Birinci Bölüm Din ve Mahiyeti



Yüklə 6,05 Mb.
səhifə74/105
tarix30.10.2017
ölçüsü6,05 Mb.
#22655
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   105

4. Evlenmenin Gizlenmemesi

Bu şart sadece Mâlikîler tarafından ileri sürülmüştür. Onlara göre şahit­lerle anlaşarak yapılan evlenmenin gizlenmesi ve etrafa duyurulmaması sıhhat şartlanna aylandır; dolayısıyla böyle olan nikâhlar geçersizdir. Ne var ki diğer üç mezhep bunu bir sıhhat şartı olarak kabul etmez, şahitlerin duy­duğu nikâh artık gizlilik sınırını aşmıştır derler. Ne var İd günümüzde resmî şekil ve kayıt bulunmadığı sürece iki şahidin, özellikle büyük yerleşim mer­kezlerinde alenîliği sağlamaya yetmeyeceği ortadadır, Fakihlerin çoğunluğu­nun iki şahidi yeterli görmesi dönemlerinin toplumsal telakkileriyle yakın­dan ilgili olup böyle bir gizliliği tasvip ettikleri şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu itibarla, ülkemizde iki şahitle fakat gizlilik içinde kıyılan nikâhların taşıdığı sakıncalar göz önüne alındığında Mâlikîler'in bu görüşünün de tamamen yabana atılmaması gerektiği ortaya çıkmaktadır,



d) Yürürlük Şartlan

Evlenmenin hükümlerinin işlerlik ve yürürlük (nefâz) kazanması için ara­nan şartlardır, Bazan nikâh geçerli olarak akdedildiği halde hükümleri

Rlie HflVflTI 209

hemen işlerlik kazanmaz. Meselâ eksik ehliyetlilerin velilerinin iznini alma­dan yaptıkları evlenme böyledir. Veli icazet verene kadar bu evlilik normal sonuçlarını doğurmaz. Tam ehliyetli bir kimseyi velisinin evlendirmesi de aynı gruba girer; ancak tam ehliyetli bu işlemi kabul ederse hükümlerini do­ğurmaya başlar. Genel olarak bizzat evlenecek kimseler tarafından akdedi­len evlilik velilerin, veliler tarafından akdedilen evlilik de tarafların izin veya icazetine muhtaç olduğu durumlarda bu iznin alınması bir nefâz şartı ol­maktadır,



e) Bağlayıcılık Şartlan

Evliliğin bağlayıcı (lâzım) olması için aranan şartlardır. Evlilik sözleşmesi esas itibariyle bağlayıcıdır, diğer bir ifadeyle lâzım bir akiddir. Taraflardan birisi veya her ikisi evliliği bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldıramaz. Ancak boşanmanın farklı bir hukukî işlem olduğu belirtilmelidir. Fakat bazı durumlarda nikâh akdinin bağlayıcı olmadığı, taraflardan birinin bunu fes­hedebildiği görülmektedir.

Tam ehliyetli bir kadın evlenme akdini velisinden izinsiz yapıyorsa, bir kısım İslâm hukukçusuna göre kocasının kendi konumuna denk, mehrinin de misil mehir, yani kadının konumuna denk olması gerekir. Aksi halde ve­lilerin bu evliliği feshettirme hakları vardır. Öte yandan baba veya baba-dedesi dışındaki bir velisi tarafından evlendirilen küçüklerin nikâhı, kocası kendisine denk (küfüv) ve mehir de misil mehir olsa bile, bağlayıcı olmayan, yani gayri lâzım bir nikâhtır. Böyle bir durumda bulunan küçükler ergenlik çağma gelince evliliği feshettirebilirler. Bunun için herhangi bir sebep ileri sürmek zorunda da değildirler. Bu durumdaki genç kızların bir seçim hak­kından bahsedilir. Buna da bulûğ muhayyerliği (hıyârü'l-bulûg) denir, İslâm hukukçularının gündeme getirdiği bu şart, genç kızlann konumuna ve aile­sine denk bir kimseyle evlilik yapmasını, böylece hem evliliğin mâkul bir ze­minde kurulmasını hem de taraflann ve ilgililerin haklarını korumayı hedef­ler.

f) Şartlara Uymamanın Sonucu

Bu unsur ve şartlardan birisine riayet edilmemesi durumunda ihmal ve­ya ihlâl edilen unsur ve şarta göre evliliğin ya tamamen veya bazı yönle­riyle geçersiz olması söz konusu olacaktır,

Unsurlan, kuruluş (in'ikad) ve geçerlilik (sıhhat) şartlan tamam olan ev­lilik hukuken geçerli (sahih) bir evliliktir. Böyle bir evlilik kan-koca ilişkisinin

£1Û İLAAIHRL

helâl olması, mehir, nafaka, evlilikten doğan sıhrî hısımlık ve mahremiyet (hürmet-i musâhere), neseb ve karşılıklı mirasçılık gibi evliliğin bütün so­nuçlarını doğurur. Unsurları ve in'ikad şartları tamam olup sıhhat şartların­da eksiklik olan evlilik fâsid evliliktir. Bu tür evlilikte tarafların derhal ayrıl­maları gerekir, Fâsid evlilik kendi başına herhangi bir sonuç doğurmaz. An­cak bu evlilikle birlikte fiilî birleşme de (zifaf) vuku bulmuşsa bu evlilikten şu sonuçlar doğar: 1, Mehr-i misil ile müsemmâdan az olanı kadının hak et­mesi, 2, Böyle bir birleşmeden doğacak çocukların nesebinin babaya bağ­lanması, 3, Ayrıldıklarında kadının fesih iddeti beklemesi, 4, Fâsid nikâhla bir araya gelen eşler arasında hürmet-i musâhere denilen sıhrî hısımlıktan doğan evlilik engelinin teşekkülü, Ebû Hanîfe diğer akidlerde yapmış olduğu bâtıl-fâsid akid ayırımını nikâh akdinde de yapmaktadır. Ona göre unsurlan veya in'ikad şartlarında eksiklik olan akid bâtıl akiddir. Tarafların derhal ay­rılmak zorunda oldukları böyle bir akidden herhangi bir hukukî sonuç doğ­maz. Ancak zifaf olmuşsa mehr-i misil gerekir. Unsurları, in'ikad ve sıhhat şartları tamam olan yürürlük şartlarında eksiklik bulunan akde de mevkuf akit denir. Mevkuf akid yetkili kimsenin izin ve icazet vermesine kadar doğu­racağı sonuçlar bakımından fâsid nikâh hükmündedir. Diğer şartları tamam olup, bağlayıcılık (lüzum) şartlarında eksiklik bulunan akde gayri lâzım ve­ya caiz akid denir. Fesih hakkı sahibi bu yönde bir talepte bulunup evliliği feshettirinceye kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğurur,

E) Evlenme Ehliyeti

Geçerli bir evlilik yapabilmek için hukuken sahip olunması gereken ye­terliliğe evlenme ehliyeti denir. Bütün hukukî işlemlerde olduğu gibi ev­lenme sözleşmesini başka bir kimsenin iznini almadan yapabilmek için de tam ehliyetli olmak gerekir, Hanefîler'e göre aile hukukunda tam ehliyetli olmak için akıllı ve baliğ olmak yani temyiz gücüne sahip olarak ergenlik çağma ulaşmak yeterlidir. Bu mezhebe göre kadın olsun erkek olsun bu iki şartı kendisinde toplamış bulunan her şahıs başka bir kimseden izin almak­sızın evlenme sözleşmesi yapabilirler. Bu kimselere tam ehliyetli denir, Ha­nefîler'e göre evlenme ehliyetine sahip olmak için rüşd şart değildir. Bir di­ğer ifadeyle mal varlığını gerektiği gibi idare edemeyen, gereksiz yere veya gereğinden fazla sarfeden sefihler, diğer hukukî işlemler bakımından eksik ehliyetli sayılırlarsa da aile hukuku bakımından tam ehliyetli kabul edilirler. Ancak sefihlerin eşlerine verdikleri veya vermeyi taahhüt ettikleri mehrin misil bir mehir olması gerekir. Bunun üstündeki miktar bağışlama kabul edi-

RııeHnvflTi 211

lir. Sefihlerin mal varlıklarında mutlak bir azalmaya yol açan bağışlama yapmaları mümkün değildir,

Mâlikîler'e, Şâfiîler'e ve Hanbelîler'e göre ise tam evlenme ehliyetine sa­hip olmak için rüşd de şarttır; buna göre sefih aile hukuku bakımından tam ehliyetli değildir, Mâlikîler'e göre velisinin izin veya icazetiyle evlenebilir; diğer iki mezhep bunu da kabul etmez. Onlara göre sefihi ancak velisi ev-lendirebilir.

Ergenlik biyolojik bir olgunluğu ifade eder. Bu da insandan insana, böl­geden bölgeye göre değişir. Bu bakımdan herkes için sabit bir ergenlik yaşı belirlemek mümkün değildir. Bu sebeple İslâm hukukçuları ergenlik için ge­nel duruma bakarak bir alt bir de üst sınır belirlemişlerdir. Bu iki sınır ara­sında kişi ne zaman biyolojik olarak ergen olursa o andan itibaren baliğ sa­yılır. Alt sınırdan önce ergenlik iddiası dinlenmez. Üst sınıra ulaşan kimse de ergenliğe ulaşmasa bile baliğ kabul edilir. Alt sınır kızlarda dokuz, erkekler­de on ikidir. Üst sınır ise Ebû Hanîfe'ye göre kızlarda on yedi, erkeklerde on sekiz, İmam Mâlik'e göre her iki cins için on sekiz, Ebû Yûsuf ve Muham-med'e göre yine her iki cins için on beştir,

Hanefîler'e göre tam ehliyet için gerekli olan iki vasıftan birisi eksik o-lursa eksikliğin türüne göre kişi ya tam ehliyetsiz veya eksik ehliyetli olur. Kişide temyiz gücü henüz gelişmemiş bulunur veya akıl hastalığı gibi bir se­beple hiç bulunmazsa bu kişiler tam ehliyetsizdirler. Bunlar da gayri mü­meyyiz küçüklerle akıl hastalarıdır. Temyiz gücü gelişmiş bulunan ancak er­genlik çağma gelmemiş olanlar yani mümeyyiz küçükler ile temyiz gücü tam olarak gelişmemiş bulunan akıl zayıfları ve bunaklar yani matuhlar ek­sik ehliyetli sayılır. Eksik ehliyetlilerle ehliyetsizler arasında evlenme söz­leşmesini yapma bakımından şu fark vardır İd ehliyetsizler hiçbir şekilde böyle bir sözleşmeyi bizzat yapamazlar ise de eksik ehliyetliler ya velilerinin önceden izin veya yapılmış bir evliliğe sonradan icazet vermesi suretiyle ev­lenebilirler,

F) Velayet

Hukuk dilinde velayet, başkaları adına onların rızâları aranmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisini ifade eder. Aile hukukunda velayet eksik ehliyetli ve ehliyetsizlerin bir yakını tarafından rızâları alınarak veya alın­maksızın evlendirilme yetkisidir. Özellikle Hanefîler'in dışındaki mezhepler­de kadınlar, bazı durumlarda rızâlan aransa bile, ancak velileri aracılığıyla evlenebildikleri için velayetin bu alanda özel bir önemi vardır. Bu mezhepler

IIJVlIHfll

"Velisiz nikâh olmaz" (Buharı, "Nikâh", 36; Ebû Dâvûd, "Nikâh", 19; Tirmizî, 14, 17) hadisini ve benzeri hadisleri mutlak olarak değerlendirmekte ve her durumdaki kadınların -nzâları alınsa bile- sadece velileri aracılığıyla evlene­ceklerini söylemektedirler, Hanefîler ise bu hadisleri tam ehliyetli olmayan kadınların ancak velileri aracılığıyla evlenebilecekleri şeklinde yorumlamak­tadırlar, Hanefîler'de âkıl-bâliğ olan kadın, aynen erkek gibi velisinin aracılı­ğına gerek olmaksızın evlenebilir.

Evlenmede kadınlara velayet konusuna ait detayların, dinin doğrudan düzenlediği bir mesele olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Velayet ko­nusu, içinde bulundukları şartlara bağımlı olarak kadının insanları tanıma konusundaki tecrübesizliğini telâfi etmeye ve onun haklarını güvence al­tında tutmaya matuf bir tedbir niteliğinde görülebileceği gibi kimlerin hangi sıra ve ölçü dahilinde kadının velisi olacağı hususu da ailenin ve toplumun yapısıyla ve telakkileriyle ilgili görünmektedir. Evlilikte velayet kurumunun ön plana çıkması, hayat boyu birlikteliği başlatacak olan evlilik akdinin ge­rekli araştırmalar yapılarak mümkün olduğu ölçüde sağlam temellere otur­tulması, telâfi edilmesi ve geri dönülmesi âdeta imkânsız olan hataların ön­ceden görülmesi ve önlenmesi, bir yönüyle de evlenecek tarafların aileleri arasında kaynaşmanın kolay sağlanması gibi hedeflere yöneliktir,



a) Kısımları

Velayet, velilerin velayetleri altında bulunan kimseleri onlann rızâlarını almaksızın evlendirme yetkisine sahip olup olmamalarına göre ikiye ayrılır: Zorlayıcı velayet, zorlayıcı olmayan velayet,



  1. Zorlayıcı Velayet (Velâyet-i tcbâr). Veliye velayeti altında bulunan
    kimseyi rızâsını almaksızın evlendirme yetkisi veren velayettir. Bu tür vela­
    yet altına ehliyetsizler ve eksik ehliyetliler girerler. Bu yetkiye sahip veliler
    diğer mezheplerde çok sınırlı tutulduğu halde Hanefîler'de çok geniş bir
    zümreye bu yetki verilmiştir,

  2. Zorlayıcı Olmayan Velayet (Velâyet-i İhtiyar veya tstihbâb). Ve­
    liye velayet altında bulunan kimseyi ancak onun nzâsıyla evlendirme yet­
    kisi veren velayettir. Bu velayet altına bulûğa ermiş kızlar girer. Bu isimlen­
    dirme Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'un anlayışını yansıtmaktadır, Hanefîler'den
    İmam Muhammed velayeti velâyet-i istibdâd ve velâyet-i şirket tarzında iki­
    ye ayırmaktadır, Velâyet-i istibdâd yukarıda tanımı verilen zorlayıcı vela­
    yetten başkası değildir, Velâyet-i şirket ifadesiyle ise bulûğa ermiş kızla ve­
    lisi arasında mevcut olan müşterek velayet kastedilir. Çünkü İmam Muham-

RlieHflVflTI 213

med'e göre bulûğa ermiş kızlar velilerinin nzâlarını almadan evlenemezler, velileri de rızâlarını almaksızın onlan evlendiremez. Bu sebeple aralarında müşterek bir velayet söz konusu olmaktadır. Zorlayıcı velayet altına kimle­rin gireceği mezheplerce farklı kriterlere göre belirlenmiştir, Hanefîler'de bu­rada dikkate alınacak kriter yaş küçüklüğü, Şâfîîler'ce bekâret yani daha ön­ce evlenmemiş bulunmak, Mâlikîler'e göre her ikisidir,



b) Veliler

Başkalarını evlendirme yetkisine sahip olan velileri iki grupta incelemek gerekir: Hususi veli, umumi veli,



1. Hususi Veli, Velayeti altında bulunan kimseyi evlendirme yetkisine
sahip bulunan akrabalardır. Hukukçuların çoğunluğuna göre bu grupta yer
alan veliler asabe sınıfında yer alan akrabalardır, Asabe bir kimsenin araya
bir kadın girmeyen bütün erkek akrabaları anlamına gelmektedir. Baba, ba-
ba-dede, erkek kardeş, amca, amca oğlu gibi. Bu veliler kendi aralarında mi­
rastaki sıraya göre sıralanırlar; önceki sırada bir veli varken sonra gelen ve­
linin evlendirme yetkisi yoktur. Bu grupta bir akraba mevcut olmazsa ve­
layet umumi veli konumundaki hâkime geçmektedir. Yalnız Ebû Hanîfe
asabe akraba bulunmadığında velayetin umumi veliye değil, zevi'l-erhâm
denilen diğer akrabalara geçtiğini söylemektedir. Bu iki farklı içtihadın hu­
kukçuların içinde yaşadıklan toplumun akrabalık anlayışından etkilendiğini
söylemek yanlış olmasa gerek,

Hanefîler ister asabe isterse zevi'l-erhâm grubunda yer alsın bütün hu­susi velilerin zorlayıcı velayet yetkisine sahip olduğunu söylemektedirler. Diğerleri ise bu yetkiyi asabe akrabalar arasında çok küçük bir zümreye ta­nımaktadırlar.

Hususi velinin bu yetkiye sahip olabilmesi için temyiz gücüne sahip ol­ması, ergenlik çağma gelmiş bulunması, ayrıca veli ile velayeti altında bulu­nan kimse arasında din farkı gibi mirasçılığa mani bir durumun da olmaması gerekmektedir, Hanefîler ve Mâlikîler'de velinin reşid olması gerekmemekte­dir, Şâfİîler ve Hanbelîler ise velinin reşid olmasını da ayrıca aramaktadırlar. Öte yandan Hanefîler'in aksine Mâlikîler'e, Şâfİîler'e ve Hanbelîler'e göre velinin erkek olması da gerekmektedir,

2. Umumi Veli, Umumi veli devlet başkanı veya hâkimdir. Hususi veli­
nin bulunmadığı veya yetkisini kötüye kullandığı durumlarda hususi velinin
yerini umumi veli almaktadır. Umumi velide mirasa ehil olma, yani veli ile
velayet altında bulunan kimsenin aynı dine mensup olması aranmaz.

âl 4 IIJVlIHfll



c) Bulûğ Muhayyerliği

Hanefî mezhebinde çok geniş bir zümreye zorlayıcı velayet yetkisinin verilmesinin muhtemel zararlanm önlemek düşüncesiyle velisi tarafından evlendirilen kimselere bulûğ muhayyerliği denilen bir seçim hakkı tanınmış­tır. Buna göre babası veya baba-dedesi dışındaki bir velisi tarafından küçük­ken evlendirilen kimseler bulûğa erdiklerinde dilerlerse hâkime başvurup ve­lilerinin yaptığı evliliği feshettirebilirler. Hâkimin feshetmesine kadar evlilik geçerliliğini korur. Baba ve baba-dedesi tarafından evlendirilenlerin yapılan evliliğe itiraz ve dolayısıyla bulûğ muhayyerliği hakkı yoktur,



G) Denklik

İslâm hukuku literatüründe kefâet terimiyle ifade edilen denklik ile, ev­lenecek eşler arasında dinî, iktisadî ve sosyal bakımdan bir denkliğin olması kastedilir. Burada esas itibariyle erkeğin kadına denk olması aranmaktadır. Eşler arasındaki uyumun sağlanmasında taraflar arasında söz konusu alan­lar bakımından bir denkliğin, bir yakınlığın mevcut olması şüphesiz önemli­dir. Ancak bunun kurulmuş bir evliliği sona erdirme sebebi olarak kabul edilmesi yine de ayrı bir konudur. Bu sebeple hukukçuların önemli bir kıs­mının kefâeti gerekli görmesine mukabil Kerhî, Sevrî gibi bazı hukukçular kefâeti İslâm'ın getirdiği eşitlik anlayışına aykırı olduğu için reddetmektedir. Esasen Kur'an ve Sünnette kefâeti gerektiren bir hüküm de mevcut değildir. Bu kurum hukukçuların daha ziyade evlilikte uyumu sağlamak için kabul ettikleri bir tedbir olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabii bunda sosyal gruplaş­maya ve aristokratik yapılanmaya gereğinden fazla önem veren Arap top­lum yapısının da etkisi vardır. Ne var ki kefâeti günümüzde evliliğin devamı bakımından dikkate alınması faydalı görülen bir unsur olarak kabul etmek, ancak nihaî seçimi taraflara bırakmak daha uygun görünmektedir,

Hanefî mezhebinde şu altı noktada kocanın kadına denk olması aran­mıştır: Soy, müslüman oluş, dindar oluş, hürriyet, servet ve meslek. Âkil ba­liğ olan kadın velisinin rızâsını dahi almaksızın evlenebilir. Ancak seçmiş olduğu eşinin sayılan altı noktadan ailesine denk olması gerekmektedir. Eğer bu denklik gözetilmemişse velisinin bu evliliğe itiraz ve fesih hakkı vardır. Yalnız bu itirazın çocuk olmadan veya kadın hamile kalmadan ya­pılması gerekmektedir; daha sonra yapılan fesih talebi dikkate alınmaz, Kefâet şartı Hanefîler'e göre bir lüzum şartıdır. Yani evlilik feshedilinceye kadar bütün muteber sonuçlarını doğurur. Diğer mezheplerde kefâet, genel­de sıhhat şartı, bazı durumlarda da nefâz şartı olarak kabul edilmektedir.

RııeHnvflTi 21S



H) Evlenme Engelleri

İslâm hukukunda belirli akrabalarla evlenilmesi yasaklanmıştır (en-Nisâ 4/22, 23), Kendileriyle evlenilmesi yasak olan bu kadınlara muharremât denmektedir. Bu yasak bazı kereler devamlıdır; hiçbir hal ve durumda orta­dan kalkmaz, Bazan da bu yasak sürelidir; belli sürelerin geçmesi veya bazı durumların gerçekleşmesi halinde bu kimselerle evlenilebilir,



a) Devamlı Evlenme Engelleri

İslâm hukukunda devamlılık arzeden, yani tarafların birbiriyle evlenme­sine ebedî olarak engel olan sebeplerdir. Devamlı evlenme engelleri üç grup­ta toplanır,



  1. Kan Hısımlığı, Kan hısımlığı sebebiyle evlenilmesi yasak olan akra­
    balar dört grupta toplanır, 1, Usul (üst soy hısımları); 2, Fürû (alt soy hısım­
    ları); 3, Ana babanın fürûu; 4, Dede ve ninenin sadece çocuklan. Buna göre
    kişinin kendi annesi, ninesi, kızı, kız torunları, kız yeğenleri veya onların
    kızları, teyze ve halasıyla evlenmesi yasaktır,

  2. Sıhrî Hısımlık, Evlenmeden doğan hısımlık sebebiyle kendileriyle
    evlenilmesi yasak olanlar da keza dört gruptur, 1, Usulün eşleri yani üvey
    anne ve üvey nine. Üvey ninenin baba veya anne tarafından olması
    farketmez, 2, Fürûun eşleri, yani gelinler, 3, Eşin usulü, yani kayınvalide ve
    eşin her iki taraftan nineleri, 4, Eşin fürûu, yani üvey kızlar veya bu du­
    rumda olan kız torunlar. Ancak bu son grupta evlenme engelinin doğması
    için sadece nikâh yetmemekte, evliliğin zifafla da fiilen başlaması gerek­
    mektedir,

  3. Süt Hısımlığı, Çocukla öz annesi dışında kendisine süt veren kadın
    ve onun belirli derecedeki yakınları arasında meydana gelen hısımlıktır. Süt
    hısımlığı miras hakkı doğurmazsa da bir evlenme engeli teşkil eder. Bu
    gruptaki hısımlar da kendileriyle sürekli olarak evlenilmesi yasak olan akra­
    balar grubunda yer alırlar. Bu yolla evlenilmesi yasak olan hısımlar şunlar­
    dır: 1, Süt usul, yani sütanne, baba, sütnine ve dede, 2, Sütfürû, yani süt
    çocuklar ve torunlar, 3, Sütanne ve babanın neseb ve sütten olan fürûu,
    yani sütkardeşler ve onların çocukları, 4, Sütdede ve ninenin sadece çocuk­
    ları ki bunlar süthalalar ve sütteyzeler olmaktadır, 5, Eşin sütannesi ve ni­
    nesi, 6, Eşin sütten olan kız çocukları ve kız torunları. Burada söz konusu
    olan koca eşin süt çocuğu emzirirken evli bulunduğu koca değildir, O zaten
    süt usul olarak yukarıda zikredildi. Buradaki koca sütanne ile daha sonra
    evlenmiş bulunan kimsedir. Bu son durumda kız çocuk ve kız torunların ya-

£l'Ö İLAAIHRL

sak olabilmesi için nikâh yetmeyip evliliğin zifafla fiilen başlaması da gerek­mektedir, 7, Sütbaba ve dedenin sütanne ve nine olmayan eşleri. Sütanne ve nine süt usul olarak yukarıda zaten zikredildi, 8, Sütten olan fürûun eş­leri.

Hukukçuların çoğunluğuna göre çocuğun ilk iki yaş içerisinde emdiği süt az olsun çok olsun süt hısımlığının meydana gelmesi için yeterlidir, İmam ŞâfİÎ ise süt hısımlığının oluşabilmesi için ilk iki yaş içinde beş fasılalı ve do­yurucu emişin şart olduğunu söylemektedir, İki yaşından sonra emmiş ol­duğu süt müctehidlerin çoğuna göre bu tür bir hısımlık ve evlenme yasağı doğurmaz,

b) Geçici Evlenme Engelleri

Ortadan kalkmalan mümkün olan, bu sebeple de devamlı evlilik engeli oluşturmayan sebepler şunlardır:


  1. Başkasının Eşi Olma, Evli olan veya boşanmış veya kocası ölmüş
    olup da henüz iddet beklemekte bulunan kadınlarla evlenmek yasaktır,

  2. İki Akraba ile Birden Evlenme, İslâm hukukunda bir erkeğin belirli
    şartlarla birden fazla kadınla evlenmesi mümkündür. Ancak bir erkek iki
    yakın akraba ile aynı anda evli olamaz. Bu ilişkinin akrabalık ilişkisine zarar
    vereceği düşünülmüştür. Bu yakınlığın ölçüsü iki kadından her birini ayn
    ayrı erkek kabul edildiğinde bunların birbirleriyle evlenemeyecek derecede
    yakın akraba olmalarıdır. Teyze ile yeğen buna örnek gösterilebilir. Çünkü
    hangisi erkek kabul edilirse edilsin diğeriyle evlenmesi hukuken mümkün
    değildir. Bu durumda bunların aynı kişinin nikâhında birleşmeleri de söz
    konusu olamaz,

  3. Üç Kere Boşanma. Bir erkek üç boşama ile boşamış olduğu eşi ile
    tekrar evlenemez. Bakara sûresinin 227, âyetinde, "Boşanma, iki keredir;
    sonra ya iyilikle tutmak veya güzel bir biçimde bırakmak (gerekir) " buyurul-
    muştur, İslâm hukukunda kolay boşanma usulü benimsendiğinden ve ko­
    canın karısını tek taraflı bir irade beyanıyla boşaması mümkün olduğundan
    bunun kötüye kullanılmasını önlemek için üç boşama ile boşadığı eşiyle tek­
    rar evlenememe gibi bir yasak getirilmiştir. Bu durum boşayan eş için geçici
    bir evlenme engeli teşkil eder. Bu engelin ortadan kalkması için kadının bir
    başkasıyla geçerli bir evlilik yapması, bu evliliğin hileli olmaması ve zifaf ile
    fiilen başlaması daha sonra da boşanma veya ölümle sona ermesi gerek­
    mektedir. Bu durumda artık ilk koca dilerse boşamış olduğu eşiyle onun da
    rızâsını alarak tekrar evlenebilir.

RlieHflVflTI 217

4. Din Farla, Müslüman bir erkeğin Ehl-i kitap yani yahudi ve hıris-tiyan olmayan bir kadınla evlenmesi yasaktır, Kur'ân-ı Kerîm'de, "Müşrik kadınlarla, iman edinceye kadar evlenmeyin..." (el-Bakara 2/221) buyurul-maktadır. Müşrik Allah'ın birliğine inanmayan, ona ortak koşan kimse de­mektir, Yahudi ve hıristiyan kadınlarla evlenilebilir (el-Mâide 5/5), Buna mukabil müslüman bir kadının gayri müslim bir erkekle isterse bu erkek Ehl-i kitap olsun evlenmesi dinen mümkün değildir, İslâm hukukçuları bu konudaki görüşlerinin Mâide sûresinin 5 ve Mümtehine sûresinin 10, âyet­lerine dayandırmaktadırlar, İslâm hukukçularının bu âyetleri gayri müslim erkeklerle evlenmeyi yasaklayacak biçimde yorumlamaları, Ehl-i kitap da olsa başka bir din mensubuyla evlenmenin kadının ve doğacak çocukların dinini menfî olarak etkilemesi endişesine dayanmaktadır. Ancak tabiatıyla bu engeller geçicidir. Gerek erkeğin gerekse kadının müslüman olarak bu engelleri bertaraf etme imkânı her zaman vardır,

I) Evliliğin Sonuçlan

Geçerli bir evliliğin doğurduğu sonuçlar derken bu evlilikten karı ve koca için doğacak hak ve borçlar kastedilmektedir. Evlilikte eşlerin birbirlerine karşılıklı sevgi, saygı ve sadakat borcunun olduğu muhakkaktır. Çocukların bakım ve terbiyesi de eşlerin müşterek borçlarındandır. Bunlar dışında karı ve kocanın evlilikten doğan birtakım hakları daha vardır ki hukuk düzeni daha çok bu haklar ve bunların ifası üzerinde durmaktadır. Tabiatıyla bir ta­raf için hak olan diğer taraf için borç teşkil etmektedir,



a) Kadının Haklan

1. Mehir

Erkeğin evlenirken karısına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği para ve­ya sair bir mala mehir denmektedir, Kur'ân-ı Kerîm'de evlenen erkeğin ka-nsına vermek zorunda olduğu mehirle ilgili olarak müteaddit âyetler vardır (en-Nisâ 4/4, 24), Birçok toplumda evlenme esnasında eşlerden birinin diğe­rine veya diğerinin ailesine para ya da sair bir mal verme geleneği vardır, Hıristiyanlardaki drahomada olduğu gibi zaman zaman aksi örnekleri gö­rülmekte ise de umumiyetle kadın değil, erkek tarafı evleneceği kızın aile­sine bazı hediyeler vermekte ve ödemelerde bulunmaktadır. Eski Türkler'de de bu anlamda olmak üzere kalın uygulaması vardır. Kalın evlenecek erke­ğin müstakbel kansının ailesine yaptığı ödemeler anlamında kullanılmakta­dır. Bu ödemeler mutlaka evlilikten önce yapılırdı. Benzer uygulamaya muh-

£1$ İLAAIHRL

telif adlarda (meselâ mehir, dowry) diğer toplumlarda da rastlanmaktadır. Bu yönüne bakarak evlenme akdinin eski dönemlerde bir satım akdi, erkeğin yaptığı edimin de bir satış bedeli olarak kabul edilip edilmediği tartışılmıştır,

İslâm hukukundaki mehir uygulaması da bir yönüyle bu uygulamaya benzemektedir. Ancak yine de aralarında önemli bir fark vardır, İslâm hu­kukundaki mehir evlenecek kızın ailesine değil, doğrudan kendisine veril­mekte veya doğrudan ona borçlu olunmaktadır. Dolayısıyla İslâm huku­kunda uygulandığı şekliyle mehirin satış bedeline, evlenmenin de satım ak­dine benzetilmesi mümkün değildir. Çünkü nikâh akdini satım akdine ben­zettiğimizde satım bedeli bizzat satımın konusu olan kimseye verilmiş ol­maktadır. Öte yandan evlenecek kızın evlenme sözleşmesinin tarafı oldu­ğunda hiç tereddüt yoktur. Bir kimsenin bir akdin hem konusu hem de tarafı olması ve satım bedelini de bizzat alması hukuken mümkün değildir. Üstelik kadın almış olduğu bu mehir karşılığında Hanefîler'e göre herhangi bir çeyiz hazırlamak mecburiyetinde de değildir. Diğer mallannda nasıl tasarruf edebi­liyorsa bunda da aynı şekilde tasarruf etme hak ve yetkisine sahiptir, Aynca mehir nikâhın şartlarından değil sonuçlarından biridir; nikâh esnasında be­lirtilmemiş bile olsa, hatta verilmeyeceği şart edilmiş bile bulunsa yine evle­nen kadın mehire hak kazanır, Mehirin belirlenmemiş bulunması evlenme­nin geçerliliğine halel getirmez. Bu yönüyle de mehir satım bedelinden ay-nlmaktadır. Çünkü bir satım akdinde satım bedeli sonuç değil o akdin sıhhat şartlarından biridir. Satım bedeli belirlenmediğinde akid fâsid olur,

İslâm dünyasının önemli bir kısmında uygulanma imkânı bulan Hanefî görüşünü dikkate alırsak İslâm hukukunda mehirin kadını hem evliliğe ısın­dırmak hem de ona belli bir malî güç kazandırmak düşüncesiyle getirilmiş olduğunu söylememiz gerekir. Özellikle kocanın sahip olduğu tek taraflı ira­de beyanıyla boşama yetkisini kötüye kullanması durumunda kadın böyle bir malî imkâna fazlasıyla ihtiyaç duyacaktır. Boşanma hakkının suistimal edildiği bölgelerde mehir miktarının yüksek tutularak bu suistimale belirli öl­çüde engel olunması da mehirin kadına ve evlilik birliğine kazandırdığı bir başka avantaj olmaktadır,

Mehirin mahiyeti ve çeyiz konusunda Mâlikîler Hanefîler'den farklı dü­şünmekte ve mehiri âdeta evliliğin kuruluş harcamalarına kocanın önceden yapmış olduğu bir ödeme olarak kabul etmektedirler. Çünkü onlara göre ka­dın almış olduğu mehir karşılığında ve onunla orantılı bir çeyiz hazırlamak mecburiyetindedir,

Mehir olarak her türlü mal veya parasal değeri olan her türlü menfaat tesbit edilebilir, Mehirin en az miktarı Hanefîler'e göre 10 (ilk asırda 10 dirhem

RlieHflVflTI 219

yaklaşık iki koyun bedeli idi), Mâlikîler'e göre ise 3 dirhem gümüştür, ŞâfİÎ ve Hanbelî hukukçulara göre ise mehirin bir alt sının yoktur, tıpkı bir üst sı­nırı olmadığı gibi, Mehirin üst sınırının olmadığı konusunda Hanefî ve Mâli-kîler de diğer iki mezhep gibi düşünmektedir, Hz, Ömer kendi halifeliği dö­neminde evlilikleri kolaylaştırmak için mehire üst sınır getirmek istemiş, fakat bir kadının "Onlara kantarla vermiş olsanız da hiçbir şeyi geri almayın " (en-Nisâ 4/20) âyetini delil getirmesi karşısında bu düşüncesinden vazgeçmiştir,

Mehir nikâh anında belirlenip belirlenmemesine göre ikiye ayrılmaktadır. Eğer nikâh anında belirlenmişse buna mehr-i müsemmâ, belirlenmemişse buna da mehr-i misil denir. Misil mehir evlenen kızın akrabalan arasında her bakımdan kendi konumundaki kızlara ödenen mehir demektir. Bir an­lamda rayiç mehir olmaktadır. Evlilik sırasında mehir belirlenmemişse veya bir sebeple belirlenen mehir geçersiz sayılırsa o zaman evlenen kadın misil mehire hak kazanır, Mehir, ödenme zamanına göre de muaccel veya mü­eccel mehir diye ikiye ayrılmaktadır. Muaccel mehir evlilik anında peşin o-larak ödenen mehir demektir. Ödenmesi sonraya bırakılan mehire de vere­siye mehir anlamında müeccel mehir denmektedir. Ödenmesi sonraya bıra­kılan mehir için bir ödeme zamanı belirlenmişse o zaman ödenir. Ancak ge­nellikle yapıldığı üzere bir vade belirtilmemişse mehirin vadesi boşanma anında veya taraflardan birinin ölmesi durumunda gelmiş kabul edilir.

Sahih bir evliliğin ardından mehirin ödenmesinin gerekli olması, bir baş­ka ifadeyle mehir borcunun doğması için ya evlenen kadın zifaf için hazır olmalı ve aralannda sahih halvet vuku bulmalı veya taraflardan birisi ni­kâhtan sonra ve zifaf veya sahih halvetten önce ölmüş bulunmalıdır. Sahih halvet eşlerin izni olmadan kimsenin giremeyeceği, erkek ve kadının, kim­senin göremeyeceği, uğrayıp rahatsız edemeyeceği bir mekânda baş başa olmaları anlamına gelmekte ve bazı bakımdan zifafla aynı hukukî sonuçları doğurmaktadır. Nikâh akdi yapıldıktan sonra, fakat zifaf veya sahih halvet­ten önce bir ayrılık vuku bulursa ayrılığa kimin sebep olduğuna bakılır. Eğer ayrılığa erkek sebep olmuşsa mehirin yarısını karısına ödemelidir. Ayrılığa kadın sebep olmuşsa veya erkek velisinin kendisi adına yapmış olduğu evli­liği bulûğ muhayyerliği denilen seçim hakkını kullanarak bozmuşsa eski ka-nsına mehir adına herhangi bir ödeme yapması gerekmez,



Yüklə 6,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   105




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin