Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə10/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   189

azgas ("ga" uzun okunur, a.i. zags'ın c.) 1. demetler, desteler. 2. karma karışık rüyalar veya söylentiler, (bkz: adgas).

azhâ (a.i. zahve'nin c.) göller, su havuzlan.

azhâ (a.s.) gümüşî, gri.

azher (a.s. zâhir'den) en zahir, pek belli, çok meydanda, besbelli, apaçık.

azherü min-eş-şems "güneşten bile açık" apaçık, besbelli, gün gibi meydanda.

azırrâ (a.s. zarîr ve darîr'in c.) körler, (bkz: adırrâ).

âzîde (f.s.) sivri uçlu bir âletle delinmiş [nesne].

âzife, âzifet (a.i.) kıyamet.

âzîğ (f.i-) nefret, kin; iğrenme, (bkz: ârig).

azîhe (a.i.) yalan, iftira.

azik (a.s.) hoşa giden.

âzil (a.s.c. avâzil, izâl) 1. azarlayan, paylayan, çıkışan. 2. i. kadınlarda aybaşı gelen damar.

azîl (a.s.) serkeş, inatçı, ıslah edilemez.

azil (a.i.). (bkz. azl).

azîm, azîme (a.s. azamet'den) büyük, ulu, iri.

âzim (a.s. azmden) niyetli, 'kesin karar veren.

âzimât (a.i. âzime'nin c.) kıtlık yıllan.

azîme (a.i.c. azâim) 1. sebat, kararda kat'îlik. 2. efsun, tılsım. 3. büyük iş; büyük günâh; büyük belâ.

âzime (a.i.) 1. kıtlık yılı. 2. azı dişi.

azîmet (a.i.) gitme, gidiş.

azîmet-i râh yola çıkış.

azîmet ve avdet gidip gelme.

âzîmet-hân (a.f.b.s.) afsun okuyan, afsunlayan.

azîm-üş-şân (a.b.s.) sânı, ünü, sanı büyük olan.

Kur'ân-ı azîm-üş-şân sânı büyük olan yüce Kur'ân.

âzin (a.s.) 1. izin veren. 2. i. kapıcı, perdedar. 3. i. kefil.

âzîn (f.i.) 1. süs, ziynet; donanma [şenlik]. 2. kaide, kanun. 3. yoğurttan yağ çıkarmaya mahsus yayık.

âzîne (f.i.) 1. cuma günü. 2. bayram günü.

âzîr (f.i.) 1. ağrı, sızı, akıntı, ıstırap. 2. azar.

azîr (a.i.) 1. özür. 2. özür dileyen.

azîr (a.i.) biçilmiş ekinin tarlada satılması.

âzîş (f.i.) 1. eşik tahtası. 2. ağaç ve tahta kınğı, yonga, talaş.

aziyy (a.i.c. ezâvî) deniz dalgası.

azîz, azîze (a.s.c. eizze, [Farsça c. azîzân] 1. muhterem, sayın. 2. sevgili. 3. i. [birincisi] erkek, [ikincisi]-kadın adı.

Azîz-i Mısr Hz. Yusuf.

azîz-i zûintikam intikam alan Tanrı.

azîzân (a. azîz'in f.c.). (bkz: azîz).

azîzî (a.i.) divan şâirlerinin bâzı ortak adı.

azl (a.i.) işinden çıkarma, yol verme.

azlâf (a.i. zılfın c.) zool. çatal tırnaklı hayvanların tırnaklan, (bkz. ezlâf).

azlâl (a.i. zıll'in c.) gölgeler, (bkz: zılâl).

azlem (a.s. zulm'den) 1. en zâlim, pek ziyâde zulmeden. 2. (daha, pek, en, çok) zulmeden. 3. en karanlık.

azm (a.i.c. izam) kemik, (bkz: istihân).

azm-i acz anat. sağrı kemiği,

azm-i adesî anat. mercimek kemiği.

azm-i adud anat. pazı kemiği.

azm-i akab anat. ökçe kemiği.

azm-i âne anat. kasık kemiği.

azm-i atlas anat. atlas kemiği, fr. atlas,

azm-i cebhî anat. alın kemiği.

azm-i cidârî anat. yan kemiği.

azm-i dıl'î anat. eğe kemiği.

azm-i enfî anat. burun kemiği.

azm-i fahz anat. uyluk kemiği.

azm-i gırbâlî anat. kalbur kemiği.

azm-i hanek anat. damak kemiği.

azm-i harkafa anat. kalça kemiği.

azm-i isfencî anat. *süngersi kemik.

azm-i ka'b anat. aşık kemiği.

azm-i kafa anat. artkafa kemiği.

azm-i kas anat. göğüs kemiği.

azm-i kasaba anat. baldır kemiği.

azm-i kitf anat. qmuz kemiği, kürek kemiği, fr. omoplate.

azm-i kû'bere anat. önkol kemiği, fr. ra-dius.

azm-i lâmî anat. dil kemiği.

azm-i mıtraka anat. çekiç kemiği.

azm-i mihver anat. eksenkemik, fr. axis.

azm-i mik'a anat. kaşık kemiği.

azm-i remîm anat. çürümüş kemik.

azm-i rıdfa anat. dizkapağı kemiği.

azm-i rikâbî anat. üzengi kemiği.

azm-i semsemî anat. susamsı kemik, fr. sesamoîde.

azm-i senedânî anat. örskemiği.

azm-i sudgî anat. şakak kemiği.

azm-i şazye anat. kaval kemiği.

azm-i terkova anat. köprücük kemiği, fr. clavicule.

azm-i us'us anat. kuyruk kemiği.

azm-i vecenî anat. elmacık kemiği.

azm-i vetedî anat. temel kemiği.

azm-i zend anat. dirsek kemiği.

azm-i zevrakî anat . *kayıksı kemik, fr. naviculaire. (os.).

azm-i zıfrî anat. tırnaksı kemik.

azm (a.i.) kasıt, niyet, karar, (bkz: cezm).

azm-i kat'î Kat'î azim, kesin karar.

azm ü cezm kat'î karar, kesin karar.

âzmâ, âzmây (f.s.) denemiş, sınamış.

Cenk-azmâ cengi denemiş.

âzmâyî (f.i.) denemiş, sınamış, sınamış olma.

âzmâyîş (f.i.) 1. tecrübe, deneme, sınama. 2. tar. yalnız ihtiyar (emektar) tirendazların kullandığı bir çeşit ok.

âzmâyîş-i kalem kalem tecrübesi.

azme (a.i.) 1. karar, niyet. 2. vazife, görev.

azmen (a.zf.) karar vererek, niyet ederek.

azmen (a.s.) 1. pek çok veya en çok şeyler içine alan. 2. en çok güvenilir.

âzmend (f.s.) haris, tamahkâr.

azmî (a.s.) 1. azimle, kararla ilgili. 2. i. erkek adı. [müen. azmiye].

azmî (a.s.) kemikli, kemikten yapılmış.

azmîn (a.i.) anat. kemik özü, fr. asteine.

azm-kâr (a.f.b.s.) azimli, kararlı, (bkz: sebât-kâr).

azm-kârâne (a.f.zf.) azimli olarak, kararlı olarak, kararlılıkla.

azmûde (f.s.) 1. tecrübe etmiş olan. 2. tecrübe olunmuş, sınanmış.

azmûdegî (f.i.) görgülülük.

âzmûn (f. i.) tecrübe, sınama, deneme.

azrâ' (a.i.) 1. kızoğlan kız. [Hz. Meryem'in sıfatı]. 2. delinmemiş inci. 3. üzerinde yürünmemiş kum. 4. h. i. Medîne. 5. h. i. Vâmık u Azrâ hikâyesindeki kadın kahraman.

âzrahş (f.i.). (bkz. âdrahş).

Azrâil (a.i.) ölüm meleği.

azrâr (a.i. zarar'ın c.) zararlar 2. kayıplar.

azref (a.s.) 1. en (pek, çok) zarif. çok zekî.

azref-i zürefâ zariflerin zarifi.

âzreng (f.i.) 1. son derece katı, sert. 2. çok keder, meşakkat, eziyet, (bkz. âzereng).

azûf (a.i.) yiyecek, erzak.

âzûg (f.i.) kir, pas.

azûl (a.s.) çok azarlayan, paylayan çıkışan.

azûmet (a.i.) eğlence.

âzûn (f.e.) öylece, onun gibi, böylece, bunun gibi.

âzûr (f. s.), (bkz. âzver).

azûz (a.s.) ısırıcı.

âzüg (f.i.) 1. asma ve ağaç budantısı. 2. hurma lifi. (bkz. âjüğ).

âzürde (f.s.) incinmiş, kırılmış, gücenmiş.

âzürde-dil (f.b.s.) gönlü kırılmış, mahzun.

âzürde-gî (f.b.i.) incitilmiş, gücendirilmiş olma.

âzürde-hâtır (f.b.s.) hatırı, gönlü kırılmış.

âzürde-püşt (f.b.s.) 1. beli bükük [ihtiyar]. 2. yükten sırtı berelenmiş [hayvan].

azv (a.i.c. azviyyât) birinin üstüne atma, ona yakıştırma, iftira, (bkz. atf).

azv-i cinnet delilik isnadı.

azvâ' (a.i. zav', zû'nun c.) ışıklar, aydınlıklar, parıltılar.

âzver (f.s.) haris, tamahkâr, pinti, (bkz: âzûr).

azviyyât (a.i. azv'in c.) iftiralar, isnatlar.

azyak (a.s.) (daha, en, pek, çok) dar.

âzz, âzze (a.s.) ısıran, ısırıcı.

azz (a.i.) ısırma.

azz-i benâm parmak ısırma.

azze (a.n.) aziz olsun!

azze ensâruh yardımı bol olsun, [pâdişâhlara mahsus dua yerinde olup, eski fermanlarda geçer].

azze nasruh yardımı bol olsun, [pâdişâhlar hakkında dua yerinde kullanılır, eski paralarla fermanlarda geçer].

azze ve celle aziz ve celîl olan [Allah].
b (a.ha.) Osmanlı alfabesinin ikinci harfi olup, "ebced" hesabında iki sayısının karşılığıdır.

bâ (a.i.) "b" harfinin Arapça okunuşu, [tek noktalı olduğundan "bâ-i muvahhide" ve noktası altta olduğundan "bâ-i tahtâniyye" denir].

bâ' (a.i.c. ebvâ') 1. kulaç. 2. erişme, yetme. 3. kuvvet, kudret, beceriklilik. 4. şeref; kerem, vergili, verimli olma.

Kasîr-ül-bâ' 1) kısa boylu; 2) beceriksiz; 3) zavallı.

Tavîl-ül-bâ' 1) uzun kulaçlı; 2) gücü yeter; 3) eli açık; vergili, verimli.

bâ,be (f.e.) ile,...li.

Cemâl-i bâ-kemâl tam, mükemmel güzellik.

Yârân-ı bâ-safâ safâlı dostlar.

bâ-berât berat ile.

bâ-emr-i âlî sadrâzam emri, fermanı ile.

bâ-haber haberli, bilgili.

bâ-jurnal zabıt varakası ile.

bâ-mazbata mazbata ile.

bâ-posta posta ile, posta ederek.

bâ-tahrîrat tahrîrat ile, yazı ile.

bâ-tapu tapu ile.

bâ-vekâr vakarlı, ağırbaşlı.

bâ-an-ki (f.e.) şu suretle ki, şu şartla ki, onunla ki.

bâb (a.i.c. ebvâb) 1. kapı.

bâb-ı âlî (yüksek kapı) Osmanlı imparatorluğu zamanında, istanbul'da sadâret, dâhiliye ve hâriciye nezâretleri ile şûrâ-yı devlet dâirelerinin bulunduğu bina, mec. Osmanlı hükümeti.

bâb-ı adâlet hak kapısı.

bâb-ı âsafî tar. sadrâzam konağı. paşa kapısı yerinde kullanılan bir tâbirdir].

bâb-ı cennet cennetin kapısı.

bâb-ı hükûmet hükümet kapısı, dâiresi.

bâb-ı hümâyûn Topkapı Sarayı'nın birinci kapısı.

bâb-ı fetvâ-penâhî, bâb-ı meşîhat şeyh-ül-islâm kapısı.

bâb-ı irtişâ' rüşvet kapısı.

bâb-ı kebîr (büyük kapı) leng. 29 harfli Fars alfabesi.

bâb-ı saâdet 1) sultanın sarayı; 2) istanbul. (bkz. Astâne, Dâr-üs-saâde).

bâb-ı sagîr (küçük kapı) 22 harfli Arap alfabesi.

bâb-ı ser-askerî askerlik işleri ile uğraşan dâire.

bâb-ı şerîf Konya'da Mevlânâ türbesinin kapısı.

bâb-ı tahkir leng. Arap dilbilgisinde küçültücü isimler bölümü.

bâb-ı vâlâ-yı fetvâ (bkz. şeyh-ül-islâm).

bâb-ı zabtiyye istanbul'da emniyet işleriyle uğraşan dâire. 2. geçit, boğaz.

bâb-ül-ebvâb Şirvan civarındaki derbent

bâb-ül-mendeb Kızıldeniz'de Hint Deniz civarında bulunan bir boğaz. 3. bölüm, (bkz fasl). 4. iş, şekil, mes'ele; yol; mevzu, (bkz husus). 5. tas. tövbe.

bâb-ül-hâne (f.b.i.) genelev. (bkz. umûm-hâne).

bâb-üs-saâde (a.b.i.) Topkapı Sarayı'nın üçüncü kapısı.

bâb-üs-selâm (a.b.i.) Topkapı Sarayı'nın girişteki ikinci kapısı.

bâb-üş-şerîf Konya'da Mevlânâ türbesinin kapısı. bâb t. (f.s.) lâyık, uygun; elverişli; hayır, uğur.

bâb, bâbâ (f.i.) 1. baba, ata. 2. manevî önder; şeyh.

bâbâ-yı âlem Hz. Adem.

bâbâ-suhan söz babası.

bâbâ-yi atîk Babaeski [Trakya'da].

bâbâyân (f.i. bâbâ'nın c.) babalar, tarikat babalan, şeyhler; bektâşi şeyhleri.

bâbâyâne babayani, dervişçe.

bâbet (f.i.) 1. listede "kezâlik, den den". 2. uygun bir şey. 3. bent, fıkra. 4. taallûk, münâsebet. 5. elmas dal [süs].

Bâbil (a.h.i.) Bağdat'ın aşağı tarafında bulunan ve büyücülüğünden dolayı, eski edebiyatımızda "çeh-i Bâbil" olarak yer alan ve bir çok dillerin meydana gelmesi bakımından da masalda adı geçen "Bâbil Kulesi"nin bulunduğu, ilkçağdan kalma bir şehir.

bâbûne, bâbûnec (f.i.) papatya.

bâbûne-i gâv bot. sığırgözü de denilen sarı bir papatya.

Bâbûr-nâme (f.b.i.) Bâbûr Şah'ın Vekayi' adını da taşıyan meşhur hâtıra kitabı.

Bâbûs-ül-vâsıt XVI. asır bilginlerinden olup 1555 (H.963) de ölen Musa Merkez Efendi oğlu Ahmet Efendi'nin iki cilt üzerine ter-tîbettiği Arapçadan Türkçeye lügat kitabıdır.

bâbük (f.s.) ahmak, sersem, alık. [adam].

bâb-ül-hâne (f.a.b.i.) 1. umumhane gibi fahişelerin toplandığı yer. 2. tembeller yurdu. 3. hırsızlann ocağı.

bâbzen (f.i.) demirden veya ağaçtan yapılmış kebap şişi.

bâc (f.i.) 1. vergi, harç. 2. gümrük vergisi, (bkz: bâj).

bâc-ı kırtıl hayvanlardan alınan resim.

bâc-bân, bâc-dâr (f.b.i.) geçiş vergisi tahsildarı, (bkz: bâc-gîr).

bâceng (f.i.) 1. küçük pencere, tepe-penceresi. 2. baca.

bâc-gâh (f.b.i.) geçiş vergisinin [parasının] toplandığı yer [ev].

bâc-gîr (f.b.i.) baç, vergi toplama memuru, (bkz: bâc-bân, bâc-dâr).

bâc-güzâr (f.b.s.) 1. vergi, haraç veren. 2. geçiş parasına tâbi'.

bâd (f.e.) olsun, ola, olaydı.

Âferin-bâd aferin olsun!

Mübârek-bâd mübarek, kutlu olsun.

Âfiyet-bâd afiyet olsun.

Nûş-bâd afiyet olsun.

bâd (f.e.) 1. yel, rüzgâr.

bâd-i berîn lâtif hava, sabah rüzgârı.

bâd-i cem Süleyman Peygamberin hükmettiği yel.

bâd-i cenûbî güney rüzgân.

bâd-i hazân sonbahar rüzgân.

bâd-i hevâ bedava.

bâd-i nevâ ses, nağme; nakarat.

bâd-i nev-rûz bahar rüzgân.

bâd-i pürgû mütemadiyen sesler çıkaran, ıslık çalan rüzgâr.

bâd-i sabâ 1) doğudan esen hafif, hoş rüzgâr. 2) muz. adı manzum anonim bir edvarda geçen makam.

bâd-i seher-hîz gün doğusundan esen hafif rüzgâr, tan yeli.

bâd-i semûm sam yeli.

bâd-i subh sabah rüzgân.

bâd-i şimâlî kuzey rüzgân. 2. nefes, soluk. 3. ah sesi, ah çekme. 4. tas. Allah'ın yardımı. 5. meç. övme; söz. 6. büyüklük taslama, kibir. 7. şarap, (bkz: bâde).

bâdâ (f.e.) ola, olaydı.

bâ-dâd (f.b.s.) âdil, doğru, (bkz: dâd--ger).

bâdâm (f.i.) 1. badem . 2. sevgilinin güzel gözü.

bâdâm-ı dü-mağz iki içli badem.

bâdâme (f.i.) 1. ipek kurdu. 2. nazarlık, nazar boncuğu. 3. et beni. 4. zincir halkası. 5. eski püskü hırka. 6. cicili bicili, süslü nesne.

bâdâmî (f.s.) badem biçiminde.

bâdâş (f.i.) mükâfat.

bâd-âver (f.b.s.). (bkz. bâd-âverd).

bâd-âverd (f.b.s. ve i.) 1. rüzgâr tarafından getirilmiş, kolay elde edilmiş. 2. Bizans İmparatoruna ait bir gemide rüzgâr tarafından Hüsrev Pervîz'e götürülen hazînelerin birinin adı. 3. Doğu müziğinde bir ses.

bâd-âverde (f.b.s.). (bkz. bâd-âver, bâd-âverd).

bâd-bân (f.b.i.) 1. yelken. 2. gemi sereni, (bkz: şirâ).

bâd-bân-ı ahdar yeşil yelken, meç. felek, semâ, gökyüzü.

bâd-bânî (f.b.i.) tar. tersane halkından olan azap (ordu ve donanmaya katılan yeniçeri askeri) lann bir sınıfı.

bâd-bân-gûşâ (f.b.s.) yelken açan.

bâd-bân-gûşâ-yı azîmet olmak yelkenleri açıp yola çıkmak.

bâd-bâr (f.b.s.) 1. yelpaze. 2. gemilerdeki rüzgârlık, manika.

bâd-bâz (f.b.i.) yelpaze.

bâd-bedest (f.b.s.) elinde avu-cunda bulunmayan, iflâs etmiş, züğürt.

bâd-ber (per) (f.b.i.) 1. uçurtma. 2. dâima kendini methettiği halde elinden bir iş gelmeyen kimse.

bâd-bîz, bâd-bîzen (fb.i.) yelpaze, (bkz: bâd-keş).

bâd-dâr (f.b.s.) 1. kibirli. 2. şişman. 3. deli. 4. hiç bir işle "ilgisi olmayan kimse.

bâd-der-keff (f.a.b.s.) "elde rüzgâr" meramı boşa çıkmış, aldanmış; şanssız.

ba'de (a.zf.) sonra.

Min ba'd bundan sonra, bundan böyle.

ba'dü bu'din (a.zf.) hayli zaman sonra, neden sonra.

ba'de harâb-il-Basra Basra yıkıldıktan sonra, meç. iş işten geçtikten sonra.

ba'de hazâ bundan sonra, bundan böyle.

ba'de-l-edâ yapıldıktan sonra.

ba'de-l-feth fetihten sonra.

ba'de-l-harb harpten, savaştan sonra.

ba'de-l-icrâ yapıldıktan sonra.

ba'de-l-îfâ îfâ edildikten, yapıldıktan sonra.

ba'de-l-imzâ imzadan sonra.

ba'de-l-istihsâl elde ettikten, sağladıktansonra.

ba'de-l-istizân izin aldıktan sonra.

ba'de-l-izdivâc evlendikten sonra.

ba'de-l-mevt ölümden sonra.

ba'de-l-musâlaha barıştan sonra.

ba'de-l-mütâlâa okuduktan sonra.

ba'de-l-yevm bugünden sonra.

ba'de-t-taam yemekten sonra.

ba'de-t-tahkîk tahkikten sonra.

ba'de zemân bir zaman sonra.

ba'de-z-zevâl öğleden sonra.

ba'de-zâ, ba'de-zâlik (a.e.) ondan sonra.

ba'de-zîn (a.e.) bundan sonra.

ba'de-z-zuhr (a p) öğleden sonra.

bâde (f.i.) 1. şarap; içki. (bkz: bâd). 2. meç. aşk, Allah sevgisi. 3. halk hikâyelerinde Hızır'ın kahramanlara ve bâzı saz şâirlerine rüyalarında sunduğu içki.

bâde-fersây (f.b.s.) aşırı şarap içmekten yıpranmış kimse.

bâde-hâr (f.b.i.) şarap içen. (bkz: bâde-keş).

bâde-i cân-bahş can veren şarap.

bâde-i cüvân taze şarap.

bâde-i gül-fâm, gül renkli (kırmızı) şarap.

bâde-i gülgûn, gül renkli (kırmızı) şarap.

bâde-i gül-reng gül renkli (kırmızı) şarap.

bâde-i hamrâ kırmızı şarap.

bâde-i ikbal ikbâl şarabı, yüksek mevkide bulunmanın verdiği muvakkat keyif ve neş'e.

bâde-i mest keskin şarap.

bâde-i nâb hâlis, duru şarap.

bâde-i nûşîn içimi kolay ve hoş şarap.

bâde-i pîr eski, yıllanmış şarap.

bâde-i sad-sâle "yüz senelik şarap" meç. pek eski şarap.

bâd-efrâ, bâd-efrâh (f. b.i.) 1. ceza. 2. bir nevî fırıldak.

bâde-fürûş (f.b.s.) şarap satan,meyhaneci.

bâde-hâr (f.b.s.) şarap içen.

ba'dehû (a.zf.) ondan sonra.

ba'de-hüm (a.zf.) onlardan sonra.

bâde-keş (f.b.s.) şarap içen.

ba'de-l-lüteyyâ ve-l-letî (a.zf.) nice zahmet ve sıkıntıdan sonra.

ba'de-mâ (a.zf.) bundan sonra, bundan böyle.

bâde-nûş (f.b.s.) şarap içen.

bâde-perest (f.b s.) şaraba tapan, şaraba pek düşkün.

bâde-perestân (f.b.s. bâde-perest'in c.) şaraba tapanlar, şaraba pek düşkün olanlar.

bâdester (a.i.) kunduz.

ba'dezâ, ba'de-zâlik (a. zf.) bundan sonra.

ba'd-ezîn (a.zf.) bundan sonra, bundan böyle.

bâd-fürûş (f.b.s.) bir kimseyi, soyunu sopunu sayarak öven dalkavuk.

bâd-gân (f.b.i.) gözeten, gözetici, bekçi; hazinedar.

bâd-gâne (f.i.) kafesli pencere.

bâd-ger, bâd-ges (f.b.i.). (bkz. bâd-gerd).

bâd-gerd (f.b.i.) kasırga.

bâd-gîr (f.b.i.) 1. baca, 2. vantilatör. 3. nargile ve semâver başlığı. '

bâd-herze (f.b.i.) 1. afsun, büyü, sihirbazlık. 2. letafet, güzellik.

bâdî (a.s. ve i. bed'den) 1. sebep, mucip. 2. sebebolan. 3. ilk, başlangıç. 4. fels. sonsal, aposteriyori.

bâdî ebed-in her şeyin başı.

bâdî-i emirde işin başlangıcında.

bâdî-i nazar ilk nazarda, ilk bakışta; ilk görünüşte.

bâdîy-ür-re'y ilk fikir, ilk düşünce.

bâdî (f.s.) 1. rüzgâra veya havaya ait. 2. geçici.

bâdîc (f.i.) potur, tozluk.

bâdih (a.s.) 1. birdenbire vuku bulan; beklenmedik. 2. i. beklenmedik ziyaret.

bâdihe (a.i.) 1. beklenmedik hâdise. 2. kadın ziyaretçi. 3. tas. anî ilham.

bâdin (a.s.) şişman, bedenli.

bâdincân (a.i.) patlıcan . (bkz: bâdingân).

bâdinc (f.i.) Hindistan cevizi.

bâdincânî (f.s.) patlıcan renginde, morumsu.

bâdincâniyye (a.i.) bot. patlıcangiller, fr. aubergine.

bâdingân (f.i.) patlıcan, (bkz: bâdincân).

bâdir (a.s.) ; 1. hemen yapmak isteyen. 2. birdenbire vuku bulan. 3. dolu [ay]. 4. büyümüş Içocuk]. 5. olgun [meyva].

bâdire (a.i.c. bevâdir) 1. musîbet, felâket, (bkz: akabe). 2. zor geçit. 3. hiddetli iken yapılan bir yanlışlık. 4. kılıcın, namlunun, yaprağın ve her türlü nebatın ucu. 5. külfetsiz, güçlük çekmeden söylenen söz.

bâdiye (a.i.c. bevâdî) çöl, kır. (bkz: bevbât).

bâdiye-gul dünyâ.

bâdiye-nişîn (a.f.b.s.) çölde oturan.

bâdiye-peymâ (a.f.b.s.) çölde dolaşan.

Bâdiyet-üş-Şâm (a.b.h.i.) Fırat ve Dicle'nin birleşip denize döküldüğü noktadan îtibâren batıya doğru uzanan çöl. [bu çölün güney sınırları Arap yarımadasının içerisine doğru kavisli olarak uzanır].

bâd-keş (f.b.i.) yelpaze.(bkz: bâd-bîz, bâd-bîzen).

bâd-nümâ (f.b.i) 1. rüzgârın hangi taraftan estiğini gösteren âlet. 2. fırıldak.

bâd-pâ[y] (f.b.s.) ayağına çabuk olan [at ve şâire]; sür'atli, tez.

bâd-per (f.b.i.) 1. kâğıttan yapılmış uçurtma. 2. s. kendini beğenen, övünen kimse. 3. kamçı topacı.

bâd-peymâ (f.b.s.) serseri, başıboş, boş gezen.

bâd-reftâr (f.b.s.) "rüzgâr yürü-yüşlü" çabuk, hızlı giden, sür'atli.

bâd-reng (f.b.i.) 1. hıyar; acur; turunç, ağaç kavunu. 2. hızlı giden at.

bâd-rengîn meç. 1) şiir; 2) methiye, övgü.

bâd-sehâ (f.a.b.s.) 1. cömert. 2. i. meç. [bu] dünyâ.

bâd-sene (f.s.) kibirli, büyüklük taslayan, kötü niyetli.

bâd-ser (f.b.s.) 1. kibirli. 2. âsî. (bkz: ser-keş). 3. mutaassıp.

bâd-serî (f.b.i.) 1. kibirlilik. 2. âsî-lik. 3. taassup.

bâd-seyr (a.f.b.s.) hızlı yürüyen, ayağına çabuk, rüzgâr gibi koşan.

bâd-süvâr (f.b.i.) 1. hızlı yürüyen at, koşu atı. 2. hızlı giden atlı.

bâd-vîz (f.b.i.) yelpaze, (bkz: mirva-ha, bâd-zen, bâd-zene).

bâd-zehr (f.b.i.) panzehir.

bâd-zen, bâd-zene (f-b.i.) yelpaze, (bkz: bâd-bîz, bâd-bîzen, bâd-keş).

-bâf (f.s.) dokuyan, dokuyucu.

Bûriyâ-bâf hasır ören.

Zer-bâf sırma dokuyan.

bâfende (f.i.) dokuyucu.

bâf-kâr (f.b.i.) dokuyucu, çulha.

bâft (f.i.) kumaş.

bâfte (f.s.) dokunmuş.

bâfte (f.i.) 1. büyük renkli leke. 2. oyma levha. 3. parça. 4. büyük bir haritayı oluşturan parçalardan her biri, pafta, [kelime, dilimizde "pafta" şeklinde kullanılmaktadır].

bâğ (f.i.) 1. bağ, büyük bahçe, bostan.

bâğ-ı bedi' meç. cennet, (bkz: bâğ-ı vesî').

bâğ-ı vahş hayvanat bahçesi.

bâğ-ı vesî' meç. cennet, (bkz: bâğ-ı bedî).

bâğ-ı bahâr bahar bahçesi. 2. seyir yeri, gezinti yeri. 3. Dünyâ.

bâğ-i cihân, bâğ-i dehr dünyâ bahçesi. 4. cennet.

bâğ-i and, cennet.

bâğ-i behiştî, cennet.

bâğ-i cinân, cennet.

bâğ-i firdevs, cennet.

bâğ-i huld, cennet.

bâğ-i irem, cennet.

bâğ-i kuds, cennet.

bâğ-i naîm, cennet.

bâğ-i rıdvân, cennet.

bâğ-i refî' cennet.

Bağdâdî (a.b.i.) Bağdatlı.

bâğ-istân (f.b.i.) bağlık, bahçelik.

bagal (f.i.) koltuk.

Zîr-i bagal koltuk altı.

bagalek (f.i.) koltuk altından çıkan yumruca, köpek memesi.

bagal-gîr (f.b.s.) koltuk tutan, koltuğa giren.

bâgat ("ga" uzun okunur, f.i. bâğ'ın c.) l. bağlar, üzüm bağlan, bahçeler.

bağayâ ("ga" uzun okunur, a.i. bagiyy'in c.) fahişeler.

bâğ-bân (f.b.i.) bahçıvan, bağcı, (bkz: bâğ-vân).

bâğ-bân-ı girân-destmâye zengin, hünerli bahçıvan.

bâğ-bânî (f.b.i.) bağcılık, bahçıvanlık, bağ bekçiliği.

bâğ-çe (f.b.i.) bahçe, [bağ ile küçültme edatı olan çe den yapılmıştır; "küçük bağ" demektir].

bâğ-çe-vân (f.b.s.) bağçivan, bahçıvan.

bağdâ' (a.i.) şiddetli nefret, hiç sev-meyiş.

bâgel (f.i.) ılık su.

baggal (a.i. bagl'den) katırcı.

bagıyy (a.i.c. bağaya) fahişe.

bâgız (a.s.buğz'dan) buğzeden, nefret eden, tiksinen, (bkz: bagîz).

bagi (a.i.) serkeşlik, azgınlık.

bâgı (a.s.c. bugat) haksızlık eden serkeş, (bkz: âsî).

bâgî (f.s.) aynı bahçede yetişen.

bâgî-lik (a.t.b.i.) serkeşlik, âsîlik.

bâgî-yâne (a.f.zf.) serkeşlikle.

bagîz (a.s. buğz'dan) herkese buğzeden, nefret eden, kimseyi sevmeyen, (bkz: bağız).

bagl (a.i.c. bigal) ester, katır.

bagle (a.i.) dişi katır.

bağrâ f.i.) erkek domuz.

bağteten (a.zf.) birdenbire, apansızın.

bâgût (a.i.) paskalya.

bâğ-vân (f.b.s.) bağcı, bahçıvan, (bkz: bâğ-bân).

bagy (a.i.) ileri gitme, azgınlık, serkeşlik.

bagza, bagzâ (a.i.) şiddetli nefret, hiç sevmeyiş.

bâğ-zâr (f.b.i.) bağlık yer, bağ.

bâh (f.i.) yol. (bkz: râh, tarîk).

bâh (a.i.) şehvet.

bahâ (a.i.) 1. güzellik, zariflik. 2. parıltı. 3. alışma, dadanma.

bahâ' (f.i.) kıymet, bedel, değer.

bahâ-pîrâ-yi İsmâil meşhur bir çeşit lâle.

bâhâ, bâha (a.i.) l.bir evin etrafındaki kapalı avlu veya bahçe. 2. açık meydan, alan. 3. suyun derin yeri.

bâ-haber (f.a.b.s.c. bâ-haber-ân) 1. haberi olan. 2. akıllı, zekî. 3. ihtiyatlı, tedbirli.

bâ-haber-ân (f.a.b.s. bâ-haber'in c.) haberi olanlar, haberliler, akıllı, zekî, ihtiyatlı kimseler.

bahâ-dâr (f.b.s.) kıymetli, değerli, (bkz: bahâ-gîr, bahâ-lî).

bahâdır (f.i.c. bahâdırân) cesur, yiğit.

bahâdır-âne (f.zf.) kahramancasına, yiğitçesine.

bahâdırî (f.i.) kahramanlık, yiğitlik.

bahâ-gîr (f.b.s.) kıymetli, değerli. (bkz: bahâ-dâr, bahâlî).

bahâî a.s.) alışkın.

bahak, bahk (a.i.) göz patlama, göz patlatma.

bahâlık (a.i. behlâk ve behlâka'nın c.) boş, çürük şeyler, sözler.

bahâ-lî (f.b.s.) pahalı, (bkz: bahâ-dâr, bahâ-gîr).

bahâne f.i.) 1. vesîle, sebep. 2. kusur, noksan, garaz. 3. yalandan özür.

bahâne-cû (f.b.s.) bahane arayan, fırsat gözetleyen.

bahâne-perdâz (f.b.s.) özür dileyen; sebep bulan.

bahâr (f.i.c. bahârân) kışla yaz arasındaki mevsim. 22 Mart'la 21 Haziran arası. İlkyaz.

bahâr-ı hayât hayâtın bahân, gençlik.

bahâr-ı ömür gençlik.

bahâr-ı şevk neş'e ve arzu bahân .


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin