Baba Mertcan: 216-3884688, Şaban Mertcan: 212-2498127, 544-6297861, 533-4219394, 435+havaalanı 103=538$



Yüklə 3,83 Mb.
səhifə100/185
tarix04.01.2019
ölçüsü3,83 Mb.
#90520
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   185

Devlet Bize Karşı mı?


Bir yönüyle, devlete mensup her ferdin devletin fahri zabıtası olması iktiza eder, nizama intizama yardımcı olması gerekir. Devleti zarara uğratmak, onu zayıf düşürmek, devletin zaafını ganimet bilerek ondan bir şeyler çıkarmak, bir şeyler koparmak isteyen bir kısım anarşist ruhlara katiyen fırsat vermemek lazım. Ülkenizde anarşi çıkarırsanız, başıboşluk ve kargaşa çıkmasına meydan verirseniz, o kargaşa içinde siz de iflah olamazsınız; anarşi seylapları önünde siz de sürüklenir gidersiniz, devlet de sürüklenir gider. Sonra o tahribatı bir daha da önleyemezsiniz. Aynı zamanda, sizin daha aydın fikirleriniz, devlet adına daha parlak projeleriniz olsa bile o yıkıntı üzerinde onları hayata geçirmeniz de mümkün değildir. Daha mükemmele yürümek istiyorsanız yine şöyle-böyle mükemmele yakından başlamanız iktiza eder. Meseleyi kargaşada boğduktan sonra mükemmele ulaşamazsınız. Kemâle ulaşmak, en iyiyi yakalamak da tedricîdir, adım adım ilerlenir en kamil olana doğru; bir adım mükemmel, bir adım daha mükemmel, bir adım daha mükemmel.. işte bu zaviyeden de, devlete arka çıkmak, devletin yanında olmak, varsa gelecek vadeden bir projesi onu rical-i devletle paylaşmak müminin şiarı olmalıdır. Unutulmamalı ki, kargaşadan nizama yürünmez. Ancak nizamdan nizama yürünür. Tertip, düzen ve âsâyiş istiyorsanız, nizamî olmalı, nizamın yanında bulunmalısınız.

“Fakat, çok defa size karşı oluyorlar. En masum hizmetlerde bile bir garaz arıyorlar?” diyebilirsiniz. Ben, devleti teşkil eden müesseselerin size, bize, falana-filana karşı olduğu kanaatinde değilim. Bazı müesseselerde çığırtkan, sürekli sesini yükselten ve başkalarını sese boğan, gürültüleri faaliyetlerinin çok önünde bir kısım kimseler size devlet gibi görünüyor olabilir. Yani, size karşı olan devlet değildir, marjinal bir gruptur. Dolayısıyla, millet için hayatî ehemmiyeti olan çok önemli bir müesseseyi karşınızdaymış gibi görmek büyük bir hatadır. Böyle bir hatadan hareket ederek onu takbih etmek, kötülemek, sürekli tenkitlerde bulunmak, o da ikinci bir hatadır, hem de muzaaf (iki kat) hata.. hele bir de ona karşı güveni sarsmak, milletin itimatsızlığına sebep olmak ve böylece onu zaafa uğratmak, bu da mük’ab (kat kat) bir hatadır. O açıdan böyle bir hatalar seline de tutulmamak, yakalanmamak lazım.

Diğer taraftan, hiç kimsenin bize karşı olmaya, bizi istememeye hakkı yoktur. Biz, millet için kalbi sevgiyle çarpan, sinesi pırpır atan bir avuç insanız. Millete hizmetten başka bir şey düşünmüyoruz. Şahsımız, yakınlarımız veya sevenlerimiz adına, arpa kadar bir menfaat mülahazamız olmuşsa bunu isbat etsinler. Bunu ispat etsinler de, biz de gidelim Kaf dağının arkasını mesken tutalım, onlar da bizden kurtulsunlar. Ama bunu hiç kimse ispat edemeyecek; çünkü, zerre kadar bir menfaat mülahazamız olmadı. Allah rızasından başka hırsla talep ettiğimiz bir şey olmadı. Ve o rızayı da Allah’ın yüce adını bir bayrak gibi dünyanın dört bir yanında dalgalandırma vesilesinden başka bir yolla tahsil etmeyi asla düşünmedik. Alem bilsin, yedi dünya bir kere daha duysun bunu. Elhamdulillah bu konuda yüzümüz aktır; milletimize ve insanlığa hizmet yolunda Cenab-ı Hakk’ın “Ben sizden razıyım” demesini ummaktan başka bir mülahazamız olmadı ve –inşaallah- olmayacaktır

Bu açıdan, kimsenin bizim karşımızda olmaya, bizi istememeye hakkı yok. Bilinmedik bir kısım kaprislerle, bazı pespaye hislerle, faziletleri kendi mallarıymış gibi gören bir kısım densiz insanların, “Falan-filan da kim oluyor ki böyle dünya çapında önemli işler başarıyor. Dünyanın neresinde hangi iş başarılırsa başarılsın onun bize mal edilmesi, bizim eserimiz olduğunun ilan edilmesi lazım.” şeklinde düşünen, başkalarının meziyetlerine, faziletlerine tahammülü olmayan akıl hastası bazı kimseler varsa bu devletin içinde, işte rahatsız olanlar onlardır. Böyle üç-beş tane sergerdana bakarak, oligarşik bir azınlığın bu mevzuudaki çirkin tavrına takılarak koskocaman bir devlet müessesesini yıpratmak, sarsmak doğru değildir.


İthamlar ve gurbet


Sualinizin sonunda, gurbette bu meseleleri algılama mevzuu soruluyordu: Ben bu işin ilk mağduru değilim, sonu da olmayacağım. İnsanlık tarihi hep bu türlü mağdurlarla doludur. Hz. Nuh, karalardan sonra denizlerde de ürperten bir seyahate katlanmış.. arz üzerinde dolaşmaktan men edilince sular üzerinde yoluna devam etmiş, doğup büyüdüğü yerlerden ayrılmış ve takdir-i ilâhîye rıza içinde bir dağın başında aram eylemiş. Hazreti İbrahim, Babil, Hicaz, Kenan ili deyip durmadan mukaddes göç nöbetleri yaşamış.. Hazreti Musa, daha kundaklara sarılıyken anne evinden Firavun sarayına göçmüş, daha sonra da Mısır ve Eyke arasında hep mekik dokumuş durmuş.. Hazreti Mesih henüz azize annesinin kucağındayken yolculuklarına başlamış, önceki peygamberlerin geçtiği bütün köprülerden o da geçmiş.. Hazreti Zekeriya ve Hazreti Yahya gibi bazı peygamberler de göç imkanı bile bulamamış, yakalandıkları yerde haklarındaki idam fermanı infaz edilmiş.. ve Peygamber Efendimiz de, nebilerin, velilerin ortak kaderi olan mukaddes göç zamanı gelince Mekke-i Mükerreme’den ayrılmış, Sevr Dağı’nda bir kere daha köyüne dönüp bakmış, “Ey Mekke, kavmim çıkarmasaydı senden hiç ayılmazdım.” deyip ağlayarak hicret diyarına yürümüş...

Evet, i’la-yı kelimetullah yolunun yolcuları, “bir an belâ-yı dertten cüdâ” kalmadı. Ebû Hanîfe, saygısızca hırpalandı, zindanlara atıldı ve inim inim bir hayat yaşadı. Ahmet bin Hanbel, yıllarca âdi bir insan gibi tartaklandı ve bayağılardan bayağı işkencelere maruz bırakıldı. Serahsî, koca kâmûsunu hapsedildiği kuyu dibinde te’lîf etmek zorunda kaldı.. ve Üstad hazretleri.. hatırlayalım ne diyor: “Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım.”

İşte, çile, ızdırap, gurbet.. bunlar tebliğ ve temsil mesleğindeki herkesin ortak kaderidir; benim şu anki mağduriyetim de hemen hemen seleflerimin bütününün uğradığı bir mağduriyettir.

Bazı ithamlar, tabii ki beni çok üzüyor, ruhuma pek ağır geliyor; fakat, bir mü’min her şeye rağmen Allahın ahlakıyla ahlaklanmalı. Yani, Cenâb-ı Hak, isyankâr, günah tutsağı, asi kullarına bile kulu, mahluku nazarıyla bakıyor, onları da yedirip içiriyor. Mü’min kul da başkalarına bu zaviyeden yaklaşmalı. Haksızlıklar, zulüm ve zorbalıklar karşısında çok bunaldığı anlarda da, en fazla, hasımca davrananları Allah’a havale etmeli.. “Allahım, ehl-i imana karşı düşmanca davrananları Sana havale ediyoruz.” demeli.



Yüklə 3,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin