Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi


ÇATLADIKAPI bak. SURLAR ÇAVUŞ HAMAMI TEKKESİ



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə113/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   109   110   111   112   113   114   115   116   ...   134

ÇATLADIKAPI

bak. SURLAR



ÇAVUŞ HAMAMI TEKKESİ

bak. BEŞlKÇlZADE TEKKESİ



ÇAVUŞ MESCİDİ

Fatih llçesi'nde Balat'ta, Hızır Çavuş Mahallesi, Çilingir Sokak'ta yer almaktadır.

Yapı divan çavuşlarından Hızır Ağa tarafından yaptırılmıştır. Hızır Ağa 9967

1587'de çavuşbaşı olmuş, 999/1591'de ölmüştür. Hadîkdda. yapı Çavuş Mescidi adı ile kayıtlı olup Balat'ta bulunduğu ve banisinin divan çavuşlarından Hı-. zır Ağa olduğu, ayrıca kabrinin de mescidin yanında bulunduğu, bitişiğinde de mektebi olduğu belirtmiştir. Kendi adı ile bilinen mahallesi olduğu da ilave e-dilmiştir.

Günümüzde "Hızır Çavuş Camii" olarak tanınan mescit, yanında bulunan medresesi ve sıbyan mektebi ile birlikte 1132/1720'deki Balat yangınında yanmış, daha sonra adı bilinmeyen bir hayır sahibi tarafından ilk banisinin adı ile a-nılacak şekilde ihya edilmiştir. Bu mescit, Anıtlar Derneği'nin Balat kolu tarafından 1963'te onarılmış, bu tamirden sonra 1964 Ramazan'ında ibadete açılmıştır. Yapının avlusunda imam ve mü--ezzin meşrutaları, Hızır Çavuş'un kabri, kapıdan girildiğinde soldaki duvarın ö-nünde yer almaktadır. Kitabesinde "Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerinin çavuşlarından merhum Hızır Çavuş ruhuna fatiha, 857 (son rakam okunmuyor)" yazmaktadır. Bu kabrin yanında eşi Ayşe Hanım gömülüdür, onun yanında başka bir kabir vardır. Her üç kabir de demir parmaklık içine alınmıştır. Avluda bunların yanısıra musalla taşı, abdest muslukları ve tuvalet yer almaktadır.

Mescit, avlu içinde, dört kagir duvar üzerine kiremitli ahşap çatıdan oluşmaktadır. Mescidin doğu duvarında yan yana iki kapı yer alır. ilk kapı, yapıya daha sonradan eklenen kadınlar mahfiline çıkmak içindir, ikinci kapı ise yapıya giriş kapısıdır. Bu kapının içeriden tam karşısına gelen yerde açılmış bir üçüncü kapı ile sonradan üzeri ahşap ile kapatılmış bir bölüme girilir. Burada minare kaidesi bulunur. Bu mekânın üç tarafı pencere ile donatılmış olup, güney duvarındaki kapı ile bahçeye çıkılır.

Mescidin son cemaat yeri dörtgen şeklindedir. Yapının ana mekânı ile son cemaat yerini birbirinden ayıran duvarda, ortada giriş kapısı, iki yanında büyük, dikdörtgen şeklinde üzeri yuvarlak kemerle son bulan pencereler açılmıştır. Ana mekânda sağ tarafta maksure ve

Çavuş Mescidi

Yavuz Çelenk, 1994

fevkani kadınlar mahfiline çıkan merdivenler bulunur. Doğu duvarında üç, batıda iki tane, eşit aralıklarla açılmış ve aynı özellikleri gösteren pencereler bulunur. Güneyde ise tam ortada yer ala'n mihrap içten köşeli olup, üzeri yarım kubbe ile örtülüdür. Mihrabın iki yanında aynı özellikleri gösteren birerden toplam iki pencere açılmıştır. Kadınlar mahfili düz balkon biçiminde olup, ortada yarım daire şeklinde çıkma yapmaktadır. Kadınlar mahfili, kuzeydeki ve doğudaki pençelerin yuvarlak kemerli kısımlarından aydınlanmaktadır. Batıdaki kapıdan minareye çıkılır. Kadınlar mahfilini ana mekânda dört tane paye taşımaktadır.

Yapı dıştan da oldukça sadedir. Pencere kenarları kademeli olarak yapılmıştır. Güneyde yer alan mihrap, dışarıya yarım yuvarlak şeklinde taşkındır. Pencereler parmaklıklıdırlar. Yapının avlu kapısı dört kademeli, dikdörtgen şeklinde olup, kapı dikdörtgen üzeri yarım yuvarlak kemerlidir. Üzerinde yapının adı yazılı kitabe yer alır. Mescidin bodur minaresi, kare kaide üzerinde, silindir gövdeli ve tek şerefeli olup, konik külah ile son bulur. Gövde, şerefeye yakın bir yerde bilezikle donatılmıştır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 73; Osman Bey, Mecmua-i Cevamî, I, 27-28, no. 146; Öz, İstanbul Camileri, I, 41; ISTA, VII, 3792; R. Ülke, istanbul Anıtları, Ayvansaray, Balat ve Fener Semtlerindeki Anıtlar, ist., 1957, s. 58.

N. ESRA DIŞOREN



ÇAVUŞBAŞI CAMÜ

Sütlüce'de, Hamam Sokağı'nda, Halic'e hâkim bir meylin üzerinde inşa edilmiştir.

Yapının ilk banisi Abdi Subaşı'dır. Cami, Mahmud Ağa tarafından 945/1538' de Mimar Sinan'a yeniden yaptırılmıştır. Caminin adı, Sinan'ın eserlerinin dökümünü içeren tezkirelerde geçmekte, Hadîka'da da "Sütlüce Camii'' olarak zikredilmektedir.

Camiye kuzeybatı yönündeki hazire ve avlu duvarlarının arasındaki taş merdivenden ulaşılır. Bu duvarların bir bölümü kesme taş, bir bölümü de moloz taş olarak yapılmıştır. Caminin avlusun-

da Beyoğlu Müftülüğü Mahmud Ağa Camii Kütüphanesi, caminin banisi Mahmud Ağa'nın kabri ve Şeyh İshak Ke-maleddin Karamani'nin türbesi bulunur. Caminin duvarları, bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğla ile almaşık olarak örülmüş, yapının üstü ahşap çatı ile örtülmüştür. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre caminin üzeri harpuşta kurşun kaplı ahşap çatı ile örtülü idi. Caminin kurşunlan 1876 Osmanlı-Rus Savaşı'nda (93 Harbi'n-de) mermi yapılmak için alınmıştır. Bütün bu gelişmeler, harim girişi üzerinde bulunan 1307/1889 tarihli, ta'lik hatlı manzum kitabede belirtilmiştir. Kitabenin konduğu yıl, Tophane Nazırı Mehmed Seyyid Paşa tarafından caminin çatısı tekrar kurşunla örtülmüştür. Fakat Evkaf idaresi son tamirde gene kurşunları alarak tekrar kiremitle kaplamıştır. Yapı günümüzde Mahmud Ağa Camii olarak tanınmaktadır. Caminin bugünkü son cemaat yeri, ön tarafa ilave yapılmak suretiyle genişletilmiştir. Son cemaat yerinden içeri girince, dilimli ve geçmeli ahşap kapı ile karşılaşılır. Kitabe hemen bu kapının üzerindedir. Kapı ortada olup her iki yanında ikişerden toplam dört pencere açılmıştır. Pencereler arasında da mukarnaslı son cemaat yeri mihrapları bulunur. Ana mekâna girilince sağda ve solda birer maksure vardır. Batı duvarında üç pencere açılmıştır. Doğu duvarındaki iki pencere yeri dolap kapaklarıyla kapatılarak pencere fonksiyonu iptal edilmiştir.

Güney duvarındaki mihrap yarım daire niş şeklinde olup içi mukarnaslıdır. Pencerelerin üzerine gelen yerlerde aynı sayıda ve özellikte pencereler bulunmaktadır.

Caminin kuzey duvarına bitişik olarak yapılan kadınlar mahfiline, sol taraftaki maksureden çıkılır. Bu mahfil döşemeden tavana kadar yükselen kare kesitli ağaç direklerle taşınmaktadır. Mahfilin önü yarım daire şeklinde çıkıntı yapmaktadır. Mahfilin altına gelen sağdaki maksure, camekânla kapatılarak oda haline getirilmiştir.

Mihrabın sağında, birbirine geçmeli çeşitli sekizgenler ve geometrik desenlerle süslü ahşap minber bulunur. Güneydoğu köşesinde ise yine ahşap olarak yapılmış vaaz kürsüsü yer alır. Yapının içinde herhangi bir süslemeye rastlanmaz. Süsleme olarak ayet panoları vardır. Ana mekânın tavanı ahşap çubuklarla dikdörtgenlere ayrılmıştır. Aynı taksimat, kadınlar mahfilinin altında da görülmektedir. Ana mekânın tavanının ortasına gelen yerde bir göbek meydana getirilmiştir. Bu göbeğin tam ortasında, tavana bağlı olan avize bulunur. Avizenin tavana yapışık yuvarlak kısmı yıldız biçimindedir ve eklektik şekilde dekor-lanmıştır.

Yapının dıştan iki sıra halinde olan pencerelerinden alt kattakiler, sivri hafifletme kemerli ve dikdörtgen çerçevelidirler. Üst sıradakiler ise yine sivri kemerli fakat alçı revzenlidir. Caminin mi-

naresi girişin solunda bulunur. Minarenin kaidesi ve kürsüsü taştandır. Gövdesi çokgen olup, kırmızı tuğlalarla renkli bir görünüm verilmiştir. Tek şerefelidir. Minarenin şerefesi yıkıkken 19. yy'da yenilenmiştir.



Bibi. Hadîka, I, 303-306; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 14-15, no. 54; Raif, Mir'at, 561; Öz, İstanbul Camileri, I, 98; İSTA, VII, 3789; İKSA, IV, 2106-2107.

N. ESRA DlŞÖREN



CAVUŞOĞLU KÖŞKÜ

Büyükada'da, Çankaya (Nizam) Cadde-si'nin güney (kara) tarafında bulunmaktadır.

Geniş ve bakımlı bir bahçe içinde yer alan köşk Kaptan Haralambos Çavuşoğ-lu tarafından yüzyılımızın başlarında inşa ettirilmiştir. Adı geçen kişinin 1922' de ülkeyi terk etmesi üzerine Milli Em-lak'e intikal eden, daha sonra satış yoluyla çeşitli şahıslar arasında el değiştiren köşk günümüzde sağlam durumda olup sahibesi Melda Kurtoğlu tarafından yazlık konut olarak kullanılmaktadır.

Cadde üzerindeki bahçe duvarı, altta ve üstte meandr frizlerinin bulunduğu döküm parmaklıklarla donatılmış, aynı süsleme öğelerinin görüldüğü dökümden mamul bahçe kapısı, köşkün ilk sahibinin inisiyallerini içeren yuvarlak ma-dalyonlu bir tepelikle taçlandırılmıştır. Kapıyı iki yandan kuşatan kare kesitli mermer dikmelerin üzerine kadeh biçiminde saksılar yerleştirilmiştir.

Caddeden geriye çekilmiş olan üç katlı kagir köşkün zemin katına çift kollu, döküm parmaklıklı merdivenlerle çıkılmaktadır. Merdivenlerin ulaştığı giriş sahanlığı ile bahçe kotu arasında kalan yüzey, romantizm akımı ile Batı-ülkelerinde revaç bulan, 19. yy'ın ikinci yarısında Osmanlı bahçe tasarımının da repertu-varına giren yapay kayalıklarla kaplanmıştır. Köşkün cephe tasarımına, ampir üslubunun, özellikle antik Yunan sanatından ilham alan bir varyantı egemen kılınmıştır. Cepheler kat arası silmeleri ile yatayda üçe bölünmüş, zemin katla birinci katı ayıran silme trigliflerle (üçüz yiv) donatılmıştır.

Ana girişin bulunduğu kuzey cephesinin orta kesiminde, her iki katta da, cepheden geriye çekilmiş ve sütunlarla donatılmış birer balkon yer alır. Zemin kattaki balkonun sütunları Dor, üsttekinin sütunları ise iyon nizammdadır. Üst kat balkonu üçgen bir alınlıkla (fron-tonla) taçlandırılmış, alınlığın tepesine ve köşelerine akroterler kondurulmuş-tur. Aynı üsluptaki bütün binalarda olduğu gibi, bu yapıda da kiremit kaplı ahşap çatı bir koruluk duvarı ile gizlenmiş, üçgen alınlıkla söz konusu duvarın birleştiği noktalara kadeh biçiminde saksılar oturtulmuştur.

Giriş cephesindeki balkonların gerisinde sofalar uzanmakta, bu sofaların yanlarında, zemin katta salonlar, üst katta yatak odaları sıralanmaktadır. Bodrum katı birtakım servis birimlerine ve

ardiyelere tahsis edilmiştir. Zemin katta ve birinci katta bulunan mekânların tavanlarında, köşkün cepheleriyle uyum gösteren bezemeler dikkati çekmektedir. Bu bezemelerde, ampir üslubunun Osmanlı mimarisine uyarlanmış olan yorumunda görülmeyen, buna karşılık Batı ülkelerinde ampir üslubunda inşa edilen yapılarda rastlanan, tamamen antik Yunan kökenli öğeler kullanılmıştır. Stilize edilmiş bitki motiflerinin çoğunluğu oluşturduğu bu süslemenin arasına, çeşitli biçimde kartuşlar içinde, Yunanistan'da ve Batı Anadolu'da bulunan bel-libaşlı antik Yunan kalıntılarının (Didi-ma Apollon Tapınağı, Atina AkropoPün-deki Partenon ve diğer tapınaklar vb) tasvirleri yerleştirilmiştir. Bibi. Tuğlacı, İstanbul Adaları, I, 242-244.

M. BAHA TANMAN

CAVUŞZADE MESCİDİ

bak. ÇlVİZADE KIZI MESClDl



ÇAYHANELER

Müşterilerine yalnızca çay veren, sohbet ve hoşça vakit geçirme ortamı yaratan çayhaneler, 19. yy'ın son çeyreği ile 20. yy'ın ilk yarısında istanbul'da bir hayli revaçtaydı. Buralarda kıraathanelerden farklı olarak kahve satılmaz, iskambil, tavla, domino gibi oyunlar oynatılmaz-dı. Çayhanelerde dergi ve gazete bulundurulur, bazılarında da Hamzaname, Battalname, Şehname, Ebamüslümna-me gibi halk kitapları dinleyici topluluğuna hitaben yüksek sesle okunurdu.

istanbul'da geçen yüzyılın ortalarından itibaren, çoğu Iran Azerbaycanı'n-dan gelme olduğu için "Acem" olarak a-nılan kişilerce işletilen birçok çayhane açılmaşsa da en ünlüleri Şehzadebaşı'n-da Direklerarası'ndaydı. Şehzadebaşı çayhaneleri en parlak dönemlerini 19. yy'ın sonu ile 20. yy'ın başlarında yaşamıştır. Her biri ayrı özelliklere sahip olduğundan müdavimleri de başka başkaydı. Kıraathanelerin arasına serpiştirilmiş durumda ve iki sıralı çayhaneler o dönemin ünlü bilim ve sanat adamlarının, her sınıftan halkın uğrak yeri durumundaydı. Bazı çayhane sahipleri, işyerlerini kulüp gözüyle görür ve yabancıları sokmazlardı.

Çayhane müşterileri kendilerine yakın hissettiği kimselerin devam ettiği çayhaneye gider, böylece her çayhanenin diğer çayhanelerden ilgi ve kişilik bakımından ayrılan müşteri topluluğu oluşurdu. Hattâ bazı çayhaneler yalnızca kül-hanbeylerinden oluşan müşterilere ev sahipliği yapar, bunların söyleşip eğlenmelerine ortam hazırlardı. Çayhaneler bu tiplerin kendi aralarındaki sorunlarına çözüm bulmak, argo deyimiyle "racon kesmek", hesaplaşmak için ev sahipliği de yapardı.

Şehzadebaşı çayhaneleri içinde, II. Ab-dülhamid dönemi (1876-1909) şair ve yazarlarının devam ettiği Hacı Reşidin Çayhanesi çok ünlüydü. Ahmed Rasim(->) Şehir Mektupları, Muharrir, Şair, Edib

ÇAYIRBAŞI CAMÖ

482

483

ÇEMBERLtTAŞ

ve Fubş-ı Atik'te buraya devam eden şair ve yazarlardan sık sık söz etmiştir. Ahmed Rasim'in sık sık adını andığı kişilerden biri de bu çayhanenin işleticisi Hacı Reşid Ağa'dır. Ona "Hacı Reşid-i bi-nevâ" diyerek takılan Ahmed Rasim, o günlerin "dekadanlar" tartışmasına Hacı Reşid'in de taraf olduğunu yazar.

Ahmed Rasim'in adlarını andığı şair ve yazarların başında Muallim Naci, Fazlı Necib, Şeyh Vasfî, Hoca Hayret Efendi, Muallim Feyzi, Neyzen Tevfik, Andelib Faik Esad, Ali Ruhî, Adanalı Ziya gelir. Bunlardan bazıları şiirlerini, yazılarını burada yazarlar, gazetelerini burada okuyup dostlarıyla görüşmelerini de burada yaparlarmış.

Şehzadebaşı çayhaneleri arasında Har-putlu Hacı Mehmed Ağa'nın Çayhanesi, Hacı Mustafa Ağa'nın Çayhanesi, Yakub' un Çayhanesi, Ali Baha'nın Çayhanesi, Yavru Mehmed'in Çayhanesi, benzerleri arasında iz bırakmış mekânlardır.

Çayhaneler, 1940'lı yıllara kadar canlılıklarını korumuşlar, sonraki yıllarda ise giderek azalarak ve yerlerini birlikte var oldukları kıraathanelere bırakıp İstanbul' un günlük hayatından silinip gitmişlerdir. Bugün istanbul'da tek tuk de olsa yalnızca çay satan ve sohbet mekânı sayılan semt çayhanelerine rastlanmaktadır. Ancak çaycısı, müşterisi, peykesi, sandalye ve masası, semaveri, duvarlarına asılan resim ve levhaları ile bir başka havası olan eski çayhaneler unutulmuş, vaktiyle buralardan yazılarında, kitaplarında söz eden yazarların verdiği bilgiler kalmıştır.

Bibi. Ahmed Rasim, Şehir Mektuptan, (yb, 2 c., 1992); ay, Fubş-ı Atik (2 c., 1922, yb. Dünkü İstanbul'da Hovardalık, 1987); ay, Muharrir, Şair, Edib (yb. 1980); F. Kınaylı, "Çayhaneler", İSTA, VII, 3796; S. Ayverdi, İstanbul Geceleri, Isı., 1971, s. 20-35; S. Birsel, Kahveler Kitabi, İst., 1975, s. 121-150.

İSTANBUL


ÇAYIRBAŞI CAMÜ

bak. CERRAH MAHMUD EFENDİ CAMİİ



ÇAYLAK TEVFİK

bak. MEHMED TEVFİK



ÇEKIİ, NAZMİ

(1884, İzmir - 1958, İstanbul) Ressam.

İlkokulu İzmir'de tamamladıktan sonra ailece yerleştikleri Manastır'da ortaokulu, liseyi ve Mekteb-i Harbiye'yi bitirdi (1906). Balkan Savaşı'na kadar Se-rez Mülki İdadisi'nde resim öğretmenliği yaptı. Balkan, I Dünya ve İstiklal savaşlarına katıldı. 1931'de binbaşı iken emekliye ayrıldı. 1931-1941 arasında İzmir Eş-refpaşa Zührevi Hastalıklar Hastanesi'n-de mulaj uzmanlığı görevinde bulundu.

Çekli'nin sanatı, Halil Paşa ve Nazmi Ziya çizgisinden etkiler taşır. Doğayı yorumlarken izlenimci bir tavrı yeğleyen Çekli'nin seri ve kalın boya katmanlarıy-la oluşturduğu resimlerinde ışıklı bir atmosfer egemendir.

Nazmi Çekli'nin Sultan Ahmed Camii konulu

bir peyzajı, tuval üzerine yağlıboya, özel

koleksiyon.



Ahmet Özel fotoğraf arşivi

Çekli, Asker Ressamlar Derneği'nin üyesi olarak derneğin düzenlediği sergilere düzenli olarak katılmıştır. En son 1956 sergisinde eserlerini sergilemiştir. İzmir peyzajlarının yamsıra "Yıldız Bahçesi", "Rumelihisarı", "Büyükada", "Sultan Ahmed Camii" gibi İstanbul'dan peyzajlar yapan sanatçının çeşitli müze, kurum ve özel koleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır.

AHMET ÖZEL

ÇELEBİ, SAİD

(1887, istanbul - 1953, İstanbul) Spor yazarı ve maç spikeri.

Bir Mevlevî şeyhinin oğluydu. Askeri Tıbbiye'de öğrenciyken Fenerbahçe'de futbol ve hokey oynadı. Uzun yıllarını Fenerbahçe kulübünün çatısı altında geçirdi. Toplantıların renkli ve neşeli bir siması olarak tanındı. Askeri Tıbbıye'de-ki öğrenimini son sınıfta terk etti. 1919' da Türkiye'de spor basınının ilk Avrupai spor dergisi olan Spor Âletni'ni yayımlamaya başladı. Dili kadar kıvrak ve esprili kalemiyle de ayrıca ün yaptı. Bu arada Taksim'deki eski Topçu Kışlası'nın avlusunu önce futbol sahası, sonra da stadyum haline getirerek bir süre buranın işletmeciliğini üstlendi.

1927'de İstanbul Radyosu'nun kurulmasıyla spikerliğe de başladı. 1930'lu yıllarda spor sahalarından ilk naklen maç yayınlarını gerçekleştirdi. Tatlı üslubu ve zarif esprileriyle yalnız maç meraklılarını değil, sporla ilgisi bulunmayan geniş kitleleri de bu naklen yayınlar sırasında radyoların başına bağladı. Daha sonra Ankara'ya giderek başkentin ilk büyük sinema salonlarını kurdu ve işletmeciliğe başladı. Ankara'nın sinema kralı olarak da tanındı. Sonra başkentteki tüm işleri-

ni tasfiye ederek doğup büyüdüğü İstanbul'a döndü. Ömrünün son yıllarını Bostancı'daki evinde geçirdi ve burada hayata gözlerini yumdu.

CEM ATABEYOĞLU

ÇEMBERIİTAŞ

İmparator Constantinus, şehri yeniden kurarak imar ettirdiğinde kendi adına bir meydan (bak. Constantinus Forumu) yaptırmış, bunun da ortasına bir anıt dik-tirmişti. Bu anıtın gövdesi, imparatorlara mahsus renk olan erguvan rengindeki porfir taşından yapılmıştı. Tepesinde ise politeist (çoktanrılı) inancın tanrılarından Apollon Helios görünümünde altın yaldızlı kendi heykeli bulunuyordu. Heykelin sol eli, üstünde haç olan bir küre, sağ eli ise bir mızrak tutuyordu. Hıristiyanlığın koruyucusu olarak tanınan ve bu inancı meşrulaştıran Constantinus'un paganizmadan kesin olarak kopamadığı bu surette belli oluyordu. Heykelin Apol-lon'u tasvir ettiğini ileri süren Kedrenos ise bunun ünlü heykel ustası Fidias'ın eseri olduğunu ve Atina'dan getirildiğini söyler. Kesin tarihi bilinmeyen geç bir dönemde, anıtın paganizmayı hatırlatan tarafını silmek ve onun Hıristiyanlığın bir simgesi olduğunu vurgulamak için, şu anlamda bir kitabe konulmuştu. "İsa sen ki, dünyanın yaratıcısı ve sahibisin, senin olan bu şehre onunla birlikte Ro-ma'nın asasını ve gücünü de sundum. Onu bütün saldırılardan koru ve tehlikelerden kurtar". Th. Reinach, bu yazının imparatoru değil fakat İsa'yı temsil ettiği sanılan heykele hitap ettiği görüşündedir. R. Janin ise sözlerin doğrudan doğruya Constantinus tarafından İsa'ya bir hitap olarak anlaşılmasından yanadır. Her ne olursa olsun bu kitabe geç bir döneme ait olup, anıta sonradan konulmuştur.

Gövdeyi oluşturan porfir taşından yontulmuş yuvarlak parçaların Roma'dan getirilerek 328'de dikildiği bir kaynaktan öğrenilir. Daha 418'de en alttaki gövde parçalarından biri parçalandığından, demir çember ile sarılmıştı. 465, 475, 498, 509, 512, 532, 582, 603 tarihlerindeki yangınlar da anıtın taşlarını kavurdu. Heykelin elindeki mızrak bir depremde (542) aşağıya düştü. 869'da daha başka parçaları ve küre koptu. Bazı kaynaklara göre III. Nikeforos Botaniates döneminde (1078-1081) 1079'da yıldırım düşmesi ile anıtın tepesi zarar gördü, L Aleksios döneminde (1081-1118) 1106'da şiddetli bir kasırgada, Constantinus'un heykeli ile birlikte sütunun üst bölümü (herhalde başlığı) yere düşerken, birçok kişinin de ezilmesine sebep oldu.

İmparator I. Manuel Komnenos (1143-1180) anıtı restore ettirirken, tepesine yeni bir başlık yerine, mermerden bir tepelik, bunun da üstüne tunçtan bir haç koydurdu. Ayrıca mermerden tamamlanmış olan en üst kısmına, çepeçevre dolanan bir de yazı kazdırdı: "Zamanın sakatladığı bu kutsal eseri, dindar İmparator Manuel ihya ettirdi". Bu yüzden Constantinus Anıtı, Bizans'ın son döneminde,

Çemberlitaş'ın 1574 tarihli kime ait olduğu bilinmeyen bir çizimi, Trinity College Kitaplığı, Cambridge.

Cyri! Mango, Constantine's Porphyry Column and The Chapel ofSt. Constantine, Atina, 1980-81

"Haçlı Anıt" olarak tanınıyordu. Halkın inanışına göre, Türkler şehre girdiklerinde gökten bir melek inecek, anıtın dibindeki aciz bir adama bir kılıç vererek ona "Bu kılıcı al ve Kurtarıcı'mn halkının intikamını al!" diyecek, Bizanslılar da "bunun üzerine Türkleri yalnız İstanbul önünden değil, tüm Anadolu'dan ta İran içlerine kadar püskürteceklerdi. Bu hurafe halkı o derecede inandırmıştı ki, Haçlı Anıt'ın ötesine geçtiklerinde her tehlikeyi atlatmış olduklarını sanıyorlardı.

Fetihten sonra yangınlar anıtı sık sık kavurduğundan, onu ayakta tutabilmek için demir çemberler ile takviye edilmesi yoluna gidiliyordu. Tam karşısındaki Elçi Ham'nda(->) kalan Batılılar, anıtı, seyahatnamelerinde anlatmışlar, bu arada resmini de yapmışlardır. 17. yy'da İstanbul'u etraflı surette anlatan Evliya Çelebi, "adam oyluğu kalınlığında çemberlerle" takviye edilmiş olan sütunu İstanbul'un "tılsım"larından biri olarak tarif eder. Bu hususta kaynağı, Bizans döneminden kalmış bir elyazması eserdir. Anı-

ta Osmanlı Devîeti'nin ilk yüzyıllarında Tavukpazarı'nda Dikilitaş denilmektedir. Batılılar ise onu "Yanık Sütun (veya direk)" olarak adlandırırlar.

Anıtın büyük yangınlarda ve 1648 depreminde zarar görmesi üzerine 1701' de, II. Mustafa döneminde (1695-1703) kaidesinin etrafı taştan bir kılıf içine a-lınmış olduğu genellikle kabul edilir. Ancak bu yeni kaidenin belirli biçimde barok üslubunda oluşu, bu takviyenin, İstanbul'da çok büyük tahripler yapan 1766 depreminin arkasından gerçekleştiğini gösterir. Comidas Carbognano da (1749-1807) taştan örme kılıfın 1779 yangınından sonra yapıldığını bildirir. O halde hemen her yayına giren ve kaidenin 1701'de yapıldığını belirten iddia yanlış, ve düzeltilmesi gerekli bir husustur. Anıtın kaidesinin içinde İsa'nın bazı kutsal kalıntılarının saklanmış olduğu yolundaki bir söylenti üzerine, İstanbul'un 1919-1923 arasındaki işgali sırasında, çevredeki bir kahvehaneden, anıtın içine girmek için kaçak bir kazı yapılmıştır. Benzer bir girişim de 1929'da Danimarkalı, teosof (dini hatıralar araştırıcısı) C. Vett tarafından, E. Mamboury'nin yardımıyla gerçekleşmiştir. Araştırmacılar kaidenin içine ulaşamamışlar, fakat önceki kaçak kazının izlerine rastlamışlar, ayrıca şimdiki cadde kotunun 2,50 m kadar altında, forumun döşemesini, onun da altında 5 m derinliğe kadar nek-ropolisin (ilkçağ mezarlığı) varlığını gösteren mezar sterlerini tespit etmişlerdir.' 1955'e doğru anıtın ciddi restorasyonu için girişimler yapılarak, en üstüne kadar demir iskele konulmuş, gerek kaidedeki taşların, gerek gövdedeki porfirlerin araları ve çatlakları doldurulmuş, demir çemberler yenilenmiştir.

Constantinus anıtının toplam uzunluğunun 50 m kadar olduğu ileri sürülmüş ise de, gerçekte forum döşemesinden itibaren ancak 37 m'ye ulaştığı hesaplanmıştır. Bugünkü cadde kotundan itibaren ise boyu 35 m kadardır.



Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 61-62; (Patrik Konstantios), Constantiniade, ist., 1846, s. 68-70; Fardis, "Çenberlitaş", Mecmua-ı Fü-nun, 4. yıl, 1283/1867, s. 46-49; A. Dethier, "Peri tu porfiriu kionos tu Konstanü'nu", Het-lenikos Filologikos Sittogos, IV (1871), s. 22-29; F. W. Unger, "Über Vierkollosal-Saulen in Constantinopel", Repertorium für Kunst-ıvisenschaft, II (1879), s. 109-118; Th. Reinach, "Commentaire sur le poeme de Cons-tantin", Revue deş Etudes Grecques, IX (1896), s. 70-87; C. Gurlitt, "Antike Denkmal-saulen in Konstantinopel", Der Baumeister, VII (1909), s. 82-84, 106-108; D. Lathoud, "La conseration et la dedicace de Constantinop-le", Echos d'Orient, XXIII (1924), s. 298-314; E. Dalleggio d'Alessio, "Leş fouilles archeolo-giques au pied de la colonne de Constan-tin...", ae, XIXX (1930), s. 339-341; E. Mam-boury, "Le forum de Constantin, la chapelle de St. Constantin et leş mysteres de la Colonne brulee", Pepragmena du IX Congres int. deş Etudes Byzantines (1953), Atina, 1955, I, s. 275-280; Janin, Constantinople byzantine, 81-84; Müller-Wiener, Büdlexi-kon, 255-257; C. Mango, "Constantinopolita-na", Jarhrbuch deş deulschen archaologisc-hen Instiluts, LXXX (1965), s. 306-313; ay,

"Constantine's Porphyıy Column and the Chapel of St. Constantine", Deltion tis Khris-tianikis Arkaiologikis Hetaireias, I (Atina 1980-1981), s. 103-110, levha 17-18.

SEMAVİ EYİCE


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   109   110   111   112   113   114   115   116   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin