Di'l-mürselîn'İ (Kahire 1322) bunlara misal olarak zikredilebilir



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə7/25
tarix08.01.2019
ölçüsü1,15 Mb.
#91960
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   25

78

HAFIZ


Hadis nakit ve rivayetini meslek edinip çok miktarda hadisi ezbere bilen kimse.

Hadisleri ezberleme âdeti Resûl-İ Ek­rem'in meclislerinde başlayıp daha son­ra artarak devam etmekle beraber ha­dis öğrenimiyle meşgul olan on binlerce muhaddis arasında kendisine hafız un­vanı verilebilecek otorite sayısı fazla de­ğildir. Megâzî müellifi ve muhaddis Ebû Ma'şer es-Sindî ile hadis hafızı Hüşeym b. Beşîr'in belirttikleri gibi hadis hafızları nâdir yetişen şahsiyetlerdir (Hatîb el-Bağ-dâdî, II, 173). İbn Şihâb ez~Zührfye nis-bet edilen, bir hafızın kırk yılda bir yetiş­tiği sözü de bu gerçeği ifade etmektedir (İbn Ebû Hatim, IX, 9). Hatîb el-Bağdâ-dî'nin hafızda bulunmasını gerekli gör­düğü şartlar, bu unvana sahip muhad-dislere neden az sayıda rastlandığını or­taya koymaktadır. Buna göre hafızın Hz. Peygamber'den gelen rivayetleri ve bu rivayetlerin senedleri arasındaki farkları iyi bilmesi; muhaddislerin sahih oldu­ğunda ittifak ettikleri rivayetlerle râvile-rinin durumunda ihtilâf ettikleri haber­leri ezberlemesi; râviler hakkında kulla­nılan "hüccet, sika, makbul, vasat, lâ be'se bih, sadûk, sâlih, şeyh. leyyin, za­yıf, metruk, zâhibü'l-hadîs" gibi terimle­rin arasındaki farktan haberdar olması; "an fülân, enne fülân" gibi değişik ifade­lerle nakledilen rivayetleri birbirinden ayırıp râvilerinin sahâbî veya tabiî olma­sına göre hükmün değişeceğini bilmesi ve râvinin "kale fülân, an fülân" diye riva­yet ettiği haberlerin hocadan bizzat du­yularak öğrenilmediğini ve özellikle bu­nun, rivayet kusurlarını saklayan (müdel-lis) bir râvi tarafından nakledilmesinin hiçbir değeri olmadığını anlaması; bütün bunlardan başka hadiste geçen bir keli­menin vehim eseri olabileceğini, ancak o hadisin diğer kelimelerinde kusur bulun­madığını bilmesi, metne karışıp âdeta onun bir parçası haline gelen "müdrec" lafızları ötekilerden ayırması gerekir {et-Cam?, II. 173).

Hadis hafızı Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî ile İbn Hacer el-Askalânî hafızda aranan şartları daha özlü şekilde belirt­mişler, bir hafızın hadis öğrenmek mak­sadıyla yaptığı seyahatlerle tanınması, kitaplardan değil bizzat muhaddislerin ağzından hadis öğrenmesi, râvilerin ta­bakalarını ve mertebelerini, cerh ve ta'dîl

durumlarını iyi bilmesi, hadisin sağlamı­nı sakatından ayırması, bütün bu konu­larda bildiklerinin bilmediklerinden daha fazla olması, ayrıca çok miktarda hadisi ezberlemesi gerektiğini söylemişlerdir (bk. Sehâvî. I, 30-31). Belirttiği vasıflara sahip bir hafız görüp görmediği Mizzî'ye sorulduğunda sadece hocası Abdülmü'-min b. Halef ed-DimyâtTnin (ö. 705/1306) adını verebilmiştir. Hafızın râviler konu­sundaki bilgisine gelince onun şeyhlerini (hocalarını), şeyhlerinin şeyhlerini ve her tabakada bildikleri bilmediklerinden faz­la olmak şartıyla ilk râviye kadar sened-lerdeki bütün râvileri bilmesi gerektiği kabul edilmiştir. Buna göre hafız unvanı­nı alabilecek kimsenin, çok miktarda ha­disi ezberlemesi yanında hadisin hem metni hem de senedi üzerinde fikir yü­rütüp tahliller yapabilen zeki, anlayışlı ve üstün yetenekli bir kişi olması gerekmek­tedir. Şeyhleri tabiîn, şeyhlerinin şeyhleri sahâbî nesli olan tebeu't-tabiîn hafızları­nın bilmesi icap eden râvi sayısını binler­le ifade etmek mümkünse de daha son­raki yüzyıllarda yetişen hadis hafızlarının bilmesi gereken râvi sayısı on binleri geç­mekte ve hadis hafızı olmanın gittikçe zorlaştığı görülmektedir.

Hadis hafızı unvanını alacak kişinin ne kadar hadisi ezbere bilmesi gerektiği ko­nusu ilk dönem âlimlerini fazla meşgul etmemiştir. Zehebî'nin Tezkiretü'1-huf-/dz'ında, 1000'den daha az hadisi ezbere bildiği kaydedilen ilk devir muhaddisle-rinden Eyyûb es-Sahtiyânî (ö. 131/749), Yahya b. Saîd el-Ensârî ve Şu'be b. Hac-câc gibi âlimler "hafız, imam, hüccet", hatta "emîrü'l-mü'minîn fi'1-hadîs" unva­nıyla anılmıştır. En tanınmış hadis hafız­larının başında sayılan Ebû Hüreyre'nin ezberinde mükerrerleriyle birlikte 5.374 hadis bulunduğu bilinmektedir. İbn Sey-yidünnâs'ın, imlâ meclislerinde 20.000 hadis yazmayan kimsenin hadis âlimi kabul edilemeyeceğine dair bir görüşü değerlendirirken söylediği gibi, muhad­dislerin lakaplarıyla ilgili olarak verilen rakamları bütün zamanlar için geçerli saymak yerine her devri kendi şartlarına göre değerlendirmek daha isabetli bir yoldur. Ebû Zür'a er-RâzTnin birlikte yap­tıkları müzakerelerde tesbit ettiğine gö­re Ahmed b. Hanbel -sahabe ve tabiîn sözleri de dahil olmak üzere- mükerrer­leriyle birlikte 700.000 (veya bir milyon) rivayeti ezbere biliyordu. Ebû Zür'a er-Râzî'nin 200.000 tanesini hatasız okudu­ğu 600.000 rivayeti, Buhârînin 100.000'i sahih, 200.000'i zayıf olmak üzere 300.000

rivayeti hafızasında tuttuğu. İshâk b. Râhûye'nin 70.000 hadisi talebelerine ez­bere yazdırdığı, kitaplarında kayıtlı olan 100.000 hadisi de kendi ifadesine göre "gözünün önündeymiş gibi" bildiği kay­dedilmektedir. Talebesi Ebû Dâvûd el-Haffâf m belirttiğine göre İshak b. Râhû-ye ezbere İmlâ ettiği 11.000 hadisi öğ­rencilerine tekrar okumuş ve bu esnada bir tek harf hatası dahi yapmamıştır (Ze-hebf, AHamü'n-nübelâ', XI, 373}. Hâkim en-Nfeâbûrf, bir kimsenin hadis hafızı un­vanını alabilmesi için SOO.000 hadisi ez­bere bilmesi gerektiğini söylediği halde son devir âlimlerinden Muhammed Ab-dürraûf el-Münâvf ile Ali el-Kârî, metin ve senedleriyle birlikte 100.000 hadisi ezbere bilenlere hafız denebileceğini ifa­de etmişlerdir.

Muhaddisler için kullanılan "hafız, hâ­kim, emfrü'l-mü'minfn" gibi unvanları bir ta'dîl ve tevsik ifadesi saymamak ge­rekir. Nitekim Zehebfnin Tezkiretü'l-fjıuffâz adlı eserinde yer alan her hadis hafızının güvenilir olmadığı görülmekte­dir. Onun nâdir yetişen hafızlardan say­dığı Süleyman b. Dâvûd el-Minkârf eş-Şâ-zekûnîile "eş-şeyh, el-imâm. el-hâfızü'l-kebîr" ifadeleriyle tanıttığı Ebü'l-Abbas Muhammed b. Yûnus el-Küdeymfyi "za­yıf" ve "çok zayıf olarak değerlendirme­si, "el-hâfizü/l-evhad" diye andığı Ebû Bişr Ahmed b. Muhammed el-Mus'abî hak­kında "yalancıdır, hadis uydurur" demesi

(II, 488-489, 618-619; III, 803-804). her hafızın aynı zamanda güvenilir bir râvi olmadığını ortaya koymaktadır.

Çeşitli devirlerde en güçlü hadis hafız­larının kimler olduğunu tesbit etmek üzere tanınmış hafızlara veya âlimlere sorular sorulduğu, onların da genellikle o yüzyılın en güçlü hafızlarını üstün ta-raflanyla belirttikleri görülmektedir. Ni­tekim böyle bir soruya muhatap olan Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm. devrin ünlü hadis hafızlarından Ebû Bekir b. Ebû Şeybe'nin hadis okutmakta, Ahmed b. Hanbel'in fıkıh bilgisinde, Yahya b. Maîn'in hadis toplamakta, Ali b. Medînî'-nin de hadisleri bilmede daha üstün ol­duğunu söylemiştir (Sehâvî, I, 4i).

Kaynaklarda. IX. (XV.) yüzyılın başla­rından itibaren her devirde yetişen en güçlü hadis hafızlarının, kendi zamanla­rında daha güçlüsünü görmediklerini söy­leyerek Asr-ı saadet'e kadar şu hafızların isimlerini zikrettikleri belirtilmektedir: Zeynüddin el-lrâki (ö. 806/1404), Takıy-yüddin es-Sübkî (ö. 756/1355), Alâî, Yû­suf b. Abdurrahman el-Mizzî, Takıyyüd-din İbn Teymiyye, Abdülmü'min b. Halef ed-Dimyâtî, Takıyyüddin İbn Dakiku'l-îd, Münziri (ö. 656/1258), Ebü'l-Hasan Ali b. Mufaddal, Cemmâîlî, Ebû Mûsâ el-Medî-nî(ö. 581/1185), Ebü'l-Kâsım İbn Asâkir, Kıvâmüssünne et-Teymî, İbnü'l-Kayserâ-nî, Muhammed b. Fütûh el-Humeydî (ö. 488/1095), İbn Mâkûlâ, Hatîb el-Bağdâdî,

HAFIZ

Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hâkim en-Nî-sâbûri, Ebû Abdullah İbn Mende (ö. 395/1005), Dârekutnî. Ebû İshak İbrahim b. Hamza el-İsfahânî, Ebû Ali en-NÎ-sâbûrî. İbnü'l-Ciâbî, İbn Ukde. Ahmed b. Yahya et-Tüsterî, İbn Huzeyme. Ne-sâî. Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Ebû Zür'a er-Râzî (ö. 264/878), Buhârî. Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, Yahya b. Maîn, Ali b. Medînî, Yahya b. Saîd el-Kattân, VekT b. Cerrah (ö. 197/812), Mâlik b. Enes. Süfyân es-Sevrî, Eyyûb es-Sahtiyânî, İbn Şihâb ez-Zührî, Saîd b. Müseyyeb (ö. 94/713) ve Ebû Hüreyre. Zehebî. Ebû Hüreyre'den başla­yarak kendi tabakasından İbn Seyyidün-nâs'a (ö. 734/1334) kadar olan ve çoğu yu­karıda zikredilmeyen bazı hafızları yirmi dört tabakaya ayırarak adlarını vermiştir (Zehebî, el-Mûktza, s. 68-72). Müteahhir devirlerin en büyük hadis hafızının İbn Hacer el-Askalânî olduğu kabul edilmek­te, hafız dendiğinde sadece İbn Hacer hatıra gelmekte, hafızlık müessesesinin ise Muhammed b. Abdurrahman es-Se-hâvî (ö. 902/1497) ve Süyûtî ile (ö. 911/ 1505) son bulduğu belirtilmektedir.



Muhaddisler, hadis hafızının çok mik­tarda hadis ezberleyip râviler hakkında geniş bilgi sahibi olmasını Ön planda tut­tukları, fakihler ise hadis bilgisi yanında hadisin fıkhî yönünü anlamasını ve fıkhî metinleri iyi bilmesini gerekli gördükleri için bu iki grup âlim kimlerin hadis hafızı olduğu hususunda farklı düşünmüştür. Fakihlerin anlayışına göre hadis hafızı olan tanınmış âlimler arasında Ebû Ca'fer et-Tahâvî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhaki, Bâcî, Ebû Bekir İbnü'I-Arabî, Kâdî İyâz, Nevevî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve Ebü'l-Fidâ İbn Ke-sîr yer almaktadır.

Hadis hafızlarına dair yazılan eserlerin ilki. bilindiği kadarıyla Endülüslü rnuhad-dis Ebü'l-Velîd İbnü'd-Debbâğ'm (ö. 546/ 1151) Tabakötü'l-hulfâz min ehli'I-ha-dîş adlı eseridir. İbn Şihâb ez-Zührfden (ö. 124/742) Ebû Tâhir es-SilefTye {ö. 576/ 1180) kadar olan hafızların yer aldığı kay­dedilen eserin günümüze ulaşıp ulaşma­dığı bilinmemektedir. Aynı yüzyılda Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, Kibârü'î-fyufiâz adlı alfabetik eserinde (Beyrut 1406/1986) yet­miş dokuz hafızın kısa biyografisini kay­detmiştir. İbnü'l-Mufaddal'ın (ö. 611/1214} mahiyeti hakkında bilgi bulunmayan ei-Erba'ûn ti tabakâti'l-huffâz adlı çalış­ması Zehebîyi bu konuda bir eser yaz­maya yöneltmiş {A'lâmü'n-nübelâ', XXII, 67), böylece bu alanın en önemli eseri olan

79

HAFIZ


Tezkiretü'l'huffâz meydana gelmiştir. Sahabe neslinden Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzrye kadar (ö. 742/1341) 1176 hafızı yirmi bir tabaka halinde bir araya geti­ren esere on kadar zeyil yazılmış. Süyûtî bu kitabı Tabakötü'l-huffâz adıyla ihti­sar etmiştir (nşr. Ali Muhammed Ömer, Kahire 1393/1973; nşr. Lecne mine'1-ule-mâ, Beyrut 1403/1983). İbn Nâsırüddin (ö. 842/1438), kendi devrinden başlamak üzere tanınmış hadis hafızlarını 1000 be­yitte ele aldığı eserine Bedfotü'l-beyân can mevti'l-a'yân adını vermiş (Brockel-mann, GAL, II, 92), daha sonra bu çalışma­sını et-Tibyân li-Bedîhti'1-beyân adıyla şerhetmiştir (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1422, müellif hattı; TSMK, Emanet Ha­zinesi, nr. 1234). BİBLİYOGRAFYA :

İbn Ebû Hatim, el-Cerh ue't-tafdîl, IX, 9; Ha-tîb el-Bağdâdî. el-Câm? li-ahlâkt 'r-râoî oe âdâ-bi's-sâm? (nşr Mahmûd et-Tahhân), Riyad 1403/ 1983,11, 168-175; Ibnü'l-Cevzî, et-Haş'atâ hıfeı't-e(7m, Beyrut 1406/1986; İbn Kudâme el-Makdi-sî,fUlemâ*û'l-hadîş, 1, 52-56; Zehebî, A'tâmü'n-nübelâ3, XI, 373; Xlil, 302; XXII, 67; a. mlf.. Tez-kiretü't-huffaz, II, 488-489, 618-619; III, 803-804; a.mlf., Mîzânü't-ftidât, II, 205-206; a.mlf., e(-MûA:(?a(nşr.Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1405, s. 68-72; Sübkî, Tabakât, X, 220-223; Se-hâvî. el-Ceuâhîr ue'd-dürer (nşr Hâmid Abdül-mecîd - Tâhâ ez-Zeynî), Kahire 1406/1986, 1, 28-45; Süyûtî, Tedribû'r-râuî, 1, 48-52; II, 399; Ahmed M. SâWr. el- Ba"işü'l-haşîş, Kahire 1377/ 1958, s. 155-156; Brockelmann, GAL, II, 92; Abdülhay el-Kettânî. Fihrisü't-fehâris, I, 323-324; II, 1022; a.mlf.. et-Terâtîbü'l-idâriyye (Özel), III, 28-31, 37, 208-209; Abdülhâdî Ah­med el-Hüseysİn. Mezâhirü'n-nehdatİ'l-hadî-şiyye fî 'ahdi Ya'küb el-Manşûri'1-Muvah.lyidı, Tıtvân 1403/1983, I, 225-226; Subhî es-Sâlih. Hadis itimteri ue Hadis Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1986, s. 60-63; Sa'dî el-Hâ-şimî, Ebû Zûfa er-Râzl ue cühûdüh ft's-sûnne-ti'n-nebeviyye, Medine 1409/1989, I, 205-210; Abdûlfettâh Ebû Gudde. Ümerâ1 û'l-mü1 minin fı'l-hadîş, Halep 1411, s. 126-132; SıddîkBeşîr Nasr, Dauâbitü'r-riuâye Hnde'1-muh.addişîn, Trablus 1992, s. 129-134; Mahmûd Saîd Mem-dûh, Tezylnû'l-elfâz bi-tetmîmi züyûli Tezkire-ti'l-huffâz, Beyrut 1413/1993, s. 5-32.

mi m. yaşar Kandemir F HÂFIZ-ı ACEM ^

(Ö. 958/1551)

Fıkıh, kelâm ve belagat sahasındaki

şerh ve hâşiyeleriyle tanınan

ansiklopedist Hanefî müderrisi,

şair ve hattat.

Kaynaklarda en çok bu lakabı ile anıl­makla beraber asıl künyesi Hâfızüddin Muhammed b. Ahmed b. Adil Paşa'dır. Dedesi Adil Paşa'yı Âdil Çelebi diye gös-

80

terenler varsa da (meselâ Mecdî ve Bağ­datlı İsmail Paşa) kendisi eserlerinde onu daima Âdil Paşa olarak kaydeder. Bizzat verdiği künye "el-faklr Muhammed eş-şehîr bi'l-Hâfız b. Ahmed b. Âdil Paşa" şeklindedir. Kafkasya'da Arrân eyaletinin Berdaa şehrinde doğduğu için bazı yer­lerde Berdaî nisbesiyle de zikredilir. Tah­silinin üst derecelerini Tebriz'de çağının ünlü âlimi Mevlânâ Mezîd'den görmüş ve onun yanında yetişmiştir. Daha o zaman­lar kendisini ilmiyle tanıtmış bulunuyor­du. 1501'de İran'da siyasî otoriteyi ele geçirip şahlık tahtına oturan Şah İsma­il'in Şiîliği kabul ettirmek yolunda girişti­ği zulüm ve baskılar yüzünden memle­ketini terke mecbur kalarak adı "ufak tefek" mânasında hep Kukla Acem diye zikredilegelen âlim kardeşi Abdülfettah ile birlikte Osmanlı ülkesine geçti. 907'de (1501) Amasya'ya geldiği kaydedilen Hâ-fız-ı Acem (Hüseyin Hüsâmeddin, III, 246), Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi dai­resine intisap etmiş ve onun büyük tak­dirini kazanmıştı. Bu intisapta, Abdur­rahman Efendi'nin vaktiyle Tebriz'de Ce-lâleddin ed-Dewânî yanında yedi yıl müd­detle tahsil gördüğü sırada (Mecdî, s. 308; Hoca Sâdeddin. Tâcü't-tevârîh, II, 557) aralarında doğmuş bir tanışıklığın tesiri­nin bulunduğu İleri sürülür (Faik Reşad, I, 69)- Hâfiz-ı Acem Amasya'ya geldiğin­de, doğma büyüme bir Amasyalı olan Abdurrahman Efendi 907 Rebîülevvelin-den (Eylül-Ekim 1501) beri Anadolu kazas­kerliği makamında bulunmaktaydı. Hâ-



Hâfız-ı Acem'in Asık Celebi tez ki resin d eki minyatürü (Millet Ktp., Ali Emîrî Elendi, Tarih, nr- 772, vr. 119")

fız-ı Acem'in onun çevresine girişinden sonraki başarılarının başında, bir başka Amasyalı olarak devrin büyük hat üstadı Şeyh Hamdullah'tan icazet alması gelir. Kardeşiyle birlikte Osmanlı ülkesine var­dıklarında kendilerinin şöhretleriyle göz kamaştırmış olduklarını söyleyen Hâfız-ı Acem'e, ilim ve meziyetini yakından bi­len Abdurrahman Efendi'nin tavsiyesiyle II. Bayezid tarafından önce Ankara Med­resesi müderrisliği verildi. İlk çalışmala­rından biri olarak burada Şadrü'ş-şe-rfa'nm istinsahı ile birlikte ona yaptığı haşiyeyi bir ay gibi çok kısa bir sürede meydana getirdi. İlimde derinleşmeye büyük bir gayret sarfeden Hâfız-ı Acem eserini II. Bayezid'e ithaf ve takdim etti­ğinde payesi Merzifon'da Çelebi Mehmed Medresesi müderrisliğine yükseltildi. Bu­rada iken ilimdeki derinliğini ispat eden klasik çaptaki eserlerini birbiri ardı sıra vermeye başlamıştı. Seyyid Şerif el-Cür-cânfnin Şerhu'l-Miftâh'ma yaptığı ha­şiye ile SekkâkTnin Miîtûhu'l-hılûm'una olan şerhi bunların başında yer alır. Ya­vuz Sultan Selim, Şah İsmail'e karşı çıktı­ğı Çaldıran seferi dönüşünde Amasya'da kışlarken bir ara avlanmak için Merzifon'a kadar uzandığı vakit, şehrin ileri gelen­leriyle birlikte kendisini karşılayan Hâfız-ı Acem'in sunduğu gazeli çok beğenerek onu çeşitli caizelerle ve İstanbul'da Atik Ali Paşa Medresesi müderrisliğiyle mü­kâfatlandırdı. Âşık Çelebi bu bilgiyi. Ya­vuz Selim'in Amasya'ya ne münasebet­le ve ne zaman geldiğini belirtmeden kaydeder. Kınalızâde Hasan Çelebi'nin, Amasya'ya gelen padişahı Kanûnf Sultan Süleyman olarak göstermesi ise tama­mıyla yanlıştır. I. Selim, 147 gün kaldığı Amasya'da kışı 5 Şevval 920 - 4 Rebfü-Iewel921 (23 Kasım 1514-18Nisan 1515) tarihleri arasında geçirdiğine göre (Feri­dun Bey, Münşeat, I, 407), bu tayinin Âşık Çelebi ve diğer hal tercümesi kaynakla­rında kaydedilmemiş olan yılı belli olmak­tadır. Nitekim tarik defteri mahiyetinde bir eserde de buraya tayin tarihi 921 (1515) olarak belirtilir {Târih-i Sllsile-i Ule­mâ, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2142, vr 2263). Yavuz Sultan Selim ile kar­şılaşmak gibi bir vak'aya hiç temas et­meyen Taşköprizâde ise Hâfız-ı Acem'in İstanbul'a bir gelişinde, Şerhu'l-MiÜâh için meydana getirdiği haşiyeyi göster­diği Müeyyedzâde Abdurrahman Efen­di'nin eseri fevkalâde beğenip kendisini Atik Ali Paşa Medresesi'ne tayin ettirdi­ğinden bahseder. Bu iki rivayetten han­gisi gerçek olursa olsun bilinen husus, o

tarihte Hâfız-ı Acem'in hâmisi Müeyyed-zâde'nin ikinci defa olarak Rumeli kazas­kerliği makamında bulunduğudur (bura­ya tayini Receb 919 |Eylül 1513| ortala­rıdır, Atâî, Zeyt-i Şekâik, s. 28). Atik Ali Paşa müderrisliği sırasında bu defa da Seyyid Şerif el-Cürcânrnin Şerhu'1-Me-vâkıf\ için bir haşiye telif eden Hâfız-ı Acem bir ara İznik'teki Orhan Gazi Med-resesi'ne gönderildi. Burada mühim eser­lerinden biri olan Risale fî taşvîri'1-he-yûJd'yı yazıp çoğaltarak kendisinin ka­dir ve kıymetini takdir edemeyen bazı makam sahiplerine yolladı. Bir müd­det sonra İstanbul'da Sahn-ı Semân'dan Çifte Başkurşunlu Medresesi müderris­liğine tayin edildi. Burada da yine mü­him eserlerinden biri olan Muhâke-mâtü't-TecncT\ meydana getiren Hâfız-ı Acem'in payesi 942'de (1535-36) Ayasof-ya Medresesi müderrisliğine yükseltildi [Tâfih-İ Silsile-i ulemâ, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2142, vr. 2 llb; eserin baş­ka yerlerinde unvanı bazan Monla Hafız di­ye de geçen |vr. 213b, 226a| Hâfız-ı Acem, kardeşinin ufak tefek oluşundan dolayı Kukla Acem unvanı ile adlandırılışına uy­gun olarak buradaki kayıtta Minik Hafız şeklinde zikredilir). Ayasofya müderrisliği sırasında mühim birkaç eser daha yazan Hâfız-ı Acem, 948'de (1541-42) 70 akçe ile emekliliği seçerek (Taşköprizâde, s. 450; Mecdî, s. 450; krş. Atâî, s. 18) kendini ta­mamen çoğu ansiklopedik çapta eserle­rini yazmaya verdi. Sabahlara kadar oku­yup yazmayı hayatının esası yapmış olan Hâfız-ı Acem 23 Muharrem 958'de (31 Ocak 1551) vefat etti (Târih-i Silsile-i Ule­mânın sonunda bulunan tarihî takvim ri­salesi, vr. 240: 946-987 yıllarını içine alan bu tarihî takvim metninin neşri ve ilgili kaydın oradaki yeri İçin bk. Kemal Özer-gin. Sultan Kanunî Süleyman Han Çağına Ait Tarih Kayıtlan, Erzurum 1971, s. 18). Taşköprizâde ve MecdTde 957 (1550) ola­rak gösterilen vefat tarihinin çok daha kesin ve açık olan bu kayda göre düzeltil­mesi gerekmektedir. Faik Reşad'ın 967 (1560). Bursalı Tâhir'in ise 950 (1453) ola­rak verdikleri tarihlerin yanlışlığı mey­dandadır. Kâtib Çelebi'nin, Keşfü'z-zu-nûn'da Hâfız-ı Acem'in vefat tarihini Taş­köprizâde ile Mecdî'ye uyarak çok defa 957 (1550) olarak kaydetmekle beraber (I, 351, 901; Ii, 976, 1645, 1725 jFlügel nüshasında boş, V, 610). 1892, 1975). ayrı ayrı zamanlarda dağınık kayıt ve notlar ilâve ettiği eserini ömrü vefa etmediğin­den topluca kontrolden geçirme fırsatını bulamadığı için bazan "900 (1495) hudu-

dunda" diye (I, 62; Flügel, I, 245), bazan 1055 (1645) Olarak (II, 1304, 1844 | Flü­gel, VI, 156da boşj) kaydettiği, bazan da ileride tesbit etmek üzere tamamen boş bıraktığı görülür (II, 1766, 1966, 2023). Hâfız-ı Acem'in oğullarından biri, Hâfız-zâde lakabı ile tanınan ve kendisinin Ri­sale fî taşvîri'I-heyûlâ adlı eseri üzerin­deki istishâb kaydından (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2513, vr. la( anlaşıldığı üzere kadılıkla Ürgüp'te bulunup daha sonra Filibe kadılığından mâzul iken 990'-da (1582) İstanbul'da ölen Ebü'l-Meâlî'-dir {Atâî, Zeyl-i Şekâik, s. 339; Sicill-i Os-mânî, II, 97). Kardeşi Abdülfettah ise Şeyh Muhiddin İskilipli ve Müeyyedzâde Abdurrahman'ın yanında ilmini geliştire­rek Bursa'nin bazı gözde medreselerin­de müderrislik yapmış ve 924'te (1518) İstanbul'da İbrahim Paşa Medresesi'-ne naklinden sonra vebadan ölmüştür (Mecdî, s. 453). Muştakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn'de 923 (1517) olarak gösterdi­ği bu tarihi Mecelletü'n-nisâb'da (vr. I79a) Mecdî'nin kaydına uygun olarak 924 (1518) şeklinde düzeltir. Önceleri kardeşi Hâfız-ı Acem gibi Yakut tarzında yazısı olan Abdülfettah, onunla birlikte Şeyh Hamdullah'tan hat sanatını meş-kettikten sonra bu vadide güzel ve bol sayıda eser veren bir hattat olarak ta­nınmıştır {Tuhfe, s. 259; ayrıca bk. Mec­dî, s. 453). Âşık Çelebi, Hâfız-ı Acem'in, veba salgınında kaybettiği kardeşi için yazdığı mersiyeden bir parçayı verir (Me-şâirü'ş-şuara, vr. 84b).

Zamanının kalem sahiplerince bilgi ve ihatası bakımından devrin en üstün mü­derrisi sayılmış olan Hâfız-ı Acem fıkıh ve usulü, tefsir ve kelâm ilimlerindeki eser­leriyle yüksek kabiliyetini ortaya koymuş bir müellif ve âlim olarak kabul edilmek­tedir. Yine devrin müellifleri, onun bu ilim­lerin birer klasiği olmuş eserlere yaptığı şerh ve haşiyelerle anlaşılması güç ba­hislere açıklık getirdiğini, birtakım çetin meselelerin kavranmasını kolaylaştırdı­ğını özellikle belirtirler. Hakkında mevcut büyük takdiri Gelibolulu Âlî, "onun fazlı­nın güneşten daha da parlak olduğunu" söyleyerek çok ileri derecelere vardırır.

Taşköprizâde, Hâfız-ı Acem'in bilinen eserlerinden başka çeşitli sahalarda ve konularda kaleme aldığı daha birçok ri­sale ve ta'likatı olup ancak çoğunun müs­vedde halinde kaldığını haber vermekte­dir. Onun naklîve aklî ilimlerle İlgili muh­telif eserler üzerindeki şerh ve haşiyeleri bu eserler gibi hep Arapça olarak yazıl­mıştır.

HÂFIZ-l ACEM

Edebî ilimlerdeki geniş vukufu da ayrı­ca kabul edilen Hâfız-ı Acem XVI. asrın şuarâ tezkirelerinde daima yer almış, edebî şahsiyeti üzerinde çeşitli değerlen­dirmeler yapılmıştır. Sehfnin ifade ettiği üzere XVI. asrın ilk yansında yetişmiş şairler kadrosu içinde onun şiiri taşıdığı özellikler itibariyle zengin, başkalannın-kinden çok önde görülmüş. Âşık Çelebi'­nin ifadesiyle de şiirlerinin bazı beyitleri­ne nazîre yapılması imkân dışı sayılmış­tır. Şeyhülislâm Kemalpaşazâde. Muh-yiddin Fenârî. Kadri Çelebi, İskender Çe­lebi gibi şiir sever makam sahipleriyle ön­de gelen simalardan Yahya Bey, Hayalî, İshak Çelebi. Nihâtî ve Tâcîzâde Cafer Çe­lebi'nin sık sık bir araya geldikleri sohbet meclislerine devam eden Hâfız-ı Acem'in devrin edebiyat çevrelerince beğenilen şiirleri meşhur beyitleriyle ağızdan ağı-za dolaşmıştır. Bunların her tezkireye he­men hemen aynı şekilde geçtiği görülür. Bu konuda Âşık Çelebi, Hâfız-ı Acem'in ölümü üzerinden yıllar geçmişken edebî değerlendirmelerindeki ince zevki, isa­betli tenkit ve takdirleriyle tanınan Ka­zasker Kadiri Efendi'nin bir sohbet mec­lisinde onun bu gibi beyitlerinden birka­çını Övüp yüceltişine ait bir hâtırasını nak­leder (a.g.e., vr. 84a). Yeni zamanlara ge­lindiğinde edebiyat tarihi araştırmacısı Faik Reşad, şuarâ tezkirelerindeki değer­lendirmelerden hareket ederek bunlar­daki seçme beyitleri naklederken onu Fuzûlî ayarında bir şair saymak gibi mü­balağalı bir hükümden kaçınmaz. Fars­ça'nın yanı sıra Arapça şiirleri olduğu da kaydedilen Hâfız-ı Acem, Osmanlı Türkçe-si'nden başka Çağatay lehçesiyle de man­zumeler yazmıştır. Yavuz Sultan Selim'e sunup onun tarafından pek beğenilen, kendisini çeşitli caizelerle mükâfatlandır­masına ve Atik Ali Paşa müderrisliğine getirilmesine yol açan gazeli bu Çağa­tayca manzumelerinden biridir. LatîfT-nin onun şiirini Nevâî tarzına yakın bul­ması sayısının az olmadığı anlaşılan bu şiirlerinden dolayıdır.

Tezkirelerde Hâfız-ı Acem'in İlmî eser­leri üzerinde durulmamış, daha çok ede­bî yönüne ilgi gösterilmiştir. Onun edebî cephesini veren eserlerini en iyi tanıyan Âşık Çelebi'dir. Bunları bahis konusu et­meyip ilmî eserlerini en iyi şekilde ve der-li toplu belirten de eş-Şekâ^iku'n-nu'mâ-niyye sahibi Taşköprizâde İsâmüddin Ah-med Efendi olmuştur. Daha sonra Edir­neli Mecdî, tercümesini yaptığı eş-Şe-kâWe Taşköprizâde'nin bahsetmediği eserleri ilâve eder. Mecdî, bu arada onun

81

HÂFIZ-l ACEM



şiirlerinden örnekler verirken LatîfTdeki Hâfız-ı Sirozî'den bir parçayı da Hâfız-ı Acem'e ait göstermiştir. Sehî ve LatîfT-nin Hâfız-ı Acem'in sanatını kusursuz bul­malarına mukabil Âşık Çelebi'den başla­yarak Kınalızâde Hasan Çelebi ve Riyâzî onun şiir dilini taşıdığı unsurlar bakımın­dan yadırgatıcı, hatta güç anlaşılır bu­lurlar. Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi eser­lerinin de tuhaf isimler taşıdığına işaret etmişlerdir. Beğenilmiş şiirlerinden bazı­ları Eğridirli Hacı Kemal'in Câmiu'n-ne-zâir'i ile Edirneli Nazmî'nin Mecmau'n-nezair'inde Hafız mahlası ile yer almak­tadır. İran muhitinden Osmanlı ülkesine gelmiş şairlere hususi bir ilgi gösteren Ahdî'nin, habersiz görünüp tezkiresinin kendilerine yetişemediği şairlere ayırdığı faslında ondan bahis açmadığı göze çar­par. Sonraki tezkirecilerden Beyânı ile Riyâzî'de kendisine verilen yer azalırken Beyânı ondan iki, Riyâzî ile Kafzâde Fâizî sadece birer beyit almakla yetinirler. Öte yandan Kafzâde, Hâfız-ı Acem'in hal ter­cümesini kaydetmeye ihtiyaç görmemiş­tir. Âlî de onun şiirinin "mollayâne" oldu­ğundan bahisle bu yüzden yaygınlık bu­lamamış olduğunu kaydeder.


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin