AS b. VAÎL
Ebû Amrel-Âsb.Vâil b. Hâşim es-Sehmî (ö. m. 622) İslâmiyet'e karşı direnişlerini sürdüren ve Kur'an'da “Ebter” diye nitelendirilen Kureyş ileri gelenlerinden biri.
Kureyş kabilesinin Sehm kolunun reisi olup Câhiliye devrinde Mekke'nin ileri gelenlerinden sayılırdı. Ficâr* savaşları başta olmak üzere birçok savaşa kabilesinin başında katıldı. Adı el-Âsî diye de söylenirdi. Güçsüz ve kimsesizlere yaptığı zulümlerle tanınmıştır. Malını satmak için Mekke'ye gelen Zübeyd kabilesine mensup birinden satın aldığı malların bedelini ödememiş, bunun üzerine aralarında Hz. Peygamber'in de bulunduğu bazı Mekkeliler, haksızlığa uğrayanların hakkını savunmak gayesiyle Hilfü'l-fudûl* cemiyetini kurmuş ve ilk iş olarak Âs b. Vâil'den satıcının hakkını almışlardı. Onun bu tür haksızlıkları İslâmiyet'ten sonra da müslümanlara karşı devam etmiştir. İlk müslümanlardan Habbâb b. Eret kendi eliyle yaptığı kılıçlardan birkaçını Âs'a satmış, fakat parasını alamamıştı. Habbâb alacağını isteyince Âs, borcunu ödemek için Habbâb'ın Peygamber'e dil uzatmasını şart koşmuş, o da, “Senin ölüp tekrar dirildiğini görmedikçe bu işi yapmam” diye cevap verince Âs şöyle demiştir:
“O halde kıyamet gününde gel, o gün benim malım da evlâdım da olacak, o zaman öderim”. Kaynaklar Meryem sûresinin 77-80. âyetlerinin bu olay üzerine As hakkında nazil olduğunu kaydeder. Âs b. Vâil, Hz. Peygamber'in oğulları Kasım ile Abdullah vefat edince.
“Bırakın şu nesli kesilmişi! Artık ölümünden sonra adını anan bulunmayacak” demiş, bunun üzerine onun hakkında,
“Asıl hayırla yâd edilmeyecek olan 966 odur” mealindeki ifadeyi de taşıyan Kevser sûresi nazil olmuştur. Müfessirler, Hz. Peygambere ve getirdiği dine karşı direniş ve tepkilerini ısrarla sürdüren tipleri konu alan bazı âyetlerin Âs b. Vâil hakkında nazil olduğunu kabul ederler.
Oğullarından Hişâm b. Âs Habeşistan'a hicret eden ilk müslümanlardandır. Diğer oğlu meşhur sahâbî Amr b. Âs ise Mekke'nin fethinden önce müslüman olmuştur. Atları ve develeri tedavi etmedeki maharetiyle de tanınan Âs b. Vâil hicretten birkaç ay önce ölmüştür. 967
Bibliyografya:
1- Buhârî. “Huşûmât”, 10.
2- İbn Hişâm, es-Sîre, I, 265, 295, 349-350, 357, 362.
3- II, 374, 395, 409. 410.
4- İbn Sa'd. et-Tabakât, I, 127, 133.
5- III, 7, 164.
6- İbn Habîb. el-Muhabber, s. 132, 158, 161, 170. 176. 451.
7- İbn Habîb. el-Münemmak, s. 45, 125-126, 130, 134, 191, 200, 218, 412, 429, 457, 484-485, 487-488.
8- İbn Kuteybe. el-Ma'arif (Ukkâşe), s. 285-286, 576.
9- Belâzürî, Ensâb, I, 124, 134, 138-139, 176-177, 405.
10- Taberî. Târih (de Goeje), I, 1175-1176, 1191, 1261.
11- Taberî. Tefsir, XIV, 48-49.
12- XVI, 91-92.
13- XXIV, 16-18.
14- XXX, 212-214.
ASA
Çeşitli dîn ve kültürlerde kudret ve otorite ile dinî-sihrî gücün sembolü sayılan sopa, değnek.
DİNLER TARİHİ.
Yolcular, savaşçılar, çobanlar, biniciler vb. tarafından çeşitli maksatlarla kullanılan asanın sembol olarak da önemi büyüktür. Asâ, çobanın elinde hayvan otlatırken kullandığı bir araç. yaşlıların veya yaya olarak uzun yol katedenlerin elinde bir destek ve silâh, şaman ve büyücünün elinde sihri bir güç vasıtası, kral veya hükümdarın elinde ise kudret ve otorite sembolü olarak kabul edilmiştir.
Asanın destek ve silâh olarak kullanımı Hint ikonografyasında kendini gösterir. Asâ pek çok ilâhın, özellikle de ölüler krallığının muhafızı olan ilâh Yama'nın elinde bir silâh, ilâh Vâmana'nın elinde ise bir bastondur. Budist rahibin “Hakhara 968 adı verilen asası ise hem baston hem de bir savunma aracıdır. O bir taraftan manastır hayatının sembolü, bir taraftan da şeytan ve cinleri kovma aracıdır. Varlıkların zararlarını gidermekte, ruhları cehennemden kurtarmakta, ejderhaları ehlîleştirmektedir.
Eski Çin'de asâ, yeni yılın girişinde kötülüklerin kovulması maksadıyla, Taoistler’de ise bambu ağacından yapılma, yedi veya dokuz budaklı olarak ibadet esnasında kullanılmaktaydı. Mısırlılar'da hem yolculuk sırasında hem de bir yetki alâmeti olmak üzere üst seviyedeki insanlarca asâ taşınmaktaydı. Saman ve büyücünün asası ise sihri güçler ile manevî yükselişin sembolü sayılmaktaydı.
Yahudilikte yolcular, savaşçılar, biniciler vb. tarafından kullanılan asanın mucizevî ve sembolik özellikleri de vardır.
Tevrat'ta Hz. Mûsâ ve Hz. Harun'la ilgili olarak asâ konusunda ayrıntılı fakat yer yer çelişkili bilgiler bulunmaktadır. Burada Hz. Musa'ya, Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildiğine dair bir alâmet olmak üzere asâ mucizesinin verildiği belirtilmektedir. Buna göre Hz. Musa'nın elindeki asâ önce yılana dönüşür, sonra da eski haline gelir. 969 Tevrat'ta ayrıca Hz. Harun'un asası da söz konusudur ve asâ ile gerçekleştirilen çeşitli mucizelerde bu asanın kime ait olduğu meselesinde tutarsızlıklar vardır. Meselâ Hz. Musa'nın yılana dönüşen asası Firavun'un huzurunda Mısırlı sihirbazların yılan haline gelen asalarını yutarken ondan Harun'un asası diye bahsedilir. 970 Hz. Musa'ya, Firavun'a gidip ondan kavmini salıvermesini istemesi, aksi takdirde yılana dönüşen değnekle ırmağın suyunu kana dönüştüreceğini söylemesi emredilir. 971 Ancak başka bir yerde asasını Mısır'ın suları, ırmakları, kanalları ve havuzlan üzerine uzatarak onları kana dönüştürenin Hârûn olduğu görülür. 972 Halbuki İsrâiloğulları çölde susuzluktan şikâyet edince rab Hz. Musa'dan, “Irmağa vurduğu değneği alarak kayaya vurmasını” ister ve kayadan su fışkırır. 973 Hz. Harun'un asası vasıtasıyla Mısır diyarını kurbağalar 974 ve tatarcık sineği 975 istilâ eder. Diğer taraftan Hz. Mûsâ asasını göğe doğru uzatır ve Mısır diyarı üzerine dolu yağar 976 ayrıca asasını Mısır diyarı üzerine uzatır ve şark yeli ile birlikte ülkeyi çekirge istilâ eder. 977 Yine Hz. Mûsâ İsrâiloğulları ile birlikte denizi geçerken asasını kaldırıp denize uzatır ve sular yarılır. 978 Toplanma çadırında şahadet sandığı önüne konulan Harun'un asası, onun Tanrı tarafından seçildiğine bir alâmet olmak üzere tomurcuklanır ve olgun bademler verir. 979 Ancak çölde İsrâiloğulları'nın isyanı üzerine Tanrı Hz. Musa'dan şahadet sandığı önündeki asayı alıp kayaya vurmasını ister ve kayadan su fışkırır. 980 Halbuki şahadet sandığı önündeki asâ Hz. Harun'a aittir ve kayadan su fışkırması mucizesi Hz. Musa'nın asâsıyla gerçekleşmiştir. 981 Öte yandan İsrâiloğulları'nda her kabile için, üzerinde kabile reisinin isminin yazıldığı bir asâ vardır. 982 Peygamber Elişa'nın asası tedavi edici bir nitelik taşımaktadır. 983
Yahudilik'te asâ, birtakım mucizelerin gerçekleşmesinde araç olduğu gibi aynı zamanda hükümranlık sembolüdür. Nitekim Ahd’i Atîk'te Mısır, Moab, Şam, Aşkelon krallarıyla ilgili olarak asâ bu sembolik manasıyla da zikredilir 984 ayrıca İran Kralı Ahaşveroş'un altın asasından bahsedilir. 985 Yakındoğu kral portrelerinin hemen hemen değişmez özelliği olan asâ İsrail'de de krallık sembolüdür. Tanrı İsrâiloğulları'nın gerçek kralı olduğu için 986 onun da asası vardır. 987Asâ bir hükümranlık sembolü olarak Ahd-i Atîk'te birçok defa zikredilir. “Şilo gelinceye kadar saltanat asası Yehuda'dan, hükümdarlık asası da ayaklarının arasından gitmeyecektir” 988 ifadesinde bu açıkça görülmektedir ve buradaki Şilo'yu Hz. Muhammed olarak yorumlayanlar vardır. 989 Ahd-i Atîk'in diğer yerlerinde de asâ bu anlamda kullanılmıştır. 990
İnciller'de Hz. îsâ havarilerine, İsrâiloğulları'ndaki âdetin aksine yolculuk esnasında asâ atmamalarını öğütlemekte 991 başka bir yerde ise sadece asâ almalarını söylemektedir. 992 Ahd-i Cedîd'de asanın dinî-sihrî fonksiyonu söz konusu değildir. Hıristiyan geleneğinde bir de piskoposların taşıdıkları asâ 993 vardır ki bu çobanların kullandıkları asanın bir başka şeklidir.
İbn Manzûr'un açıklamalarına göre asâ, deve çobanlarının taşıdığı bir gereç olarak İslâm'dan önceki Araplar'da da kullanılmaktaydı. 994 Kur'ân-ı Kerîmde on âyette tekil şekliyle Musa'nın asası, iki âyette de çoğul şekliyle 995 Firavun'un sihirbazlarının asaları zikredilmektedir. Bu âyetlerin birinde 996 Hz. Mûsâ, elindekinin kendi asası olduğunu, onu destek olarak kullandığını, onunla yaprak silkeleyerek sürüsünü beslediğini ve daha başka işlerde kullandığını belirtir. Mûsâ'nın asası bu alelade faydalar yanında ayrıca sihirbazlara karşı çevik hareketli bir yılan 997 taştan on iki kaynaklı su fışkırtan 998 suya vurunca Kızıldeniz'i ikiye bölerek İsrâiloğulları'na geçit açan 999 ilâhî kudretin tecelli ettiği mucizevî bir araçtır. Bazı kaynaklarda asanın cennetteki mersin ağacından geldiği, on zira uzunluğunda yani Hz. Musa'nın boyu kadar olduğu, çatallı ucunun gece karanlığında çevreyi aydınlattığı şeklinde bilgiler varsa da muteber tefsirlerde bu rivayetlere önem verilmemiştir. 1000
Hadislerde asâ kelimesi, çeşitli işlerde kullanılan bir gereç olması yanında, “Hz. Musa'nın mucizeli değneği” anlamında da kullanılmıştır. 1001 Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste, âhir zamanda ortaya çıkacak olan dâbbetü'l-arz'ın yanında Musa'nın asasının bulunacağı ve bununla müminlerin yüzlerini aydınlatacağı, Süleyman'ın mührü ile de kâfirlerin burunlarına damga basacağı ve böylece müminle kâfirin birbirinden kolaylıkla ayırt edilebileceği belirtilmiştir. 1002 Ayrıca Hz. Peygamberin bir güç ve adalet timsali olarak asâ taşıdığını, cuma hutbesi okurken asaya dayandığını bildiren hadisler de vardır. 1003 Bu son uygulama Hz. Peygamber’den sonra da devam ettirilmiştir. 1004
Bibliyografya:
1- Lisânü'l-'Arab, “Aşâ” md.
2- Wensinck, Mucem, “Aşâ” md.
3- M. F. Abdülbâki, Mu'cem, “Aşâ” md.
4- Müsned, II, 295, 392, 491, 515, 535.
5- Buhârî, “Enbiyâ”, 28.
6- İbn Mâce. “Fiten”, 31, “İkâme”, 85.
7- Ebû Dâvûd, “Şalât”, 223, 243.
8- Tirmizî. “Tefsir”, 28.
9- Fahreddin er-Râzî. Tefsir, III, 94-97.
10- E. Levesque, “Bâton”, Dictionnaire de la Bible, Paris 1912, l/l, s. 1509-1514.
11- Elmalılı. Hak Dini, I, 365.
12- Abdülahad Dâvûd, Muhammad in the Bible, Doha 1980, s. 49-59.
13- H. F. Beck, “Staff”, IDB, III, 438-439.
14- L. E. Toombs. “Rod”, a.e. III, 102-103.
15- a.mlf. “Scepter”, a.e. III, 234-235.
16- J. Chevalier-A. Gherbrant. Dictionnaire des Symboles, Paris 1969, s. 110-112, 853-854.
17- M. I. Gruber. “Scepter”, EJd., XIV, 935.
18- H. J. T. Johnson, “Regalia”, ERE, X. 636.
İSLÂM TARİHİ.
Bugün birçoklarınca kabul edildiği gibi asanın önce dinî-sihrî, daha sonra siyasî veya adlî kudret ve salâhiyet timsali olarak kullanılması muhtemelen eski Mısır'da başlamış ve oradan Yakındoğu ülkelerine, sonra da eski Yunanlılar'a ve Romalılar'a geçmiştir. Homerin tasvir ettiği Achaia başkanlarının da birer asaları vardı. Bu onların yalnız askerî hâkimiyetlerinin değil, adaleti yerine getirme yani hâkimlik yapma yetkilerinin de timsalidir 1005 Eski vazolar üzerindeki mâbud resimleri bunların da asâlan olduğunu göstermektedir. Hâkimiyetin, eski kavimlerin müşterek telakkilerine göre, ilâhî bir menşeden geldiği düşünülecek olursa başlangıçta mâbudlara mahsus olan asanın sonradan onun çeşitli kuvvetlerinin ve tecellîlerinin temsilcisi 1006 olanlara intikal edeceği kolaylıkla anlaşılır. Esasen dinî veya hukukî semboller, önceleri herhangi bir kudret ve yetkinin yalnız haricî bir tezahürü, maddî bir görünüşü mahiyetinde olmayıp başlı başına onu teşkil eden ve ona meşruiyet veren şeylerdir. Onlara sahip olan kimse kudreti de doğrudan doğruya kendi eline geçirmiş olur. İşte bu sembollerin incelenmesindeki lüzum ve önem de bundan dolayıdır. Romalılar'da asâ birçok mâbudlara ve özellikle Jüpiter'e mahsus bir timsaldir. Bu da çok defa başında mücessem bir. kartal tasviri bulunan fildişi bir asadır. İlk Roma krallarının Tarquinius Priscus'tan önce böyle kartal başlı asâ taşıyıp taşımadıkları bilinmiyor. İmparatorlar da bunları taşırlardı. Sonraları ise asâ konsüllere mahsus alâmetler arasına da girmiştir. Asanın Germen hukukundaki sembolik mânası ve Batı Germanya'da kazâî kuvvetin bir timsali gibi telakki olunduğu, İskit hükümdarlarının, kendilerine doğrudan doğruya Allah tarafından gönderilmiş gibi kabul edilen çeşitli hâkimiyet alâmetleri arasında asanın da bulunduğu 1007 düşünülürse bunun mahiyeti ve şümulü daha iyi anlaşılır.
İslâmiyet'ten önce Asya'daki Türk devletlerinde hükümdarlığa mahsus alâmetler arasında asadan hiç bahsedilmez. Uzakdoğu medeniyeti çevresinde ve özellikle bu kültürün en önemli ve eski temsilcisi olan Çinliler'de de buna rastlanmaması bunun sebebini daha iyi açıklayabilir. Gerçi Çin'de Han sülâlesi zamanında, “Kinvu” adlı bir değnek taşıyan bir sınıf polis memurları vardı. Hatta Kotwcz, Orhun'daki bazı mezar heykellerinde görülen asaların bunları temsil ettiğini sanmıştı. 1008 Onu böyle bir düşünceye, Kültigin'in matem merasimine iştirak için gönderilen Çin heyetinin başındaki kimsenin “Kinvu generali” unvanını taşıması hususu sevketmişti. Halbuki Pelliot bunun doğru olmadığını, kinvu adının T'ang sülâlesi devrinde imparatorun has ordusuna mensup bir kıtaya verildiğini söylemiştir. Ancak bu devirde sefirlerin elinde “Tsic” denilen bir nevi değnek 1009 bulunduğu, bunun ise sefaret heyetlerine mahsus bir alâmet olduğu bilinmektedir. 740'ta Çin imparatorunun Taşkent hükümdarı Bagatur Tudun'a hizmetlerine mükâfat olarak yeni bir unvan verdiğini ve püsküller ile süslenmiş halkalı bir asâ göndermiş olduğunu Chavannes'den öğreniyoruz. Bütün bunlardan anlaşılabildiğine göre, asâ Çin'de birtakım memuriyetlere tahsis edilen ve ayrıca imparatora tâbi küçük hükümdara da taltif maksadı ile verilen bir alâmettir.
Bilindiği üzere C. H. Becker, müslümanlardaki asâ yahut kadîb ve Hz. Peygamber tarafından kullanılan aneze adlı harbenin, menşeini eski Araplar'da adlî yetkisi bulunan hâkim hatiplere mahsus bir alâmet olan asadan aldığını meydana koymuştu. Müslümanlar bu hususta nasıl Câhiliye geleneklerini devam ettirmişlerse Câhiliye Arapları'nın da birçok eski kavimlerde mevcut eski bir telakkiye katıldıkları görülmektedir.
Araplar’ın asâ, aneze, kadîb, mihcen ve mihsara gibi muhtelif adlarla anılan, uzunluk, kalınlık ve malzeme bakımından birbirlerinden farklı baston ve sopalar kullandıkları görülmektedir. Hz. Peygamberin de çeşitli maksatlarla kullandığı bu nevi bastonları olduğu bilinmektedir. 1010 İbn Şebbe, Necâşî'nin Zübeyr b. Avvâm'a bir aneze verdiğini, Zübeyr'in de onu Resûlullah'a hediye ettiğini ve Resûlullah'ın bu anezeyi musallada sütre* olarak kullandığını kaydeder. Zübeyr'in bu anezeyi Uhud Savaşı'nda öldürdüğü bir müşrikten ganimet olarak aldığı da rivayet edilmiştir. 1011 Buhârî de İbn Ömer'den naklen Hz. Peygamber'in anezeye karşı namaz kıldığını bildirmiştir. 1012 Ayrıca İbn Sa'd, Bilâl'in bayram günleri ile yağmur duasına çıkıldığında Hz. Peygamber'in önünde anezeyi taşıdığını kaydeder. 1013 Ahmed b. Hanbel'in el-Müsned'inde ise Hz. Peygamber'in bir asâ taşıdığı, bu asaya dayanarak cuma hutbesi okuduğu, ashabın da asâ kullandıkları rivayet edilmiştir. 1014 Süyûtî. asâ kullanmanın peygamberlerde görülen ortak bir uygulama olduğunu göstermek üzere el-İnbâ’ bi-enne'l-'asâ min süneni'l-enbiyâ’ adlı bir risale yazmıştır.
Asâ, Hz. Peygamber'e mahsus minber*le birlikte müslümanlarda hilâfet sembolü olarak özel bir ilgi görmüş ve ikisine birden “Udeyn” adı verilmiştir. Nitekim şair Ferezdak hâtem 1015 ile birlikte minber ve asanın da halifelik alâmetleri olduğunu belirtmiştir (bk. Dîvân, III, 154; Lisânul-‘Arab, ‘avd” md). Hz. Peygamber'den kalan minber ve asanın Emevîler zamanında Medine'den Şam'a nakli için gösterilen gayretler 1016 bunların İslâm ümmetinin başında bulunan hükümdarların kendilerini emîrü'1-mü'minin yetkisini tam olarak kazanmış saymaları için ne kadar önem taşıdığını, bunlara sahip olmakla hâkimiyetlerine meşruiyet vermek istediklerini açıkça göstermektedir.
Yerini sonraları kılıca bazan harbeye bırakan asâ yahut kadîbin Emevîler, Abbasîler ve Fâtımîler'de halifeye mahsus en mühim bir alâmet gibi telakki edildiğini görüyoruz. Meselâ Hişâm b. Abdülmelik halife olur olmaz Hz. Peygamber'den kalmış mühür ile asayı resmî posta teşkilâtı vasıtasıyla hemen getirtmiştir. 1017 Abbâsî halifeleri alaylarında Emeviler'i taklit ederek elinde harbe bulunan büyük bir memuru kendi önlerinde yürütürlerdi. Veliahtların yahut büyük emirlerin alaylarında da bu usule riayet edilirdi. Halife Mütevekkil. Hz. Peygamber'e ait olan anezeyi ele geçirdikten sonra alaya çıktığında önünde giden memura bunu taşıtıyordu 1018 Fatımî halifeleri ise alaylarında hilâfet timsali olan kadîbi ellerinde taşıyorlardı. Kalkaşendî. elmas ve inci ile süslenmiş bu kadîbin bir buçuk “Şibr” 1019 uzunluğunda olduğunu söyler. 1020 İbn Haldun'un Hz. Peygamber'e ait olan hırka 1021 ile asayı Abbasî halifelerinin başlıca hilâfet timsali olarak göstermesi 1022 doğru bir tesbittir. Buna karşılık Fâtımîler'de en önemli timsalin çetr 1023olduğunu G. Demombynes söylemektedir.
Halifeliğe mahsus saltanat alâmetlerinden birçokları, doğrudan doğruya halifeler tarafından “Mülûkü't-tavâif” denilen ve içlerinde, meselâ Selçuklu sultanları gibi kudretli imparatorlarda bulunan diğer İslâm hükümdarlarına verildiği halde hilâfet kadîbinin yalnız halifelere münhasır bırakılması bunun önemini gösteren bir vakıadır. Bağdat'ta Abbasî hazinesinde bulunan Hz. Peygamber'e ait kadîb 1024 ile hırkanın Sultan Sencer tarafından Müsterşid-Billâh’tan alındığını, sonradan Muktefi zamanında iade olunarak 1025 Moğol istilâsına kadar orada kaldığını Kalkaşendî'den öğreniyoruz. 1026 Nitekim diğer İslâm ve Türk devletlerinde hâkimiyet ve saltanat timsali olarak rastlanan çeşitli şeyler arasında 1027 asadan hiç söz edilmemektedir. Bağdat halifeliğinin Moğollar tarafından kaldırılmasından sonra da İslâm hükümdarlarında asaya tesadüf edilmemektedir. Mısır'ın fethinden ve mukaddes emanetlerin İstanbul'a getirilmesinden sonra da Osmanlı padişahlarında böyle bir timsal görülmemektedir.
Müslüman Türk devletlerinde hükümdarın sarayında hizmet edip merasim ve alaylarda önemli bir mevkileri olan dûrbâs adlı bir sınıf saray hademesinin ellerinde altın ve gümüşten asalar bulunduğu ve bu asalara da aynı ismin verildiği bilinmektedir. Selçuklu İmparatorluğu'ndan başlayarak çeşitli Türk devletlerinde, Cengiz ve Timur sülâlelerine mensup hanlıklarda, Hindistan'daki Halaç Sultanlığı'nda dûrbâs, çavuş, yasavul, nakib gibi çeşitli adlar altında tesadüf ettiğimiz bu saray hademesinin ellerinde altın veya gümüş asalar bulunması şart idi. Hükümdarlar veliahtlarına, sülâleye mensup prenslere, ara sıra da bazı büyük emirlere özel bir imtiyaz olarak, maiyetlerinde altın ve gümüş asalı hademe kullanmak yetkisini verirlerdi. 1028 Asanın bunların dışında eski Türk samanları 1029 ve sonraki müslüman Kırgız barışılan tarafından da kullanıldığını ve bir nevi dinî-sihrî tesiri haiz mukaddes bir alet hükmünde olduğunu görüyoruz. Ayrıca gezginci İslâm derviş-dilencilerinin de eskiden beri ellerinde türlü şekillerde asalar bulundurduklarını bilmekteyiz. İran ve Türk dervişlerinin bu âdetini bir yandan eski Türk Şamanizmi"nin tesirine, diğer yandan da yalnız Uzakdoğu'ya değil Orta Asya ve İran'da kuvvetli izlerine rastlanan Budizm nüfuzuna bağlamak mümkündür.
Osmanlılar döneminde Hz. Peygamber'in sünnetine uyarak yaşlıların ve tarikat ileri gelenlerinin asâ taşıdıkları görülmektedir. Özellikle Halvetiyyenin Şâbâniyye kolunda şeyhlerin asâ taşıması tarikat icaplarındandı. 1030
Mevlevîler'de çelik denilen, kol uzunluğunda, parmak kalınlığında bir sopa kullanılırdı. Ayrıca çileye giren Mevlevi dervişleri çilehanede başlarını yaslamak için müttekâ veya mirîn adlı bir değnek bulundururlardı. Anadolu'daki bazı Siî grupların ise kızılbaşlığa giriş merasimlerinde ve dinî toplantılarında tarîk adını verdikleri ve yeşil kılıf içinde korudukları asaları vardır. 1031 İslâm-Türk edebiyatında Hz. Musa'nın asası mucizelere sebep olması, diğer asalar da uzunluğu, dayanak olması ve denge sağlaması gibi yönleriyle edebî unsur olarak kullanılmıştır.
Dayanak olarak kullanılan bazı asaların üzerine hikemî sözler, cirit sporunda kullanılan sopaların üzerine ise yiğitlik ifade eden manzumeler yazıldığı da olmuştur. 1032
Bibliyografya:
1- Lisânü'l-'Arab, “Avd” md.
2- Müsned, IV, 212, 221.
3- VI, 28.
4- Buhârî. “İdeyn”, 14.
5- Ferezdak. Dîvân (nşr. Boucher), Paris 1870, III, 154.
6- İbn Sa'd. et-Tabakât, III, 235.
7- İbn Şebbe. Târihul-Medîneti'l-münevvere (nşr. Fehîm Muhammed Şeltüt). Cidde 1399/1979, I, 140.
8- Taberî, Târih (de Goeje). II, 92.
9- İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, VII, 85.
10- İbn Haldun. Mukaddime, III, 708.
11- Kalkaşendî. Şubhu'l-a'şâ, III, 270, 368.
12- Abdülbâki Nehâvendî, Me'âşir-i Rahîmî, Kalküta 1910, I, 125.
13- Abel Remusat. Foe Koueki ou relation des royaumes bouddhigues, Paris 1836, s. 93.
14- C. Zeydan, Medeniyyet-i İslâmiyye, I, 114.
15- V, 246, 250.
16- R. Dareste, Etudes de l'histoire du droit, Paris 1920, II, I-11.
17- J. G. Frazer, Les Origines magiçues de la royaute, Paris 1920, s. 134.
18- M. Fuad Köprülü, influence du Chamanisme turco-mongol sur les ordre mystiques musulmans, İstanbul 1929.
19- M. Fuad Köprülü, “Asâ”, İA, I, 661-663.
20- G. Demombynes, Le Monde musulman et byzantin, Histoire du monde, Paris 1931, VII/I, s. 220.
21- D. Sidersky. Les origines des legendes musulmanes dans le Coran et dans les vies des prophetes, Paris 1933, s. 78 vd.
22- M. Rostovtzeff, Tableaux de ta vie antigue, Paris 1936, s. 38, 44.
23- Pakalın. I, 91.
24- Abdülhay el-Kettânî. et-Terâtîbü'l-idâriyye, I, 82-83.
25- Yahya Benekay, Yaşayan Alevilik, İstanbul 1967, s. 120-124.
26- Ed. Chavannes, “Notes additionnelles sur les Turcs occidentaux”, T'oung Pao, 2. seri, V, Leiden 1904, s. 62. 27- P. Pelliot “Neuf notes sur des questions d'Asie Centrale”, a.e. XXVI, Leiden 1928-29. s. 235.
28- C. H. Becker, “Die Kanzel im Kultus des alten İslam”, Orientalische Studien T. Nöldeke gewidmet I, Giessen 1906, s. 331-351.
29- J. Jaworski. “Quelques remarques sur les Coutumes funeraires turques d'apres les sources chinoises”, RO, IV (1926), s. 255-265 (Remarques Complementaires par W. Kotwicz, s. 261-2661, A. J. Wensinck. “Aneze”, İA, 1, 433.
30- G. C. Miles. “Anaza”, El2 (İng.), I, 482.
31- A. Jeffery, “Asâ”, El2 (İng). I, 680.
32- A. Jeffery -İdare. “Aşâ” ÜDMl, XIII. 357-359.
Dostları ilə paylaş: |