Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə53/97
tarix29.10.2017
ölçüsü2,29 Mb.
#19746
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   97

SAYIN BAŞKAN AYTAÇ DURAK


Adana’yı ve Adana’lıyı tanıdığınızı bir daha kanıtladınız.

Gizemli Koru tabelasıyla gönülleri çoşturdunuz.

Bu sabah yürüyüşünde yolum koruluğa düştü. O güzel insanlarımız Gizemli Koru levhası önünde birikmiş, ilgiyle içtenlikle konuşuyorlardı.

Ben de katıldım. Otantik, romantik söyleşiler sonra onuncu yıl marşına dönüştü.

Yenibaraja kadar yürüdük.Kulaklarınız çınlamıştır

Regülatör çay bahçesinde çaylar içtik, hep övgülerle sizi konuştuk. Olay, televizyonluktu.

Gizemli Koru tabelası duygusal insanlarımızı çoşturmaya yetti. Varolun, sağolun.

SÖZCÜ E. Aydın, 22Temmuz2002



Günce 10TEMMUZ1993

Sayın sayın sayın, rakamlar biter dostun sıfatları bitmez.

Son yörük yazarı Osman Şahin, ne özlü demiş; “Torosları görmeden ölme”.

Çukurova’yı sarı sıcaklar bastırınca, Çukurova’lı ne yapar, ne eder, kendini torosların ılıman kucağına atar.

Yerleşik evler bir kaç ay için, iş sahipleri yalnız Cumartesi Pazar için, bu çileli yolları bazen severek, bazen de alışkanlık olarak göze alırlar.

Üç saatlik bir sauna sefasından sonra, 1500 rakımlı Namrun yaylasına ulaşılır. Çam ağaçlarıyla ve zaman zaman da, az bulunur sedirleriyle, koyu gölgeli, yanal rüzgarlara kapalı, değişken olmayan nemsiz havasıyla çok güzel bir Toros yaylasıdır.

Uzun yıllardan beri kent soylularımız, bu cennet köşesinde tapu edinebilmek için, Osmanlı yasalarının ve Cumhuriyet yasalarının bütün boşluklarını kullanarak hektarlarca orman alanını tapularına geçirebilmişler. Ormanlığın büyük bir kısmı yok edilerek meyve bahçesi ve villalara dönüşmüş. Eğer yeşile duyarlı bir kişi olarak, Namrun dağ otelinde bir kaç gece geçirirseniz, gece sabahlara kadar derinden derinden gelen motorlu hızarların çıkardıkları, iç parçalayıcı sesler sanki kolunuzun, bacağınızın, gövdenizin üzerinde bir gerçekmiş gibi sızılar duyarsınız. Yasalarımızın ağır yaptırımlarına karşın, kent soylularımızın, ormanları yavaş yavaş yok etme eğilimini gösterir, köylümüz yeşili sevmez korumazken, keçilerimiz topraktan tohumun çıkmasına fırsat vermezken, orman yangınları bütün yurdu tehdit ederken, bir avuç orman aşığı bizlere de herhelde oturup Allah’a yalvarmak düşecek.

Namrun güzel bir yayladır, ama çam ağacı sayılacak kadar azalmıştır. Bunun için de yöre belediyesi, asırlardan beri Namrun olan bu tarihi beldenin ismini, (Çamlı yayla) olarak değiştirmiş, herhalde kendi gitti, ismi kalsın yadigar diye düşünülmüştür.

E. Aydın, 10Temmuz1993, Namrun

GÜNCE

Terasta iki kişi veya uzaylı, yeşiller turuncunun eşliğinde mavilerle buluşuyor. Renk tonları sessizce koyu morlara kayıyor. Bütün vadide yer yer ışıklar, ateşböceği aydınlığının dinlendirici soluk gücünde loşluğu yakalıyor. Hemen tepemizde yıldız kümeleri, binbir rengi yansıtan görkemli avizeler topluluğu, gerçeklerin sonundayız artık.

Masamızda bir mum ve Oruç Aruoba geldi. “Hani ?” diyordu.

O anıyı da aslında epey sonra anımsarsın, pek de inanmadan ! Olguları saptamağa, uygun gerçeklere ulaşmağa çalışırsın. Hatta sonradan gidip oralarda gezinip gerçekleri yerli yerine oturtmağa çalışırsın, her zamanki budala tavrınla..! “Hayal mi kuruyorum?” dersin. Oysa, işte o tek biricik gerçek anıdır. O senin, kendini de yeniden kurmanı gerektiren.! Ancak senin kurmanla olgu, asıl gerçek olabilecektir.

Hani yana yana dibine varmış bir mumun içinde oluşan oyuğun çeperi bir noktasında çatlamış, eriyik madde dışarı akmış, fitili de açıkta kalıp tükenmişken, çatlağı akmış maddeyle doldurup tıkayarak, bitkin fitili yeniden yakınca, ufacık, güçsüz, belli belirsiz! Ama pırıl pırıl, yoğun, direngen, altı canlı mavi, üstü parlak sarı bir alev elde edersin ya.... onun gibi işte...

Özlü, özgür, içtenlikli konuşmalar, fağfur fanusun içinde özlü, direngen yankılar yaparak bize ulaştığında, biz kendilerimizden çok uzaklarda, ağırlıksız, ordaburdaheryerde dokunmanın çoğalmasını ideo insana ulaşmasını izledik. Öperim.

E. Aydın, 2Ağustos1993

BAŞLIKSIZ

Günlerden perşembe, altı temmuzdan bir gün sonra Namrun Yaylası’ndayım. Dağ Oteli 1300 rakımlı. Çevremde bin bir güzellik kendi iç cümbüşü içinde. Çokluğun çeşitliliği kendi sessizliğinin orkestırasını kurmuşlar, tınılar yalın. Ben her sabah oturduğum yerde Cumhuriyet, Milliyet gazetelerini okuyorum. Ayrıca Miller’den 23 sahife inceledim. Adana’ya, Mersin’e telefon ettim. Yeğenin gelmesini söyledim. Bu çok rahatlatıcı oldu.

Akşamları gökyüzündeki ömürlü parıltılarla, yeryüzünün geçici ışıkları bir sonsuz kaosu oluşturuyor. Sanki mavi bir balon içindeymişsiniz gibi gözüküyor. Kişi, boşlukta dolaşan yalnız yıldızlar gibi oluyor. Geceyi biraz uzatınca uyku ile uyanıklık iç içe ve huzurlu sabahlara açık oluyor. Burada Ç.Ü. Resim Bölümü Öğretmeni Mustafa Bey’le, eşi Zühal İngilizce Öğretmeni ile beraber olduk, balayında idiler. İyi yolculuklar Selami......

Biliyor musun, senin de böyle balayı misali geçirdiğin güzel günler olmuştu. İçinden zengin, dışından şaşkın ördek misali garip görünse de, zengin ve her an farklılıklar karşılaşmasında, daha değişik farklılıklar zenginliği. Unutmayı yeğliyorum, kurtulduğunu sandığım bazı bilinmezlerin geri geleceğine inanmak gibi. Ne güzel gezinebiliyoruz yumuşak pamuk yığınları üzerinde, geçmişte. Ama bir gün, yumuşaklığın geçeceği ve gerçeğin gergin yüzünün ortaya çıkacağı kaçınılmaz.

Burada yollar ya da iniş, düz yok. İkinci çarşamba günü saat 4’te yürüyüşe çıktım. 12 ( O rakımda bile sıcak vardı, terledim. )

Bağlar, bahçeler arasından geçtim, mamureler, viraneler gördüm, birkaç günlük dinlenmek için edinilmiş mülkler. Yeterlilik unutulmuş, herkes her şeyi şehirdeki gibi satın alıyor. Yokuşlar çıkmak, inişler inmek için sanki buradalar. Kişisellik alabildiğince vurgulanmış, göz aldığınca dağınık bir yerleşim. Ben de bu dağınıklık içinde buradayım. İnsanın karakterinde öz ben ilintisi hep dışa vurmuş, ama saygısızlaşarak, doğallığı yok ederek. Yayla var suyu yok, şehirli var şehir yok, köy var köylü yok. İki ay sonra yüz yirmi bin kişi sekiz bin nüfusa inecek, geride şehir azmanı, şişmanlık çöküntüsü içinde bir virane kalacak. Zavallı devlet her çamın dibine elektirik, su, telefon götürmüş, yol yapmış. İki ay sonra bir kaos. Adı Çamlıyayla Belediyesi balon gibi şişip şişip iniyor. Böylece hiçbir zaman soylu bir kent olamayacak. Ne acı. Portatif konar göçerlik, burası kadar anlamsız bir yerleşim alanı zor bulunur. Vaktiyle köylüyü orman dışına çıkaralım denirdi, bence şehirliyi orman dışına çıkarmalı ve buraları köylüye vermeli, herşey daha güzel olurdu.

Elimizde uzun ip, belimizde balta, kes babam kes. Doğa burada insandan bıkmış. Biraz ormanda gezindim, sanki doğanın yaramaz çocukları gibiyiz, değeri asırlar ötesine amaçlı ağaçlar sığınacak yer arar gibiler. Hele oturum alanlarında doğa pes demiş, gerçekten bıkmış, usanmış.

Baltalar elimizde, uzun ip belimizde, biz gideriz ormana, la la...

1200 metrede bir otel insana hizmet için sular gibi emek ve para harcamış, özveriyle yapılmış ve aynı ölçüde isimsiz insanlar hizmet vermek için orayı bekliyor. Bazen dolu olabiliyor. İşte o zaman geldiğin yere marş. Başka seçenek yok, onun için rezervasyon şart. Burada biraz kalmak istiyorum, misafir çağırayım istiyorum. Olursa en az benden iki milyon götürür, o da gerekli.

Tuncay’a telefon etmek istedim ama telefon yanlış çıktı, biraderi çağırdım, otel dolu oldu, ben bile balkonda yattım. Daha önceden rezervasyon yapılmış. Açık havada az uyudum ama gecem rüyalar gibi renkli idi.

Mersin Liones Kulübü iki geceliğine geldiler. Mehpare Caka ve bir kambiyo müdürü ile tanıştık. Uzun uzun Mehpare ile konuştuk. Yine bir iki saatlik sabah yürüyüşünden sonra, kiraz ağaçlarının gölgesinde, geniş ufka karşı oturdum. Kahvem geldi. Günlük gazeteleri uzun uzun okudum, her zaman olduğu gibi bilmecesini çözemedim Cumhuriyet’in. Unuttum, Mehpare Hanım’la, yaşamımızın aralıklı olarak 19411957 bölümleri beraber geçmişti. Fethi’den, Fikret’ten, Fevziye’den, Jale ’den, Beden Terbiyesi Bölüm Şefi Cemal Bey’den, epikmandan, Şinasi Bey’den, Malik Aksel’den, Ziya Talat’tan ve küçük aşklardan söz ederek geçti. Sonra beraber çalıştığımız Haşmet, Saadettin, Mehmet, Hikmet Hazar, Nigar, Melahat, Aytekin, Cahit Öztelli’den, Ahmet Özen, Hasan Tekin Adnan Kolçak, Necla, Sevim, İdikut, Seyit, Rıza, Ali Kutun Hikmet Erif, Ekmekçioğlu, Rabia Kıroğlu, Nihal Çizer, Kazım Yaprak konumuz oldu.

Yine kiraz ağaçlarının altında, aynı dekora karşı gazetemi okuyup, kahvemi içtim. Namrun’un sesini dinledim, asırların güncesini dinledim. Önce yalın orman urbalarım enteller tarafından yok edildi, soyuldu, sularım derinlere kaydı, hoyrat sevgililer artık toprağı kazarak, son nemimi de emmekle uğraşıyorlar, soluk darlığı çekiyorum, üst bitkilerimi bile besleyemiyorum, dağlarım bulut tutmuyor, ovadan gelen sıcak ve solunmuş hava üzerimde bir kabus gibi birikiyor, nöbet terleri döküyorum. Bir zamanların gümbür gümbür pınarlarım kurudu, artık kuşlar, böcekler çekildiler, gittiler.

Ben de cumartesi günü utancımın itkisiyle Adana’ya dönüyorum. Bir başka haritada, bir başka yerleşim alanında serinlemeye, gezip görmeye gideceğim.

Ethem Aydın, 6 16 Temmuz 1994.



YAYLA YOLLARI

Yine herzamanki gibi güzel bir sabahtı. Gökyüzü tozpembe, mavi dağları yutmuş, bulutlar rüzgara hasret yollardayız. Yol uzun, yol dönüşlü, çamlar, mavilere tırmanış gölgeler, uyuyan canavar, büyük ve serin.

Kahvaltımızı yapıp yaylaya gitmek için hazırlık yapıyorduk. Ve hazırlık bitti. Sonunda yola koyulduk. Mersin yaylalarına doğru rampaları tırmanıyoruz. Evet artık dağların tepesinde, bulutların tepesinde idik. Kendimizi uçakta gibi duyumsuyor, heyecanlanıyorduk. Önümüzü göremiyorduk.

Yağmurda olanca hızıyla bastırmış, arabanın silecekleri yetersiz kalmıştı. Annem, kardeşim ve ben birbirimize sokulmuş, bir bir, kaza olmasın diye dua ediyorduk.

Uçuşumuzun ne kadar sürdüğünü bilemiyorum. Sonunda bulutların arasından çıkmıştık. Hepimiz rahatladık. Ormanda sincaplar oynaşıyordu. Bir kaplumbağa da bizi uzaylı sanmış, şaşkın şaşkın yolun ortasında durup izlemişti.

Ve sonunda gezmek için geldiğimiz yayla evlerine varmıştık.

Evet çok yorulmuştuk, hepimizin karınları da zil çalıyordu. Yüksek çam ormanları arasında bir restaurant da durup birşeyler atıştırdık, yiyip içtik.

Artık eve dönme zamanımızdı. Bir gün daha böyle geçti.

Ve bir gün daha böyle geçmiş gitmişti...

E. Aydın


SAYIN ORAL

Cumhuriyet gazetesinde, "Namrun" yaylası için bir yazınızı okudum.

Uzun uzun düşündüm. Hem sizin, hem de kendim olarak çelişik bir yargıya vardım.

Namrun bir yayla mıdır?

Bir ilkel şehir midir?

Benim bildiğim, yörük konaklamasında bile belli kurallar vardır. Bu kuralları, okuyup yazması olmayan insanlarımız, gelenek göreneklerinin yardımıyla kurarlar. Doğayı hoyratça yıpratıp, kirletmezler.

Namrun yaylasına; Tarsus, Adana, Mersin'in tuzu kuru mürekkep yalamış kesimi bir ay için gelir, "nasıl yapıldığını bilinmeyen işlemlerle, geniş çam ve sedir ormanlarını tapu kayıtlarına geçirir", hala bitmeyen yalancı şahitlerle mahkemeler sürer gelir, sürer gider.

Siz yaz nüfusunu 200 bin diyorsunuz, bana göre 350 bin kişi ormanların içinde villalar kuruyor, dereler tepelere yerleşip, geceleri motorlu testerelerle arazi açıyorlar. "Bu duruma kim dur diyecek"? Tepelerin arkasında tepeler var, doldurulmuş dolacak.

Kışın yerleşik nüfusun on, bilemedin 15 bin olan Namrun'un belediye gelirleri ne olsa ki, "her eve su, elektrik, yol, telefon, temizlik hizmetleri sunabiliyor". Hemşehrim kafam karıştı, yorumlayamıyorum.

Sayın Oral da bu çarpık düzene övgüler yağdırıyor.

Namrun kangren olmuş, Asiye nasıl kurtulur, onu düşünmemizin zamanı gelmiş, geçiyor.

Üç seneden beri kalenin doğu kuzeye bakan kısmından toprak alınıyor, yol yapımında kullanılıyor. Toprak kayıyor, üzerindeki yeşille beraber. Yarın da kalenin çökmesi şaşırtıcı olmaz.!

Bana göre tek çare:Yönetim yaylaya bir sınır çizmeli, hizmetler için plan proje vermeli, uçlarda yeni yapılanmalara özel hizmet zorunluluğu getirmeli.

Diyeceksiniz ki"devlet boşluğu var". Evet ama sizler, bizler de beraber manyoto edersek, belkide bir duyan, okuyan olur.

Ulusumuz duyarsız değildir.

Dağ oteli'nin yeri, akşam öylesine güzel ki, aşağıda fuluğ ışıklar, gökyüzünde pırıl pırıl yıldızlar, arasında siz sanki uzaydasınız. Öykü yaz, şiir yaz, resim düşle, kurabildiğince hayal kur... Eşi bulunmaz bir panorama, haydi bakalım sıra sizde.

E. Aydın, 1Temmuz2001

MAKRO VE MİKRO DA DÜŞÜNMEK

Mikrogüncel

Maaşlar, kazançlar azaldı,

Üretimimiz yok, tüketimimiz çok,

Topraklarımız çoraklaşıyor,

Orman yangınları önlenemiyor,

Trafik kazaları artıyor, sokaklar arabayla doldu, hep sayıları artıyor. Ara sokaklar iki taraflı park yeri oluyor.Yayalara geçit yok. Yaşlı, sakat, çocuk yaya geçitlerinde sırat köprüsünde bekleyen kurbanlar.

Öğrenimde zorlanıyoruz,

Demokrasi sömürülüyor, din çığırtganları ülkeyi kaderciliğe itiyor

Devlet dairelerinde iş görmek zaman alıyor, dayı istiyor.

Üniversiteler amacından uzak; gerekli eğitim ve öğretimi veremiyor.

Ülkenin geleceği karanlık

Dış ülkelerin dayatmaları bizi Sevr anlaşmasına sürüklüyor

sayabildiğin kadar say....

Makro ise geleceği, kazanımları öne kor. Felsefeyi de getirir.

Büyüyen şehir kendi gereksinimini arıyor

Seyhan ırmağı parklar haline dönüşüyor, insana değer veren bir peyzaja koşuyor, kentimiz karekter kazanıyor.

Yerleşim alanları yüzlerce yıl öncesinin ideal projesine yani Toroslara doğru kayıyor.

Kentleşiyoruz.

Bunlar birden oluşmaz. GAP örneği.....

E. Aydın, 29Ağustos1996

ADANA SAHİDEN GELİŞİYOR,

GÜZELLEŞİYOR MU?

Boksör,altıncı rauntta, köşesinde dinleniyor, kanter içinde gözleri yediği yumruklarla, yarı kapalı. Kaptan, peştemalla yelliyor, yüzüne su püskürüyor.

Biraz dayan, bir iki yumruk daha, işi bitik diyor.

Boksör bir süre suskunluktan sonra,umutsuzca soruyor

Hocam, ben sahiden dövüyor muyum?

Bu öyküde olduğu gibi Adana sahiden gelişiyor mu?

Çocuğu yaşlısı her saatte caddelerin kenarında karşıya geçmek için ecelle baş başayız. Bir dalgınlık anında şöförlerin insafına terkedilmiş hayat. Durum, seyirlik trajedya.!!

Ana yolları şehir dışına kaydırmak, insanı düşünmek ayrıca saygı değil midir? Böylesine tehlikelerle burun buruna yaşamağa terk edilmişiz.

Şehir içinde ara yollar yapılıyor, genişletiliyor. Kaldırımlar yollar iki taraflı arabalarla dolduruluyor, insanlar çoğu zaman caddede yürümek zorunda kalıyor.

Göklere ulaşan apartumanlar sokakları çöplük olarak kullanıyorlar. Altta kalanın canı çıksın.!

Her sabah belediye çöplüğü yakılıyor. Duman ve koku şehri sarıyor

E. Aydın, 19Ocak1995



DUR DURAK BİLMEYEN, ÜLKENİN GEMSİZ

MUHAYYELESİ, AYTAÇ DURAK

PINARBAŞINDA SUSUZLUKTAN BAYILAN

ZEYNEBİM...............

Adana gerek tarihi, gerek kültürü, gerek etiği, geçmişten geleceğe sayılamaz özellikleri ve güzellikleri, katman katman süsleyerek barındıran –Pandora misali emsalsiz bir kenttir.

Tarih içinde, bu kente emek vermiş, unutulmazların yanında silinip gidenler de vardır elbette.! Şimdi seçilmiş, enerjik, yaratıcı bir belediye başkanımız var. Çalışmak istiyor, yaratmak istiyor. Ama yalnız adam.... Danışmayı da sevmiyor.

Atike don dike, gene söke, gene dike. Zaman önünden akıp gidiyor.

Sayın Başkan, dünya bir günde yaratılmadı. Adana da öyle... Kalıcı projeler; beyinler topluluğuyla üretilir.

Sivil ve uygar toplumlarda uygulama geleneği böyledir.

Başkanlar ve üst kurullar seçicidirler. Sorumlulukları; dünü, günü, yarını kapsadığı için, işlerin en soru onların üzerindedir.

Beyin topluluklarının kapsamı da geniştir. (Teknogratlar, proje üretenler, eserin önemi ve çapına göre; halk jürileri, sanatçılar).

Ne haldir bilinemez. Bizde yetke sahipleri (tacirler, sanayiciler, çiftlik sahipleri, fabrikatörler), yaratıcı güçlerini amelelikte yıpratırlar. Teknograt kullanmayı hiç mi hiç bilemezler.

Her işi ben yaparım iyisini ben bilirim, derler ve öyle sanırlar. Doğaldır ki çokda yanılırlar. Dahası yıpranırlar..

Şehircilik alanında yeteneğinize diyecek yok. Ama sanatsal, kalıcı yarınlara dönük işlerde, bizlerle dirsek temasında olmak; koşulsuz şart.. Bu size ne külfet getirir, anlayamıyorum!!!..

Günlük işler için denecek bir şey yok; ama yarınlar söz konusu ise, meşveret şarttır. Yarınlar hepimizin.

Bir kaç örnekle, tümceyi açarsak:

Irmak kıyısında bir tepe oluşturuyorsunuz. (Halkın deyimiyle Aytaç Durağın anıt mezarı)!

Tarihler boyu bu tür tepeler; yer yer yapılmış. Kimi savunma için, kimi çağın belirleyicisi, kimileri de site yığılmaları. Mersin'de (Yumuktepe) gibi, demir çağına kadar uzanan, ören yerleri..

Eğer daha önce haberdar edilmiş olsaydık; çağdaş bir mantıkla, zengin bir özgeçmiş hazırlayabilirdik. (Henüz de yapılabilir).

Yarın sizden sonra gelenler bu esere sıradan bir toprak yığını olarak bakmasınlar, korumak için, akılcı, anonim bir nedeni bulunsun.

Adana'yı seviyorum, her sabah sizin, akşamdan sabaha neler yaratabildiğinizi hayretle izliyorum. Bazen övünüyor, bazen de dövünüyorum. Uyuz olup kaşınmamak için de; okunup okunmayacağını düşünmeden yazıyorum. Herhalde size yazdıklarım bir kitap olur. Çöp sepetini boylamadıysa!

Meyvesiz ağaca taş atılmaz.

Okuduğunuz için saygılar...

E. Aydın

SAYIN SELAHATTİN ÇOLAK

Her fırsatta size içtenlikle yazıyorum. Ben bir yerere yazı yazma manyağı değilim. Sizde öteden beri sosyal demokratların umudunu gördüğüm için, eski ve özde bir sosyal bir demokrat olduğum için yazıyorum. Sizi sosyal demokratlar seçti. Bu kesime ne ölçüde saygı duyuyorsunuz, şüpheye düşüyorum. Hergün halktan uzaklaşarak, onların içten seslerine kulağınızı tıkayarak nereye varabilirsiniz? Bunu bilincinde olmanız gerekmez mi?

Siz bir lidersiniz, hani mozayiğe uygun danışmanlarınız? Etrafınıza bir takım şakşakcıları toplamışsınız, bilimsel ve evrensal çizgiden uzaklaşarak, halktan koparak, onu dışlayarak yürüyorsunuz, yürüdüğünüzü sanıyorsunuz. Sosyal demokrasinin o ulaşılmaz erdemine, kanunlara rağmen halka inmeye, onun geleceklere açılan umutlarına ulaşmaya çaba verirken deneyimlere, birikimlere, tabulara, kadirbilirliklere hiç mi hiç değer vermiyorsunuz. Sizi ayakta tutacak güç ve güçler, sade vatandaşın güncel ve gerçek gereksinimleri hep göz ardı ediliyor. Büyük Şehir Belediyesi ve elemanları halka yatkın değiller. Onu cezalandırmak, onu tedirgin etmek için yaklaşıyorlar.

Bugüne değin size yazdığım görüntüler pırıl pırıl sosyal demokratça mantığın ve tekniğin ölçütleri içinde konulardı, hiç birine yanıt vermediğiniz gibi, bildiğiniz veya şartlandığınız çizgide ilerliyorsunuz, bu da beni rahatsız ediyor. Çolak gibi duyarlı, lider karekterli, ender kişinin böylesine katılaşması ölçütlerime taban tabana ters geliyor. Güncel yaşantım iyi denecek şekilde sürüp gidiyor. Ama sosyal yapıdaki erezyon sizin gibi bir değere rağmen sürüyor. Şimdiki yazma sebebim ise, Altın Koza girişimleri ile ilgili. Filimler gösterilecek, sanatçılar şarkı, türküler söyleyecekler, havayi fişekler patlayacak, Altın Koza bunun neresinde? Nerede bilimsel, çevresel ağırlıklı arşivlere ulaşacak paneller, sempozyumlar?..

Devasa halk katılımı nerede? Niçin, hiç olmazsa sanat etkinlikleri için Adana'da yerleşmiş, Adana 'da yaşayan bizlerin bilirkişiliğinden faydalanmayı, ama samimi olarak faydalanmayı düşünmediniz, gereksinim duymadınız? İşte yeni sosyal demokratların çare bulunmaz kusurları olsa gerek. Bu mektubu okuyun lütfen ama yırtıp çöp sepetine atmayınız. Saygılar, selamlarla. Öperim, başarılar dilerim.

E. Aydın, 10Eylül1993



Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin