Bibliyografya : 7 Diğer Dinlerde İlham


İLHAMİ Osmanlı padişahlarından III. Selim'in şiirlerinde kullandığı mahlas.62 İLHÂMÎ, ABDÜİVEHHÂB



Yüklə 1,38 Mb.
səhifə2/38
tarix30.12.2018
ölçüsü1,38 Mb.
#88072
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   38

İLHAMİ

Osmanlı padişahlarından III. Selim'in şiirlerinde kullandığı mahlas.62



İLHÂMÎ, ABDÜİVEHHÂB

(1773-1821) Boşnak asıllı mutasavvıf-şair. Teşany (Tesanj) kadılığına bağlı Jepçe (Zepce) kasabasında (Bosna Hersek) doğ­du. Asıl adı Abdüivehhâb, mahlası İlhâ-mî'dir. Babasını ve annesini çok küçük yaşta kaybetti. Öğrenimini Jepçe ve Te-şany kasabalarında tamamladı. Fojni-ca'ya bağlı Jivçiçi Zivcid-Vukeljici köyün­deki Nakşibendî Tekkesi şeyhi Hüseyin Baba'ya intisap edip hilâfet aldıktan son­ra İstanbul'a giderek bir süre orada ika­met etti. Jepçe'deki Ferhâdiye Camii'nde imam ve hatiplik görevinde bulundu. Yö­neticilerin bölgedeki halk ve aydınlara zulmettiğini ve toplumdaki düzensizlik­leri dile getirdiği için Bosna Valisi Celâled-din Paşa tarafından Travnik kasabasına çağrılarak kalede idam edildi.

İlhâmî halk tarafından velî olarak kabul edilmiş, kabri üzerinde yaptırılan türbe ziyaretgâh haline gelmiştir. 1959'da böl­gede yapılan restorasyon çalışmaları sıra­sında türbe yıkılmış, naaşı Potur Maha-la'da yapılan türbeye nakledilmiştir. Tür­benin 1992-1996 Bosna savaşından son­raki durumu hakkında bilgi edinileme-miştir.

Eserleri.

Arap harfleriyle yazılmış Boş­nak edebiyatının (Alhamiyado) kurucuların­dan olan İlhâmî eserlerinin büyük bir kıs­mını Türkçe, bir kısmını Arapça ve Arap harfleriyle Boşnakça (Alhamijado) yazmış­tır. Başlıca eserleri şunlardır:



1. Tuhfe-tü'I-musallîn ve zübdetü'l-hâşiîn. Dinî ve ahlâkî konulara dair Türkçe bir eser olup üç bölümden meydana gelmektedir. 1216'da (1801) yazılan ve tek nüshası Ga­zi Hüsrev Bey Kütüphanesİ'nde bulunan 63 eser hakkında Muhammed Hacıyamakoviç 64 ve Kasım Dobraça 65 tarafın­dan birer çalışma yapılmıştır.

2. İlmi­hâl. İbrahim Kemura tarafından Glasnik Vrhonog Islamskog Starjesinstva der­gisinde "ilmihal Abdul Vehap llhamije na Bosanskom jeziku" adıyla neşredilmiştir. 66

3. Divan. Eserin Gazi Hüsrev Bey Kütüpha­nesİ'nde bulunan 12S9 (1843) tarihli nüs­hasında 67 dört Arapça, on bir Boşnakça, otuz sekiz Türkçe şiir bulun­maktadır. Eserin aynı kütüphanede iki yazmasının daha mevcut olduğu kayde­dilmektedir. Ka­sım Dobraça'nın Vısoko kasabasındaki tekkede bulduğu bir şiir mecmuasında İlhâmî'nin divanında bulunmayan bazı şiirleri yer almaktadır. Onun bir kısım şiir­leri de Aliya Beytiç'in özel kitaplığmdaki mecmuada 68 yer almaktadır. Bu mecmuaya dayanarak İlhâmî'nin Sarf ve Bosansko -Turski Rjecnik sa Razgovorima 69 adlı iki eserinin daha olduğu belirtilmektedir.70

İlhâmî'nin bazı Boşnakça şiirleri Meh-med Kapetanoviç ve Seyfeddin Kemura-Vladimir Corovic 71 tarafından ya­yımlanmıştır. Türkçe ve Arapça şiirlerinin bir kısmını Muhammed Hacıyamakoviç Boşnakça'ya tercüme etmiş 72 daha sonra bun-lan müstakil bir kitap halinde Ilhamija -Zivot i Djelo 73 adıyla yayımlamıştır.74 Reşad Kadiç'in Ilhami-jin Put u Smrt (İlhâmî'nin ölüme giden yolu) adlı romanı onun hayatını konu almaktadır.75



Bibliyografya :

Mehmed Beg KapetanoviC LjubuSak, IstoCno Blago, Sarajevo 1897, II, 219-221, 227-228, 230-232, 236-238; Scheich Seİfuddin Kemura -Vİladimir fjorovirj. Serbokroatische Dichtungen Bosnicher Moslims aııs dem XVII., XVIII und XIX. Jahrhundert, Sarajevo 1912, XVIII, 38-45; Mehmed HandzİC. "Ilhamija ZeprJak, Mus-limanski Pjesnik iz Bosne na Hrvatskom Jezi­ku Koncem XVIII. i Pocetkom XIX. Vijeka", Narodna Uzdanica- Kalendar za God. 1942, Sarajevo 1941, s. 148-161; Muhamed Hadzija-hit. "Starija Knjizevnost, Muslimanska Tradici-ja", Knjizevna Bosansko-Hercegooatka Hres-tomatija, Sarajevo 1974, [, 219-312; Muhamed Hukovi£, "Kritickî Tonovi Alhamijado Pjes-nistva", POF, XXX1X/1990 (1989), s. 201-210; a.mlf., "Ilhamija Abdulvehhab Sejjid", Enciklo-pedija Jugoslauije, Zagreb 1988, V, 496-497; Muhamed Hadıüjamakovir;. Ilhamija-Zioot i Djelo, Sarajevo 1991; a.mlf., "Nekoliko Pjesa-ma iz Uhamijina Divana", Anali GHB, XI1I-XIV (1987), s. 85-92; Mehmed Mujezinovic, "Turski Natpisi uTravniku İ Njegovoj Okolini", POF, XVI-XVII (1966-67), s. 213-306; Kasim Dobrata. "Tuhfetul-Musallîn ve Zubdetul-hasi'in od Ab-dul-Vehhaba Zepcevije llhamije", Anali GHB, 11-11! (1974), s. 41-69; İbrahim Kemura."ilmihal Abdul Vehab Ilhamija na Bosanskom Jeziku", Giasnik VIS, XXXVI1I/1-2(1975), s. 29-43; Ejub Todorovac, "Od Baseskije do llhamije, Resad Kadİc: Posljednji Baseskijin Zapis i llhamijin Putu Smrt", a.e.,XL/2(1977],s. 190-199; Mu­hamed Zdralovit. "Abdulvehab Ibni Abdulve-habZepcevi-Bosnevi(llhamiia)", Anali GHB, V-VII(1978),s. 127-144.



İLHÂNÎ TAKVİM 76

İLHANLILAR

(1256-1353) İran'da kurulan bir Moğol devleti.

Kurucusu Cengiz Han'ın torunu Hülâgû'dur. Moğol Büyük Hanı Mengü Möngke 1253 yılında kurultay kararı ile karde­şi Hülâgû'yu İran, İrak. Suriye, Mısır, Kaf­kasya ve Anadolu'yu ele geçirip buraları kendisine tâbi bir "ilhan" olarak idare etmek üzere görevlendirdi. Bu suretle başşehri Tebriz olmak üzere İran'da kurulan (1256) ve 1295 yılından itibaren tam bağımsız hale gelen devlet. Hülâgû'nun taşıdığı ilhan un­vanına nisbeten İlhanlılar adıyla anılmıştır.

Mengü büyük hanlığa seçildiğinde (1251) Moğollar Yakındoğu'ya tam anla­mıyla hâkim değildi ve Hülâgû'yu batıya yollarken Mengü öncelikle bunu gerçek-

leştirmesini istiyordu. Hülâgû yaklaşık 130.000 kişilik ordusuyla Karakorum'dan yola çıktığında planı, o güne kadar Sultan Melikşah ve Hârizmşah Alâeddin Tekiş dahil birçok hükümdarın alamadığı Ala-mut Kalesi'ni almak ve arkasından Ab­basî Devleti'ni yıkmaktı. Önce ele geçirdi­ği şehirlerde Büyük Han Mengü adına pa­ra bastırıp (1254, 1255) Moğol hâkimiye­tini yaydığını, 1256'da Alamut Kalesi'nin fethinden sonra ise bastırdığı paralara kendi adını da koydurup 77 ilhanlığını kurduğu­nu dünyaya duyurdu. 1258'de Bağdat'ı zaptederek Abbasî hilâfetini ortadan kal­dırdıktan sonra Irak, Azerbaycan ve Su­riye'yi ele geçirdi; ayrıca 1243 Kösedağ Savaşı'ndan itibaren Moğol hâkimiyeti al­tına girmiş olan Anadolu'yu da daha sıkı biçimde baskı altına aldı. Ancak ağabeyi Mengü'nün ölümü münasebetiyle Kara-korum'a gittiği sırada Ketboğa Noyan kumandasındaki ordusu Filistin'de vuku bulan Aynicâlût Savaşı'nda Memlûk Sulta­nı Kutuz tarafından bozguna uğratıldı (3 Eylül 1260} ve Fırat kıyılarına kadar çekil­mek zorunda kaldı. Böylece görülmemiş zulüm, katliam ve yıkımlarla gerçekleşti­rilen İslâm dünyasını istilâ hareketi Mısır ve Mağrib'e ulaşamadan sona erdi; Suri­ye, Filistin ve Kuzey Irak da tahliye edildi. Hülâgû öldüğü zaman (8 Şubat 1265) İl­hanlı Devleti'nin sınırları Amuderya'dan Fırat'a ve Kafkasya'dan Belûcistan'a ka­dar uzanıyor, Anadolu Selçuklu Sultanlığı ile küçük Ermenistan Krallığı da bağımlı devletlerini oluşturuyordu.

Hülâgû'nun ölümünden sonra yerine İlhanlı Kurultayı tarafından büyük oğlu Abaka seçildi; ancak ilhanlığı Büyük Han Kubilay tarafından onaylanıncaya kadar beş yıl süreyle resmen tahtına oturama-dı. Abaka da babası gibi Budist olmak­la beraber siyasî amaçlarla hıristiyanlara yaklaştı ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi; mücadelesini ise doğuda Çağa­tay, batıda Altın Orda ve müttefiki Mem­lûk devletleriyle sürdürdü. Memlûk Sultanı



1. Baybars'ın Anadolu'ya girmesi ve Elbistan Savaşı'nda İlhanlı ordusunu yen­mesi üzerine (1277) çıktığı Anadolu sefe­rinde, Baybars'ı davet eden Selçuklu üme­râsına olan kızgınlığı sebebiyle binlerce insanı öldürtmüş, büyük dedesi Cengiz ve babası Hülâgû gibi müslümanların ha­fızalarında yıllarca silinmeyen bir iz bırak­mıştır. Abaka'nın İlhanlı devlet teşkilâ­tının kurulması ve gelişmesinde hizme­ti büyüktür. Hızla yayılan İslâmiyet'e kar­şı atalarının âdet ve geleneklerini korumaya çalışan Abaka'nın 1282 yılında ölü­münden sonra yerine kardeşi Teküder (Tekûdâr) geçti ve ihtida ederek Ahmed Teküder adıyla tanındı. Tahta çıkmasın­dan iki yıl sonra, ilk günden beri kendisi­ne karşı saltanat mücadelesi veren Aba­ka'nın büyük oğlu Argun tarafından taht­tan indirilerek öldürüldü. Müsrif bir hü­kümdar olan Argun Han'ın taleplerini kar­şılayabilmek maksadıyla veziri Sa'düd-devle'nin yeni vergiler koyması ve yakın­larını devlet hizmetine alması huzursuz­luklara yol açtı. Argun'un genç yaşta ölü­mü üzerine toplanan kurultay kardeşi Geyhatu'yu hükümdar seçti (1291). Geyhatu. Anadolu'da İlhanlı yönetimine kar­şı başlatılan ayaklanmaları bastırmak için yeni kuvvetler gönderdi ve başta Kara-manoğullan olmak üzere Türkmenler'e ağır darbeler vurdu. Onun döneminde İl­hanlı-Memlûk mücadelesi devam etti. Geyhatu'nun eğlence düşkünü ve müs­rif olması sebebiyle devletin malî gücü zayıfladı. Bunun üzerine Vezir Sadreddin Ahmed el-Hâlidî. Çin'deki uygulamaları Örnek alarak kâğıt para bastırıp madenî paraları yasakladı; ancak bu yenilik, halk­tan tepki gelmesi ve ekonomik hayatta buhran başlaması sonucu dört ay sonra kaldırıldı (1294). Geyhatu Budist olma­sına rağmen müslüman eşinin etkisiyle İslâm'a karşı hoşgörülü idi. 1295 başla­rında Geyhatu'nun sefih yaşantısından memnun olmayan bazı devlet adamları, onun Cengiz yasasını ihlâl ettiği gerekçesiyle Hülâgû'nun torunlarından Bay-du'yu tahtı ele geçirmeye kışkırttılar. 24 Mart'ta Geyhatu öldürüldü; ancak yerini alan Baydu da 4 Ekim'de yine bazı devlet adamlarının desteğiyle saltanata gelen Argun'un oğlu Gâzân tarafından öldürtüldü.

Daha önce 100.000 askeriyle birlikte müslüman olduğu için Gâzân Mahmud Han adıyla tahta çıkan Gâzân İslâmiyet'i devletin resmî dini haline getirdi. Fakat buna rağmen Anadolu'da halk daha fazla ezilmiş ve perişan edilmiştir. Çin'deki büyük hanlığa tâbi olmaktan çıkan ve sa­dece kendi adına hutbe okutup para bas­tıran Gâzân Han önce maliyeyi ıslahla işe başladı ve bunu askerî alanda aldığı ted­birler izledi. Bu maksatla kumandanlara dirlik hizmet karşılığında belirli miktarda toprak verdi. Posta teşkilâtını ıslah için menzilhâneler yaptırarak ulakların bura­larda dinlenmelerini ve ihtiyaç giderme­lerini sağladı; böylece onların halkı taciz etmelerini engelledi ve âdeta soygun de­recesine ulaşan vergileri düzene koyarak halkın gelir seviyesinin yükseltilmesi için çalıştı. Siyasî bakımdan ise Anadolu vali­liği meselesinden kaynaklanan Baitu ve Sülemiş isyanlarını bastırdı. Bu iki isyan, Anadolu'daki Moğol valilerinin bu tarih­ten itibaren ikballerini gittikçe kuvvetle­nen Türkmenler'e bağlamış olduklarını göstermektedir. Gâzân Han, atalarının Memlükler karşısındaki yenilgilerinin in­tikamını almak için Papa VIII. Boniface'-ye mektup yazarak hıristiyan devletleri­nin desteğini sağlamaya çalıştıysa da sonuç alamadı ve o da Dımaşk yakınlarında bozguna uğradı (702/1303).

Gâzân Han'ın 1304'te ölümüyle yerini kardeşi Olcaytu aldı. Olcaytu, ağabeyi gibi muktedir bir kişiliğe sahip olmadığı halde onun kurduğu sistem ve siyasetleri ta­kip ettiği için ülkedeki huzur ve güvenin sürmesini sağladı. Memlûk düşmanlığı­nın yanında Avrupa'ya yaklaşırken Ana­dolu'da Selçuklu Devleti'nin yerini alan Türkmen beyliklerine karşı Bizans'ın yar­dımına gitti ve II. Andronikos Palaiolo-gos'un kızı ile evlendi. Bu arada Kazvin ile Tebriz arasında Sultaniye adlı bir şehir kurdu ve devlet merkezini buraya nak­letti. Gâzân Han zamanında bir dünya ta­rihi yazmakla görevlendirilmiş olan dev­let adamı ve tarihçi Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî eserini tamamlayarak Sultan Olcaytu'ya sunmuştur.

1316yılında Olcaytu'nun ölümü üzeri­ne tahta henüz çocuk yaştaki oğlu Ebû Said Bahadır Han çıktı. Hükümdarın tec­rübesizliğinden ve onun atabeği Emîr Se-vinç'in Ölümünden istifade eden Vezir Tâ-ceddin Ali Şah, idareyi eline aldı. Beyler­beyi görevine getirilen Emîr Çoban Ana­dolu'da ortaya çıkan isyanları bastırdı. Altın Orda ve Çağatay hanlıklarından ge­lecek tehlikeler bertaraf edildi ve böyle­ce doğuda Gazne şehrine, kuzeyde Terek nehrine kadar uzanan topraklarda hâki­miyet sağlandı. Memlükler ile yıllardır de­vam eden mücadeleye 1323 te yapılan bir antlaşmayla son verildi. Bu sırada Ebû Said ile Emîr Çoban'ın arası açıldı ve sul­tan, başarılı hizmetler veren Çoban aile­sini ihanetle suçlayarak bütün fertlerinin öldürülmesini emretti. Emîr Çoban, o sı­rada Anadolu valisi olan oğlu Tlmurtaş'ın Türkmenler'le birleşerek sultana karşı mücadele etme fikrine katılmadığı için bu hatasını hayatıyla ödemiştir. Ebû Said'i bu haksız kararı almaya iten sebep, Emîr Çoban'ın evli kızı Bağdat Hatun'a âşık ol­ması ve bu münasebetle sarayda çeşitli entrikaların çevrilmesidir. Ebû Said, ba­bası Olcaytu zamanında devletin âdeta resmî mezhebi haline gelen Şiîliği terke-derek Sünnîliği seçmiş ve İslâmiyet'in yayılması için çalışmıştır. İlhanlı hükümdar­larının en büyüklerinden olan Ebû Said 1335 yılında henüz otuz yaşında iken öl­müş veya zehirlenerek öldürülmüştür.78

Ebû Said'in vâris bırakmadan ölümü İl­hanlı Devleti'nin parçalanmasına ve yerini mahallî hanedanların almasına yol açtı. Ümerâdan Bağdat Hatun'un eski kocası Hasan-ı Büzürg ve Emîr Çoban'ın oğlu Hasan-ı Kûçek, şehzadeler arasındaki taht kavgalarından faydalanarak dilediklerini tahta çıkarmaya başladılar. Sonunda İl­hanlı Devleti'nin hâkim olduğu topraklar­da Celâyirliler, Karakoyuniular. Muzaffe-rîler, Horasan Serbedârileri ve Eratnao-ğullan gibi hanedanlar kuruldu.

İlhanlı Devleti'nin idarî, malî, askerî ve hukukî müesseseleri incelendiği zaman Moğollar'dan önce Türkistan'da geliştiri­len Türk devlet sistemiyle karşılaşılır. Zi­ra bu sistem, daha Cengiz Han zamanın­da Moğollar'a hocalık ve müşavirlik yap­mış olan Uygur ve Hârizm Türkleri aracı­lığıyla benimsenmişti. İlhanlılar'ın bu sis­temi, kendilerinden sonra Yakındoğu'da devlet kuran hanedanlara ve nihayet Os-manlılar'a kaynak oluşturmuştur. İlhanlı idare sisteminin temelini teşkil eden di­van, vezirlik, nâiblik ve beylerbeyiliği gibi kurumlar, Selçuklularda görüldüğü gibi kısmî değişikliklerle Osmanlılar'da da yasatılmıştır. Hükümdarın tahta çıkışında saçı saçılır ve şehzadelere, noyanlara, di­ğer ümerâya hil'atler, askerlere de bahşiş dağıtılırdı; meselâ Ahmed Teküder tahta çıktığı zaman her askere 120 dinar veril­mişti. Bu uygulama Osmanlılar'da "cülus bahşişi" şeklinde devam etmiştir.

Hükümdarla vezirin görev ve sorumlu­lukları İlhanlılar'da kesin çizgilerle ayrıl­mamıştı. Sâhibdîvân unvanını kullanan ve sivil idarenin başında bulunan vezir malî işlerin sorumluluğunu da taşıyordu. Başta kanunlar olmak üzere resmî evra­kı düzenleme ve muhafaza etme gelene­ği Cengiz Han'dan beri mevcuttu: evra­kın tamamı hükümdarın mührü ile tas­dik edilirdi. Resmî yazılar, daima eski Mo­ğol âdeti gereğince "sonsuz Tann'nm gü­cü ile" ibaresiyle, İslâmiyet'in kabulünden sonrada besmele ile başlardı. Bu uygula­ma Gâzân Han zamanında geliştirilmiş ve belgeler özelliklerine göre değişik renkli damgalarla mühürlenmiştir. Gâ­zân Han'ın bağımsız hareket etmeye baş­lamasına kadar büyük han İlhanlı sarayın­da dâimi temsilci bulunduruyor ve şehza­delerle yüksek dereceli görevlilerin idam­ları ile büyük çaptaki askerî seferlerin açı­lıp açılmamalarına bizzat kendisi karar veriyordu. Askerî bakımdan, Cengiz Han zamanında Moğollar'ın kabile (küren) sis­temi yerine kabul edilen Türk onlu siste­mi geçerliydi. Bu sistemin başında bey­lerbeyi bulunur ve onun yanında üç ulus beyi yer alırdı; beylerbeyi merkezde, ulus beyleri kendi bölgelerinde otururlardı. Anadolu Selçuklulan'nda görülen saltanat nâibliği İlhanlılar'da da vardı. Ancak bazı durumlarda vezir veya beylerbeyi bu gö­revi üstlenebiliyordu; meselâ Beylerbeyi Emîr Çoban aynı zamanda nâibdi.

İlhanlılar da Moğol Büyük Hanlığı gibi vergi konusunda tâviz vermemişlerdir. Başta Anadolu olmak üzere İlhanlı idare­si altındaki siyasî kuruluşlar, başlarında bulunan İdareciler veya İlhanlı Devleti'nin temsilcileri tarafından âdeta soyulmuştur. İlhanlılar döneminde Anadolu'daki Selçuklu malî ve İdarî sistemi tamamen çözülmüş, özellikle toprak sisteminin bo­zulması idarî, malî ve askerî yapıyı etki­lemiştir. Halbuki aynı dönemde İlhanlı Devleti, İran'da "dalay" ve "incü" divanla­rı aracılığıyla toprak idaresini devam et­tirmiştir. Para birimi olarak kullanılan di­narın değeri içerdiği altın oranına göre değişmiştir. Gâzân Han zamanında eksik vezinli paralar toplatılarak yeniden dar-bedildi. Bağlı ülkelerden alman haraçlar dışında kopçur, kılan ve tamga vergisi devletin en büyük gelirini oluştururdu. Bu vergiler Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlılar'da aynı ad ve özelliğini koru­muştur. Vergi konusunda Gâzân Han, kendinden önceki dönemde uygulanan kanun ve teamülleri gözden geçirerek bunları günün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlerken bazılarını kaldırmış veya yerlerine yenilerini koymuştur. Ver­gilerin âdil bir şekilde tahsil edilmesi için de görevlilere ağır cezaî hükümler getir­miştir. Osmanlılar'ın kullandığı "defter­dar" tabiri de aslında bir İlhanlı terimidir.

Gâzân Han zamanına kadar İlhanlılar'­da Cengiz yasası geçerliydi. Bu tarihten itibaren müslüman tebaanın şerl işleri­ne kadılar; hukukî, siyasî, idarî, örfî ve as­kerî mahkeme işlerine de Moğol şehzade ve emîrleri arasından seçilen "yargucfler bakardı. İlhanlı hükümdarlarından Hülâ-gû, Abaka ve Argun Budist idiler. Ahmed Teküder'in kısa süren hâkimiyetinde İs­lâmiyet halk arasında yayılmaya başla­mışsa da ancak Gâzân Han zamanında resmî din olarak kabul edilmiştir.

İran'da İlhanlılar devrinde ticarî hayat gelişmiş. Yakındoğu ile Uzakdoğu, hatta Avrupa arasında ulaşım ve haberleşme kolaylaşmıştır. Bu sayede ülke düşünce, sanat ve ticaret alanında yeni gelişmele­re sahne olmuştur. İtalyan tüccarlarının Tebriz'de kolonileri görünmeye başlamış, İlhanlı Devleti, Uzakdoğu ve Hindistan'­dan yapılan ticarette önemli bir irtibat

rolü oynamıştır. Avrupalı seyyahlar Teb­riz'i ticarî malların çokluğu yönünden devrin en zengin şehri diye tanıtmışlar­dır. Bu dönemde her ne kadar Anadolu doğu-batı ve kuzey-güney yönündeki ti­carî yolların merkezi durumundaysa da İlhanlılar bu yolların gelirine el koydukla­rı için bu ticarî canlılıktan pek faydalana­mamışlardır, îlhanlılar'da ana dü Moğol­ca'nın yanında Türkçe ve Farsça da ge­çerliydi. Bu devletin kurulmasıyla X. yüz­yıldan beri devam eden Türk göçlerine ilâ­veten yeni Türk boyları gelmiş, böylece boylar, Yakındoğu'nun ve özellikle Anado­lu'nun Türkleşmesinde etkili olmuşlardır. Cengiz Han'ın torunları tarafından kuru­lan İlhanlı ve Altın Orda devletlerinin İs­lâmlaşması ve Türkleşmesi Moğol istilâ­sının olumlu yönünü teşkil eder.

Bibliyografya :

İbn Bîbî, el-EvâmirüVAIâ'iyye, s. 450-456; Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ, I, 88-184; 11, 218-260; III, 29-90, 106-127, 280-287; Ebü'l-Ferec, Târih, II, 550-659; Aksarâyî. Müsâmeretü'l-afy-bâr, s. 35-190; Reşîdüddin, Câmİ'u't-teuârtfı; Htstoire des mongols de la Perse (nşr. E. M. Ouatremere), Paris 1836, s. 120-420; Müstevfî. Nû2/îe£ü7-fcii/ûb(Siyâki),s. 110-1125; Brovvne, LHP, 111, 3-158; B. Y. Vladimirtsov, Moğolla­rın İçtimai Teşkilâtı (trc. Abdülkadir İnan), An­kara 1944, s. 62-70; R.Grousset, L'empiredes steppes, Paris 1952, s. 420-468; Spuler, Iran Moğollan, s. 57-180, 274-302; a.mlf., '•İlhan­lılar", İA, V/2, s. 967-972; a.mlf., "Hkhâns", Ö2(İng.},m, 1121-U23;BahaeddinÖgel,Sı"no-Turcica, Taipei 1964,s. 196-206;0sman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 493-625; J. M. Fiey, Chretiens syriaques sous les mongots, Louvain 1975, s. 19-107; J. Ric-hard, La papaute et les missions d'orient au moyen -âge (X!IIe-XVsiecte), Rome 1977, s. 98-121, 167-190;a.mlf.. "Le debut des relations entre la papaute et les mongols de Perse", JA, CCXXXVII (1944), s. 287-293; Fuad Abdülmu'-tîes-Sayyâd. el-Moğüt fi't-tânh, Beyrut 1980; Bosworth, islâm Devletleri Tarihi, s. 187-189; J. A. Böyle. "Oynastic and Political History of the İlkhâns", CHIr., V, 303-421; 1. P. Petrush-evsky, "The Socio-Economic Condition of İran under the Il-Khâns", a.e., V, 483-537; Abdül­kadir Yuvalı, İlhanlılar Tarihi I: Kuruluş Devri, Kayseri 1994, s. 9-193; a.mlf.. "Hasan-1 BÜ-zürg", DİA, XVI, 311-312; Reuven Amitai-Pre-iss, Mongols and Mamluks the Mamluk llkha* nid War 1260-1281, New York 1995; a.mlf., "Evidence for the Early Use of the Title Ilkhan Among the Mongols", JRAS, third series: 1/3 (1991). s. 353-361; H. Ahmet Özdemir. Moğol İstilâsı ve Abbasî Devletinin Yıkılışı: Cengiz ve Hülâgû Dönemleri: 616-656/1219-1258(dok-tora tezi, 1997), Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 141-226; Zeki Velidî Togan. "Moğollar Devrinde Anadolu'nun İktisadî Vaziyeti", THİTM, 1(1931), s. 1 -42; W. Barthold, "İlhanlılar Devrinde Malî Vaziyet", a.e., I (1931), s. 135-159; Şerefeddin Yaltkaya. "İlhanlılar Devri İdari Teşkilâtına Dair", a.e., II (1932), s. 7-16; Richard Burn, "Coinsof the Ilkhânis of Persia", JRAS (1933). s. 831-845; K. Jahn, "İran'da Kağıt Para" (trc. M. Altay Köymen).77KBe//eİen.VI/23-24(1942),s.270-305; Menûçihr Murtazavî. "Dîn ve Mezheb der cAhd-i İlhânân-ı îrân", Neşriyye-i Dânişkede-i Edebiyât-ı Tebriz, X/l Tahran 1337, s. 17-81; Faruk Sümer. "Anadolu'da Moğollar", Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I, Ankara 1969, s. 24-47; a.mlf.. "İlhanlı Hükümdarlarından Abaka, Argun Hanlar ve Ahmed-i Celâyir", TTK Bel-leten, L!ll/206{1989), s. 175-197; a.mlf.. "Te­küder", İA, XI1/1, s. 144-145; D. 0. Morgan. "Mongol or Persian: The Government of İlk-hanid Iran", Haruard Middle Eastern and Is-tamic Reuiew, III/1-2, Cambridge 1996, s. 62-76; R. Ettinghausen. "llkhâns", EF(lng.|, 111, 1123-1127; Abdülkadir Yuvalı. "Hülâgû", DİA, XVIII, 474, 475.



Sanat.

İlhanlı sanatı. İslâm sanatı tari­hinin en farklı hususiyetlerinin görüldüğü bir tahribat ve yeniden doğuş safhasını teşkil eder. İlhanlı hanedanından gelen hükümdarların önemli bir kısmı sert ve otoriter kişiler olarak tanınmıştır. Ancak bu hükümdarların sanat hamileri olduğu da bilinmektedir. Hanedanın ilk kuruluş yıllarından başlayarak XIII. yüzyılın son­larında tahta çıkan Gâzân Han'a kadar İl­hanlı hükümdarlarının değişik dinî tema­yülleri sebebiyle İslâm sanatı bakımından önemli bir faaliyeti göze çarpmamakta­dır. Özellikle Hülâgû, Abaka ve Argun han­lar Budist olmakla birlikte Hıristiyanlığa ilgi duymuşlar, âdeta müslümanlara kar­şı Moğol-hıristiyan birliğini sağlamaya çalışmışlardır. Bu dönemde İlhanlılar, İslâm âlemi İçin büyük bir tehlike oluşturarak şehirleri ve ilim merkezlerini tahrip et­mişlerdir. İlk yıllarda İran ve Azerbaycan civarında Hıristiyanlığı benimseyen Mo-ğotlar'ın çadır kiliselerde ibadet ettikleri bilinmektedir. Yerleşik hayata geçişle bir­likte birçok Budist mabedi ve kilise yap­tırılmıştır. Hülâgû Han devrinde (1256-1265) Urmiye gölü civarında ve özellikle Hoy'da Budist tapınakları inşa edilmiş, daha sonra Argun Han (1284-1291) inşa ettirdiği Budist manastırlarında kendi resmini yaptırmıştır. Hıristiyanlığa karşı sempati duyan Hülâgû, Abaka ve Argun hanlar zamanında Batı İran'da ve Azer­baycan'da çeşitli Nesturi kiliseleri ve ma­nastırları yapılmıştır. Ancak bu eserler günümüze kadar gelmemiştir. Önemli sa­nat faaliyetleri ise İslâmiyet'i resmen ka­bul eden Gâzân Han'ın tahta çıkmasından sonra gerçekleşmiştir. İlhanlı hanedanıy­la yakın münasebeti olan devlet memur­ları, vezirler, İlhanlı hükümdarlarının eş­leri ve Müslümanlığı benimsemiş diğer bazı kişiler tarafından yaptırılan çok sa­yıda eserin önemli bir kısmı Anadolu Sel­çuklu sanat muhiti içinde ele alınmakta­dır.

Gâzân Han döneminde İslâmlaşan İl­hanlı yönetimi, idaresi altındaki toprak­larda özellikle İran ve Güney Azerbaycan'­da yoğun bir imar faaliyetine girişmiştir. İran'da Tebriz. Merâga. Sultaniye, Lincân, Verâmin ve Natanz; Anadolu'da Erzurum. Amasya, Tokat, Niğde şehirlerinde İlhanlı eserleri görülmektedir. İlhanlılar mima­ride Büyük Selçuklu geleneğine sahip çık­mışlar, tasarım ve mimari ayrıntılarda, süslemede bu geleneği sürdürmüşlerdir. İnşaat malzemesi çoğunlukla İran'da tuğla, Anadolu'da ise taştır. Süslemede alçı, tuğla, sırlı tuğla ve çini kullanılmış­tır. Selçuklu plan şemaları çok daha iddi­alı boyutlarda tekrar edilmiştir. İlhanlı sa­natında bölgenin manevî hususiyetleri devam ederken dönemin önemli mer­kezleriyle de yakın ilişkiler söz konusu ol­muştur. Anadolu (Selçuklu), Mısır-Suriye ve İrak dışında bil­hassa Orta Asya'dan beraberlerinde ge­tirdikleri Moğol-Çin tesirleri sanatın şe­killenmesinde önemli rol oynamıştır.

Mimari. İlhanlı mimarisinin pek çok eseri zaman içinde harap olmuş veya ta­mamen ortadan kalkmıştır. Çok sayıdaki bina da tamir ve tadilât sebebiyle önemli değişikliklere uğramıştır. İran'daki Eser­ler. Gâzân Han devrinde İslâmiyet'in ka­bul edilmesiyle birlikte ilk önemli eserlerin inşasına başlanılmıştır. 1298'de Gâzân Han'ın kendisi için yaptırdığı tür­be, cami, medreseden oluşan külliye za­manla harap olmuştur. Aynı yıl inşa edilen Verâmin'deki, Alâeddin Türbesi İran'­daki Selçuklu kümbetlerinin geleneğini sürdürmektedir. Tuğladan silindirik göv­deli yapıda gövde üçgen yivlerle donatıl­mış olup üstte koni biçimli bir külahla ör­tülüdür. Lincân'da Selçuklu devrine ait ol­ması muhtemel kare planlı ve kubbeli bir yapının önüne Şeyh Muhammed İbn Bak-rân tarafından bir eyvan ekletilmiş ve bu kişinin ölümü üzerine buraya gömülmesiyle yapı eyvan türbeye dönüştü­rülmüştür. İnşa malzemesi taş olan yapı­da renkli sırlı ve perdahlı çini ile alçı süs­lemeler görülür.

İlhanlı mimarisine önemli eserlerin ka-zandırıldığı Olcaytu Han 79 zamanında (1304-1317) İsfahan Cuma Camii genişletilip onarımı yapılmış, bu arada batı eyvanına alçıdan bir mih­rap İlâve edilmiştir. Rûmî, palmet motif­leriyle süslü olan mihrapta Hz. Ali ve on iki imamın isimi yer almaktadır. Olcaytu'-nun adını ebedî kılan en önemli eser, hiç şüphesiz onun başşehri olan Sultâniye'-de bulunan ve ölümünden sonra buraya gömülmesi üzerine kendi adıyla anılan türbesidir. Yeni başşehrin ortasında ge­niş bir külliyenin çekirdeğini oluşturduğu anlaşılan yapı, aslında Hz. Ali ve Hz. Hüse­yin'e ait bir kısım emanetin Küfe ve Ker-belâ'dan alınarak buraya konulması için yaptırılmıştı. 710 (1310) yılında inşasına başlanan bina 713'te (1313) tamamlan­mıştır. Tuğladan yapılan bina içten sekiz­gen planlı olup üzeri, pandantiflerle ge­çişi sağlanan 24,50 m. çapında ve 51 m. yüksekliğinde çift cidarlı sivri bir kubbe ile örtülüdür. Kalıntılardan, vaktiyle kubbenin üzerinin fîrûze ve lâcivert renkli çinilerle kaplanmış olduğu anlaşılmaktadır. Dört yönde sivri kemerli açıklıklara sahip yapıda kuzeybatı ve kuzeydoğu köşeler dolgulanmış olup buradan üst kattaki ga­leriye çıkış sağlanmıştır. Dışta kubbe ete­ği hizasında sekizgenin köşeleri üstünde yükselen kuleler yapıya ilginç bir görü­nüm kazandırmıştır. Kıble yönünde yapı­ya dışarıdan bitişik olarak yapılan bir zi­yaret mescidi bulunmaktadır.

Natanz'da Sultan Olcaytu devrinde in­şa edilen cuma camii 80 cami (704/1 304-1 305), türbe (707/1307-1308) ve hankahtan (716/ 1316) oluşmaktadır. Külliyede yer alan minare 725 (1325) yılında Ebû Said Baha­dır Han zamanında yapılmıştır. Dört ey-vanlı avlulu cuma camiinin kıble yönünde sekizgen planlı tevhidhâne, batıda mina­re ve kare planlı türbe ile hankah bulun­maktadır. Cuma camiinde eyvanlar aynı yükseklikte, farklı derinlikte ele alınmış olup aralarda iki katlı revaklaryer alır. Gü­neye açılan hankahın âbidevî taç kapısı ile silindirik gövdeli minarede yoğun beze­me görülür. Türbe içten dört yöne geniş­letilmiş olup kubbesi içten mukarnas dol­gulu, dıştan ise külahla örtülüdür.

Tebriz'de Mescid-i Ali Şah, 710-720 (1310-1320) yılları arasında Olcaytu Han'ın veziri Ali Şah tarafından yaptırıl­mıştır. Yapının doğusunda medrese, ba­tısında hankahla birlikte bir külliye olarak ele alındığı bilinmektedir. Tamamlandık­tan kısa bir süre sonra çökmüş olan ca­mi 30.15 m. genişlikte, 65 m. derinlikte âbidevî bir eyvan şeklinde olup duvarları 10,40 m. kalınlığında ve 25 m. yüksekliğindedir.

Verâmin'de 722-726 (1322-1326) yılla­rında inşa edilen cuma camiinin banisi Ali Kazvînî'dir. Dört eyvanlı avlulu ve mih­rap önü kubbeli plana sahip olan yapıda eyvanlar eksenlerde yer aimıştır. Âbidevî taçkapı kuzey eyvanı önünde olup sivri ke­merli ve mukarnas dolgulu yaşmağa sa­hiptir. Kıble eyvanı daha geniş ve yüksek ele alınmıştır. İçi mukarnas dolgulu eyvan­da ma'kılî hatla "Allah" ve "Muhammed" yazıları vardır. Altta üç sivri kemerli kapı­dan kare planlı ve kubbe ile örtülü mih­rap önü mekânına geçilir. Alçı süslemeli duvarlarda iri yazı kuşağı dikkat çeker.

Merâga'da 722'de (1322) yapılan Kün-bet-i Gafferiyye'nin (Ca'feriyye) banisi, 711 (1311) yılında İlhanlılar'a sığınmış olan Memlûk kökenli Kara Sungur'dur (Sultan Kalavun'un kölesi). Tuğladan kare planlı yapı moloz taş bir kripta (mumyalık) üze­rine inşa edilmiştir. Yapının üst örtüsü (külah) yıkıktır. Kuzey cephesi ortasında taçkapı, diğer cephelerde ise ikişer sivri kemerli niş içinde birer pencere vardır. Pencerelerin üzerinde birer çift çevgân değneği (arma) bulunur.

Anadolu'daki Eserler. Sivas Çifte Mina­reli Medrese. Erzurum Hatuniye Medre­sesi ve Kümbeti, Kırşehir Caca Bey Med­resesi ve Fatma Hatun Kümbeti, Sivri­hisar Alemşah Külliyesi gibi yapılar XIII. yüzyıl içinde ele alınmış olup bânileriyle İlhanlılar'a bağlanan, fakat Anadolu Sel­çuklu mimarisi içinde değerlendirilen eserlerdir. Selçuklu hâkimiyetinin tama­men ortadan kalkması ile XIV. yüzyılın ilk yansında inşa edilen diğer eserler ise İl­hanlı devri yapıları olarak karşımıza çık­maktadır. Amasya Dârüşşifâsı, 708 (1308-1309) yılında Anber b. Abdullah ve Ahmed Bey tarafından Olcaytu Han ve eşi Yıldız Hatun için yaptırılmıştır. Açık avlulu ey­vanlı Selçuklu medreseleri planındaki ya­pı iki eyvanlı olup iki yanda revakları var­dır. Taçkapının kilit taşındaki diz çökmüş İnsan figürü dikkat çekicidir.81 Erzurum'daki Yâkutiye Medresesi ve Kümbeti, 71 O'da (1310) Erzurum Emîri Gazanlı Cemâieddin Hâce Yakut tarafın­dan Sultan Olcaytu ve eşi Bulgan Hatun adına inşa ettirilmiştir. Kesme taştan olan yapıda avlunun üzeri ortası aydınlık fenerli çapraz tonozla örtülmüştür. Çift katlı yapıda alt kat üç, üst kat dört eyvanh olarak düzenlenmiştir. Girişin karşısında­ki ana eyvanın arkasında bir kümbet bu­lunmaktadır. Medresenin taçkapısı itina­lı ve yoğun bir süslemeye sahiptir. Hayat ağacı motifi, çifte aslan, tek başlı kartal figürleri dikkat çekicidir.82 Niğde'de Hudâvend Hatun Kümbeti, 712 (1312) yılında İlhanlı Valisi Sungur Ağa döneminde IV. Kılıcarslan'ın kızı Hudâvend Hatun adına yaptırılmıştır." Kesme taş yapı sekizgen kaide üzerinde sekizgen gövdeli olup üstte onaltıgene dönüşmektedir. İçten kubbe, dıştan pramidal çatılı yapıda taçkapı ve cephelerde­ki pencere çevreleri ve alınlıklarında zen­gin taş işçiliği bulunmaktadır. Rûmî, pal-met, geometrik geçmeler yanında yoğun figürlü süslemeleriyle dikkat çekici bir ya­pıdır.83 Tokat'ta 714 (1314) tarihli Nûreddin İbn Sentimur Kümbeti'nin gövdesi kesme taştan inşa edilmiş olup kare planlıdır. Taş yapı üst­te tuğladan sekizgen yüksek kasnaklı ve içten tromplu kubbe, dıştan ise pramidal külahla Örtülmüştür. Erzurum'da 714'te (1314) Gâzî Ahmed b. Ali b. Yûsuf tarafın­dan yaptırılan Ahmediye Medresesi iki ey-vanlı avlulu bir yapı olup avlusunun üzeri aydınlık fenerli aynalı tonozla örtülüdür.84

Minyatür. İlhanlı sanat muhitinde min-yatürlü yazmalara büyük Önem verilmiş­tir. İran minyatür sanatına olduğu kadar bütün İslâm minyatür sanatının gelişi­minde bu minyatürlü yazmaların tesiri olmuştur. Her şeyden önce Çin etkilerinin açıkça görüldüğü İlhanlı minyatürleri için kaynak teşkil eden bir diğer bölge olarak da Irak önemli rol oynamıştır. İlhanlı mu­hitinde tarihî konular kadar astronomi ve tabii ilimlere duyulan alâka sebebiyle minyatürlerde bu ilimler tercih edilmiş­tir. Özellikle hayvan tasvirli minyatürler, tabii manzaralarla desteklenmiş figürler ve tarihî konuları aksettiren sahnelerin esas teşkil ettiği minyatürler bu muhitin en önemli temsilcileri sayılmaktadır. Bun­ların dışında destanlar da minyatürlerde işlenen konulara esas olmuştur. İlhanlı minyatürlerinin en güzel örneklerinin ya­pıldığı Tebriz'de istinsah edilen eserler arasında İlhanlı Veziri Reşîdüddin Fazlul-lah-ı Hemedânî'nin Câmfu't-tevârîh'i önemli bir yer işgal etmektedir.85 Bizzat Reşîdüddin'in idaresi altında faaliyet gösteren bu atölyede ya­pılan minyatürler, Çin ve Irak tesirlerinin bir araya getirildiği detaylara ehemmiyet veren ve kullanılan renklerin de etkisiyle çok güçlü tesirler bırakan İhtişamlı örnek­ler olarak şöhret kazanmıştır. Menâ -hayevân 86 el-Âşârü'l-bâkiye 87 ve Muiz-zî'nin divanı 88 önemli İlhanlı devri minyatürlü yazmaları olarak tanınır. Bütün bu örnek­lerde Moğol ve Orta Asya hususiyetleri gösteren elbise tasvirleriyle birlikte Mo­ğol ve Orta Asya zevk ve anlayışını akset­tiren başka özellikler de kendisini hisset­tirmektedir. İlhanlılar'ın son devirlerinde, bu geniş ölçülü ve geniş görüntülü min­yatürlerle temsil edilen ihtişamlı saray üslûbu değişime uğramıştır, önceleri güç­lü bir şekilde var olan Çin tesirlerinin yeri­ne Irak tesirlerinin hâkim olduğu yeni bir anlayış kendisini göstermeye başlamıştır.

Çini ve Seramik. İlhanlı sanatının önemli bir faaliyet alanı olan seramik, bizzat İlhanlılar tarafından yok edilmiş bulunan eski seramik merkezlerinin güç­lü etkisiyle yeni Çin etkilerinin bir araya getirdiği bir anlayışın sonucu olarak orta­ya çıkmıştır. Çin tesirlerinin çok güçlü ol­duğu İlhanlı seramik sanatı. Moğol zev­kine uygun hususiyetleriyle hemen farkedilmekte olan sırlı, sırsız ve perdah tekni­ğiyle yapılmış eserlerle temsil edilmektedir. Seramik sanatıyla yakın temas için­de bulunan çiniler ve sırlı tuğlalarla tez­yin edilen İlhanlı eserleri, bu faaliyet alan­larının gösterdiği gelişimi ortaya koyan en önemli örnekler olarak tanınmakta olup büyük ölçüdeki tahribata rağmen mimari tezyinatın özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Mimarideki Selçuklu

geleneği, bu eserlerdeki sırlı tuğla ve mozaik çini kullanımında da kendini gös­termektedir. İlhanlı seramik ve çini eser­lerinin teşekkül ettiği en önemli merkez­ler arasında Kirman, Keşan ve Sultanâ-bâd büyük öneme sahiptir. İran'da (Lin-cân), Pîr-i Bakrân Türbesi. Natanz'da Şeyh Abdüssamed İsfahânî Külliyesi, Sultâni-ye'de Olcaytu Hüdâbende Türbesi ve Ana­dolu'da Erzurum Yâkutiye Medresesi mi­marisinde yoğun sırlı tuğla ve çini kulla­nımı görülmektedir.

İlhanlı metal sanatı hakkında az sayı­da mevcut olan eserlerle bilgi sahibi olu-nabilmektedir. Özellikle Irak tesirlerinin güçlü olarak görüldüğü eserler hat ve figürlü tasvirlerle süslenmiştir. İlhanlı eserlerinin büyük bir kısmı XIV. yüzyılın başında yapılmış olup çoğunluğunda dol­gu tekniği görülür. Bu eserlerin yapıldığı önemli merkez olarak da Şîraz ön plana çıkmaktadır.



Bibliyografya :

E. Taylor, Architecture oftiorthıvest Persia (Jnder the It-Khanid Mongots, Chicago 1941; D. N. Wifber. The Architecture of Istamic Iran: The ll-Khânid Period, Prİnceton 1955; Mazhar Şevket İpşiroğlu. Painting and Cutture ofMog-o/s, London 1967; C. Mac Lenicina, PersianArt, Leningrad 1975, tür.yer.; E. J. Grube, Persian Painting in the Fourteenth Century: A Re­search Report, Napoli 1978; R. Grousset, Boz­kır İmparatorluğu (trc. Mehmet Reşat Üzmen), İstanbul 1980, s. 331-371; C. Ventrone. "On a Variety of Ilkhanid Wall Decoration", Isfahan, Venise 1981, s. 53-68; Orhan Cezmi Tuncer, Anadolu Selçuklu Mimarisi ue Moğollar, An­kara 1986; J. D. Hoag. İslam, Stuttgart 1986, s. 133-137;S. S. Blair. The Ilkhanid Shrine Conyhex at Natanz, Iran, Cambridge 1986; a.mlf., "Ilkhanid Architecture and Society: An Analysis of the Endowment Deed the Rab-i Rashidi", Iran, XXII, Cambridge 1984, s. 67-90; A. K. Coomaraswamy, "Persian Miniatures of the Fourteenth Century", Bultetin of the Metro­politan Museum of Art, sy. 19, New York 1934, s. 58-60; G. Reitlingler. "Sultanabad", Transac-tions of the Odental Ceramics Society, sy. 20, Chicago 1944-45, s. 25-34; R. Ettinghausen, "On Some MongotMiniatures", KOr., lil f 1959), s. 44-65; Faruk Sümer, "Anadolu'da Moğollar", Selçuklu Araştırmaları Dergisi,], Ankara 1970, s. 1-147; E. Baer, "The Nisan Tasi: AStudy in Persian-Mongol Metalware", KOr., IX (1973-74), s. 39-46; Gönül Cantay, "Amasya Dârüşşi-fası", Dİ A, 111, 5-6; Ramazan Şeşen, "Câmiu't-te-vârîh", a.e., VII, 132-134; Rahmi Hüseyin Ünal. "Erzurum", a.e., XI, 331; Şebnem Akalın, "Hu-dâvend Hatun Kümbeti", a.e., XVIII. 284-285.



Yüklə 1,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin