D DABBE
Hadis metinlerindeki yanlışları göstermek için kullanılan işaret.
Arapça'da kapıyı kapamaya yarayan kol demirine dabbe, kapıyı bu şekilde kapamaya tazbîb denilir. Başı badem şeklinde olan ve "sad" harfine benzeyen dabbe işareti de yanılma yolunu kapadığı için adını ve şeklini bu aletten almıştır.
Rivayet yönünden sahih olmakla beraber lafzında veya mânasında bozukluk bulunan, mürsel veya münkat tarzında rivayet edilen, lafzı gramer kaidelerine uymayan, hadis âlimlerinin çoğunluğu tarafından şâz veya musahhaf kabul edilen, bir veya birkaç kelimesi eksik veya fazla olan hadis ve ibarelerin üzerine dabbe işareti konulmakta olup bu işarete tazbîb ve temrîz de denmektedir. Kâtip yazacağı hadiste bir hata gördüğünde onu tashih etmeyip aynen yazar, doğrusunu da sayfanın kenarında gösterir. Daha sonra yanlış veya bozuk ibarenin başına dabbe işaretini koyarak dabbe çizgisini yanlış ibarenin bittiği yere kadar uzatır. Ancak dab-benin darb işaretine benzememesi için dabbe çizgisinin kelimelere değmemesine dikkat eder. Bu itina, dab-beyi darb işaretinden ayırt etmek ve tashih için konulan "sad-hâ" işaretinin "hâ'sız yazıldığı zannını uyandırmamak için gösterilir.
Hadislerin yazılışı sırasında rivayet yönünden sahih olanla olmayanı, tashih edilenle edilmeyeni birbirinden ayırmak için de dabbe işareti kullanılabilir. Bu takdirde eksik kalan yeri İşaretlemek maksadıyla "hâ"sız "sad" harfi konur. Böylece hadisin sahih olarak nakledilmekle birlikte ibarelerinin arasında bir bozukluk bulunduğuna işaret edilir. Bu İşareti koyan kâtip yazdığı ibaredeki bozukluğun farkında olduğunu, ancak doğru şekli kendisine ulaşmadığı için naklettiği metindeki yanlışı aynen aktardığını belirtmiş olur.
Bozuk ibarelerin üzerine dabbe koymanın asıl amacı, her önüne gelenin metne müdahale ederek hadisleri değiştirmeşini önlemektir. Aynca okuyucunun dikkati çekilerek ona yazılan metnin doğrusunu araştırma İmkânı da verilmiş olmaktadır.
Bibliyografya:
Kamus Tercümesi, "dbb" md.; Kâdî İyâz. el-İlmâ"320, Kahire 1389/1970, s. 166-169; İbnü's-Salâh. 'Ulûmu l-hadîş, s. 174-175; Irâkl. Fethut-muğiş, III, 33-34; Tecrid Ter-cemesi. I, 481; Talât Koçyiğit Hadis Istılahtan, Ankara 1985, s. 431-432; Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 383.
DABBE (BENİ DABBE)
Adnânîler'e mensup bir Arap kabilesi.
Kabilenin atası olan Dabbe b. Üdd'ün nesebi Adnan'da Hz. Peygamberin ne-sebiyle birleşir. Benî Dabbe başka kabilelerle karışmamıştır. Yurtlan önceleri Necid'in kuzeyinde Benî Temîm'in civarında iken İslâmî dönemde İrak'ın Nu"-mâniye tarafına göç ettiler. Benî Dabbe'-nin eyyâmü'1-Arab* arasında zikredilen başlıca savaşlan Büzâha, Şaklka ve Nisâr'dır.
Cemel Vak'ası'nda Benî Dabbe Hz. Âişe'nin tarafında yer alarak bütün güçleriyle savaştılar ve mensuplarından birçoğunu kaybettiler. Bunlar arasında kabilenin ileri gelenlerinden Husayn b. Dı-râr ile oğlu Hanzala b. Husayn da bulunuyordu. Benî Dabbe daha sonralan Ebû Ubeyd b. Mes'ûd ve Müsennâ b. Harise eş-Şeybânî'nin maiyetinde İran'ın fethine katıldılar.
Bu kabileye mensup ilim adamlan arasında muhaddis Cerîr b. Abdülhamid er-Râzî, Abbâsîler'in ilk devirlerinde yaşayan ve şiirlerini topladığı el-Mufadda-liyyât adlı eseriyle tanınan râvi, şair, edip ve nahiv âlimi Mufaddal ed-Dabbî, hadis âlimi İsmail b. Muhammed b. İsmail el-Mehâmilî ile muhaddis iki oğlu Ebû Abdullah Hüseyin ve Ebû Ubeydullah Kasım, tarihçi Ebû Ca'fer Ahmed b. Yahya sayılabilir.
Bibliyografya:
İbnü'l-Kelbî, Cem Nâci: s. 292-301; İbn Sa'd, et-Tabakât, V, 534; VI, 166, 340; TaberT. Tâıih (Ebü'l-Fazl), bk. İndeks; Mes'ûdî, et-Ten-öf/ı."s. 241, 295, 394; İbnü'l-Mağribî, el-înâs321, Kahire 1400/1980, s. 135; Seâlibî. Şimârü't-kulûb322, Kahire 1965, s. 160; İbn Hazm. Cem-here, s. 203-206; İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-"Umde, Kahire 1325, II, 164-165, 170; IbnÛ'l-Esîr, el-Kâmii, 1, 367, 459-464, 483-484; II, 318, 332, 333, 336; III, 165, 179, 216; SenYânî, el-Ensâb, VIII, 144-149; Zehebî, el-Müstebiti, I, 414; Kalkaşendî. Şubhu'l-a'şâ, I, 306-309, 347-348, 390-397; Kehhâle, Mu'cemü kaba3 ili'I-cArab, Beyrut 1402/1982, 11, 661-662; el-Kâ-mûsü'l-İstâmt IV, 393-395; T. H. Weir. "Dab-be", İA, III, 445; W. Caskel, "Dabba", El2 (ing.), 11,71-72.
DABBETÜ'I-ARZ
Kıyamet alâmetlerinden biri olarak kabul edilen yaratık.
Arapça'da "yavaş ve sessizce yürümek; nüfuz ve sirayet etmek" mânalarına gelen debb veya debîb kökünden sıfat olan dâbbe "yeryüzünde yürüyen her tür canlı" ve özellikle "binek hayvanı" anlamlarında kullanılır. Kur'ân-ı Kerîm'in on dört âyetinde tekil, dört âyetinde de çoğul şekliyle (devâb) yer alan kelime323, bazan sadece yeryüzünde yürüyen, bazan hem yerde hem gökte bulunan, bazan da yer belirtmeksizin mutlak olarak hareket eden bütün canlılar mânasına gelir. Bunlardan Sebe' sûresinde geçen dâbbetül-arz (34/14) Hz. Süleyman'ın asasını yiyen "ağaç kurdu" anlamındadır.
Yahudi ve hıristiyan teolojisinde İslâm'ın dâbbetü'l-arz telakkisine benzeyen bir yaratıktan beast dragon, leviathan ve rahabi gibi farklı adlarla söz edilmektedir324. Kozmogonik bir mit olarak kabul edildiği anlaşılan ve ejderha şeklinde tasvir edilen bir canavardan Ahd-i Atîk'İn çeşitli yerlerinde söz edilmekte, bu garip yaratığın dünyanın başlangıcında Rab Yahve tarafından öldürülmek veya bağlı tutulmak suretiyle bertaraf edildiği ve sonunda Rabb'e boyun eğmek zorunda kaldığı anlatılmakta, ancak bu canavarın dünyanın sonuna doğru tekrar yeryüzüne döneceği belirtilmektedir325.Ahd-i Cedîd'de ise kendisinden genellikle şeytanla özdeşi eştirilerek söz edilen bu canavar ve taraftarlarının Tanrı'ya karşı sürdürdükleri amansız mücadelenin onların yenilgisiyle bittiği anlatılmaktadır326. Tanrı ile mücadele ederek yenilen, ancak dünyanın sonuna doğru tekrar zuhuru beklenen bu canavar-yaratık düşüncesinin Bâbi! kültürüne dayandığı Öne sürülmüştür. Bu anlayışın zamanla şeytan figürüyle birleştirilerek Hıristiyanlığın "antichrist" (deccâl) telakkisine temel oluşturduğu ela kaydedilmektedir.
Bazı müsteşrikler, müslümanlardaki dâbbetü'1-arz inancında hıristiyanların "beast" telakkisinin etkisi bulunduğunu iddia etmişlerdir327. Ancak konuyu daha objektif kriterlerle inceleyen Batılı yazarlar, her iki dinin söz konusu telakkilerinden birinde "Tanrı'nın mutlak mânada yanında ve emrinde olma", diğerinde ise "Tanrı'ya ve emirlerine sürekli karşı olup O'nunla mücadele etme" gibi temelde birbiriyle çelişen bir fark bulunduğuna dikkat ederek her iki teolojinin bu konudaki telakkilerinde bir etkileşimden söz edilemeyeceğini belirtmişlerdir.328
Kur'an'da kıyametin yaklaştığını ifade eden âyetlerle329 bu dehşetli olayın alâmetlerine genel olarak işaret eden beyanların yer alması330, müslümanlar arasında yakın bir gelecekte kıyamet alâmetlerinin zuhur edeceği inancını doğurmuş, konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber'den nakledilen açıklamalar da bu inancı pekiştirmiştir. Birçok hadis kaynağında başlı başına bir bölüm oluşturan, müstakil eserlere de konu teşkil eden "eşrât-ı saat" (kıyamet alâmetleri) büyük ve küçük, fiilen vâki olanlar ve kıyamete çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olanlar şeklinde çeşitli taksimlere tâbi tutularak in-celenegelmiştir. İslâm akaid ve kelâm kaynaklarında kıyamet alâmetleri sayılırken dâbbetü'l-arzın çıkışına da ayrı bir başlık altında yer verilmiş ve bu husus, kıyamete çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olağan üstü olaylar arasında sayılmıştır. Dâbbe kelimesinin İs-lâmî literatürde kabul edilen söz konusu eskatolojik anlamına en uygun kullanımı Kur'an-ı Kerîm'in sadece, lâyık oldukları azabın gerçekleşme zamanı gelince onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da bu varlık insanların âyetlerimize gerçekten inanmadıklarını kendilerine söyler"331 mealindeki âyette yer almıştır.
Müslim'in el-Câmi'u'ş-şahîh'i ile Ebû Davud'un es-Sünen"\nde dâbbetü'1-arz konusuyla ilgili rivayetlerde bu varlığın özelliklerinden söz edilmeden sadece ortaya çıkışının bir kıyamet alâmeti olduğu haber verilir332. Tirmizrnin el-Câmi'u'ş-şahîh'i333 ve İbn Mâce'nİn es-Sünen 'inde334 Ebû Hüreyre1-den nakledilen bir hadiste, dâbbetü'l-ar-zm Hz. Süleyman'ın mührü ile Musa'nın asasına sahip olacağı ve asâ ile müminin yüzünü parlatırken mühürle kâfirin burnunu damgalayacağı İfade edilir. Bu-hârfnin el-Câmi'u'ş-şahîh'i ve Nesâî1-nin es-Sünen'inde ise konu ile ilgili herhangi bir rivayet tesbit edilememiştir.
Kelâm literatüründe dâbbetü'1-arz konusu, ilgili âyetlerle hadislerin ışığı altında sadece bir kıyamet alâmeti olarak ele alınmış, Ehl-i sünnet'in sem'iyyât alanına giren konularda yorum ve tahminlerden kaçınma esası bu hususta da benimsenerek Kur'an'ın dehşetli bir hadise şeklinde takdim ettiği kıyametin kopmasına, bundan önce vuku bulacak bazı fevkalâde olaylara, bunlardan biri olarak da dâbbenin çıkışına inanmanın gerekli olduğu belirtilmiştir. Dâbbetü'l-arzın şekli, çıkışı ve özellikleri hususunda Kütüb-i Sitte dışındaki kaynaklarda yer alan ve bazı tefsirlere de intikal etmiş olan, ancak sened ve metin açısından tenkit edilebilen İsrâiliyat türünden rivayetler, eşrât-ı saat konusunda geniş bir literatür oluşturmuştur. Bu ayrıntılı rivayetlere göre, olağan üstü özellikler taşıyan dâbbetü'l-arzın 60 arşın boyundaki vücudu tamamen kıllarla kaplı olup sakallı, boynuzlu, iki kanatlı, öküz başlı, domuz gözlü, fil kulaklı, aslan yeleli, kaplan renkli ve koç kuyrukludur. Bir kuşluk vakti elinde Hz. Süleyman'ın mührü ve Musa'nın asası olduğu halde Mekke'de335 bir yağız at hızıyla ortaya çıkacak (bazı rivayetlerde çıkışı üç gün sürecek veya üç günde vücudunun ancak üçle biri zuhur edebilecek), başı bulutlara değen, boynuzlan arasında 1 fersahlık mesafe bulunan bu garip yaratık, inananlarla inanmayanların birbirinden kolayca ayırt edilebilmesi için elindeki asâsıyla müminlerin yüzünü parlatacak, mührü ile de kâfirlerin burnunu damgalayacak, onları zelil ve perişan edecektir.
Bazı müfessirler, ilgili âyette336 geçen lafızların etimolojik ve semantik özellikleriyle söz konusu ayrıntılı rivayetlerin ortak unsurlarını dikkate alıp âhir zamanda bir kıyamet alâmeti olarak zuhur edecek bu canlının bilinen bütün canlılardan farklı bir yapıya sahip bulunacağını ileri sürmüşler, söz konusu âyette konuşma özelliğine işaret edilmesinden ötürü onun bir insan, diğer rivayetlerde sakallı oluşunun belirtilmesinden dolayı da erkek olarak düşünülmesi gerektiği yolunda yorumlar yapmışlardır. Bu arada, Ehl-i sünnet'e ters düşen düşünce ve beyanları sebebiyle Sünnî âlimlerin ağır tenkitlerine hedef olduğu bilinen $iî muhaddis Câbir el-Cu'fî'-ye (ö 128/746) ait iddiaya göre dâbbe-tü'l-arz Hz. Ali'dir337. Ancak bu görüşün rec'at fikriyle bağlantılı olduğu kabul edilmiştir. Aynı rivayetlerde yer alan mühür ve asâ motiflerinin hâkimiyet, idare ve saltanatı simgelemesinden hareketle dâbbetü'l-arzın, harikulade bir maddî ve manevî saltanatın sahibi olarak sırf adalet ve hayır faaliyetlerinde bulunacak önemli bir şahsiyet olması gerektiği düşünülmüştür338. Dâbbetü'l-ar-zın, âhir zamanda artması beklenen ve manevî özellikleri itibariyle hayvan gibi olan, hatta onlardan aşağı seviyede bulunan şerîr insanları simgelemesi de muhtemeldir. Ana hadis kaynaklarının deccâl ile ilgili rivayetleri arasında yer alan Fâtıma bint Kays tarikli Temîm ed-Dâri kıssasında sözü edilen, vücudu kıllarla kaplı hayvanın dâbbetü'l-arz olduğu da ileri sürülmüştür.339
Dâbbetü'1-arz âyetinde geçen "tükel-limühüm" (onlara söyler) fiilinden hareketle dâbbetü'l-arzın hangi dille konuşacağı bile tartışılmıştır340. Ancak bu fiilin "yaralamak" anlamına da gelebileceğini ve ilgili âyetin buna göre değerlendirilmesi gerektiğini savunanlar da olmuştur.341
Kur'ân-ı Kerîm'de dâbbetü'l-arzla ilgili tek kayıt olan Nemi sûresinin 82. âyetinden önceki altı âyette, hidayet ve rahmet vesilesi olan Kur'an'ın İsrâiloğulla-rı'nın ihtilâf edegeldikleri konulann pek çoğunu vuzuha kavuşturduğu, fakat onun tebliğcisi olan Hz. Muhammed'in, gerçeğe tamamen sırt çevirmiş, manevî anlamda kör, sağır ve ölü durumundaki kişilere çağnsını işittiremeyeceği ifade edilmektedir. Bu ifadelerin hemen ardından da söz Konusu inkarcıların lâyık oldukları ilâhî hükmün (kavi) gerçekleşme zamanı gelince yerden bir dâbbenin çıkarılacağı haber verilmektedir. Taberî bu âyette geçen "kavi" kelimesinin "ilâhî azap" anlamında olduğunu kaydeder342. Nemi süresindeki bu âyetlerin birbirine bağlı olarak incelenmesinden anlaşılacağı üzere dâbbenin ortaya çıkışı, dinî gerçeklere karşı direnişlerin ileri boyutlara vardığı dönemlerde olacaktır. Bazı âlimlerin kanaatlerine göre dâbbenin zuhuru daha çok "emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker" görevinin ihmal edildiği zamanlarda ve sadece bir defa değil, üç defa vuku bulacaktır343. Dâbbe konusu ilgili âyet ve ondan önceki âyetlerin çizdiği çerçeve dahilinde düşünüldüğü takdirde bu kavramın yeryüzündeki bütün insanlan kapsamayan, belli olumsuz şartların ortaya çıkması halinde sadece belirli yerlerde vuku bulan veya vuku bulacak olan sosyal bir sarsıntıyı sembolize ettiği düşünülebilir. Bu sarsıntının, başka bir deyişle İlâhî azabın mahiyeti ve ayrıntıları hakkında Kur'an'da herhangi bir beyan yoktur. Konuyla ilgili habislere gelince, hiçbiri mütevâtir olmayan bu hadislerin ilgili âyetten farklı olarak içerdikleri açıklamalar kesin bilgi değil sadece zan ifade eder. Haber-i vâhid denilen bu çeşit rivayetlerin akaid alanında delil olamayacağı kelâm ilminin bir ilkesi olarak benimsenmiş ve bu tür açıklamaların bağlayıcı olmadığı kabul edilmiştir. Çeşitli kıyamet alâmetleri hakkındaki hadisleri rivayet eden Buhârrnin el-Câmi cu'ş-şahîh'inde dâbbetü'l-arzla ilgili herhangi bir kaydın bulunmaması. Kütüb-i Siffe'deki diğer rivayetlerin de aynntı vermemesi dikkat çekicidir. Bu durumda, Tirmizrnin el-Câmicu'ş-şahîh'ı ile İbn Mâce'nin es-Sünen'inde Ebû Hüreyre'den rivayet edilen hadisin verdiği kısa bilgi, dâbbetü'1-arz âyetinin "...insanların âyetlerimize gerçekten inanmadıklarını kendilerine söyler" mealindeki son kısmının maddîleştirilmiş veya sembolize edilmiş bir açıklaması görünümündedir. Çoğu eşrât-ı saat kitaplarında geçen konuyla ilgili ayrıntılı bilgileri özetleyen Fahreddin er-Râzî kendi kanaatini şu cümlelerle bitirmektedir: "Şunu bilmelisin ki Kur'an'da bu hususların hiçbiri hakkında herhangi bir delil mevcut değildir. Eğer Hz. Peygamber'-den sahih bir haber gelmişse kabul edilir, değilse hiçbir açıklama dikkate alınmaz".344
Bibliyografya:
Râgıb el-İsfahânî. et-Müfredât, "dbb” md; İb-nü'1-Esîr, en-IYİhâye, "dbb" md.; Lisânü'l-'Arab, "dbb" md.; Kâmûs Tercemesl, "dbb" md.; M. F. Abdülbâkl, Mu'cem, "dbb" md.; Mustafavî. et-Tahkik, "dbb" md.; S. 8. Parker. "Dragon", Harper's Bible Dictionary, ÜSA 1985, s. 226; T. H. Gaster. "Cosmogony", IDB, s. 708; a.mlf., "Rahab", a.e., s. 6; a.mlf., "Leviathan", a.e., s. 116; Müsned, II, 164, 201, 295, 324, 337, 372, 402, 446, 491, 511; IV, 6-7; V, 268,357; Müslim, "imân", 249, "Fiten", 39. 118. 129; İbn Mâ-ce, "Fiten", 31; Ebü Dâvûd, "Melâhim", 12; Tir-mizî. "Fiten", 21, "Tefsir", 27; Taberî, Cami'ul-beyân, XX, 9-12; HalîmL el-Minhâc, 1, 426-427; Serahsî. Eşrâtü's-sâ'a, Bibliotheque Nationale, nr. 1800, vr. 452b; Fahreddin er-Râzî, Mefâtî-hu'l-ğayb, XXIV, 217-218; Sülemî. 'İkdud-dürer fî ahbâri'I-muntazar345" Kahire 1400/1979, s. 313-318; Hüseyin b. Ebü'l-İz el-Hemedânî, el-Fertd fî İcrâbi'l-Kur'âni'l-mecîd, Kahire, ts., 111, 696-697; Zehebî, Mîzânü't-i'tİdâl, 1, 384; İbn Kesîr, Tef-slrü'l-Kur'ân, VI, 220-224; a.mlf., en-Nihâye346, Beyrut 1408/1988, I, 208-214; Teftâzânî. Şerhu'l-'Akâ'id, s. 67; Alî b. Ebü'l-İz. Şerhu'l-'Akideti't-Tahâuiyye347, Beyrut 1987, II, 757-758; Demîrî, Hayâtü'l-hayeuân, I, 277; Şa'rânî, el-Yevâkit, Kahire 1959, II, 147; Berzencî. el-İşâ'a li-eşrâ-ti's-sâ'a, Beyrut, ts348, s. 174-178; Seffârînî. Leuâmi'u'l-envâri'l-be-hiyye, Beyrut, ts349, II, 143-149; Şevkânî, Fethu'l-kadîr, IV, 146-147; Âlü-sî, Rûhui-me'ânî, XX, 21 -25; Sıddık Hasan Han. el-İzâ'a, Kahire 1379/1979, s. 173; Elmalılı, Hak Dini, V, 3701 -3704; R. Bell. The Origin of İslam, London 1926, s. 202; J. W. Sweetman, İslam and Christian Theology, London 1947,II, 214; Said Nursî. Şualar, İstanbul 1958, s. 497; Seyyid KutUb. Fî Zitâli'l-Kur'ân, Beyrut 1985, V, 2667; Hasan Hanefî, Mine'l-'akide ile'ş-şeu-re, Beyrut 1988, IV, 481-484; Zeki Santoprak. İslâm'a ue Diğer Dinlere Göre Deccal, İstanbul 1992, s. 53, 93; "Dâbbe", İA, III, 445-446; Hell.. "Erda", İA, IV, 288; A. Abel, "Dâbba", El2 (İng.), II, 71; W. Bousset, "Antichrist", ERE, I, 578.
Dostları ilə paylaş: |