"EZANDA BİRLİK" REFORMU!
Sene 1970 veya 71 idi. Kasabamızın merkez camii minaresine din görevlilerinin arzusuyla hoparlör yeni takılmıştı. Hoparlörden çıkan gür sesi işiten halk sevinç içindeydi.
O günlerde Ahmet Amca’nın dükkanına uğramıştım. Kendisini üzgün ve düşünceli görünce, “ Hayrola Ahmet Amca, Karadenizde gemilerin mi battı yoksa?” diye takıldım.
Başını kaldırıp, “ Evlad, iyi olmadı! Bunlar bindikleri dalı kesiyorlar.” dedi. Ben, “ İyi olmayan nedir?” diye sorunca, karşısındaki caminin hoparlörünü gösterdi. Ben, “ Bunun neresi kötü?” diye sorduğumda, “ Bu, bu kadarla kalmaz, bir gün gelir bütün camilere bağlanır, sonra da ezan tek camiden okunarak ezan olmaktan çıkarılır; hatta namaz da bu şekilde merkezi olarak kılınır, müezzine, imama ihtiyaç kalmayacak, diye korkuyorum” demişti.
Geçen hafta, bazı illerde ezanın merkezi bir sistemle okunmaya başlandığı haberini okuyunca, rahmetli Ahmet Amca’yı hatırladım. İleri görüşlülüğünü bir kere daha takdir ettim. “Diyanet İşleri Başkanlığı son dönemde yürüttüğü, “dinde reform” çalışmalarını "Ezanda Birlik" projesiyle sürdürüyor.” şeklinde başlayan habere göre; bazı illerde ezan, müzik dersi alan sesi güzel müezzinler tarafından bir merkezden okunuyormuş artık. Bundan böyle altyapısı hazır olan illerde ezan merkezi bir camide okutulacakmış. Zamanla bütün şehirler merkezi sisteme geçecekmiş.
Açıkça söylenmese de işin içinde, tasarruf ve dini zamana, teknolojiye adapte etme yani dinde reform var. Ne diyelim devir iktisat devri. Her işte iktisat yapılıyor, din hizmetlerinde olmasın mı? Bu sistem genişletilince, daha da merkezi hale getirilince müezzinlere ihtiyaç kalmayacak. Hatta daha çok tasarruf için teyp kaseti de kullanılabilir. Teknik açıdan aralarında zaten fark yok. Çünkü, insan sesi, mikrofona gelince gayb oluyor, bitiyor. Elektriğe, sonra miknâtıs dalgalarına çevriliyor. Bu elektro-manyetik dalgalar, antene gelip, elektriğe ve sonra yeni bir sese çevriliyor. Hoparlörde de böyle olmaktadır. Zâten hoparlör, elektrik dalgalarını ses dalgalarına çeviren âlet demek olduğu, Fransızca “Larousse” da bile yazılıdır.
Ayrıca minareler baz istasyonu olarak kiraya da verilmeye başlanmış. Bu da önemli bir gelir kaynağı. Dedik ya devir tasarruf devri! Zaten minareye çıkılmadığı için sadece hoparlör direği olarak kullanılıyordu, minareye çıkan yoktu. Minareler işe yaramış olur!
Oldu olacak, başlamışken Ahmet Amca’nın söylediği ikinci kısmı da hayata geçirseler bari! Bundan daha çok tasarruf sağlanır. Merkezi bir camiden namaz kıldırılıp, bağlantı kurulmuş diğer camilerdeki cemaat buna uyarsa, imamlardan da tasarruf sağlanır. Böylece ekonomik krize büyük destek sağlanmış ve teknolojiye de uyulmuş olunur.
Hizmette sınır yok, ileride evlere de hat çekilip, cemaat camiye gitmekten de kurtarılabilir. Evinde çoluk çocuğu ile namazını kılar. Camilere de ihtiyaç kalmaz. Zaten bazı islam(!) ülkelerinde bu var. Demek ki daha sırası gelmemiş, sırası gelince bizde de uygulanır. Nasıl olsa teknoloji her gün gelişiyor. Ben imamın kendini de göreceğim diyenlere görüntü sağlamak ta mümkün. Böylece Medine’de kılınan namaza evinde görüntülü olarak uyabilir. İmam Medine’de siz burada huşu (!) içinde namazınızı kılabileceksiniz.
Hıristiyanlar, bu teknolojiyi bulmuşlar, fakat geri zekalı oldukları için(!) kendileri ibadetlerinde kullanmayı akıllarına getirememişler. İbadetlerini asırlardır yaptıkları gibi yapıyorlar, mikrofon kullanmıyorlar ayinlerinde; hâlâ Kiliselerde çan çalıyorlar. Halbuki, herkes duyamıyor çan seslerini. Çan sesini hoparlör ile yükseltseler her tarafta duyulacak. Bütün Hıristiyanlar Kiliseye koşacak. Kiliseler, boş kalmaktan, kapanmaktan kurtulacak!
Değerli okuyucularım, teknoloji yerinde kullanılmazsa böyle garabetler ortaya çıkar. İbadetlerin yerini elektronik aletler alır. Programlanmış ruhsuz robotların yatıp kalkması haline döner. İşte dinde reform, dine bid’at sokmak budur. Bid’atler dini, gerçek din olmaktan çıkartır. İsterseniz biraz da ibadetleri ruhsuz, zamana ve kişilere göre değişen, şekli hareketler haline getiren bid’atin dinimizdeki yeri üzerinde duralım.
REFORM VE BİD’AT FELAKETİ
Teknolojide, müspet ilimde değişme, gelişme esastır; dinde ise değişmemezlik esastır. Bu kurala uyulmazsa, mesela, esası değişmezlik olan din değiştirilmeye, teknolojiye, zamana uydurulmaya çalışılırsa dün bahsettiğim merkezi ezan, merkezi namaz gibi garabet ortaya çıkar. Din, din olmaktan çıkar, oyuncak haline gelir.
Bunun için dinimiz, dinde değişiklik, dini tabirle “bid'at” üzerinde çok durmuştur. Peygamberimiz, “Her bid'at sapıklıktır ve her sapık da Cehennemdedir.” buyurmuştur.
Dinde bu kadar önemli bir yeri olan bid’at nedir, bunun üzerinde duralım. Bid’at, Resûlullah efendimizin ve Eshâbının zamanında olmayıp da daha sonra ortaya çıkan ve ibâdet olarak yapılan şeyler demektir.
Allahü teâlâ, kullarını, kendisini tanımaları ve ibâdet etmeleri için yarattı. İbadetin nasıl yapılacağını da Peygamberimiz vasıtasıyla kullarına bildirdi. Kullarına bırakmadı. Bir insan, kendi görüşü, anlayışı ile ibadet yaparsa, O'na kulluk yapmamış olur. Resûlullahın bildirdiklerinde eksik veya fazlalık bulmuş olur. Hâlbuki dinde eksiklik olmaz. Böyle yapılırsa daha iyi olur demek, Resûlullahın bildirdiğini beğenmemek olur. Hadis-i şerifte “İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir “ buyuruldu.
Bugün dini hassasiyet kalmadığı için bazı bid'atler güzel görünse de, Ahırette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. Çünkü Peygamberimiz, “Her bid'at sapıklıktır” buyurmuştur. Kur'an-ı kerimde, “Bazı şeyleri faydalı sanıp seversiniz. Hâlbuki o şeyler sizin için zararlıdır” buyuruldu. (Bekara 216)
Bid’atin ne kadar tehlikeli bir girişim olduğunu şu hadis-i şerif de göstermektedir: “Bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, cihadı, farz ve nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi dinden çıkması kolay olur.”
Bu, teknolojik gelişmelere tamamen kapalı olmak manasına gelmez. Dinde, ibâdette olmayıp, âdette olan yenilikler, yanî yapılırken sevap beklenilmiyen değişiklikler bid'at olmaz. Meselâ, yemekte, içmekte, binme ve taşıma vâsıtalarında, binalarda yapılan yenilikleri, değişiklikleri dînimiz reddetmez. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak lazım olur.
Meselâ radyo, hoparlör, elektronik makinalar yapmak ve bunları ibâdetlerin dışında vaazda, konferansta kullanmak câizdir. Fakat, ibâdetlerde kullanmak, meselâ, radyo, TV'deki imâma uyup namaz kılmak, ibâdetin şeklini değiştirmek olur, bid'at olur. Böyle kılınan namaz kabûl olmadığı gibi, ibâdet değiştirildiği için ayrıca büyük günâha girilmiş olur.
Enes bin Mâlik hazretleri, birgün ağlıyordu. Sebebi sorulduğunda,” Resûlullahtan öğrendiğim ibâdetlerden, değiştirilmemiş bir namaz kalmıştı. Şimdi, bunun da elden gittiğini görüyor, bunun için ağlıyorum” buyurdu.
Bid’atin bir tehlikesi de tevbe etme durumu olmamasıdır. Çünkü, bir Müslüman, bid'at ortaya çıkarırsa veya başkasının çıkarmış olduğu bir bid'ati yaparsa, bu bid'ati iyi bildiği ve karşılığında sevap beklediği için, bundan tevbe etmek alına gelmez. Bir hadîs-i şerîfte, “Bid'at sahibi, bid'atini terk etmedikçe, Allahü teâlâ ona tevbe etmesini nasîb etmez.” buyuruldu.
Tevbe etmedikçe de yaptıklarından sevap alamaz. Hadîs-i şerîfte de, “Allahü teâlâ, dinde bid'at olan birşeyi yapan, bu bid'ati, Allah rızâsı için terk etmedikçe, onun hiçbir amelini kabûl etmez.” buyuruldu.
Bunun için bid’atten, bid’at sahibi olanlardan uzak durmak lazımdır. Bid'at sâhibi olanlara, hürmet eden, dirilerini ve ölülerini medheden, bunları büyük bilen, dîn-i islâmı yıkmaya, dünyadan kaldırmağa yardım etmiş olur.
Bilerek veya bilmeyerek, bir Müslümanın dinin yıkılmasına yardım etmesi ne büyük felaket!..
Dostları ilə paylaş: |