Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə100/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   134

GEZERİ KASEM PAŞA CAMÜ

Eyüp'te, Çömlekçiler civarında, Zal Paşa Caddesi ile Gezeri Kasım Akar Çeşmesi Sokağı kavşağındadır.

Yapının banisi, Cağaloğlu'nda aynı a-dı taşayan camiyi yaptırmış olan Kasım Paşa'dır ve 1543'te ölmüştür. Hadîkatü'l-Cevâmi'ye göre caminin yapılış tarihi 9217 1515'tir. Bu da I. Selim'in (Yavuz) saltanat yıllarına rastlamaktadır. Yapının banisi Gezeri Kasım Paşa, Bursa'da Emir Sultan'da medfundur. Caminin şadırvanım Hatice Sultan kethüdası Mehmed Efendi yaptırmıştır. Son cemaat yerinden asıl ibadet alanına geçilen kapının üzerindeki kitabe, inşasından üç yüzyıl sonra gördüğü bir tamirde konmuş olup, 1238/1822 tarihini vermektedir. Yapıdaki çinilerden birisinde (Kabe manzaralı olanında) 1138/1723 tarihi ile İznikli Mehmed oğlu Osman imzası vardır. Çimler, III. Ahmed zamanında Tekfur Sarayı i-malathanesinde yapılmıştır. Gezeri Kasım Paşa Camii'nin mimarının Ali olduğundan bazı kaynaklar bahsetmektedir.

Cami bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğladan yapılmış olup tek kubbelidir. Avlu içinde olan yapının etrafını hazire duvarları çevirir ve hacet pencereleri a-çılmıştır. Yapının son cemaat yeri üç kubbeli olup dört sütuna oturmaktadır. Buradaki sütunlar granitten olup kaidesizdir. Başlıkların iki yanındakiler baklava-lı, ortadakiler yapraklıdır. Yapının cümle kapısı son cemaat duvarının sağındadır. Kapı üstünde tamir kitabesi vardır. Kapının solunda iki pencere vardır. Yapının bütün cephelerinde altta iki tane dikdörtgen, üstte iki tane dikdörtgen ü-zeri sivri kemerli pencere açılmıştır. Son cemaat yerine açılan kuzey duvarında ikinci sırada olması gereken pencereler yoktur, içeride kuzey ve batı duvarlarında dikdörtgen şeklinde niş olarak açılan yerler, dolap olarak kullanılmıştır. Minareye hemen kapının yanından (batıdan) girilmektedir.

Ana mekânda, kapıdan girilince solda maksure bulunur. Yapıda güneyde tam ortada bulunan mihrap nişi çini ile kaplı olup içten yedi köşelidir. Mihrap nişi yukarıda Bursa kemeri içine alınT mış, sade bir çerçeve ile çevrelenmiştir. Köşelerde örgülü süsleri olan kavallar mevcuttur. Her kareye de bir tane hata-yi çiçeği gelmektedir. Yalnızca mihrapta 22 Recep 1138/1725 tarihi görülen bir çini levha kalmıştır. Güney cephesinde, sağ pencere üstünde, mihrabın solunda sivri kemerli bir çini pano mevcut olup Mekke'yi tasvir etmektedir. Yapıda kadınlar mahfili yoktur. Caminin üst örtüsü olan kubbenin, sekiz köşeli kasnağı olup penceresizdir. Kubbeye geçiş Türk üçgenleriyledir. İntikal unsurlarının aralarında kalan yarım yuvarlak kemerler içerisinde pencereler açılmıştır. Vaaz kürsüsü ve minberi ahşap olup, vaaz kürsüsü güneydoğu köşesinde, duvara bitişik olarak yapılmıştır. Yapı içten ilk pencerelerin yarısına kadar lambri ile kap-

Cezeri Kasım Paşa Camii

Hazım Okurer

lanmıştır. Üst kattaki pencerelerin etrafı ve içleri alçı ile şekillendirilip içlerine vitray yapılmıştır. Yapıda diğer süsleme öğesi kalem işidir. Kubbede iç içe geçmiş yıldız motifinden avize çıkmaktadır. Yapıdaki kalem işleri mavi, siyah, beyaz ve kırmızı renkli olup geometrik motiflerdir. Bunlar pencere kenarlarında, kubbe eteğinde ve kubbede görülmektedir. Yapının minaresi 18. yy'da yapılmış olabilir. Minare kesme taştandır. Minarenin, kare tabanlı bir kürsü ile piramit biçiminde bir pabuç üzerine oturan çokgen gövdesi kırmızı bir bilezikle son bulmaktadır. Şerefenin altında taşların üzerine istiridye kabuğunun üzerindeki kabartıları andıran çizgiler işlenmiştir. Tek şerefesindeki korkuluk levhaları, geometrik kabartmalarla süslenmiştir.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 280; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 8-9, no. 32; Öz, istanbul Camileri, I, 39; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 35; İSTA, III, 3539; Yüksel, Bâyezid-Yavuz, V, 432b; H. Eldem, Camilerimiz, s. 48.

N. ESRA DİŞÖREN



CHOISEUL-GOUFFIER, COMTE de

(27Eylül 1752, Paris - 20 Haziran 1817, Aachen [bugün Almanya'da]) Diplomat, yazar.

Tam adı Marie-Gabriel-Florent-Au-guste Comte de Choiseul-Gouffier'dir. Soylu bir ailenin çocuğuydu. İyi bir eğitim gördü, Harcourt Koleji'ni bitirerek klasik Yunan ve Roma uygarlıkları uzmanı oldu. 1776'da Chabert markisi başkanlığında Ege Denizi'nin yeni bir haritasını çıkarmak üzere gönderilen heyete katıldı. Choiseul-Gouffier bu gezide daha çok antik kalıntılar, heykeller ve yazıtlarla ilgilendi. Heyet 30 Haziran 1776' da Megri'de (Fethiye) karaya çıkarak Muğla, Milas, Bodrum ve dolaylarının antik şiflerini dolaştı ve çizimler yaptı.

Choiseul-

Gouffier'nin

1841'de

basılan


kitabında

yer alan ve

Kâğıthane'yi

betimleyen

bir gravür.

Erkin Emiroğlu

fotoğraf arşivi

Buradan Milet ve Efes yoluyla İzmir'e varıldı. Denizyoluyla Dikili'ye gidilerek Bergama gezildi ve Edremit Körfezi'n-den Midilli'ye geçildi. Buradan kuzey Ege adaları, Trakya kıyıları ve Aynaroz'a gidilerek araştırmalar yapıldı.

Fransa'ya dönüşünde 1779'da Yazıtlar ve Edebiyat Akademisi'ne (Academie deş Insctiptions et deş Belles-Lettres) seçilen Choiseul-Gouffier, 1782'de d'Alembert'in yerine Fransız Akademisi üyeliğine getirildi. Aynı yıl, İzmir'e kadar yolcuğunu ve incelemelerini kapsayan Voyage pitto-resque de la Grece kitabının birinci cildi yayımlandı. Büyük boy ve gravürlerle donatılmış olan kitabın, yine 1782'de Got-ha'da bir Almanca baskısı yapıldı. Ancak ikinci cildin hazırlıkları sürerken Choiseul-Gouffier İstanbul'a elçi olarak atandı. 4 Ağustos 1784'te Toulon'dan yola çıkarak 23 Eylül'de Osmanlı başkentine ulaşan büyükelçi, yanında ressam Louis-François Cassas'ı(-»), mühendis François Kauffer'i (-») ve gökbilimci Tondu'yü de getirmişti. Amacı diplomatik faaliyetlerin yamsıra, araştırmalarını sürdürmekti. Be-yoğlu'ndaki Fransız Sarayı'nda bir matbaa, aynı yerde ve elçiliğin Tarabya'daki yazlık binasında birer rasathane kuran Choiseul-Gouffier, Kauffer'e ilk İstanbul haritasını çizdirdi. Jean-Baptiste Le Che-valier'yi de harabelerin haritalarını çıkarmak üzere Truva'ya gönderdi.

1789'daki Fransız Devrimi'nden sonra bir süre yerinde bırakılan Choiseul-Gouffier 22 Ağustos 1792'de geri çağrılınca dönmeyi reddetti. 22 Kasım 1792'de devrim hükümetince hakkında tutuklanma kararı alınınca İstanbul'dan kaçarak Rusya'ya sığındı. Orada II. Katerina ve ondan sonra I. Pavel tarafından akademi ve kütüphaneler müdürlüğüne getirildi. 1802'de Paris'e döndüğünde kitabı için topladığı malzemenin büyük kısmının

dağılmış olduğunu gördü. Kauffer'in İstanbul planı önce Le Chevalier (1801), sonra da Melling tarafından yayımlanmıştı. Le Chevalier ayrıca Truva'da yapmış olduğu incelemeleri (1792, 1800), Cassas da Suriye ve Mısır çizimlerini yayımlamışlardı (1799). Buna rağmen Choiseul-Gouffier çalışmalarını sürdürdü ve ikinci cildin ilk bölümünü masraflarını kendisi karşılayarak 1809'da bastırdı. Burada İzmir'in kuzeyindeki Ege kıyıları ve kuzey Ege adalarına ait çizimler ve haritalar yer alır. Ancak ikinci bölüm ve üçüncü cilt, ölümünden sonra, 1822'de basılacaktır. Eserin tümünün ikinci baskısı 4 cilt metin ve l cilt atlas olmak üzere 1841'de yapılmıştır (Voyage pitto-resque dans l'Empire Ottoman, en Grece dans la Troade, leş iles de l'Archipel et sur leş cotes de l'Asie Mineure, Paris).

İkinci cildin ikinci bölümünde Truva'ya ait çizimler toplanmış, üçüncü cildin en büyük bölümü ise İstanbul'a ayrılmıştır. Ancak burada önemli olan metin değil çizimlerdir, çünkü çizimlerin açıklamaları dışında, Choiseul-Gouffier' nin yazdığı tek bölüm, eski yazarlardan alınan, kentin Bizans dönemine ait tarihsel topografyasıdır. Kente ayrılan 90 adet gravür 18. yy sonu İstanbul'u için önemli bir belge dizisini oluşturur. Bunlardan 52'si her levhada 4 tane olmak üzere, 14 levha halinde çizilmiş kostümler dizisidir. Bir bölümü, daha eski belgelerden, örneğin yüzyılın başına ait Van Mour'un resimlerinden etkilenmiş olmakla birlikte, saraya ve ordu mensuplarına ve kentin Müslüman ve gayrimüslim halkına ait birçok yeni gözlem getirmektedir. Kentin çeşitli görünümleri çoğunlukla denizden çizilmiş olmasına ve ne eski panoramaların görkemi ne de Melling'deki ustalık bulunmasına rağmen, önemli ayrıntılar ve gözlemler içerir.



427

CHURCHELL, WILLIAM

Bibi. L. Pingaud, Choiseul Gouffier. La Fran-ce en Orient sous Louis XVI, Paris, 1887; E. Luce, "Deux ans â l'ambassade de France â Contantinople avec M. de Choiseul-Gouffier, (1784-1786)", Revue d'histoire diplomatique, 1958, s. 135-144, 220-230, 313-323; G. Martin, Voyage â Constantinople f ait â l'occasion de l'ambassade de Choiseul-Gouffier â la Porte ottomanepar un ancıen aumonier de La Ma-rine royale, Paris, 1819; Salih Münir Pacha, "Louis XVI et le sultan Selim III", Revue d'his-torie diplomatique, 1912, s. 516-548; V. H. Aksan, "Choiseul-Gouffier and the Sublime Porte, 1784-1792", Studies on Ottoman Diplo-maticHistory, IV, ist., 1991, s. 27-38.

STEFANOS YERASİMOS



CHURCHELL, WELLIAM

(1797, Londra - 7 Eylül 1846, İstanbul) İstanbul'da yayımlanan ilk Türkçe özel yarı resmi gazetenin yayımcısı.

1815-1822 arasında bir tarihte ticaret yapmak için İzmir'e yerleşmiş, Türkçeyi az konuşur ve okur derecede öğrenmiştir. 1831-1833 arasında İstanbul'daki Amerikan Elçiliği'nde tercüman ve konsolos yardımcısı olarak çalıştı. Bu arada bazı İngiliz gazetelerine haberler yollayarak gazetecilik de yapmaya başladı. Bunu mesleki çabadan çok yeni ilişkiler kurmak ve işlerini düzene koymak için yapıyordu. Nitekim bu sayede Osmanlı devlet adamlarıyla bağ kurdu. Yabancıların oturmasına izin verilmeyen Kadıköy'e yerleşti.

Churchill 1836'da burada, yasak olan çayırda avlanırken bir çocuğu yaralayınca tutuklandı. Ancak, Osmanlı Devleti' nin Rusya'ya karşı İngiliz desteğini aradığı bu dönemde olay, elçiliğin zorlamasıyla kapandı. Reisülküttab Akif Efen-di'nin (Paşa) görevine son verildiği gibi ChurchilFe bazı ticari imtiyazlarla birlikte bir gazete çıkarma hakkı tanındı. Bunu 1840'ta Ceride-i Havadtâi(~>) çıkararak kullandı. Babıâli'nin maddi yardımıyla yayımlanan bu gazete ölümünde oğ-

•İt


CİBA1İ

428

429

CİĞERCİLER

lu Alfred B. Churcill tarafından devam ettirildi. Churcill'in torunları içinde 1945'e kadar istanbul'da yaşamış olanı vardır.



Bibi. O. Koloğlu, Miyop Çörçil Olayı, Ankara. 1986.

ORHAN KOLOĞLU

CİBAIİ

Unkapanı'ndan Eyüp'e doğru Halic'in batı kıyısındaki semt. Karşı yakasında Halic'in Kasımpaşa semti yer alır.



Haraççı Kara Mehmed ile Küçük Mustafa Paşa mahallelerinin eteklerinde Haliç kıyısında kurulmuş bir semttir. Kuzeyinden Halic'e paralel Abdülezel Paşa Caddesi geçmektedir.

Bizans döneminde, İstanbul'un Halic'i de çevreleyen surlarının bugünkü Ci-bali semtinde bulunan kapısına "Porta Puteae" veya "Porta del Pozzo" dendiği söylenir. P. Gilles, aynı kapıya "Porta Jubalica" dendiğini söyler. Bu adlar 18. yy'a kadar semtte oturmuş olan ispanya kökenli Yahudilerden kalmış olmalıdır.

Söylentiye göre İstanbul'un, II. Mehmed (Fatih) tarafından 29 Mayıs 1453'te fethedildiği gün, Bursa Subaşısı Cebe Ali Bey(-») bu semtteki sur kapısını kırıp şehre girmiş, bu kapı ve çevresindeki semt, daha sonra bu kişinin adı ile anıla-gelmiş, sonradan halk arasında Cibali şeklinde değişmiştir.

Cibali, batısında Küçükmustafapaşa, güneyinde Zeyrek ve doğusunda Unka-panı semtleri ile çevrelenmekte, kuzeyinde Haliç uzanmaktadır. Fetihten sonra tüm Haliç çevresi gibi Cibali de gelişmeye başlamıştır. Kaptan-ı deryaların gözde semtlerinden biri olan Cibali'de Pirî Reis, daha sonra Murad Reis, Lala Mustafa Paşa, Kemal Reis konaklar yaptırıp oturmuşlardı. Yine de fetihten 18. yy'a kadar Rum ve Yahudi nüfus çoğunluktaydı. 18. yy ortalarından itibaren semte Müslüman halk yerleşmeye başlayınca camiler, tekkeler ve yeni binalar yapıldı. II. Mahmud zamanında (1808-1839) Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından önce düzenlenmiş bir Bostancıbaşı Defte-n'hin gösterdiği gibi, 19. yy'da kıyıdaki çoğu Yahudi mülkü evler arasında Türklerin mülkiyetinde olan birkaç yahudha-ne(->) de vardı.

Reşat Ekrem Koçu, Cibali'nin bekârların yoğunlukta bulunduğu bir avam yatağı olduğunu belirtir. Belki de bu yüzden semtin meyhaneleri de ünlüydü. Bu meyhanelerin müşterileri arasında tulumbacılar, beygir ve araba sürücüleri, fırın hamurkâr ve tablakârları, kayıkçılar ve gemiciler yanında efendiden kişiler de bulunmaktaydı.

Osmanlı döneminde dar sokakların, ahşap evlerin çoğunlukta bulunduğu yoğun nüfuslu bir kent olan İstanbul'da yangın çok sık görülen, birçok ekonomik ve toplumsal sorunu beraberinde getiren bir olaydı. Cibali de bir ticaret merkezi ve tekneleri kalafatlamakta kullanılan yanıcı maddelerin depolandığı bir yer olduğundan, kentin merkezini etkileyen ve Yenikapı yönüne doğru uzanan

büyük yangınlar genellikle burada başlardı. Bu büyük yangınlardan biri 2 Eylül 1033 tarihinde, Cibali Kapısı dışında, bir kalafatçının yaktığı fundanın rüzgâr şiddeti ile yakındaki ahşap kayıkhaneleri tutuşturması ile başlayıp Aya Kapısı, Cibali Kapısı ve Küçükmustafapaşa Çar-şı'sını kül etmiş, Haydarpaşa ve Üsküp-lücami semtleri ile Unkapanı ve Zeyrek Yokuşu'na kadar olan yerlere de yayılmıştır. Bu yangından başka 7 Haziran 1693, 17 Temmuz 1718, 9 Mayıs 1724, 6 Temmuz 1756, 22 Ağustos 1782 ve l Temmuz 1833 tarihlerinde büyük yangınlar çıkmış, semtte birçok binanın yanıp kaybolmasına neden olmuştur. Semtte ayakta kalabilmiş önemli yapılar ve e-serler şunlardır: Karasarıklı Sokağı'nda berber dükkânının duvarında Karasanklı Elyan Dede Türbesi'nden kalma bir kitabe bulunmaktadır. Türbe istimlakler sırasında kaldırılmıştır. Nalıncı Mehmed Mimi Dede'nin türbesi Nalıncı Cemal Sokağı'nda aynen durmaktadır. Türbenin kapısı-

Cibali

İstanbul Ansiklopedisi

nın üstünde kitabesi, binanın altında şimdi işlevsiz duran bir çeşme vardır. Cibali Kapısı'na girişte, sağ tarafta eski Cibali Karakolu'nun yıkıntısı ve bu yıkıntının içinde iyi korunan Cebe Ali Türbesi vardır. Karakol yıkılmadan önce karakolun içinden geçilerek türbeye girildiği anlatılmaktadır. Türbede fetihten kaldığı söylenen toplar görülür. Yine Cibali Kapısı'na girişte sol tarafta cadde üzerinde bulunan çeşmenin bir kısmı yol altında kalmıştır.

Gül Cami Sokağı, Şair Nevi Sokağı, Vakıf Mektebi Sokağı ile Şerefiye Sokağı ortasında, tepe üzerinde Gül Cami bulunur. Bu cami Ayia Teodosia adlı bir kiliseye III. Selim döneminde minare eklenerek yapılmıştır. Orta büyüklükte bir bina olan caminin büyük bir kubbesi, bunun yanında da ufak kubbeler bulunmaktadır. Zeminin altında avlunun altına kadar uzanan bir yeraltı dehlizi vardır. Caminin karşısında 1307/1889'dan kalma bir çeşme bulunmaktadır. Cami-

nin şadırvanı, büyük çınar ile etrafındaki oturma yerleri ve Âdile Sultan Halk Kütüphanesi semtteki bu küçük bölgeyi şirin bir hale dönüştürmeye yetmiştir. 1825'te yapılan kütüphanenin kitabesi durmaktadır.

Semtin diğer camileri Sivrikoz Sokağı köşesinde Sivrikoz Mescidi ile Tekel Genel Müdürlüğü levazım ambarları arkasında bulunan Haraççı Kara Mehmed Ca-mii'dir. Sivrikoz Mehmed Efendi Camii' nin önünde 1317/1889'dan kalma bir çeşmenin üst parçası sergilenmektedir. Haraççı Kara Mehmed Camii'nin arka tarafında mezarlar, bunun yanında da şimdi kullanılmayan bir çeşme bulunmaktadır. Semtin tek kilisesi olan Ayios Niko-laos Rum Ortodoks Kilisesi, Abdülezel Paşa Caddesi'nde(-») Ayakapı otobüs durağının ilerisindedir.

Cibali semtine 20. yy başlarından bu yana kimliğini veren, Cibali Tekel Tü-tün-Sigara Fabrikası'dır (bak. Cibali Tütün Fabrikası). Fabrika binası yanında Tekelin Alkollü İçkiler Sanayii Müessesesi ile Pazarlama ve Dağıtım Müessesesi vardır. Yine Tekel Genel Müdürlüğü levazım ambarları da buradadır. Bütün bu binalar Abdülezel Paşa Caddesi boyunca sıralanmıştır. Cadde boyunca ve eski evlerde yerleştiği görülen keresteciler, semtin iç taraflarına da yayılmışlardır. On yıl öncesine kadar kerestecilerin merkezi olan Cibali'de bugün keresteci işlikleri azalmış, dükkânların birçoğu Ko-casinan'a taşınmıştır.

Günümüzde Cibali orta-alt katmanların, küçük esnaf, işçi ve asıl iç göçle gelenlerin yerleştiği bir semttir. Göçle gelenlerin çoğu Rizelidir. Gelenekçi, dinci ve muhafazakâr bir toplumsal yapıya sahiptir. Semtin Haliç kıyısı tarafındaki mezbelelikler ve tersane 1985-1989 döneminde kaldırılmış, yerlerine çocuk parkı ve park yapılmıştır.

FİGEN TAŞKIN



CİBALİ KAPISI

bak. SURLAR



CİBALİ MESCİDİ

bak. SİVRİKOZ MESCİDİ



CİBALİ TÜTÜN FABRİKASI

Haliç'te, Cibali semtinde 1884'te üretime geçen tütün fabrikası.

Anavatanı Amerika olan tütün, 16. yy sonu 17. yy başında Osmanlı ülkesine girmiş, hızla yayılmış ve sonraki yüzyıllar boyunca adım adım tekel konusu olmuştur. 1872'de hazine açığım kapatmak için kurulan tütünde devlet tekelinin İstanbul'daki imtiyazı, yıllığı 3.500 altına Zarifi ve Hristaki Zoğrafos adlı iki bankere verilmiştir. Tütün imalat ve satış tekelini yürütmek üzere İstanbul'da Idare-i İnhisariye-i Duhan kurulmuş; 1876'da devlet borcuna karşılık tütün tekel imtiyazı Galata bankerlerine, 1880'de ise Dü-yun-ı Umumiye İdaresi'ne bırakılmıştır.

Bu düzenlemeler de tekel gelirlerini artırmayınca 1884'te Girit ve Lübnan dı-

Cibali Tütün

Fabılkası'mn

günümüzdeki

görünümü


(üstte) ve

yüzyıl


başındaki

durumunu


gösteren bir

kartpostal.



Nazım Timuroğlu,

1994 (üst),

Gökhan Akçura

koleksiyonu (yan)

şında, Osmanlı sınırları içinde tütün alım ve imalat rüsumlarını toplama, tütün fabrikası açma imtiyazı 30 yıl süre ile, yıllığı 750.000 altına Osmanlı Bankası, Viyana' da "Credit Anstalt" ile Berlin'de "Banker Blayhrud" şirketlerinden kumlu "Müşte-rek-ül Menfaa İnhisar-ı Duhan-ı Aliyye-i Osmaniye" veya "Reji İdaresi" adı ile bilinen şirkete verilmiştir.

Cibali Tütün Fabrikası bu gelişmelerin sonucunda 1884'te kurulmuş, ilk kurulan büyük ana binada önceleri sadece tütün işlemekle yetinilmiş, sigara imalatı 1900'den itibaren başlamıştır. Fransız Reji İdaresi tarafından işletilen fabrika 1925' te millileştirilerek Türk Tekel İdaresi'ne bağlanmıştır.

Cibali Tütün Fabrikası, 1946'da ilk puroyu, 1959'da "Samsun" adı ile ilk filtreli, kokulu, soslu sigarayı üreterek piyasaya vermiştir. 1984'te yeni makineler ithal edilerek puro, 1988'de de pipo tütünü tesisi kurulmuştur. 10.385 rrf'lik bir arsa üzerinde kurulu olan Cibali Tütün Fabrikası, bugün küçük bir bölümde kapalı alanda üretimini sürdürmektedir.

Filtresiz sigara, filtreli sigara, puro, pipo tütünü, enfiye gibi maddeler üreten fabrika, 1985'te kurulmuş olan mü-" zesi ile Türk tütün ve sigara sanayiinin tarihini en küçük ayrıntılarıyla titizlikle korumaktadır.

Cibali Tütün Fabrikası, adını aldığı semtin profilini olduğu kadar toplumsal

yapı ve yaşamını da belirlemiştir. Fabrikada her dönem erkek işçiler yanında çoksayıda kadın işçi de çalışmış, İstanbul'da işçiliğin kuşaktan kuşağa geçtiği ender işyerlerinden biri olmuştur. Yine Cibali Tütün Fabrikası 20. yy başlarında,İstanbul işçi hareketi içinde de grevler,örgütlenme ve işçi sınıfının bilinç düzeyi bakımından önemli bir yere sahipti.Mahmut Yesari'nin 1927'de yazdığı Çulluk romanının kadın kahramanı CibaliTütün Fabrikası'nda çalışan genç bir işçikızdır. """

Bibi. H. Kazgan, "Osmanlı Hükümeti'nin Reji Şirketi Karşısındaki Acizliği", Ekonomide Diyalog, Mayıs 1984; ay, "İhracata Dönük Sanayiin Geçmiş'teki Başarıları", ae, S. 15 (1984); E. İhsanoğlu, Osmanlılar ve Batı Teknolojisi, İst., 1992.

İSTANBUL


CİĞERCİLER

Eski İstanbul esnafı içinde ciğerciler çoğu zaman kasaplarla birlikte anılmışlardır. Ancak ciğerci diye anılan ve yalnızca kasaplık hayvanların ciğer, baş, ayak, yürek, böbrek gibi kısımlarını satan dükkân sahibi ya da gezici bir esnaf türü daha vardır.

Eski İstanbul'da ciğerciler genellikle Arnavut asıllıydı. Arnavutlar bu işi aile mesleği haline getirmişler, babadan oğu-la intikal ettirerek uzun süre piyasayı ellerinde tutmuşlardır. Günümüz İstanbul' unda da bu mesleği geçen yüzyıldan be-

CİHANGİR

430

r

431



CİHANGİR CAMÜ

Bir kartpostalda ciğerci tipi. Nazım Timuroğlu arşivi

ri devam .ettiren Arnavut asıllı ailelere rastlanmaktadır.

Ciğerci dükkânlarının kendilerine has özellikleri vardı. Ciğerler, teldolaplarda ya da çengellerde asılı durur, müşterinin beğenmesi için göz önünde bulundurulurdu; ayak, baş varsa bunlar da temizlenmiş olarak sıra sıra alıcısını beklerdi. Yürek, böbrek hattâ işkembe bile satanlar olurdu. Günümüz ciğercileri aynı düzeni sürdürmekle birlikte satılan ürünlerin yaz kış buzdolabında saklanması, çağın gereklerine uygun bir yenilik olarak kendini göstermektedir.

Sokak ciğercileri iki çeşitti. Bir bölümü bir at ya eşeğin iki yanına yüklediği ya da sırtına aldığı teldolaplar içinde bulunan ciğer ve diğer sakatatı mahalle aralarında dolaşıp Arnavut ağzı bir Türkçe ile bağırarak satardı. Bir bölüm gezgin ciğerci de uzunca bir sırığın iki ucuna sıralanmış ciğerleri açıkta ve sokak sokak gezdirerek satardı. Sırık ciğercisi de denilen bu esnafın peşi sıra gezen her türden sinek ile sokak kedileri hiç eksik olmazdı. Ciğerci bir yandan çoluk çocuk, genç ihtiyar alışveriş için gelenlere meram anlatırken, bir yandan sinekleri kovalar, bir yandan da sağdan soldan saldırıya geçen kedileri uzaklaştırmaya çalışırdı.

istanbul cihangir

Beyoğlu İlçesi'nde bir semt. Kuzey'de Taksim tarafında Sıraselviler Caddesi ile Kazancıbaşı Yokuşu arasından başlayıp, güneyde dik yokuş ve merdivenlerle Sa-lıpazarı ve Fındıklı'ya inilen tepe yamaçlarına dek uzanır.

Yahya Kemal Beyatlı'nın Üsküdar'ı anlatan bir şiirinde "Git bu mevsimde gurub vakti Cihangir'den bak!" sözleriy-

le dile getirdiği gibi, Cihangir tepesi karşıda Anadolu yakasında Kuzguncuk'tan Selimiye'ye dek uzanan" geniş kıyı ve yamaçları, Kız Kulesi'ni, Rumeli yakasında Boğaziçi'nin girişini tarihi yarımadanın uç kısmını ve onun üzerindeki Topkapı Sarayı'nı ya da berrak havalarda Ada-lar'ı bile görmeyi mümkün kılan pano-ramasıyla, kentin "en güzel manzaralı" mevkilerinden birisidir.

Burası hakkında Osmanlı öncesi dönemine ait herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, denizden kayalık halinde yükselen dik tepenin üzerinde ya Evliya Çelebi'nin "Aleksandra adında kadim bir mabed" diye tanımladığı eski bir pagan tapınağına veya bir erken Bizans manastırına ait olduğu sanılan kalıntılara rastlanmıştır. Osmanlılar dönemine ait semtle ilgili ilk belgede ise burada birtakım nahoş kadınların ve erkeklerin kaldığı yazılıdır (1563).

O sıralarda I. Süleyman'la (Kanuni) Hürrem Sultan'm küçük oğulları Şehzade Cihangir'in çok genç yaşta ölmesi ü-zerine padişah İstanbul'a hâkim bu tepenin üzerinde, eski dini binanın harabelerinin bulunduğu mevkide 1559-1560' ta bir cami inşa ettirdi. Mimar Sinan tarafından yapılan camiye Şehzade Cihangir'in adı verildiğinden orasının adı da Cihangir kaldı. Ne var ki, o sıralarda yöre henüz semt denilecek kadar bir yerleşim bölgesi değildi. Nitekim kıyıdan camiye kayalıklar içine oyulmuş 100 basamaktan fazla mermer merdivenle çıkılması da müdavimlerin, daha çok başka semtlerden kayıklarla ya da arabalarla Fındıklı'ya gelip, buradan camiye çıktıklarını gösterir.

19. yy'in sonlarında ve 20. yy'ın ilk çeyreğinde yapılan kagir binalarla ve büyük apartmanlarla semt yoğun bir yerleşim bölgesi oldu. Daha çok gayrimüslim azınlıkların oturduğu Cihangir'e, 1920' den sonra akın akın gelip Pera'da biriken Beyaz Rus göçmenlerin bir bölümü yerleşti. Cumhuriyet'ten sonra da Cihangir'in inşa ve gelişmesi devam etti. 1934

Cihangir'in genel görünümü. Elif Erim, 1992

tarihli şehir rehberinde belirtildiği gibi -ve bugün de hâlâ- semt birisi Cihangir, diğeri ise Pürtelaş Hasan Efendi adını alan iki mahalleden oluşmaktadır.

istanbul'un birçok semti gibi Cihangir de zaman zaman yangınlara maruz kalmıştır, fakat nüfus yoğunluğu yüksek olmadığından bu yangınlar, istanbul'un ünlü yangmlarındaki kadar hasara yol açmamıştır. Miladi takvime göre kısaca sıralanacak olursa; 1765'te çıkan ve on saat süren bir yangında semtteki tüm evler yanmıştı, 1823'te semtin güneydoğusundaki Firuzağa'da çıkan yangın, Sor-magir'e (semtin bugün Başkurt Sokağı adım alan, tanınmış sokaklarından) kadar sıçramıştı, 1863'te ise bu kez Sorma-gir'de kırkı aşkın ev yanmıştı, 1868, 1869, 1874, 1875 ve 1890'daki küçük yangınlardan sonra, 1916'daki bir başka yangında tüm ahşap binalar kül olmuş, kagirler de hayli hasar görmüştü. O tarihten sonra semtte bir daha ahşap bina yapılmadı.

Cihangir 1930,1940 ve 1950'lerde hem Beyoğlu'ndaki eğlence yerlerinde çalışanların oturduğu, randevuevlerinin bulunduğu, hem de lüks apartman dairelerinin yer aldığı, varlıklı bir kesimin yaşadığı, kentin tanınmış pek çok tabip ve diş hekimi muayenehanelerinin, özel dispanser ve polikliniklerinin bulunduğu bir semtti. Alman Hastanesi ve Beyoğlu İlkyardım Hastanesi de Sıraselviler üzerinde, bu semttedir. 1960'larda başlayan Taksim ve Beyoğlu'ndaki bozunmaya paralel olarak Cihangir de kötüleşti, ba-kımsızlaştı, 1980'lerde semtin kamuya açık biricik yeşil alanı olan Cihangir Parkı kaldırılarak, yerine bir beton yığını halinde kapalı otopark yapıldı. Semt sakinlerinin, öğrencilerin ve kentin çeşitli semtlerinden müdavimlerin sevdikleri, Lenger Sokak'taki denize nazır Ege Aile Bahçesi başka bir müdavim grubuna açık gece kulübüne dönüştü. Semtin Salıpazarı'na inen yamaçlarında kamuya kapalı ama iskân dışı kalmış bazı yeşil alanlar hâlâ vardır.

Cihangir'in yazgısı Beyoğlu ve Tak-sim'inkine bağlıydı, semt olarak bugünden yarına nasıl evrimleşeceği de aynı faktörlere bağlıdır ve bugünkü gidiş sürerse muhtemelen turistik bir yöre ya da öyle bir yerin tamamlayıcısı halinde gelişecektir.

BEHZAT USDİKEN



Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   96   97   98   99   100   101   102   103   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin