(159-) İnnelleziyne yektümune ma enzelna minel beyyinati velhüda min ba'di ma beyyennahü linNasi fiyl Kitabi ülaike yel'anühümullahu ve yel'anühümülla'ınun;
* İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidÂyeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.
Ama şu kimselere gelince onlar kendilerine göndermiş olduğumuz hidâyetleri ve beyan ettiklerimizden açık bilgilerden bazılarını gizlediler.
Yukarıda beyan edilenleri ve açığa çıkaranları anlattı, burada da kendilerine kitap verilenlerden bunları örtenleri anlatıyor.
İşte Allah’ın lâneti o kimselerin üzerinedir hatta lânet edilen kimselerin dahi lâneti o kimselerin üzerinedir, ne kadar büyük bir ihtar, bunlar nefsi emmâreleriyle yaşayan kimselerdir.
إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَـئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
(160-) İllelleziyne tabu ve aslehu ve beyyenu feülâike etubü aleyhim* ve enetTevvabür Rahîym;
* Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar (lânetlenmekten) kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim.
Ama bunlardan bazıları tövbe ettiler ve hallerini ıslah ettiler ve beyan ettiler, işte o kimselerin tövbeleri kabul edilir, Bende tövbelerini kabul ederim ve merhamet ederim, diyor Cenâb-ı Hakk kendi ağzından.
278
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
(161-) İnnelleziyne keferu ve matu ve hüm küffarun ülâike aleyhim la'netüllahi vel Melâiketi venNasi ecmeıyn;
* Fakat âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insânların lâneti onların üstünedir.
O kimselerki inkârları üzere öldüler, işte Allah’ın lâneti onların üzerinedir, meleklerin ve insânların hepsinin lâneti onların üzerinedir.
خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ
(162-) Halidiyne fiyha* la yuhaffefü anhümül azabu ve la hüm yünzarun;
* Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azap hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.
Onlar o lânet içerisinde kalacaklardır, yani cehennem de kalacaklardır, onların azabı hafifletilmez, onlara bakılmaz artık, onlarla kimseler ilgilenmez.
وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
(163-) Ve ilâhüküm İlâh'ün Vahıd* lâ ilâhe illâ HUverRahmanurRahîym;
* Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِن مَّاء فَأَحْيَا بِهِ الأرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا 279
مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخِّرِ بَيْنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
(164-) İnne fiy halkıs Semavati vel Ardı vahtilafilleyli vennehari vel fülkilletiy tecriy fiylbahri Bima yenfe'unNase ve ma enzelAllahu mines Semai min main feahya Bihil'Arda ba'de mevtiha ve besse fiyha min külli dabbetin, ve tasrıyfir riyahı vessehabil müsahhari beynesSemai vel Ardı le âyâtin li kavmin ya'kılun;
* Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insânlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.
Muhakkak ki semavat ve arzın hâlakedilişinde, gece ile gündüzün ihtilâf etmesinde, deniz içerisinde giden gemilerde, insânlara faydası olur, Allah’ın gökyüzünden indirdiği suda, onunla yeryüzüne hayat verir, öldükten sonra, ve her türlü gezen dolaşan hayvanları yeryüzüne yaymasında, rüzgarları yürütmesinde ve bulutları teshir etmesinde, sema ve arz arasında Âyetler vardır, akıleden kavimler için.
Bakın bu sayılan şeylerin hepsi âyettir, Âyet ise Kûr’an demektir, yani bu âlemde gördüğümüz ne kadar şey varsa hepsi Âyet ve bunların hepsi de Kûr’ândır gördüğümüz bütün bunlar, bunların büyüklerine bilindiği gibi sûre deniyor.
Burada afaktaki Âyetler sayılıyor;
Semavat ve arzın hâlkedilişinde Âyetler var, bütün bu âlemler yok iken semavat ve arz neredeydi ve bu semavat ve arz dediğimiz şey ne kadar geniş bir alanı kaplamış ki daha en son gelişmiş cihazlarla dahi sonunun bulunup
280
ulaşılması mümkün değil, şekli bilinmeyen bir fezada yaşıyoruz, ve üzerine bastığımız yeryüzü dahi tam olarak bilinmiş değil, şimdi zâhirde bunun böyle oluşu gibi bir de bâtında oluşu var, semavat bir bakıma bizim gönül Âlemimizi, iç âlemimiz, hani Kudsi Hâdiste “Ben yere göğe sığmam mü’min kulumun gönlüne sığarım” diyor, bizim iç âlemimiz bizim fezamız nasıl bir âlem nasıl bir oluşumdur, “vel Ard” ve yeryüzü, beden mülkümüz arzımız nasıl bir arzdır acaba buraya insânı daha indirebildik mi, Âdem’i yeryüzüne ayak bastırabildik mi, cennetten buraya indire-bildik mi, Havva ile buluşturabildik mi, çocuklarını meydana getirebildik mi?
Gece ile gündüzün ihtilâf etmesinde yani yer değiştirmesinde, gece ile gündüz neden oluyor? Gece ile gündüz diye bir şey yok aslında, güneşin ve dünyanın dönmesi sûretiyle arkada kalan kısma gece ve diğer kısma gündüz diyoruz, demek ki bunlar hepsi izafi, sonradan meydana gelen şeyler, işte bizde eğer şöyle Yüz km kadar yukarıya çıkarsak ne gece ne gündüz kalıyor hep mavi bir karanlık kalıyor, sonsuz bir varlık, âlem kalıyor işte gecenin ve gündüzün olmadığı bir yere ulaştığımız zaman, o anda zaman da kalmadığından, yani öğle, ikindi, akşam (v.s.) gibi namaz da kalmıyor, o zaman kalktım yattım, geç kaldım hükmüde kalmıyor ama ancak kişi oraya ulaştığı zaman, kendi vahdetine tekliğine ulaştığı zaman oluyor. Bu beden bizde olduğu müddetçe bu şekle fiilen fiziken ulaşmamız mümkün değil ama gönülden ulaşmamız mümkün, gece ile gündüzün gelmesi demek bir bakıma beşeriyet halindeyken seni nefsaniyetinin sarması gece yani nefis karanlığına düşmen gece, gündüz de akıl aydınlığına çıkman ve bu birbirini izleyerek, devam ederek yaşanıyor, hakikat yönünden baktığımız zaman gece fenâfillâh yani kişinin kişiliğinin ortadan kalkması ve de âlemin ortadan kalkmasıdır, gündüz Bakâbillâh Hakk’ta baki olmak, herşeyin meydana çıkması gibidir.
Deniz içinde giden gemiler, o geminin o ağırlığıyla suyun üzerinde durması nasıl oluyor? İşte Cenâb-ı Hakk İnsân
281
oğlu na öyle bir akıl vermiş ki, işte bizde bu vücût gemisini Muhammediyyet deryasında ne kadar güzel yüzdürürsek ondan faydalanmış oluyoruz.
Allah’ın semâdan indirdiği suyla yani yağmurla öldükten sonra yeryüzüne hayat vermesi, demek ki gökyüzünden yeryüzüne yağmur inmese yeryüzü kuruyup kalacak, şte bizim de gönül âlemlerimize inen Allah’ın Zatından İlâh-î yağmurlar olmasa, vahdet yani hayat suları olmasa bizde ölüp gideceğiz, yani kuruyup gideceğiz, işte hep İlâh-î tecelliyat hayat suyu bizi hayatta tutuyor, bizde zaman zaman beşeriyetimize dönüp ölüyoruz ama yeni gelen tecellilerle İlâh-î varlığımızı idrak edip tekrar diriliyoruz.
Her türlü hareket eden hayvanları da yaydı yeryüzüne, yani beden mülkümüze de türlü türlü nefsani varlıkları yerleştirdi, bunlarda birer işarettir.
Ve rüzgârların önüne bulutları katarak semâ ve arz arasında gönderdi ki nerede neyin ihtiyacı varsa ona yağdırmak için, işte bunlar Cenâb-ı Hakk’ın hep rahmetinden ve onun Âyetlerinden yani işaretlerindendir.
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبّاً لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
Dostları ilə paylaş: |