Belek b. BehrâM


BEÜNUS Ünlü Grek matematikçisi Apollonios (Pergeli) ile Grek filozofu Apollonios'un (Tyanalı) klasik İslâm literatüründekî adı.109 BELİYYE



Yüklə 350,55 Kb.
səhifə10/15
tarix09.01.2019
ölçüsü350,55 Kb.
#93697
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15

BEÜNUS

Ünlü Grek matematikçisi Apollonios (Pergeli) ile Grek filozofu Apollonios'un (Tyanalı) klasik İslâm literatüründekî adı.109



BELİYYE

Câhiliye döneminde Araplar'tn ölünün mezarı başında aç ve susuz bırakarak ölüme terkettikleri dişi deveye verilen ad.

Câhiliye döneminde yaygın olan gele­neğe göre, bir insan öiünce mezarının başına üzeri örtülü dişi bir deve -nadi­ren erkek deve- getirilir, başı geriye doğ­ru bükülerek sıkıca bağlanır, boynuna bir gerdanlık asılır, kaçmasını engelle­mek için ayakları kesilir, aç ve susuz bı­rakılarak Ölüme terkedilirdi. Hayvan ölün­ce de mezarın yanı başında açılan bir çu­kura gömülür, bazan da yakılır veya de­risi yüzülerek içine ot doldurulurdu. Yal­nız sayıları çok az olan bazı Araplar top­lumdaki mevcut ve makbul inanışın ak­sine ölen şahsın kıyamet gününde bu deveye binerek mahşer yerine gideceği­ne, böyle bir bineğe sahip olmayan aşa­ğı tabakaya mensup insanların ise yaya kalacağına inanırlardı. Bu sebeple ölüm döşeğinde çocuklarına vasiyette bulu­nurken, "Kıyamet günü babanı yaya ve sürünür halde bırakma, iyi cins bir de­veye bindir" derlerdi. Nitekim Câhiliye dönemi şairlerinden Amr b. Zeyd el-Mü-temennî de öleceği zaman oğluna, "Oğ­lum, beni kabre koyup yanımdan ayrıl­dığın vakit bana o zorlu yolculuk için bir binek hazırla. Sefere çağırdıkları zaman ona binip mahşer yerine gideyim" de­mişti.

Bazı tarihçiler beliyye âdetine daya­narak Câhiliye Araplan'nın öldükten son­ra dirilmeye ve ruhun bedenle birlikte haşrolacağına inandıklarını söylemişler-se de bu iddia kabule şayan görülme­miştir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de onların, "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımız-dır. -Kimimiz- Ölürüz, -kimimiz- yaşarız, bizi ancak zaman helak eder"110 dedikleri zikredilerek bu konudaki inanç ve düşüncelerinin öldükten sonra dirilmeye iman değil bilakis onu inkâr istikametinde olduğu ifade edilmiştir.

Çoğunluğun sahip olduğu inkarcı dü­şünceye daha uygun düşen bir diğer yo­ruma göre cömert insanların kabirleri başında boğazlanarak terkedilen deve­ler, o kimselerin hayatta iken yapmış ol­dukları iyiliklere bir mukabele niteliğin­dedir. el-Akîretü'1-beliyye de denilen bu âdetin uygulayıcıları, "Bu adam yaşadığı sürece develer kesip misafirlerini do­yurmuştur. Biz de kabrinin başında ke­sip kurtlar ve kuşlar için terkettiğimiz bu deveyle onun öldükten sonra da ik­ramına devam etmesini sağlamış olduk" derlerdi. Hz. Peygamber ise "İslâm'da akr (kabir yanında deve veya koyun kesme] yoktur"111 sözüyle bu âdeti kaldırmış­tır. Buna rağmen bazı İslâm ülkelerinde günümüzde de bu tür davranışların bi­rer bid'at olarak uygulandığı görülmek­tedir.

Bibliyografya:

Lisânü'l-'Arab, "beliyye" md.; Tâcü'l- arûs, "beliyye" md.; İbnü'1-Esîr. en-Nihâye, "belâ" md.; Müsned, III, 197; Ebû Dâvûd, "Cenâ^iz", 70; İbn Kuteybe, eş-Şi"r ve'ş-şu'arâ', I, 78; Hattâbî, Me^âtimü's-Sünen., Humus 1969, III, 551; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), II, 244-245; Mahmûd Şükrî el-ÂlûSÎ, Bulûğu'i-ereb, II, 307-311; Ali Mahfuz, el-ibdâ' fî mazârrii -ihtida, Kahire 1375/1956, s. 226; Mahmud Esad, is­lâm Tarihi, s. 318; Cevad Ali, el-Mufaşşal, VI, 127-135; J. Hell, "Beliyye", İA, II, 491; a.mlf. -Oı. Pellat, "Baliyya", El2 (İng.), I, 997; a.mlf.ler, "Beliyye", ÜDMİ, IV, 895.



BELKÂ

Ürdün'de bir idarî bölge.

1069 km2 yüzölçümündeki Belkâ böl­gesinin (muhafaza) nüfusu 215.000 ka­dardır (1989). Merkezi Amman'ın 28 km. batısında bulunan Salt şehridir. Belkâ adının anlamı kesin olarak bilinmemekte­dir. Kaynaklarda kelimenin Bâlik b. Me-âb, Bâlik b. Suriye ve Belkâ b. Srfr gibi özel isimlerden geldiğine dair görüşler bulunuyorsa da genellikle kabul edilen, ismin Arapça "beyaz-siyah, alaca" anla­mındaki belak kelimesinden türe­miş olabileceği görüşüdür. Çünkü Belkâ bölgesinde uzaktan bakıldığında beyaz görünen kıraç dağlar ve toprağı siyah gösteren kesif ormanlar bulunmaktaydı.

Tarihî dönemlerde Belkâ'nın sınırları, değişen idari bölünmelere ve Suriye'de kurulan devletlerin durumuna göre fark­lılıklar göstermiştir. Coğrafyacılar, Ortaçağ'da Belka'yı güneyde Vâdilkurâ'dan Suriye'de Ezriât (Dereâ) ve Beseniyye'ye kadar uzanan bir bölge ile sınırlandır­mışlardı. Ancak bugün Suudi Arabistan'­la Ürdün arasında çizilen ve Akabe'den (Eyle) başlayan sınır Belkâ bölgesinin gü­ney ucudur. Belkâ'nın batı sınırı, Bus-râ şehrinden geçerek güneyde Akabe'­ye uzanan eski ticaret yolunun batısın­da kalırdı. Zerkâ nehrinin güneyindeki Ürdün nehri ve Akabe'ye kadar uzanan Vâdilarabe'deki kolu bu bölgeyi Cündü Filistin'den ayıran sınırdı. Doğuda Bel-kâ'nın sının Sam ovalarının (Bâdiyetüş-şâm) bulunduğu Ezrak bölgesinin ötesi­ne kadar uzanıyordu. Coğrafyacıların bu sımrlandırmalarıyla İslâmî devirlerdeki Belkâ vilâyeti bugün Maan, Kerek, Tu-feyle, Amman, Mefrak, Zerkâ ve Belkâ olarak isimlendirilen yerleri kapsamak­taydı.

Eskiçağ'da Belkâ bölgesinin güneyin­de Edomlular ve Moabiler, kuzeyinde ise Amoriler ve Ammoniler küçük krallıklar kurmuşlardır. Bölgede milâttan önce I. yüzyılın başlangıcında ise daha güçlü olan bir Arap devleti kuruldu; bu dev­let, hâkimiyeti bugünkü Ürdün sınırları­nın bulunduğu bölgeyi kapsayan Nabatî Devleti idi. Daha sonra Bizanslılar Gas-sânîler'i Dımaşk şehrinden çıkarıp orayı kendileri için sayfiye yeri yapınca Gassâ-nîler Belkâ bölgesindeki Amman'a yer­leştiler ve İslâm'dan önce bu bölgedeki Cüzam, Lahm, Süîeyh ve Belî kabilele-riyle birlikte yaşadılar.

Belkâ Şam'ın fethinden kısa bir süre sonra Yezîd b. Ebû Süfyân tarafından ele geçirildi. Emevîler zamanında Mısır, Filistin ve Suriye'yi birbirine bağlayan ticaret ve hac yolları üzerinde yer alma­sı ve Zîzâ bölgesinde en büyük hac ko­naklama yerlerinin bulunması sebebiyle önem kazandı. Emevîler Belkâ'da kalın­tıları bugün de görülebilen birçok saray ve köşk inşa ettiler. Bunlar arasında Ku-sayru Amre, Harâne, Uveyned, Müşettâ, Muvakkar, Ebyer, Maan ve Amman ka­sırları en önemlileridir. Abbasîler döne­minde Belkâ "küre" adı verilen birkaç idarî kısma ayrıldı. Bunlar, merkezi Ga-randil olan Cibâl, merkezi Ezruh olan Şu-rât, merkezi Meâb olan Meâb, merkezi Amman olan Zâhirü'l-Belkâ ve merkezi Erihâ olan Cibâlü'1-Gavr kısımları idi.

Memlükler döneminde Belkâ bölgesi Dımaşk vilâyetine bağlı idi; ancak geçici sürelerle kısmen veya tamamen Kerek vilâyetine bağlandığı da olmuştur. Memlükler'in çökmesinden sonra İse bura­da yaşayan kabilelerin hâkimiyetine gir­di. Bölge Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı Devleti sınırlarına katıldığında Memlükler dönemindeki idarî taksimat aynen muhafaza edildi. Osmanlı döne­minde daha sonra yapılan çeşitli idarî düzenlemelerin ardından son olarak XIX. yüzyılda sancak haline getirilmiştir. Bu taksimata göre Şam eyaletinin Beyrut vilâyetine bağlı bulunan Belkâ sancağı­nın merkezi Nablus idi ve bu sancağa üç kaza ile dokuz nahiye bağlıydı. 1921 yı­lında Doğu Ürdün Hâşimî Devleti kurul­duğunda Belkâ idarî bölgesi, güneyde Mûcib nehriyle kuzeyde Zerkâ nehri ara­sında kalan bölge olarak kabul edildi. Günümüzde devam eden bu idarî taksi­mata göre bölge Mâdebâ, Zerkâ ve Salt alt bölgelerini içine almaktadır.

Belkâ'nın önemi, sadece içinden hac ve ticaret yollarının geçmesi ve hac ko­naklama yerlerine sahip olmasıyla sınır­lı değildir. Bunların yanında bölge ayrı­ca tarım ve sanayi alanlarında da büyük öneme sahiptir. Bereketli toprağı ve bol suyu ile ünlü Belkâ'da yetişen ürünlerin başında, buraya hububat ambarı denil­mesine sebep olan bol ve kaliteli buğ­day gelir. Hicaz bölgesi buğday ihtiyacı­nı çoğunlukla Belkâ bölgesinden sağlar­dı. Ashaptan Sîmâh [Semmûye) el-Belkâ-vî buğday ticaretiyle şöhret yapan bir tüccardı. Ticaret için Medine'ye geldiğin­de müslüman olmuştu. Belkâ bölgesi ayrıca zeytin, nar, badem, üzüm, hurma, boyacılıkta kullanılan nil ağaçlan, şeker kamışı ve safran yetiştiriciliğiyle de ta­nınmıştır. Belkâ bölgesi sanatkârları kılıç ve sadak yapımında ün kazanmışlardı.



Bibliyografya :

Lisânü'l-'Arab, "blk" md.; Ya'kübT, Kitâbut-Büldân, s. 105; Hemdânî, Şıfatü Cezîreti'l-'Arab112, Riyad 1397/ 1977, s. 272, 319, 334; Hamza el-İsfahânî, 7a-rfhu stnt mülûki'l-arz ve'l-enbiyâ", Beyrut, ts.113, s. 99 vd.; Makdisî, Ahsenü't-tekâsûn, s. 180; Yâküt, Muccemü'l-büidân, I, 489; Kazvînî, Âs&rui-biiâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 156-157; İbn Şeddâd. el-A'lSku'ihatîre fîzikri ümerâ*İ'ş-Şâm ue'l-Cezî-re, Şam 1965, s. 79; İbn Fazlullah el-Ömerî, Me-sâlik, I, 161; Kaİkaşendî, Şubhu'l-a'şâ, V. 110; İbn Hacer, el-!sâbe, I, 332; Kâmûsü'l-a'lâm, II, 1348; Salnâme-i Deulet-i Aliyye-i Osmâniy-ye, istanbul 1310, s. 540-541; Abdülazîz Mu­hammed Avz, el-İdâretü'l-Osmâniyye fî oilâyeti Sûriyye, Kahire 1969, s. 66, 80, 364; Gazi Bi-şe. el-Kuşûrü'l-Emeüiyye fi'l-Ürdün, Amman 1974, s. 5 vd.; J. Sourdel-Thomine, al-Balkâ3", E!z(\ng.). I, 997-998.




Yüklə 350,55 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin