ALBERT SCHWİTZER’İN YORUMU
İslam medeniyetinin farkını belirtmeden önce, medeniyet nedir, ne değildir buna bir açıklık getirelim. Medeniyet demek, yalnız ilim ve teknoloji demek değildir. Bunlar, medeniyet için, ancak bir âlet, bir vasıtadır. İlimde, fende çok ileri olan milletlere teknolojilerini ne yolda kullandıklarını incelemeden, medenî demek büyük gaflettir. Teknolojinin çok gelişmiş olması, gözleri kamaştıran yeni buluşların artması, medeniyeti göstermez. Bunları medeniyet sanmak, her silâhlıyı gâzi, asker sanmaya benzer. Evet, iyi bir asker olmak için en yeni harp vasıtalarına sahip olmak lâzımdır. Fakat, bunlara sahip olan, eşkıyâlık da yapabilir, cana da kıyabilir.
Medeniyete bu açıdan baktığımızda, Batı medeniyeti ile İslam medeniyetinin çok farklı olduğunu görürüz. Çünkü, İslam medeniyeti insan merkezlidir. İnsanın da iki yönü vardır. Biri ruhani yönü, ikincisi cismani yönü. Bu ikisinin toplamı insandır. Bunun için insanın sadece cismani yönünü esas alıp, medeniyeti bunun üzerine bina ederek, her türlü maddi ihtiyaçlarını en konforlu şekilde temin etmek yeterli değildir. Bu ihtiyaçları en iyi şekilde temin edilmiş olsa bile zaruri ihtiyacının ancak yüzde ellisi temin edilmiş olur. Geri kalan ruhi ihtiyaçlar temin edilmediği için insanın rahat ve huzuru, gerçek manada sağlayamaz.
İslamiyet dış güzellikten daha ziyade iç güzelliğe önem verir. Dolayısıyla insanların iyi niyetli, güzel huylu olmalarını ister. Çünkü görünürde her ne kadar güzel de olsa insanlar güzel huylu olmadıkça vahşice birbirlerinin canlarına, mallarına, şahsî menfaatler için kıymaktan çekinmedikçe o güzel görünen medeniyet, medeniyet değil bir vahşet olur. Dolayısıyla hayatın tadı tuzu kalmaz, çekilmez bir hal alır.
Bunun için İslamiyet, önce insanın keşfedilmesini daha sonra da yer yüzünde, yer altında, denizlerin dibinde ve gök yüzündeki sırları keşfetmeye teşvik eder. Çünkü insanlar kendi tabiatlarının sırlarını keşfedemeyince nefislerine hakim olamazlar, nefislerine hakim olamayınca da ne kadar medeni olurlarsa olsunlar birbirine zarar vermekten teknolojik gelişmeleri birbirlerinin aleyhine kullanmaktan çekinmezler. Dolayısıyle ilimde ne kadar ilerleseler mutlu olamazlar. Çünkü ahlâkî yönden çökmüşlerdir. Medeniyetleri de bir gün uçuruma gider ve sonra da çökmeye, yok olmaya mahkum kalırlar.
Bunun farkına varan birçok batılı yazarlar Avrupa medeniyetinin çöküşünden bahsetmektedirler. Bunlardan birisi Oswald Spengler’dir. Diğer biri de Sir Richard Livingstone’dir. “Şaşkın Âlem için Eğitim” adlı eserinde ahlâksızlığın, ruhsuzluğun insanları ve Avrupa medeniyetini nasıl dejenere ettiğini ortaya koymaktadır.
Albert Schweitzer Avrupa medeniyetinin çöküşü ile ilgili olarak şöyle yazıyor: “Maneviyat dondurulmuştur. Bunun için maddî girişim, teknoloji çok zararlı bir şekil almıştır. Biz bugün coşkun dalgalarla dolu şelâleler altındaki bir denizde gemiyle yüzmekteyiz. Gemiyi bu tehlikeli gidişten kurtarmak ve doğru yola sokmak için büyük çabalar sarfetmemiz gerekir.”
Bundan dolayı bugün en ileri medeniyete sahip olan toplumlar hemen hemen en çok cinayetlerin, kötülüklerin, intiharların bulunduğu milletler haline gelmişlerdir. Yapmış oldukları en tehlikeli silâhlarla birbirlerini her an yok edebilecek güce sahip olduklarından birbirlerinin şerrinden korkarak kâbus içerisinde yaşamaktadırlar.
İşte bundan dolayı İslamiyet, tarih boyunca insanlık için değerli olan şeylere önem verilmesine ve o sahalarda daha çok ilerlemeye teşvik etmiştir. Çünkü, din ve fen, insanlara çok lüzûmlu, çok faydalı olan iki yardımcıdır. Fen bilgileri, rahat için, huzur için, medeniyet için lâzım olan vâsıtaları, sebepleri hazırlar. Din bilgileri de, fennin hazırladığı âletlerin, rahat için, huzur için ve medeniyet için kullanılabilmelerini sağlar. Bu denge sağlanmazsa, bugün gelişmiş birçok ülkede örneğini gördüğümüz gibi, ruhsuz teknoloji, medeniyete değil, vahşete yardımcı olur.
KAREN ARMSTRONG’UN YAZISI
Bugün dünyanın süper gücü nasıl ABD ise, bir zamanlar da Osmanlı İmparatorluğu idi. Hem de asırlarca üç kıtada devam eden bir üstünlük. Her devlet bir iş yapacağı zaman, “Osmanlı ne der?” diye düşünürdü.
Osmanlının himayesinde ve idaresinde olan her millet Osmanlıdan kendisine bir zarar gelmeyeceğinden emindi. Bunun için Osmanlıya düşmanlık aklından bile geçmezdi.
Yakın zamana kadar, ABD’deki müslümanlar hangi milletten olurlarsa olsunlar, gururla “Amerikalıyız” diyorlardı. Şimdi diyemiyorlar. 11 Eylül’den sonraki, farklı, haksız muameleler bu noktaya getirdi onları. Halbuki hukukta genel kaidedir. Birinin yaptığı suçtan dolayı diğerleri cezalandırılamaz.
Peki, sayıları çok az da olsa bazı Müslümanları anarşiye, teröre iten sebep nedir? Terörün hiçbir haklı sebebi olamaz; fakat durup dururken bu hale gelmedi bunlar. Onları canlı bomba çılgınlığına ne sevketti? İsterseniz bunun cevabını kendilerinden dinleyelim.
Müslümanlar böyle değildi
İslâm araştırmacısı Karen Armstrong, İngiliz The Guardion gazetesindeki bir yazısında bu soruların cevabını şöyle veriyordu:
“Bundan yüz sene kadar önce, Müslümanlar böyle değildi; hepsi barış severdi. Bugün İslâm dünyasının her yerinde Batı’ya özellikle de Amerika’ya karşı bir hınç var. 11 Eylül eylemini samimiyetle kınasalar bile, içlerinden bir de oh olsun demektedirler.
Usame bin Ladin ve diğerlerini Bush ve müttefikleri şimdi imha etseler bile, yüzlerce yeni lider ve lider ruhlu insanlar mantar gibi bitecektir. Çünkü insanların Amerika’ya kini vardır. Biz İngilizler bu kinin ne demek olduğunu İrlanda meselesi yüzünden çok iyi biliriz. Zira İrlanda’daki çatışmaların sorumlusu İngiltere’dir.
Bu çalkantının, bu kinin ve bu öfkenin birinci sebebi sömürü ve istismardır. Batı hemen hemen İslâm âleminin bütün ülkelerini işgal etti. İşgal ettiği her yeri sömürdü. Bütün ham maddelerine el koydu. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla da Batı, işgal etmedik İslâm diyarı bırakmadı.
Halbuki Müslümanlar dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini ve dünyanın en güçlü devletlerini kurmuş köklü bir geleneğe sahiptiler. Hz. Muhammed’in vefatından 100 sene sonra Atlantik Okyanusu’ndan Çin ortalarına kadar uçsuz bucaksız bir sahayı ellerine geçirmişlerdi. Daha sonra ise Osmanlı Devleti, kendi döneminde dünyanın en güçlü ve biricik devleti idi.
İşte böyle tarihi bir mirasa sahip Müslümanlar, Batı’nın kendisini büyük görüp İslâm âlemini küçümsemesini, horlamaya kalkışmasını hiç hazmedemedi. Yapılan haksızlıklar Batı’ya karşı büyük bir nefret doğurdu.
Mısır gibi bazı ülkeler, Batı’yı taklit yoluyla moderneleşmeyi denediler. Bu ise halk arasında ters tepki yaptı. Zira halk yeni yöneticilerin kendi örf ve adetlerini, dini geleneklerini hor gördüklerini müşahede etti.
Dostları ilə paylaş: |