irak vâlîsi olup, Hz. Muhammed soyuna ve taraftarlarına eziyet eden Yusuf bin Sakafî'nin unvanı. 2. s. delîl ile galip olan.

haccâc-âne (a.zf.) Haccâc'a yakışacak surette zulüm.

haccâl (a.s.) gösterişli, şatafatlı.

haccâm (a.i.) hacamat eden, hacamatçı.

haccâr (a.i.) taşçı, taş işçisi.

hâcce (a.i.c. hâcc) bot. bir çeşit akdiken.

hâcce (a.s.c. havâcc) hacca giden, Kabe'yi ziyaret eden, hacı. [kadın, kız].

haccet-ül-vedâ' Hz. Muhammed'in son haccı.

hâce (f.i.c. hâcegân) 1. hoca, efendi, ağa, çelebi, sahip, muallim, profesör, "öğretmen, müderris, (bkz: hired-âmûz); molla, ev sahibi. 2. tüccar.

hâce-i âlem, hâce-i dü serâ, hâce-i kâinât Peygamberimiz Hz. Muhammed.

hâce-i büzurg tar. başvezir.

hâce-i evvel (ilk hoca) milletin ilmen ve fikren kalkınması için çeşitli bilgileri basitleştirerek halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dille yayan kimse, [bu unvan, Tanzimat devrinde Ahmed Midhat Efendi'ye de verilmiştir].

hâce (a.i.). (bkz. hâcet).

İnd-el-hâce gerektiği zaman... gibi.

haceb (a.i.) anat. gırtlak, fr. trachee

hacebe (a.i. hâcib'in c.) kapıcılar, perdeciler, (bkz: hâcib).

hâcegân (f.b.i. hâce'nin c.) 1. hocalar. 2. [eskiden] yüzbaşı rütbesinin karşılığı olan bir sivil rütbe.

Hatm-i hâcegân nakşî tarikatının âdabı.

hâcegân-ı dîvân-ı hümâyûn [eskiden] dîvân-ı âlî efendileri mânâsında kullanılan devlet ricaline verilen bir ad.

hâcegî (f.i.) 1. efendilik, hocalık. 2. tüccar.

Bedestân hâcegîsi bedesten tüccarlarından.

hacel (a.i.) utanma, utanıp şaşırma, (bkz: hacâlet, haclet).

hacer (a.i.c. ahcâr) 1. taş. (bkz: seng).

hacer-i bürkânî jeol. volkan çakılı.

hacer-i esved, -es'ad Kabe'nin duvannda bulunan meşhur kara taş.

hacer-i fil yanmaz taş denilen bir mâden olup iplik gibi cüzü'leri birbirinden ayrılmak hassasını hâizdir.

hacer-i kilsî kireçtaşı.

hacer-i mıknatısî mıknatıs taşı.

hacer-i necmî jeol. yıldıztaşı, fr. aventurine.

hacer-i semâî gökten düşen taş, göktaşı, aerolit.

hacer-ül-cev astr. göktaşı, (bkz: hacer-i semâvî).

hacer şecer makulesi ehemmiyetsiz, derme çatma eşya.

hacer-ün-nûr kükürt ile demir'in birleşmesinden meydana gelen altın şansı renginde bir cisim [hacer'in bir başka cemi olan "hicâre" kullanılmaz]. 2. kadın adı.

hacereyn (a.i.c.) "iki taş" altın ile gümüş.

hacerî (a.s.) taşla ilgili; taş gibi olan.

hacer-pâre (a.f.b.i.) taş parçası.

hâce-serâ (f.b.i.) hadımağası, haremağası. (bkz: hâdim2).

hâcet (a.i.c. hâcât, havâyic) ihtiyaç, lüzum, gereklik, muhtaçlık, (bkz: zarûret).

Def'-i hâcet abdest bozma.

Arz-ı hâcet eksiğini, isteğini bildirme.

hâcet ne ne ihtiyaç var, ne lüzum var.

hâce-tâş (f.b.i.) [eskiden] bir efendinin kölelerinden her biri, kapı yoldaşı.

hâcet-mend (f.b.s.c. hâcet-mendân). ihtiyaçlı, muhtaç.

hâcet-mendân (a.f.b.s. hâcet-mend'in c.) muhtaçlar.

hâcet-mendâne a.f.zf.) ihtiyaçlı olarak, muhtaccasına.

hâcet-mendî (a.f.b.i.) ihtiyaçlı olma, muhtaçlık.

hâcet-revâ (a.b.s.) ihtiyâcı gören, gideren.

hâcı (a.s. ve i.c. hüccâc) hacca giden, Kâ'be'yi ziyaret eden, hacı. (bkz: hâcc).

hacı tehniyesi hacdan sağ salim dönenleri kutlamak üzere yapılan toplantı.

hâcî (a.s. hicv'den) hicveden, hiciv yazan.

hâcib (a.i. hicâb'dan. c. hacebe) 1. kapıcı, perdeci, [evvelce vezirlere, âmirlere denilirdi]. (bkz: bevvâb). 2. perde, hâil. 3. (c. havâcib) kaş. (bkz: ebrû).

hâcib-i bârî Cebrâil.

hâcib-i garbî astr. kutup yıldızı aslında ephemerides denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri, astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabul edilmiştir. Hakîkî şimal (pôle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesişme noktasındadır. Polaris yânî Kutup Yıldızı elipsin büyük çapının solunda bulunduğu anda mürûr-i süflâ'dadır. [elipsin büyük çapı Hatt-ı istiva düzlemine paraleldir].


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin