Bu çalışmanın konusu, yazılı basının, açık ve fiziksel şiddete konu olan olayları sunma biçimindeki söylemi incelemektedir


Bireysel Şiddet İçerikli Haberdeki Sunum Biçiminin Dönemsel Olarak Karşılaştırılması



Yüklə 336,58 Kb.
səhifə9/14
tarix25.11.2017
ölçüsü336,58 Kb.
#32830
növüYazı
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

5. Bireysel Şiddet İçerikli Haberdeki Sunum Biçiminin Dönemsel Olarak Karşılaştırılması


1976 yılının ilk altı ayı ile 1990 yılının ilk altı ayı olmak üzere hepsi incelenen bu tür haberlerdeki sözü edilen söyleme verilebilecek örnekler, bir hayli fazla olmakla birlikte, haber kalıbı/haber kipi açısından benzer özellikler göze çarpmaktadır. “Dili kullanma açısından 1960’lardaki üslup ile şimdiki üslup bir değil, farklı birtakım şeyler var. Haberlerde dil kullanma açısından 1975-1976’lara kadar –mişli geçmiş zaman (yapmıştır, etmiştir) kullanılıyordu. Şimdi ise haberlerde –dili geçmiş zaman (yaptı, etti) kullanılıyor. Bu anlamda bir üslup farklılığı doğdu ama veriliş biçimi açısında haberde yine bir şey değişmedi, yani 1960’larda cinayet haberini nasıl veriyorsan şimdi de aynı şekilde veriyorsun” (Şevkat ile 1992 tarihinde yapılan röportaj).

Haber dilinde benzer bir diğer boyut ise, dış gerçeğin görsel boyutta gazeteci tarafından yeniden yaratımı sırasında ortaya çıkmakta, bir başka deyişle, olaya yol açan süreçlerde ve olayın gerçekleşme anında, olayın öznesi ve tanığı olmaya gazetecinin, olay kişileri adına konuşan söyleminde/öyküleme biçiminde kendini göstermektedir. Bunun sağlanabilmesi, bir anlamda, bireysel şiddet içerikli haberlerde fiillere ancak, “-yordu” ve “-mıştı” ekleriyle bir yer verilmesi yoluyla sağlanmaktadır.



Haber dilinde görülen “yordu” lu anlatımla kendini gösteren söylemin gördüğü işlev konusunda Nurdan Gürbilek şunları söylüyor; “Herhangi bir olayın “-yordu” kipiyle anlatılması, anlatanın o olay hakkında bilinebilecek her şeyi bildiği, yaşamışçasına bildiği, tanıdığı iddiasını içerir. “Yordu”lu fiilin gerçekleştirdiği, olayları dışardan gözleyenin cümlesini inanılır kılmak, imajın haberi önceleyişindeki tuhaflığı hafifletmek, kurgusallığa bir gerçeklik, bir içeridenlik, bir hayat kazandırmak, fiilsiz sözün kendisini bir hayatmışçasına hikaye etmesini sağlamaktır. Böylece basın kendi kurgusallığına, tanıdıklığın ve yaşanmışlığın kipi olan şimdiki geçmiş zamanla hayat kazandırmayı dener; fiilsiz söze, sanki bir şeyle oluyormuş haberi yazan da anları geçerken görmüş gibi, bir hikaye canlılığı kazandırmayı dener” (Gürbilek 1992: 46-47).

Bu ve buna benzer işlevleri yerine getirdiği düşünülen söylemin, yazılı basında, verdiğimiz örneklerde de görüleceği gibi yaygın bir biçimde ve etkinlikle kullanıldığı görülmektedir. “Handan ölüme kapıyı böyle açtı. Cibali Kız Lisesi’nin güzel öğrencisi 16 yaşındaki Handan Otak, her zaman olduğu gibi Çarşamba günü 13.30’da arkadaşlarıyla birlikte güle oynaya 4-D sınıfından çıkmış, Fatih’teki evine yürüyerek geliyordu... Yaşına göre biraz kısaydı. Fakat çabuk gelişmesi ve güzelliği nedeniyle erkeklerin ilgisinin üzerinde toplanmasına alışmıştı. Evlenmek için erkendi fakat erkek arkadaşları vardı... Aklına hemen Nejat geldi. Evlenecekse mutlaka onunla olmalıydı. Güzel Handan Halıcılar Caddesi, Okumuş Adam sokak 26 sayılı apartmanın önünde arkadaşlarıyla birlikte durup bir süre daha konuştu. Handan arkadaşlarıyla vedalaşıp saat 14.00’de dördüncü katta kendilerine ait olan daireye girdi. Handan üzerini değiştirdikten sonra hemen dersin başına oturmadı. Uzun süreden beri kendisini rahatsız eden telefonlar ve Murat marka otomobilli genç aklını kurcalıyordu... Ayrıca geçenlerde bir de telefon gelmişti... Handan kapıdan gelen ses üzerine derslerinden başını kaldırdı. Kapıda eve sık sık gelen bir tanıdık vardı. Onu içeriye alabilirdi (Bu noktada çeşitli fikirler ileri sürüldü. Detektifler de gelen caninin Handan tarafından tanınan bir kişi olduğu kanaatinde fikir birliğine varmışlardır). Gülümseyerek kapıyı açtı. Ölüme “Hoş geldin” dediğini bilebilir miydi? Cani, güzel Handan’ın açtığı kapıdan elini kolunun sallayarak içeriye girdi. Evde cereyan eden olaylardaki esrar perdesi henüz aralanmadı... Detektiflerin birleştiği kanaate göre olay şöyle cereyan etti; Handan içeriye misafiri buyur ettikten sonra bilinmeyen bir nedenle mutfağa girmiştir. Aralarında cereyan eden konuşmalarından sonra mutfağa giren cani orada gördüğü ekmek bıçağını kaparak Güzel Handan’ı tehdit etmiş, boğuşma sırasında da Handan hafif yara almıştı. (Yerdeki toplu kan izleri bunu gösteriyor) Handan karşısındakinin sapık isteklerine karşı çıkmış, onunla mücadele ediyordu. Beklemediği bir anda ve ummadığı bir şahıstan böyle bir teklif gelmesi onu çılgına çevirmişti. Bu arada bıçaklı katilin eli kesilmişti (Buzdolabı üzerinde iki ayrı gruptan kan izleri bulunmuştu). Handan yaralı bir vaziyette sapığın elinden kurtuldu ve bir ihtimale göre çantasından para kaptığı gibi telefona koştu... Fakat cani yetişip güzel ve hafif Handan’ı bir kuş gibi kaldırıp, onu anne ve babasının yatak odasına attı. Handan feryat ediyor. Fakat sesini duyuramıyordu. Yatak odasının bitişiğinde Raks sinemasının ve diğer evlerin duvarları yükseliyor, sesin odada boğulmasına sebep oluyordu. Sapık, güzel Handan’ın eteğini ve külotunu parçaladı. Genç kız boyun eğmiyordu. Katil çılgına döndü, hınçla bıçağı vurdukça vurdu. Fakat arzusuna nail olamadı. Sapığın üstü başı kan içinde kalmıştı. Yüzünde de tırnak izleri vardı ve ayrıca eli hafifçe çizilmişti. Bıçak tutan kanlı ellerini büyük bir soğukkanlılıkla mutfakta yıkadı” (Hürriyet 18.04.1976: 1).

Aynı haberin Günaydın’da verilişi; “Namusu uğruna can verdi. Cinayet masasının telefonu üç defa acı acı çaldı. Nöbetçi polis her zamanki kendisini tanıtarak, “Buyurun cinayet masası” dedi. Telefonda ince sesli taşra şiveli biri, “Fatih Halıcılar Caddesi’nde cinayet var, haberiniz yok mu?” diyerek kapattı. Saat 18.30’du... Polise yapılan ihbar doğruydu. Canavar ruhlu katil henüz bir gonca kadar güzel, melek kadar temiz ve arkadaşları tarafından gerçekten çok sevilen lise birinci sınıf öğrencisi 15 yaşındaki Handan’ı, evinin içinde 30’dan fazla bıçak darbesi ile vura vura öldürmüştü. Öldürdükten sonra da polise telefon ederek, soğukkanlılıkla cinayeti ihbar etmişti... Zaman ilerledikçe olayın esrar perdesi çözüleceğine kapanıyordu... Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre evde büyük bir mücadele olduğu aşikardı... Kan izlerine bakılırsa mutfakta başlayan boğuşma salona ve yatak odasına kadar devam etmişti. Çok büyük bir ihtimalle kendine saldıran eli bıçaklı canavara karşı koyan Handan bu uğurda canını vermişti” (Günaydın 16.04.1976: 1)



1990 yılından birkaç örnek; “Kıskanç astsubay hemşire eşi ile doktoru öldürdü. Balıkesir Ordudonatım Okulu’nda görevli Astsubay Üstçavuş Ahmet Sezer, ilişki kurduklarıyla iddiasıyla (ayrıca haberin bir yerinde ilişki kurduklarından şüphelendiği şeklinde veriliyor) doğumevinde çalışan eşi Handan Sezer ile Dr.Adil Güneri’yi yaylım ateşine tutarak öldürdü. Cinayetten sonra, ”Namusumu temizledim” diyerek teslim olan Ahmet Sezer tutuklandı. Olay, dün saat 11.30 sıralarında meydana geldi. Astsubay Ahmet Sezer hastane bahçesinde gördüğü Doktor Adil Güneri’ye üç el ateş etti... Eşini servis odasında bulan astsubay, Handan Sezer’i üç kurşunla öldürdü. Bu sırada Adil Güneri’nin hastaneye yetiştirilmek üzere ambulansa taşındığını gören Ahmet Sezer, “sen daha ölmedin mi?”diyerek başına bir kurşun daha sıkıp öldürdü” (Hürriyet 21.04.1990: 18). “Astsubayın ölüm baskını. Balıkesir Ordu Donatım Okulu’nda görevli Astsubay Üstçavuş Ahmet Sezer, hemşire olan eşiyle yasak ilişki kurduğu kuşkusu üzerine dün hastaneye gelerek Dr. Adil Güneri’yi beylik tabancasıyla vurdu. Daha sonra eşinin odasına giden çılgın astsubay, “Handan hakkını helal et, namusumu temizlemeye geldim” diyerek eşini de vurup öldürdü. Hastaneden çıkarken doktorun yaralı olduğunu gören astsubay, bu kez gidip alnından vurarak öldürdü ve gidip karakola teslim oldu” (Milliyet 21.04.1990: 1). “Çifte Cinayet. Taksi şoförünün cinneti. Göztepe’de Çemenzar Sokak’ta oturan Sadettin Özküçük adlı taksi şoförü, önceki gece eşiyle tartışırken cinnet geçirerek akli dengesinin bozuk olduğu söylenen karısını, ellerini bağladıktan sonra boğarak öldürdü. Olaydan sonra altı aylık oğlunu akrabalarının yanına götürerek geceyi kurbanının başucunda geçirdi. Sabah olunca sokağa çıkan Sadettin Özküçük, sokakta yürüyen Ahmet Mustafa Kırılmaz adlı tüccara, karısıyla ilişkisi olduğu şüphesiyle tabancayla ateş etmeye başladı. Kurşunlardan tüccarla Zorba Göçener adlı hamal yaralandılar. Tüccar Kırılmaz’ın yerde kırıldığını gören çılgın şoför, bu kez başına ateş ederek öldürdü. Polis ve görgü tanıklarından edinilen bilgiye göre, Göztepe Çemenzar sokak, Dinsiz Çıkmazı’nda oturmakta olan taksi şoförü Saddetin Özküçük, önceki akşam, akli dengesi bozuk olduğu söylenen eşi Yadigar Özküçük ile tartıştı. Tartışmanın ilerlemesiyle cinnet geçiren Sadettin Özküçük, bir çocuk annesi eşinin ellerini arkadan bağlayarak boğdu. Olaydan sonra 6 aylık oğlu Soykun’u yanına alıp akrabalarına götüren taksi şoförü, yakınların hiçbir şey söylemeden Çemenzar sokaktaki evine gitti. Geceyi ölü eşinin yanında geçiren Sadettin Özküçük, sabah olunca yanına tabancasını da alıp evden çıktı. Dinsiz Çıkmazı’nda ilerleyen taksi şoförü, Ahmet Mustafa Kırılmaz adlı tüccarı görünce, benzetti. Silahını çekerek 50 yaşındaki tüccarın üzerine yürüyen Sadettin Özküçük, Kırılmaz’ın kaçmaya çalıştığını görünce de ateş etmeye başladı. Ahmet Mustafa Kırılmaz bacağından vurulup düştü. Yaşlı tüccarın yerde kıvrandığını gören taksi şoförü Özküçük, bir kurşun da beynine sıktı. Bu arada olayı gören hamal Zorba Göçener, cinayete engel olmak istedi. Zorba Göçener’e, “Sen karışma, bu bir namus meselesi” diye bağıran Özküçük, daha sonra silahını ateşleyerek hamalı bacağından vurdu” (Milliyet 10.04.1990: 1). “Kıskanç koca ölüm saçtı. Karısının kendisini aldattığını sanan taksi şoförü Sadettin Özküçük, dün Göztepe’yi kana buladı. Önce genç ve güzel karısı Yadigar’ı elleriyle boğup öldüren gözü dönmüş koca, daha sonra karısının aşığı olduğu sandığı Ahmet Kırılmaz’ı kurşunlayarak öldürdü. Göstepe’deki korkunç olay şöyle gelişti; Evlendiği günden beri karısını sokağa dahi çıkartmayan taksi şoförü Sadettin Özküçük dün sabah tartıştığı karısına, “Git beni aldattığın adamı alıp buraya gel” diye bağırdı. Kocasının bu tutumu karşısında şaşkına dönen genç kadın, biraz sokaklarda dolaştıktan sonra geri döndü. Şüphe ve öfkeden çılgına dönmüş bir halde olan Sadettin Özküçük karısının üzerine saldırarak kıyasıya dövdü. Ardından da boğazını sıkarak öldürdü. Ağlamaya başlayarak 4 aylık oğlu Serkan’ı karısının cesedi yanına bırakan Özküçük sonra sokağa fırladı. Çılgın koca doğruca kolleksiyoncu Ahmet Kırılmaz’ın dükkanına gitti. Özküçük elinde silahla dükkanına geldiğini gören Ahmet Kırılmaz kaçmaya başladı. Kırılmaz’ın peşinden koşan Özküçük, Götepe Pazarı’nda kıstırdığı iki çocuk babası 42 yaşındaki konfeksiyoncuyu kalabalığın gözleri önünde delik deşik etti. Bu sırada kendisine engel olmak isteyen pazarcı Zorba Geçenesin’i de ayağından yaralayan katil koca, sakin bir şekilde evine gitti. Karısının cesedi yanında ağlayan 4 aylık Serkan’ı son defa bağrına basan Özküçük, oğlunu ağabeyi Halil Özküçük’e emanet ettikten sonra silahıyla birlikte Göztepe Polis Karakoluna teslim oldu” (Sabah 10.04.1990: 1).

Yüklə 336,58 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin