Divan şiirinin mazmun estetiği, ken­di içinde olumlu yönleri yanında tenkidi davet etmiş aşırılıklara da zemin hazır­lamıştır


DİYANET VAKFI (TÜRKİYE DİYANET VAKFI)



Yüklə 0,85 Mb.
səhifə13/24
tarix07.01.2019
ölçüsü0,85 Mb.
#91444
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   24

DİYANET VAKFI (TÜRKİYE DİYANET VAKFI)

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın verdiği hizmetleri desteklemek amacıyla 1975 yılında kurulan vakıf.

Osmanlılar'ın son döneminde ve Tür­kiye Büyük Millet Meclisi hükümeti za­manında din ve vakıf hizmetleri Şer'iy­ye ve Evkaf Nezâreti'ne bağlı idi. Aynı teşkilât içinde yer aldıklarından vakıflar din hizmetlerine malî destek sağlar, di­nî müesseseler de hayır maksatlı vakıf­ların kurulmasını ve halkın bunlara ba­ğış yapmasını teşvik ederdi. Cumhuri­yet döneminde din ve vakıf hizmetleri­nin birbirinden ayrılması vakıfların ge­lişmesini olumsuz yönde etkilemiş, ayrı­ca Diyanet İşleri Başkanlığı'nın vakıfla­rın malî desteğinden mahrum kalması­na sebep olmuştur. Devlet bütçesinden aynlan tahsisat ise yetersiz kalmış, bir vakfın aracılığı olmadan devlet daireleri bağış kabul edemediği için hayır sever halkın maddî desteğinin sağlanması ko­nusunda da bir boşluk meydana gelmiş­tir. Bu boşluğu doldurmak üzere 22 Ha­ziran 1965 tarih ve 633 sayılı Diyanet İş­leri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 14. maddesinin (e) fık­rası ile özel bir "şartlı bağış fonu" kurul­ması hükme bağlanmışsa da kanunî dü­zenlemenin eksik yapılması sebebiyle bu hükmün uygulanması mümkün ol­mamıştır. Din hizmetlerini desteklemek üzere Türkiye çapında kurulan dernek­ler de bu boşluğu dolduramamış, farklı düşüncedeki grupların dernek yönetim­lerini ele geçirmesiyle Diyanet İşleri Baş­kanlığı birtakım problemlerle karşı kar­şıya kalmıştır. Daha sonra vakıfların ge­lişmesini sağlamak üzere çıkarılan 13 Temmuz 1967 tarih ve 903 sayılı kanu­nun 3. maddesiyle genel, özel ve katma bütçeli idareler bütçeleri içinde kalan hizmetlerin yerine getirilmesi için tesis edilen vakıflara bakanlar kurulunca ver­gi muafiyeti tanınacağı hükme bağla­narak vakıf kurma işi teşvik edilmiştir. Kanun yürürlüğe girdikten sonra, genel bütçeli bir devlet kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetlerini destekle­mek amacıyla dönemin Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan (Dr), başkan yardımcıları Tayyar Altıkulaç ile Yakup Üs­tün ve hukuk müşaviri Ahmet Uzunoğ-lu tarafından Türkiye Diyanet Vakfı adıy­la bir vakıf kurulmuş ve 20 Aralık 1977 tarih ve 7/14422 sayılı bakanlar kuru­lu kararı ile de bu vakfa vergi muafiyeti tanınmıştır (13.01. 1978 tarih ve 16168 sa­yılı Resmî Gazete).

Türkiye Diyanet Vakfı'nın gayesi vakıf senedinin 2 ve 3. maddelerinde açıklan­mıştır. Bu maddelerde, asıl amacın Di­yanet İşleri Başkanlığı'nın verdiği hiz­metleri desteklemek olduğu, bu arada toplum için faydalı diğer sosyal hizmet­leri yerine getirmenin de hedeflendiği, ancak öncelikle din hizmetlerine ağırlık verileceği belirtilmektedir. Başkanlık, bütçe imkânlan ile yerine getiremediği birçok hizmeti vakfın maddî desteğiyle yürüttüğü gibi cami, Kur'an kursu, eğitim merkezi, müftülük hizmet binası, lojman vb. ihtiyaçlarını da büyük ölçüde vakıf eliyle karşılamaktadır. Araştırma merkezleri kurmak, İslâmî ilimler ve İs­lâm sanatı konularında neşriyat yapmak, Türkiye dışındaki Türkler'in dinî ve kül­türel hayatları ile ilgilenmek, yoksulla­ra, düşkünlere ve hastalara yardım et­mek, öğrenim bursları vermek, öğrenci yurtları açmak gibi faaliyetler senette öngörülen diğer hizmetlerdir. Vakıf, se­nedinin 2. maddesine uygun olarak şartlı bağışları da kabul etmekte ve bağışla­nan malı hayır severin arzusuna uygun şekilde kullanmaktadır.

Türkiye Diyanet Vakffnın organları şunlardır: Genel Kurul, Mütevelli Heye­ti. Denetleme Kurulu, Genel Müdürlük, Dış İlişkiler ve Bağlı Kuruluşlar Koordi­natörlüğü. Vakfın en üst organı olan ge­nel kurul, senedin 12. maddesine göre Diyanet İşleri başkanı, kurucu üyeler, ilk mütevelli heyeti üyeleri. Diyanet İşleri eski başkanları, vakıf kurulduktan son­ra genel kurul üyeliğine kabul edilenler­le mütevelli heyeti tarafından davet edi­lecek beş müftüden oluşmaktadır. Bu kurulun vakıf senedinin 13. maddesin­de sayılmış olan en Önemli yetkileri, ken­di bünyesine üye kabul etmek ve müte­velli heyetiyle denetleme kurulu üyele­rini seçmektir. Mütevelli heyeti vakfın yürütme organı olup görev ve yetkileri senedin 10. maddesinde belirtilmiştir. Heyet, vakfın idare ve temsiline ilişkin bütün işleri yürütmekle görevlidir: bun­lar, genel kurul ve denetim kurulunun görev ve yetkileri dışında kalan vakfın bütün işleridir. Yedi kişiden oluşan mü­tevelli heyeti genel kurul üyeleri için­den iki yıl için seçilir; ancak bunların en az üçünün Diyanet İşleri teşkilâtında gö­revli olmaması gerekmektedir. Heyetin tabii başkanı Diyanet İşleri başkanıdır. Denetleme kurulu, genel kurul tarafın­dan seçilen üç üyeden meydana gelir; görevi mütevelli heyetinin çalışmalarını denetlemek ve bu hususta genel kuru­la rapor sunmaktır. Vakfın diğer iki or­ganı da mütevelli heyetince verilen işle­ri yapar.

Vakfın Şubeleri. Vakıf senedinin 4. mad­desiyle mütevelli heyetine il ve ilçelerde şube açma yetkisi verilmiştir. Şubelerin nasıl açılacağı, görev ve yetkileri ve ça­lışma usulleri, mütevelli heyetince yü­rürlüğe konulmuş olan bir talimatta gös­terilmiştir. Şubeler senette belirtilen hiz­metleri, bulundukları il veya ilçelerde kendi maddî imkânlan ölçüsünde yeri­ne getirmeye çalışırlar. Bu şubeler, beş veya yedi kişiden meydana gelen bir yö­netim kurulu tarafından idare edilir. Yö­netim kurulu başkanı il veya ilçenin müf-tüsüdür; üyelerin yarısı halktan, yarısı Diyanet İşleri Başkanlığı personelinden seçilir. Halen yetmiş altısı illerde. 811'i ilçelerde olmak üzere toplam 887 şube hizmet vermektedir.

Vakfın Sahip Olduğu Gayri Menkuller. Vakfın bütün yurt sathında bir kısmına bağış, bir kısmına satın alma yoluyla sa­hip olduğu çeşitli gayri menkulleri bu­lunmakta ve bunların büyük çoğunluğu Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetinde kul­lanılmaktadır. Toplam sayısı 5812 olan bu gayri menkullerin dökümü şöyledir: 1431 cami, 744 Kur'an kursu, 240 müf­tülük binası, 28 İmam-Hatip Lisesi. 4 eği­tim merkezi, 578 lojman, 195 dükkân, 133 büro. 23 depo, 6 yayınevi, 115 yurt binası, 32 sosyal tesis. 1722 arsa, 368 arazi ve 288 çıplak mülkiyet.

Vakfın Başlıca Faaliyetleri:



1- Hac ve Um­re Seferleri. 1979 yılında hükümet tara­fından çıkarılan bir kararname ile haç ve umre seferlerini düzenleme görevi Diyanet İşleri Başkanlığı'na verilmiş, an­cak bu konuda Türkiye Diyanet Vakfı ile iş birliği yapılması öngörülmüştür. Bu­na göre hac ve umre seyahatlerinin pa­raya ilişkin bütün işleri vakıfça yürütü­lür. Hava ve kara yoluyla sefer düzen­lenmesi, hacı adaylarının ihtiyacı olan malzemenin temini, Mekke ve Medine'­de kalacakları yerlerin kiralanması, sağ­lık hizmetleriyle ilgili hususlar vakıfça gerçekleştirilir ve bu seferlerde görev alan bütün personelin yolluklanyla di­ğer masrafları vakıf tarafından ödenir. Vakıf 1989 yılında, Irak yolu ile hacca ve umreye gidecek vatandaşlara hizmet vermek için, Şırnak ili Silopi ilçesi Habur sınır kapısı yakınlarında 333.000 met­rekarelik bir alan üzerinde konaklama tesisleri inşa etmiş, Suriye yolu ile gide­cek vatandaşlara hizmet vermek için de Hatay'ın Reyhanlı ilçesi yakınlarında bu­lunan Cilvegözü sınır kapısında benzer tesislerin inşasına başlamıştır. Körfez savaşı sırasında Türkiye'ye sığınan mültecilerden 22.000'i hükümetçe Habur Hac Konaklama Tesisleri'nde barındırıl-mtştır. 1994 yılına kadar toplam 645.867 kişi başkanlık-vakıf organizasyonu ile hacca gitmiştir. Vakıf bu faaliyetlerinden hem gelir sağlamakta hem de vatandaş­lara çeşitli hizmetler vermektedir.

2- Kocatepe Camiİ'nin İnşası. Temeli 1967 yılında atılan ve inşaatı 15 Mart 1981 tarihine kadar Türkiye Diyanet Si­tesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği ta­rafından yürütülen Ankara Kocatepe Ca­mii, bu tarihte maddî imkânlarının tü­kenmesi sebebiyle derneğin kendini fes­hetmesi üzerine Türkiye Diyanet Vak-fı'na devredilmiştir. Kaba inşaatı bitmiş durumda iken vakfa intikal eden cami, mııerınaen Din oıaraK îtföb yııınaa rıııen hizmete açılmıştır. Vakıf ayrıca Türkiye'­nin çeşitli yerlerinde halk tarafından yap­tırılan camilere para yardımında bulun­maktadır.

3- Kutlu Doğum Haftası Faaliyetleri. Hz. Peygamber'in doğum yıldönümü, vakıf mütevelli heyetinin aldığı bir kararla 1989 yılından itibaren Kutlu Doğum Haftası adı altında yedi gün süreyle kutlanmak­tadır. Bu münasebetle çeşitli illerde Hz. Peygamber ve İslâm dini hakkında kon­ferans, seminer, şiir yarışmaları, konser­ler düzenlenmekte ve yarışmalarda ba­şarılı olanlara ödüller verilmektedir. Ay­rıca hafta dolayısıyla kitaplar çıkarılmak­ta ve çeşitli hâtıra eşyası hazırlanmak­tadır. Bu kutlamalar 1991 yılından iti­baren milletlerarası hale getirilmiş, böy­lece faaliyetlere değişik İslâm ülkelerin­den ilim ve din adamlarının katılması da sağlanmıştır.

4- Dinî Yayınlar Fuarı. Türkiye Diyanet Vakfı Yayın, Matbaacılık ve Ticaret İşlet­mesi tarafından 1983 yılından beri her yıl ramazan ayında Dinî Yayınlar Fuarı düzenlenmektedir. Ankara Kocatepe ve İstanbul Sultan Ahmed camilerinin son cemaat mahalleriyle avlularında açılan bu fuarlar, Türkiye'de yayımlanmakta olan dinî ve kültürel muhtevalı kitaplarla sesli ve görüntülü yayınların daha geniş halk kitlelerine tanıtılması amacını gütmekte­dir. 1994 yılında on ikincisi açılan fuara Ankara'da 115, İstanbul'da 150 yayınevi katılmıştır. Fuar süresince gerçekleştiri­len bazı faaliyetler, özellikle birçok yaza­rın sohbet toplantıları düzenleyerek eser-

lerini imzalaması, vakfın bu faaliyetinin Türkiye'nin dinî ve kültürel hayatına olan katkılarını daha da arttırmaktadır.



5- Burs Tahsisi. Vakfın kurulduğu ta­rihten bugüne kadar yaklaşık 1500 Öğ­renciye burs verilmiş olup halen bu im­kândan yurt içinde otuz yedi orta öğre­nim, 227 yüksek öğrenim ve yirmi sekiz doktora öğrencisiyle dört araştırma gö­revlisi, yurt dışında ise on altı dokto­ra öğrencisi faydalanmaktadır. Ayrıca İmam-Hatip liselerini birincilikle bitirip yüksek öğrenim için İlahiyat fakülteleri­ni seçen bütün Öğrencilere ve Diyanet İşleri Başkanlığfnın açtığı hafızlık yarış­malarında dereceye girip İmam-Hatip liselerine veya orta dereceli diğer okul­lara devam eden öğrencilere de karşı­lıksız burs verilmektedir.

6- Öğrenci Yurtlan. Bugün Ankara ve Kastamonu'da 300'er kişilik iki kız öğ­renci yurdu ile Konya'da 500 kişilik bir erkek öğrenci yurdu faaliyet göstermek­tedir. Doğrudan vakıf genel merkezince yönetilen bu üç yurdun dışında il ve ilçe şubeleri tarafından irili ufaklı 167 yurt daha işletilmekte olup bunların binala­rından 115'inin mülkiyeti Türkiye Diya­net Vakfı'na aittir. Merkez ve şubelerce işletilen yurtlardaki toplam öğrenci sa­yısı 10.924'tür.

7- Yoksullara, Düşkünlere, Hastalara Yar­dım Faaliyeti. Türkiye Diyanet Vakfı, ge­rek zekât ve fitre paralarının gerekse di­ğer yollardan elde ettiği gelirlerin bir kısmını yoksullara, düşkünlere, borçlu­lara ve tabii afetlere uğrayanlara yar­dım olarak harcamaktadır. Her yıl yok­sul ailelere yakacak ve yiyecek yardımı yapmayı ve fakir öğrencileri giydirme­yi gelenek haline getiren vakıf, böylece hem toplumda sosyal yardım ve hizme­tin gelişmesine yardımcı olmakta, hem de İslâm dininin emirlerinin yerine geti­rilmesinde müslüman vatandaşlara ara­cılık etmektedir.

8- Dış Ülkelerdeki Faaliyetler. Birçok Türk vatandaşının çalışmak üzere yabancı ül­kelere gitmesiyle Diyanet İşleri Başkanlı­ğı hizmetleri bu ülkelere doğru genişle­miştir. Türkiye Diyanet Vakfı bu konudaki çalışmalarında Diyanet İşleri Başkanlığf-na malî destek sağlamaktadır. Başkanlık tarafından Özellikle ramazan aylarında dış ülkelere gönderilen irşad ekiplerinin masrafları büyük ölçüde vakıfça karşılan­makta, ayrıca buralara Kur'ân-ı Kerîm ve dinî eserler gönderilmektedir. Vakıf bu ülkelerde satın aldığı veya diğer yol­larla mülkiyetine geçirdiği birçok binayı97 cami, Kur'an kursu ve kültür mer­kezi olarak kullanılmak üzere Türk işçi­lerinin hizmetine bedelsiz olarak tahsis ettiği gibi dinî ve kültürel alanda faali­yette bulunmak üzere kurulmuş dernek­lerle diğer vakıflara da para yardımında bulunmaktadır.

Öte yandan vakıf, Sovyetler Birliği'nin dağılması ile bağımsızlığına kavuşan müs­lüman ülkelerdeki dinî hayatı yeniden canlandırmak için bazı çalışmaların içine girmiş ve mütevelli heyeti öncelikle Azer­baycan'da beş, Nahçıvan'da bir, Türkme­nistan'da iki, Özbekistan'da altı, Kazakistan'da dört, Kırgızistan'da üç, Tacikis­tan'da bir, Arnavutluk'ta iki. Moğolistan'­da iki. Rusya Federasyonu'nda beş, Kı­rım'da bir ve Ukrayna'da bir adet olmak üzere toplam otuz üç cami inşa etme ka­rarı almıştır. Halen üçü Azerbaycan'da, ikisi Kazakistan'da, biri Türkmenistan'da olmak üzere altı caminin inşaatı devam etmekte, ayrıca ihtiyaç duyulan yerlere gönderilen din görevlilerinin ücretleri de vakıf tarafından karşılanmaktadır. Bu faaliyetlerden başka vakfın katkıları ile Baku Üniversitesi ne bağlı olarak açılan İlahiyat Fakültesi'nde ders veren ve Azer­baycan dışından getirilen öğretim ele­manlarının ücretleri yine vakıf tarafından karşılanmaktadır. Azerbaycan ve Bulga­ristan'da açılan İmam-Hatip liselerinin Türkiye'den gönderilen meslek dersleri öğretmenlerinin ücretleri ödenmekte, ay­rıca bu okullara para yardımı yapılmak­tadır. Kırgızistan'ın Oş şehrinde kurulan İlahiyat Fakültesi'ne maddî destek sağ­landığı gibi binasının da vakıfça onarılma­sı kararlaştırılmıştır. Bu fakülteye kaydı­nı yaptıran altmış öğrenci hazırlık sınıfı­nı Türkiye'de okuyacak ve masrafları va­kıfça karşılanacaktır. Türk cumhuriyet­lerinden Türkiye'ye gelerek Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Kur'an kurslarında okuyan 808 öğrenci ile çeşitli İmam-Ha­tip liselerinde okuyan seksen iki, yüksek tahsil yapan altmış iki ve yüksek lisans veya doktora yapan dört yabancı uyruklu öğrenciye de burs verilmektedir.



9- İslâm Ansiklopedisi. Türkiye Diyanet Vakfı, Batılı ilim adamlarınca hazırlanan İslâm Ansiklopedisi'nin {Encyclopedie de llslam) özellikle İslâm'ın temel esas­ları ve dinî ilimlerle ilgili çeşitli konula­rında ön yargılı olması ve gerçekleri yansıtmayan bilgiler ihtiva etmesi, öte yan­dan İslâm'ın din, kültür ve tarihini bir bütün olarak sunan başka bir çalışmanın bulunmaması sebebiyle bir İslâm ansik­lopedisi yayımlamayı kararlaştırmıştır. Bunun için 1983 yılında İstanbul'da İs­lâm Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü ku­rulmuş, beş yıllık bir hazırlık çalışmasın­dan sonra 1988'de ansiklopedinin neş­rine başlanmıştır. IX. cildi tamamlanmış olan ansiklopedi yılda iki cilt halinde yayı­mını sürdürmektedir. Ansiklopedi. 1992'-den itibaren bütün birimleri ve perso­neliyle birlikte İslâm Araştırmaları Mer-kezi'ne devredilmiş, böylece bu kurulu­şun bir yayını haline gelmiştir.

10- İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM).

Vakıf senedinin 3. maddesine göre 1980 yılında doğrudan mütevelli heyetine bağlı olarak İstanbul'da İslâm Araştırmaları Merkezi kurulmuştur. Mütevelli heye­tince yürürlüğe konulan talimata göre İslâm Araştırmaları Merkezi'nin görev­leri şunlardır:



a- İlmî araştırmalar yap­mak, çalışmalarını Özellikle İslâmî ilim­ler alanında yoğunlaştırarak telif, ter­cüme eserler yayımlamak, Türkiye Di­yanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi'rim yayımını sürdürmek;

b- Konferans, semi­ner vb. ilmî toplantılar düzenlemek, baş­ka kurumlarca düzenlenenlere temsilci göndermek;

c- Araştırmacı yetiştirmek ve bu maksatla gerekli programları ha­zırlayıp uygulamak;

d- Vakıf adına li­sans üstü öğrenim yapacak kişileri seç­mek, yüksek lisans ve doktora konula­rını tesbit edip çalışmalarını takip et­mek;

e- Araştırma kütüphanesi ve do­kümantasyon merkezi kurmak;

f- Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli kişi ve ku­ruluşlardan gelen sorulara cevap hazır­lamak, ilmî-dinî konularda kamuoyunu aydınlatacak yazılar yayımlamak. İslâm Araştırmaları Merkezi, büyük bir kısmı çeşitli üniversitelerde görev yapmakta olan seksen iki ilim adamı, kırk dört araş­tırmacı adayı ve altmış sekiz idarî-teknik personelden oluşan 194 kişilik bir ekiple çalışmalarını sürdürmektedir.

11. Ticarî Amaçlı Faaliyetler. Vakıf tica­rî nitelikteki işlerini yürütmek üzere doğ­rudan kendine bağlı İki işletme İle dört şirket kurmuştur. 1982 yılında Ankara'­da kurulan Türkiye Diyanet Vakfı Yayın, Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi, vakıf yayınlarının bastırılıp yurt içinde ve dı­şında pazarlanmasını sağlar. Bugüne ka­dar kendi matbaasında bastırdığı 133 kitapla 129 sesli ve 5 görüntülü yayını piyasaya süren işletme, pazarlama işini büyük illerde açtığı on yayınevi vasıta­sıyla yapmaktadır. Ramazan aylarında Ankara ve İstanbul'da açılan Dinî Yayın­lar Fuarı da bu işletme tarafından or­ganize edilmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı Vakıf Yayınlan İşletmesi 1988'de İstanbul'da kurulmuş olup Özellikle İs­lâm Ansiklopedisi'nin basımı işleriyle meşgul olmaktadır. 1983 yılında Anka­ra'da kurulan GİNTAŞ Gıda, İnşaat, Neş­riyat ve Turizm Anonim Şirketi daha çok vakfın inşaat işlerini yürütmekte, bu­nun yanında seyahat acentası ve soğuk hava tesisleri işletmeciliği de yapmak­tadır. Halen Türk cumhuriyetlerinde ca­mi. Kur'an kursu ve kültür merkezi in­şaatlarını sürdüren şirket, vakfa ait Ha-bur Hac Konaklama Tesisleri'ni de işlet­mektedir. Bunlardan başka eski ahşap sanatlarımızı canlandırmak ve kündekârî kapı. minber, kürsü, rahle gibi doğra­macılık eserlerinin yapımını yeni nesille­re öğretmek amacıyla Ankara'da bir atöl­ye açmıştır. Şirket Bakü'de Azerbaycan Ansiklopedisi ile birlikte GÖYTÜRK adın­da bir şirket kurmuş ve bu şirket vası­tasıyla bir matbaayı faaliyete geçirmiş­tir. TEMSAŞ Bakım, Onarım. Pazarlama. Temizlik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi 1989'da İstanbul'da kurulmuştur. Temizlik sektöründe faaliyet gösteren şirket, özellikle İstanbul'daki birçok ta­rihî caminin modern usullerle temizliği­ni yapmaktadır. KOMAŞ Kocatepe Mo­dern Mağazacılık İşletmeleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, Kocatepe Camii altındaki süpermarketi işletmek ve ma­ğazacılık konusunda faaliyet göstermek üzere 1990'da Ankara'da kurulmuştur. 1993 yılında İstanbul'da kurulan DİVAN-TAŞ Diyanet Vakfı Neşriyat, Pazarlama ve Ticaret Anonim Şirketi, İslâm Araştır­maları Merkezi tarafından hazırlanan İs­lâm Ansiklopedisi başta olmak üzere vakfın bütün yayınlarını yurt içinde ve dışında pazarlama faaliyetini yürütmek.

Güneydoğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Dicle havzasının yukarı kesiminde, neh­rin sağ yakasında denizden yüksekliği 650 m. olan yüksek bir platoda, önemli ticaret ve ulaşım yolları kavşağında ku­rulmuştur. Şehrin eski adı Amida olup bu isim hakkında çeşitli rivayetler varsa da kelimenin nereden geldiği kesin ola­rak bilinmemektedir. İslâmî dönemde bu isim Âmid şeklini almış ve XVII. yüz­yıla kadar hem şehir hem de onun mer­kez olduğu sancağın adı olarak kullanıl­mıştır. Osmanlılar döneminde bazan Ka­ra Âmid adıyla da anılan şehrin daha sonraki adı olan Diyarbekir ise müslüman Araplar bölgeyi fethettikten son­ra, Rebîa Araplan'nın iki büyük kabile­sinden biri olup Dicle kenarlarında yaşayan Bekir b. Vâil kabilesinin yayıldığı top­raklara verilen Diyar Bekr veya Diyâr-ı Bekr adına dayanır. Bu bölge için ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte VIII. yüzyıldan İti­baren kaynaklarda geçtiği tesbit edilen Diyâr-ı Bekr Osmanlı hâkimiyeti döne­minde Diyarbekir şeklini alarak Âmid şehri ve sancağı merkez olmak üzere teşkil edilen beylerbeyiliğin adı olmuş, XVII. yüzyıldan sonra ise şehir merkezi için kullanılmaya başlanmış, 1937'de Di­yarbakır şekline çevrilmiştir.

Tarih. Irak ve İran'ı Akdeniz ve Kara­deniz'e bağlayan yolların kavşağında ku­rulan şehrin milâttan önce 2300'den be­ri bir yerleşim merkezi olduğu, kalesi­nin bir kısmının milâttan önce IV. yüz­yıldan kaldığı sanılmaktadır. Milâttan sonra 349'da Doğu Roma İmparatoru II. Konstantinos Sâsânîler'e karşı şehrin etrafını surla çevirterek burasını bölge­nin askerî ve idarî merkezi haline getir­di. Ancak şehir 359 ve 502'de Sâsânî iş­galine uğramaktan kurtulamadı.

Diyarbekir, 639'da el-Cezîre bölgesinin fethiyle görevlendirilen İyâz b. Ganm'ın ordusunun sol kanadına kumanda eden Hâlid b. Velîd tarafından zaptedildi; ri­vayete göre Hâlid b. Velîd'in oğlu Süley­man ve sahabeden Sa'saa bu sırada şe-hld oldu. Süleyman'ın türbesinin İçka-te'de, Sa'saa'nınkinin de şehrin ortasın­da Ulucamİ ile Hasan Paşa Hanı arasın­da bulunduğu, bu türbenin aynı adı ta­şıyan cami ile birlikte 1926'da ortadan kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Sa'saa'nın, Muâviye zamanında el-Cezîre bölgesinin bir kısmına âmil tayin edilen Küfe eşra­fından Sa'saa b. Sûhân olması ihtimali özerinde de durulmaktadır (IA M, 606). İslâm fethiyle birlikte Diyarbekir adı ve­rilen bölgenin en önemli şehirleri Âmid, Meyyâfârikîn (Silvan), Mardin, Hısnıkey (Hasankeyf) ve Erzen idi. Aynca bura­da pek çok kasaba ve kale de bulunu­yordu.

.Diyarbekir bölgesi Abbasîler devrin­de, Emevî Halifesi Abdülmelik zamanın­dan İtibaren bu yöredeki Araplar ara-smda taraftar bulan Hâricîler'in isyanı He karışıklıklar içine düştü. Bunun ardın­dan çıkan Ermeni isyanları Emîr Buga taraflndan bastırıldı (851}. 868'de Diyar­bekir bölgesi âmili Ebû Mûsâ îsâ b. Şeyh b. Setîl eş-Şeybânî İsyan ederek istiklâ­lin! İlân edip Şeyhoğullan emirliğini kur­du. Otuz sene kadar bölgede hâkim olan bu emirlik, 899'da Halife Mu'tazıd-Bil-Öh'ın Âmid'i kuşatıp ele geçirmesiyle son buldu. Bu arada şehrin Harput ka­pısı (Dağ kapısı) civarındaki surlar da yıktırıldı. Surlar ancak X. yüzyıl başlarında Bizans tehdidi karşısında Halife Mukte­dir-Billâh, veziri İbnü'l-Furât ve Âmid şehri âmili Yahya b. İshak el-Cercerâî tarafından tamir ettirilmiş (297/909), mühendis olarak da Âmidli Ahmed b. Cemîl görev yapmıştır. Bu kuvvetli tah­kimat sebebiyle çevredeki kaleler teker teker Bizanslıların eline düştüğü halde Âmid müslümanlann elinde kaldı. 930'-da Diyarbekir ve Diyânrebîa valiliğine ge­tirilen Hamdânîler'den Nâsırüddevle Ha-san'ın 935'te el-Cezîre valiliğine tayini üzerine yerine geçen kardeşi Seyfüddev-le el-Hamdânî Ali zamanında Bizanslı­larda karşı başanlı mücadele ve müda­faada bulunuldu. 966 Eylülünde de biz­zat İmparator Nikaphoros Phokas ida­resindeki kalabalık Bizans ordusunun şehri muhasarası sonuçsuz kaldı. 967'-de Seyfüddevle'nin Ölümü üzerine kısa bir süre oğlu ve bir azatlısı tarafından idare edilen bölge, az sonra Musul Hü­kümdarı Ebû Tağlib el-Gazanfer'e bıra­kıldı. Şehir 973 ve 974'te Bizanslılar ta­rafından kuşatıldıysa da alınamadı. Bu­nun ardından 978'de Irak'ta Büveyhî Hü­kümdarı Adudüddevle'nin hâcibi Ebü'l-Vefâ tarafından ele geçirildi; 983'te Ha­lep Hükümdarı Sa'düddevle'nin hâkimi­yeti altına girdi. 984'ten itibaren Diyar­bekir bölgesi Humeydiyye kabilesinin bir kolu olan Hârbuhtî oymağının işgaline uğradı. Bu oymağın reisi olan Bâzın ye­ğeni Ebû Ali Hasan b. Mervân (ö. 387/ 997) burada Mervânoğullan emirliğini kurdu. Bu hanedandan Nasrüddevle'nin uzun süren saltanatı esnasında (1021-1061) şehrin surları tamir edildi, Dicle Köprüsü yaptırıldı; âlimler, şairler, İbn Butlan gibi hekimler de burada toplan­dı. Böylece şehir İslâm âleminin en bü­yük merkezlerinden biri haline geldi. Bu devirde yavaş yavaş Hâricîlik yerine Sün­nîlik yayılmaya, Hanbeiî, Mâlikî ve Şafiî, nihayet Hanefî mezheplerinde büyük fa-kihler şehirde görev yapmaya başlamış­lardır. Nitekim şehirde bulunan Mesu­diye Medresesi içindeki 1194 tarihli kitabeye göre burada dört mezhebin fa-kihleri bir arada öğretim faaliyetinde bulunmaktaydılar.

Nasrüddevle zamanında 1046 sonla­rında Âmid"e gelen Nâsır-ı Hüsrev şeh­rin yekpare bir kaya üzerinde kurulduğunu, çevresinde kara taştan sur bu­lunduğunu, kale kapılarından doğuda-kine Dicle, batıdakine Rum, kuzeyinde-kine Ermen, güneyindekine de Tel Ka­pısı adı verildiğini, şehrin ortasında nereden geldiği bilinmeyen bir su olduğu­nu belirterek Ulucami, surlar, bunların yükseklik ve genişliği hakkında bilgi ve­rir. Aynı tarihlerde Nasrüddevle. Doğu Anadolu'ya akınlar yapan Tuğrul Bey'in tâbiiyetini kabul etti ve bölgeye Türkmen reislerinden bazıları yerleştirildi, Âmid Kalesi'ne de Türk muhafızlar konuldu. Nasrüddevle'nin 1061'de ölümü üzerine iki oğlundan büyüğü Saîd Âmid'e, küçü­ğü Nizâmüddevle Nasr Meyyâfârikîn'e hâkim olmuş, fakat 1070'te sultan Al­parslan Âmid'e geldiğinde ikisi birlik­te onu karşılayarak itaat arzetmişlerdi. 1084'te Melikşah, Fahrüddevle Muham-med b. Cehîr'i Diyarbekir'in zaptı ile gö­revlendirdi; bir süre kuşatmadan sonra kendisi Meyyâfârikîn üzerine yürüyen Fahrüddevle'nin oğlu Zaîmürrüesâ Ebü'l-Kâsım kaleyi ve şehri Mayıs 1085'te aldı. Fahrüddevie Melikşah tarafından Di­yarbekir valiliğine getirildi. Bölgedeki kale ve şehirler Türkmen emîrlerine, boy ve oymaklarına iktâ edildi. Selçuklular'ın ilk devirlerinde Âmid'de idarecilik ya­pan kişilerin isimlerine kale kitabelerin­de ve Ulucami'de rastlanmaktadır.

Melikşah'ın ölümünden sonra Mervâ-nîler'den Nâsırüddevle Mansûr 1093 Ni­san ayında şehri ele geçirmeye teşebbüs ettiyse de başarılı olamayarak Diyârıre-bîa'ya kaçtı ve orada vefat etti; naaşı Âmid'e getirilip hanımının yaptırdığı tür­beye gömüldü. 109S'te Âmid Türk emîr-lerinden Sadr'a verildi. Onun kısa bir sü­re sonra ölümü üzerine kardeşi İnal bu şehre emîr tayin edildi ve 1183'e kadar buraya hâkim olacak İnaloğullan haneda­nını kurdu. Bu sülâle zamanında 1119'-da Ulucami yanmış, sonra tamir edilmiş, 1122'de de Ergani'de bakır madeni keş­fedilerek işletilmesine başlanmıştı. 1142'-den sonra İse Âmid Emîri İl Aldı'nın ve­ziri Nisanoğlu Müeyyedüddin idareyi ele geçirdi, ardından da kendi neslinden ge­lenler İnaloğullan Beyliği sona erinceye kadar Âmid'i yönettiler. 1151'de bu bey­lik, Mardin ve Meyyâfârikîn Artuklular'ın hâkimiyetini kabul etti. Daha sonra Se-lâhaddîn-i Eyyûbî, Hısnıkeyfâ Artuklu Emîri Nûreddin Muhammed'in tahrikle­ri sonucu 579 (1183) yılı başında Âmid önlerine gelerek şehri kısa bir kuşatma­dan sonra ele geçirdi. Bu seferde bulu­nan İmâdüddin el-Kâtib el-İsfahânfnin bildirdiğine göre o tarihte şehirde halı, kilim ve çadır imal ediliyor, aynca çok zengin bir de kütüphane bulunuyordu. Bu kütüphane daha sonra Mısır'a götü­rülmüş, şehrin idaresi de Nûreddin-Muhammed'e verilmiştir.98 Bu kuşatma esnasında Mardin. Ahlat Er-zen ve Bitlis hâkimleri de elçiler göndererek Selâhaddin'e bağlılıklarını bildir­diler. Ağustos 1185'te Meyyâfârikin'in Selâhaddin tarafından alınması, Hısnıkey-fâ'nın da onun tâbiiyetini kabul etme­siyle bütün Diyarbekir çevresi Eyyûbî-ler'İn hâkimiyetine girmiş oldu. Aynı ta­rihte Nûreddin Muhammed'in vefatı üze­rine yerine oğlu II. Sökmen geçti. Bu hü­kümdar zamanında Âmid'de Mesudiye Medresesi yaptırılmış ve babası gibi o da şehrin surlarını tamir ettirmişti.

Âmid 5-18 Ekim 1232 tarihleri arasın­da tekrar Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Kâmil 1. Nâsırüddin tarafından kuşatıla­rak alındı. 638 (1240-41) yılında da Ana­dolu Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddin Key-husrev Amid'i zaptetti. Burası 1257'de kısa bir süre için Meyyâfârikln Hâkimi el-Melikü'l-Kâmil II. Nâsırüddin'in eline geçtiyse de 1259'da Hülâgû tarafından alındı ve Moğollar'a tâbi olan Anadolu Selçuklu Devleti'ne geri verildi. Bununla birlikte Moğollar bütün Diyarbekir ha­valisine hâkim oldular. 1303'te Gazan Han Diyarbekir bölgesini Mardin Artuk-tu Sultanı el-Melikü'1-Mansûr II. Necmed-din Gazi'ye verdi. 1317'de ise şehirde büyük bir isyan çıktı. Bunun sebebi, gü­neybatıdan sürekli yapılan Moğol akın­ları yüzünden çevrenin yağmalanması, şehirde fiyatların İki katına yükselmesi, köylünün tarlalarını terkederek başka yerlere göç etmesi, hıristiyan halktan alınan vergilerin arttırılmasıdır. Ayaklan­ma Artuklu Hükümdarı Şemseddin Salih tarafından bastırıldı, ancak bu arada şe­hir büyük bir tahribata uğradı. Ertesi sene görülen kıtlık Âmid ve çevresinde büyük zararlara yol açtı. 739 (1338-39) yılında Musul, Sincar, Erbil ve Mardin'in de dahil olduğu Diyarbekir bölgesinin yıllık gelir ve gideri, bir İlhanlı belgesin­de 134.800 ve 144.800 dinar olarak gös­terilmiştir. İlhanlı Devleti'nin dağılmasın­dan sonra Celâyirliler ve Çobanlılar ara­sında mücadelelere sahne olan Diyarbe­kir yöresine 1343-1353 yıllan arasında Sutayoğullan'ndan İbrahim Şah hâkim olduysa da onun ölümü üzerine bölge Celâyirliler'in idaresine girdi.

25 veya 26 Nisan 1394'te Timur ta­rafından zaptedilerek yağma edilen şe­hir 1401 "de Karayülük Osman Beye verildi ve böylece bölgede Akkoyuntu hâ­kimiyeti başlamış oldu. 1409, 1411 ve 1418'de Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yûsuf Bey burayı kuşatıp almaya teşeb­büs ettiyse de başarılı olamadı. 1423'te oğlu İskender, 1433'te Mısır Memlûk Sultanı Barsbay aynı akıbete uğradı. Ka­rayülük Osman Bey'in 1435te Ölümün­den sonra Amid Akkoyunlu şehzadeleri Ali Bey, Hamza Bey ve Ali Bey'in oğlu Cihangir Bey'in eline geçmiş, araların­daki mücadelelere sahne olmuştu; Karakoyunlular da Cihangir Bey zamanın­da Âmid'i birkaç defa muhasara etmiş­ler, fakat alamamışlardı. Uzun Hasan Bey zamanında Karakoyunlu ülkeleri ta­mamen Akkoyunlular tarafından işgal edildikten sonra devletin merkezi Âmid'-den Tebriz'e nakledildi. Bununla bera­ber Âmid bu devletin Diyarbekir vilâye­tinin merkezi olma özelliğini korudu. Yâ-kub Bey ve Kasım b. Cihangir Âmid'de valilik yaptılar. 1504'te çok kısa bir sü­re Âmid'i ele geçiren aynı aileden El-vend'in ölümü üzerine Zeynel Bey b. Ah-med Bey b. Uğurlu Mehmed bu çevrede hükümran olmuş, fakat bu da çok kısa sürmüş, Elvend Bey'in divan reisi Emîr Bey Âmid'i idaresi altına almıştır. 1507'-de Şah İsmail'in Dulkadıroğlu Alâüddevle Bey üzerine yaptığı sefer sırasında Emir Bey Şah İsmail'e itaatini sunarak idare­si altındaki yerleri ona teslim etti. Safe-vî hükümdarı da Diyarbekir valiliğini Us-taclu Muhammed Han'a verdi. Ancak onun Âmid şehrine girmesi İki sene son­ra gerçekleşebildi; çünkü şehrin idaresi daha önce ağabeyi Emîr Bey tarafından kendisine bırakılmış olan Kayıtmaz bu­rayı terketmedi. 1510'da Alâüddevle Bey'in Âmid'i ele geçirme teşebbüsleri ise Ustaclu Muhammed Han'a yenilmesiyle sonuçsuz kaldı. 23 Ağustos 1514 Çaldıran Savaşı'nda Safevîler'in yenilme­si, muharebe sırasında yöre valisi Ustac­lu Muhammed Han'ın Ölmesi, meşhur tarihçi İdrîs-i Bitlisî'nin Doğu Anadolu'­daki faaliyetleri sonucu yöredeki Sünnî beylik ve aşiretlerin birer birer Osmanlı tâbiiyetini kabul etmeleri üzerine Âmid ahalisi de ayaklanarak şehirdeki Safevî kuvvetlerinin bir kısmını öldürdü, bir kıs­mını da şehirden çıkardı. Halk Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim'e biatini bildirdi. Bu olay üzerine Âmid bir yıl ka­dar Safevî kumandanlarından Kara Han tarafından kuşatıldı. Şehre Osmanlılar, dergâh-ı âlî müteferrikalarından aslen Âmidli olan Yiğit Ahmed kumandasında takviye gönderdiler. Fakat şehir ancak Bıyıklı Mehmed Paşa ve Rum Beylerbe­yi Şâdî Paşa idaresindeki esas Osmanlı birliklerinin yetişmesi üzerine kurtarılabildi. Kara Han'ın kuşatmayı kaldırarak Mardin istikametine çekilmesiyle 10 Ey­lül 151S'te şehir Osmanlı idaresine gir­miş oldu.

Osmanlı idaresine girdikten hemen sonra yapılan tahrire göre 1518'de şe­hir dört kapı ve bunlara göre adlandırılmış dört mahalleye (Bâb-ı Mardin, Bâb-ı Rûm, Bâb-ı Cebel ve Bâbü'l-Mâ) sahipti. Bu mahallelerde 1220 müslüman, 1093 gayri müslim aile ile (hâne) 237 vergi mü­kellefi mücerred (bekâr) oturmaktaydı. Mahallelerden en kalabalığı Bâbü'l-Mâ adını taşıyanıydı ve burada gayri müs-limler çoğunluktaydı. Aralarında yirmi sekiz hâne, üç mücerred nüfusa sahip küçük bir yahudi grubu da yer alıyordu. Şehrin nüfusunun % 54'ünü müslüman-lar teşkil etmekteydi. Aynı tarihte şehir­de bir darphâne, bir kirişhâne, birer de boyahane, macunhâne. tabakhane, bo-zahâne ve başhâne bulunuyordu. Şehir­deki boyahanenin yıllık gelirinin 150.000 akçe olması, şehirde dokumacılığın ne kadar ileri gitmiş olduğunu gösterir99. Bu gelir 1568'de 213.617 akçeye yükselmiştir. Ayrıca Di-yarbekir beylerbeyiliğine bağlı pek çok yerde de boyahaneler vardı. Diyarbekir'in bilhassa kırmızı kök boya ile boyanmış iplikleri meşhurdu.

1540 tarihli Tahrir Deften ne göre Âmid'in nüfusunda büyük bir artış ol­muş, müslüman nüfusun % 13 oranında artmasına karşılık gayri müslim nüfus­taki artış nisbeti % 95'e ulaşmıştı. Bu­nun sebebinin Hazro, Sasun, Atak, Genç, Muş, Eğil, Hısnıkeyfâ gibi yerlerden şeh­re göçler ve yerleşmeler olmasıdır. Bu­ralardan gelen gayri müslimler cemaat­ler halinde birer kiliseye bağlı olarak kay­dedilmiştir100. Bun­lar yirmi altı cemaat teşkil etmişler, yahudiler de Nastûrî kilisesine mensup olarak gösterilmişlerdir. Bu tarihte şe­hirde kırk iki müslüman mahallesi var­dı. Bunlar adlarını Cami-i Kebîr ile birer Akkoyunlu eseri olan Şeyh Matar Camii'nden. Hacı Abdurrahman. Hoca Ah-med, İbrahim Bey gibi mescidlerden al­mışlardır. Diğer bir mahallenin ismi Ba­lıklı Tekke'dir. Bu tekkenin Uzun Hasan Bey'e ait bir zaviye olduğu bir belgede belirtilmektedir101. Burada artık sur kapılarına göre ad­landırılmış mahalle isimlerine rastlan­mamaktadır. En kalabalık mahalleler Câmi-i Kebîr ve Hoca Ahmed mahalleleri­dir. 1540'ta kapanan darphâne 1575'te tekrar açılmıştır. 15 Eylül 1548de Kara Âmid'e gelen Fransız seyyahı Chesneau'-nun şehrin nüfusunun ekseriyetinin Er­meni ve Ya'kübî olduğunu söylemesi, hıristiyan nüfusun çevreden vuku bulan göçlerinden kaynaklanmış olmalıdır.

Şehirde Osmanlı ümerâsı tarafından yaptırılan cami, han ve benzeri eserlere fetihle birlikte rastlanmaktadır. Bunlar­dan birisi Fâtih Paşa Camii adını taşı­makta olup Bıyıklı Mehmed Paşa tara­fından inşa ettirilmiştir. Şehrin 1514-ISlS'te Kara Han tarafından kuşatıl­ması sırasında yardıma gelen Yiğit Ah­med Bey de bir mescid yaptırmış, bu­nun etrafında bir mahalle oluşmuştur. XVI ve XVII. yüzyıllarda Âmid'de Diyar-bekir beylerbeyileri Hüsrev Paşa 1521-1528. Hadım Ali Paşa 1534-1537. İs­kender Paşa 1551. Behram Paşa 1564-1572, Melek Ahmed Paşa 1587-1591 ve Defterdar Ahmed Paşa da 1594 yıl­larında birer cami inşa ettirmişlerdir. Deliller Hanı (1527, Husrev Paşa], Hasan Paşa Hanı (1574-1575), Çifte Han da ay­nı yüzyıldan kalan önemli yapılardır. Şeh­rin iç kalesinde biri Artukoğullarfndan kalan, diğeri Bıyıklı Mehmed Paşa tara­fından yaptırılan ve XVII. yüzyılda Evliya Çelebi'nin övgü ile söz edip 150 odalı, birkaç divanhâneli olarak tanımladığı iki saray vardır. Artuklu Sarayı'nın, 1766'-da bu şehri ziyaret eden Carsten Nie-buhr'un tepe üzerinde, sadece temel duvarları kalan eski sahiplerin sarayı olarak tanımladığı yapı olduğu anlaşılmak­tadır. Bu tepe halen Virantepe adını ta­şımaktadır. XVIII. yüzyıl sonlarında Di-yarbekir'de içerisinde cami. pek çok ko­nakların, hizmetli odalarının bulunduğu büyük bir saraydan bahsedilmektedir. Ancak bu sarayla Bıyıklı Mehmed Paşa Sarayı arasındaki ilişki bilinmediği gibi bu sonuncusunun da izi kalmamıştır. Sa­dece yeri İçkale'nin kuzeydoğu köşesi olarak belirlenebilmektedir. Matrakçı Na-suh'un Irakeyn Seferi dönüşünde (1535) Kara Âmid'i tasvir eden minyatüründe İç-kale'de görünen büyük yapılar bu sara­ya ait olmalıdır. Şehirde, önünde avlu­su ile görünen Ulucami dışında beş ca­mi farkedilmekte. birçok başka büyük bina da görülmektedir. Aynı yıl 10 Ekim'-de Kanunî Sultan Süleyman bu şehre gel­miş ve bir süre kalmıştır102. İçkalede birisi Dicle'ye açılan Oğrun kapı, diğeri değirmenlere giden Kü­peli kapı, son ikisi de şehre açılan Fâtih ve Saray kapıları bulunmaktaydı. XIX. yüzyıl başlarında Oğrun kapının adı Aşağıkale kapısı veya İçkale kapısına, Kü­peli kapı'nınki de Yeniçarşı kapısına dönüşmüş, saray kapısı da Fettah kapısı adını almıştı.

Şehrin XVI. yüzyılda doğuda Van-İran, güneydoğuda Mardin-Musul-Bağdat gü­neybatıda Sİverek-Urfa-Halep. kuzeyba­tıda Malatya-Sivas karayollarının mer­kezi durumundaki konumu, buraya ticarî bir Önem ve İktisadî bir güç kazandırmış­tır. Buradan geçen transit mallar ara­sında siyah ve beyaz esirler, İran (Yezd), Avrupa (Frengi). Rum (Anadolu) kumaş­ları, ipekliler, demir ve benzeri madenî eşyalar, baharat, sabun, çeşitli yiyecek maddeleri önemli bir yer tutuyordu. Bun­ların her birinden alınacak vergiler ka­nunnâmelerde belirtilmiştir. Transit mallardan bazan Van'da bâc (gümrük) alın­ması Âmid hazinesinin zaranna olduğun­dan şikâyetlere yol açmış, önlenmesi is­tenmiştir.103

Aynı yüzyılda Âmid şehrinde bir de gü-herçile imalâthanesi bulunmakta, bura­dan Halep ve Trablusşam'a işlenmiş güherçile gönderilmekteydi104. 1566'da Erciş Kalesi'nin yeniden yapılışında kul­lanılmak üzere gereken toplar (50 adet darpzen) Diyarbekir'de döktürülmüş, bu iş için Hısnıkeyfâ'dan toprak. Kiğı'dan de­mir getirtilmiş, şehrin kalesinin mahzenlerindeki kalay da kullanılmıştır.105

Diyarbekir'de bağcılığın da geliştiği, 1540'ta şehirdeki meyhanenin yıllık ge­lirinin 270.000 akçeye ulaşmasından an­laşılmaktadır. Bu tarihlerde meyhane şa­rap imal edilen yerdir ve gayri müslim unsurlar tarafından işletilmektedir106. Ayrıca hayvancılık mer­kezi durumunda olan şehirdeki koyun pazarı mukâtaası 1566'da İbrahim adlı bir Ermeni tarafından idare edilmekte ve buradan İstanbul'a Türkmen koyun­ları gönderilmekteydi. XVI. yüzyılın ikin­ci yarısında vilâyet hazinesinin çok zen­gin olduğu, 1560'ta Rumeli Beylerbeyi Mustafa Paşa'ya ödünç olarak 100.000 altın, 1565 yazında da Basra'ya "kul me-vâcibi" için 30.000 sikke filori gönde­rilmesinin emredilmiş olmasından anla­şılmaktadır.107

1613'te buraya gelen Polonyalı Sime-on indiği Hasan Paşa Ham'nı üç katlı, kagir, 500 beygiri barındırabilecek iki ahırlı, şachrvanlı, pek çok odalı bir yapı olarak tarif eder. Bunun yanında Kuyum­cular Hanı olduğunu, şehirde iki Ermeni kilisesi bulunduğunu, aşçı, kebapçı, ek­mekçi, bakkal, kasap gibi esnafın çoğunu, hancıların, darphâne ve gümrük hizmet­lerinde çalışanların önemli bir kısmını Er-meniler'in oluşturduğunu, Şemsîlerin de Mardin kapısındaki ibadethanelerinde cumartesi günleri toplanarak eğlendikle­rini yazar. Ayrıca bunların bir kısmının idarecilerin zoru ile kiliselere bağlandığı­nı, bir kısmının da başka yerlere göç etti­ğini belirtir. Nitekim Şemsîler'in Süryâ­nî kilisesine bağlandıklarını XVIII. yüzyıl sonlarında İnciciyan da doğrular. Simeon Diyarbekir'in meyvelerini, özellikte kavu­nunu metheder, bunların İstanbul'a sa­raya gönderildiğini söyler.108

Evliya Celebi, 16S5-1856'da Âmid'in kırk yedisi müslüman, yedisi Ermeni elli dört mahallesi olduğunu belirtir; şehrin bir kısım camilerinden, mescidlerinden, medrese ve hanlarından bahseder. XVII. yüzyılın ilk yarısında yaptırılan Nasuh Paşa Camii ve ona bitişik medreseden (Servisehî Hatun), Kara Mustafa Paşa Ca-mii'nden söz etmez. Onun bahsettiği Hüs-reviye Medresesi, Beylerbeyi Hüsrev Pa-şa"nın cami ile birlikte yaptırdığı, XVI. yüzyılda ünlü âlim ve tarihçi Muslihud-dîn-i LârTnin de müderrislik yaptığı med­resedir. Evliya Çelebi, Hasan Paşa Ha-nı'ndan başka Mardin kapısı dibindeki Bezirgan Hanı'ndan, içerisinde pek çok esnafı barındıran 1008 dükkanlı bir be­destenden de bahseder. Bu yapı, harap olduğu için 1900 tarihlerinde Diyarbe-kir Valisi Hâlid Bey tarafından tamir et­tirilen, 800 dükkanlı ve "çarşûyı kebîr" diye tavsif edilen bina olmalıdır. Bezir­gan Hanı da Hüsrev Paşa'nın 1527-1528'-de yaptırdığı binadır.

Şehirde Gülşenî ve Nakşibendî tari­katları yaygındır. Gülşenî tarikatının ku­rucusu İbrahim'in babası Âmidli olup kendisi de bu şehir yakınlarında doğ­muş, 1533'te vefat etmiştir. XVII. yüzyıl ortalarında Âmid'de 146 saray ve pek çok hamam bulunduğu da verilen bilgi­ler arasındadır. Diyarbekir'in tarım mah­sulleri yanında kuyumculuğu, kılıç, bı­çak, hançer İşçiliği, kırmızı bezi, "gülşeftâlû" sahtiyanı da meşhurdu. Aynı tarih­lerde Diyarbekir'e gelen Tavernier kırmı­zı marokenlerinden övgüyle söz eder.

1766'da Âmid'i ziyaret eden Carsten Niebuhr şehrin bir planını yapmıştır. Bu tarihte İçkale'deki Oğrun kapısı kapatıl­mış ve şehirde on altı minare sayılabil-miştir. Bunların çoğu yuvarlak, birkaçı dört köşelidir. Bundan da Osmanlı yapı­larının çoğaldığı anlaşılabilir. Niebuhr, dokuz yıl kadar önce yani 1757'de şe­hirde büyük bir kıtlık olması yüzünden halkın ekserisinin başka yerlere göçtü­ğünden, şehirdeki evlerden 16.000'inin meskûn olduğundan, çoğunun da boş bulunduğundan bahseder. Caddeler taş kaplama ve temizdir. Şehirde Ermeni­ler. Ya'kübîler, yahudiler (çok az) olmak­la beraber bunlar nüfusun ancak dört­te birini teşkil ederler. Şehrin surlarının batısında mezarlıklar ve yazın içlerinde kar saklanan yığınlar vardır.

1816'da Diyarbekir'e geien Bucking-ham şehrin nüfusunu 50.000 kişi ola­rak tahmin eder; bunun büyük bir çoğunluğunu asker, devlet memuru, tüc­car ve sanatkâr olmak üzere Türklerin oluşturduğunu, Ermenilerin ikinci sıra­da bulunduğunu, Ermenilerin yarısının (500 aile) Katolikliği kabul ettiğini yazar. Niebuhr zamanında da şehirde bir Ka­tolik dinî cemaatin olduğu bilinmekte­dir. Niebuhr onların yanında kalmıştır. Buckingham Süryânîler'in 400 aile ka­dar olduğunu, yahudilerin Bağdat, Ha­lep ve İstanbul'a göç ettiklerini ve onlar­dan ancak birkaç düzine ev kaldığını, az sayıda da Rum bulunduğunu belirttik­ten sonra şehirde yirmi beş cami, iki Er­meni, içerisinde İki İtalyan rahibin otur­duğu bir Katolik, birer Süryânî ve Rum kilisesiyle bir küçük sinagogun mevcut olduğundan da bahseder. Şehirde ayrı­ca yirmi hamam, on beş kervansaray ve­ya han bulunduğunu bildirerek bunlar­dan bazılarının isimlerini verir. Diyarbe­kir'in özellikle ipeklilerinden, pamuklu dokumalarından, deriden yapılmış eş­yalarından söz eder ve dokuma tezgâh­larının Hasan Paşa Ham'nda toplandığı­nı belirtir.109

Şehir XVIII. yüzyılda salgın hastalıklar dolayısıyla oldukça sıkıntılı günler yaşa­dı. 1712'de, 1762'de ve yüzyılın sonun­da üç büyük veba salgını oldu, pek çok kişi hayatını kaybetti; aynı salgın 1816 ve 1827'de tekrarlandı. 1843'teki kole­ra salgını ise uzun bir süre devam etmiş, bu sebeple vergilerin azaltılması isten­mişti. Son büyük kolera salgını Ağustos 1879'da meydana gelmiştir. Bölgenin mâruz kaldığı tabii âfetler arasında kıt­lık da vardır. 1805. 1810, 1817 ve 1845 yıllarında peşpeşe kısa aralıklarla kurak­lık olması ve iyi ürün alınamaması köylerin boşalmasına sebep oldu. Şehirdeki esnaf da bu âfetlerden etkilendi, çevre şehirlere mal gönderitemez oldu110. 1825-1843 arasında yollarda asayişsizlik hüküm sürmekte, kervanlar sık sık soyulmaktaydı. Şehir­de ise zaman zaman aynı yüzyılda as­kerî gruplar ayaklanmışlar, bazı İşyerle­rinin tahribine sebep olmuşlardı.

Diyarbekir'de XVlI-XIX. yüzyıllarda va­lilik yapan bazı paşalar çeşitli hayır eser­leri bırakmışlardır. Nasuh Paşa (1606-1611), Silâhdar Murtaza Paşa (1631-1633), Kara Mustafa Paşa (1644 ve 1650), İsma­il Hakkı Paşa (1868-1875) birer cami, Köp­rülü Abdullah Paşa (1717-1720) bir dâ-rülkurrâ. Sarı Abdurrahman Paşa (1763-1766) bir kütüphane yaptırmıştır. Süley­man Paşa da (1815-1816) şehir surlarını tamir ettirmiştir. Bu tamirde, o tarihler­de çevredeki asayişsizliklerden dolayı şehri koruma altına alma düşüncesinin rolü olmalıdır.

1900 yıllarında vali bulunan Hâlid Bey ise büyük çarşı dışında pek çok cami, mescid ve medreseyi yeniden yaptırmış, bazılarını da tamir ettirmiştir. Aynı ta­rihte Diyarbekir vilâyetinin İhracatının 242.800, ithalâtının 274.100 Osmanlı li­rası olduğu, ihraç malları arasında ko­yun, keçi gibi kasaplık hayvanların, buğ­day, pirinç, yağ gibi yiyecek maddeleri­nin: ithal malları arasında da ipek, ka­lay, çivit, petrol, kahve, şeker, boya ve sabunun bulunduğu görülmektedir. Şe­hirden ipekli ve keten dokumaların ihra­cının çok azaldığı da tesbit edilebilmek­tedir. Bu durum ve boya ithali şehirde­ki dokuma sanayiinin gerilediğini gös­terir. Yabancı memleketlere Diyarbekir'den mazı, deri, yapağı, ipek kozası, kürk ihraç edilmektedir.

Diyarbekir Eyaleti ve idarî Yapı. Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Âmid mer­kez olmak üzere Diyarbekir beylerbeyi-liği kurularak 4 Kasım 1515'te Bıyıklı Mehmed Paşa'ya verildi. Mayıs 1517'de Mardin Kalesi'nin de Osmanlılar'ın eline geçmesiyle Diyarbekir bölgesindeki Hıs-nıkeyfâ, Ergani, Ruha (Urfa). Siirt gibi bü­tün kaleler ve önemli merkezler aynı ida­re altında toplanmış bulunuyordu. 1518 yılında yapılan tahrire göre Diyarbekir beylerbeyiliğine bağlı on iki sancak vardı: Âmid, Mardin, Sincar, Berriyecik, Ruha, Siverek, Çermik. Ergani, Harput, Arap-gir, Kiğı ve Çemişkezek111. Kısa bir süre sonra Âmid ve Mardin bir­leştirilmiş. Berriyecik bir kaza olarak Mardin sancağına bağlanmış, Musul, Deyrirahbe, Âne ve Hît sancakları da Diyar-bekir beylerbeyiliğine dahil edilmiş, böy­lece on dört sancaklı bir beylerbeyilik haline gelmiştir. Bu beylerbeyi likte 1522 yıllarında 16 kale, 29 şehir (neft). 2876 karye, 1039 mezraa, 17 ada ve 465 do­lap (bedesten içindeki küçük dükkân) var­dı. Bu son iki yerleşim mahalleri Deyri-rahbe, Âne ve Hît sancaklarında bulunu­yordu. Bunlar Fırat üzerinde veya kenarındaki küçük yerleşim birimleriydi. Ay­nı tarihte beylerbeyiliğe bağlı sancak-lardaki devlet görevlileri, müstahfız, diz­dar gibi askerlik hizmetindekiler, vakıf mensupları da dahil olmak üzere 101.691 hâne dolayında idi112. Bu sancaklar dışında bazı resmî belge­lerde birer sancak olarak gösterilen, fa­kat yurtluk-ocaklık sistemiyle idare edi­len Atak, Palu, Eğil, Çapakçur, Sasun, Terdi, Kulp, Bitlis, Cizre, Genç, Cüngüş, Hısnıkeyfâ gibi birimler de beylerbeyili­ğe bağlıydı. Bağdat'ın fethinden sonra Âne ve Hît İle Musul sancaklarının Bağ­dat beylerbeyiliğine, Urfa'nın da bazan Diyarbekir'e, bazan da Rakka eyaletine bağlandığı ve onun merkez sancağını oluşturduğu görülmektedir. XVI. yüzyıl ortalarından sonra Bitlis de Van beyler­beyiliğine bağlanmıştır.

XVII. yüzyılın ortalarında ise Cizre (Cezîre-i İbn Ömer). Eğil, Genç, Palu ve Hazo birer hükümet olarak Diyarbekir bey­lerbeyiliğine bağlı gösterilmiştir. Hazo Harput değil Sasun'un bir başka adıdır.113

1670-1671'de Diyarbekir valiliği ya­pan Silâhdar Ömer Paşa'nın adamları­nın eyaletteki sancaklardan, bu arada Eğil, Palu gibi hükümet türü idareye sa­hip bulunan birimlerden cerîme ve öşür toplamaları, bir kısmından da "tahvil pa­rası" almaları, bu tür idarî yapıya sahip olan mahallerin merkezî otorite ile bağ­larını göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir.114

Evliya Çelebi'ye göre Diyarbekir beylerbeyiliği seferde cebelüteriyle 30.000 asker çıkarmaktadır, bunun 2000"i Âmid sancağındandır.

Diyarbekir vilâyeti XIX. yüzyılda birçok değişikliğe uğradı; son olarak 1869'da Diyarbekir, Ma'mûretülazîz (Elazığ), Siirt ve Mardin sancaklarından müteşekkil­di. Evvelce birer sancak olarak Diyarbe­kir vilâyetine bağlı pek çok yer de kaza haline getirildi. Ergani, Palu ve Malat­ya'nın Ma'mûretülazîz; Siverek. Lice, Silvan ve Re'sül'ayn'ın Diyarbekir; Cizre ve Nusaybin'in Mardin sancaklarına bağlan­ması bu duruma iyi birer örnek teşkil eder.



İkinci Meşrutiyet döneminde Diyarbe­kir vilâyeti biri merkez, diğerleri Sive­rek, Mardin ve Ergani olmak üzere dört sancağa ayrıldı.

Bibliyografya:



BA. TD, nr. 64, s. 216 vd.; nr. 200, s. 34-55, 58; nr. 998. s. 279; BA. MD, nr. 3, s. 263; nr. 5. s. 317. 380; BA. MAD, nr. 2775, s. 25, 196, 709, 1430; nr. 19.661, s. 3; Nâsır-ı Hüsrev. Se-fernâme (trc. Abdülvehhap Tarzi). İstanbul 1967, s. 12-14; Matrakçı Nasuh. Sefer-i Irâkeyn, s. 238, 279, 280; tıpkı basım, vr. 102a; Celâlzâde, Tabakâtü'i-memâlik, vr. 276"; Muhyî-yi Gül-şenî, Menâkıb, bk. İndeks; Ayn Ali. Kauânîn-i Âl-i Osman, s. 29-31; Le uoyage de Monsieur d'Aramon (nşr. Ch. Scheffer), Paris 1887, s. 92-93; Polonyalı Simeon'un Seyahatnamesi 1608-1619 (trc. H. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 98-101; M. von Oppenheim, İnschriften aus Syrien, Mesopotamien und Kleinasien, Leipzig 1909, s. 71-100; M. van Berchem - J. Strzy-gowski, Amida, Heidelberg 1910; F. Saire — E. Herzfeld, Archâologische Reise im Euphrat und Tigris-Gebiet, Berlin 1911, II; S. Flury, Is-iamische Schriftbânder Amida-Diarbekr, Pa­ris 1920; Gabriel. Voyages, s. 85-205; J. Sauva-get. "Recueil d'inscriptions arabes", a.e., s. 310-338; Diyarbekir Salnamesi 1286 ue 1318; Ali Emîrî. Tezkire-i Şuarâ-yı Amid, İstanbul 1327; a.mlf., Osmanlı Vîlâyât-ı Şarkiyyesi, İs­tanbul 1337, s. 57-70; Barkan. Kanunlar, s. 130-148; Basri Konyar. Diyarbekir Yıllığı, Ankara 1936; C. Niebuhr. Reisebeschreibung nach Arabien (nşr. Dietmar Henze). Graz 1968, II, 400-405; E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu. Sının (trc. Fikret Işıltan], İstanbul 1970, bk. İndeks; J. S. Buckingham. Trauels in Meso-potamia, London 1971, s. 213-215; Metin Sö­zen, Diyarbakır'da Türk Mimarisi, İstanbul 1971; H. Petermann, Reisen im Orient 1852-1855, Amsterdam 1976, II, 28-30; Andreas Birken. Die Prouinzen des Osmanischen Reiches, Wi-esbaden 1976, s. 189; Ara Altun, Anadolu'da Artuklu Deurİ Türk Mimarisinin Gelişmesi, İs­tanbul 1978, tür.yer.; J. B. Tavernİer. Les six ooyages en Turquie et en Perse (nşr. S. Yerasi-mos), Paris 1981, II, 24-27; İ. Metin Kunt, Bir Osmanlı Valisinin Yıllık Gelir Gideri, Diyarbe­kir 1670-71, İstanbul 1981; Suraiya Faroqhi, Towns and Toıvnsmen of Ottoman Anatolia 1520-1650, Cambridge 1984, s. 52-53, 153, 164, 185, 223; M. Mehdi İlhan, "Diyarbakır Fatihi ve Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa", Atatürk ue Diyarbakır, Diyarbakır 1981, s. 137-162; a.mlf.. "1518 Tarihli Tapu Tahrir Defte­rine Göre Âmid Sancağından Timâr Dağılı­mı", TED, XII (1981-82], s. 85-100; a.mlf., "So-me Notes on the Settlements and Population of the Sancak of Amid according to the 1518 Ottoman Cadastral Survey", TAD, XIV (1983), s. 415-436; a.mlf., "Bıyıklı Mehmed Paşa'nın Doğu Anadolu'daki Askerî Faaliyetleri", TTK Bildiriler, IX (1988), s. 807-817; a.mlf.. "Onal-tmcı Yüzyıl Başlarında Amid Sancağı Yer ve Şahıs Adları Hakkında Bazı Notlar", TTK Beüeten, L1V/209 (1990), s. 213-222; a.mlf.. "Studies in the Medieval History of Diyar-bekr Province: Some Notes on the Sources and Literatüre", a.e., Llll/206 (1989], s. 199-240; G. Vâth, Die Geschıchte der artuqidischen Fürstentümer in Syrien und der Gaz'ıra'l-Fu-râftya (496-812/1102-1409), Berlin 1987; Mar­tin van Bminessen — Hendrik Boeschoten, Ev­liya Çelebi in Diyarbekir (nşr. Klaus Kreiser), Leiden 1988; Tuncer Baykara, Anadolu'nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I: Anadolu'nun İda­rî Taksimatı, Ankara 1988, s. 102-103, 117, 198, 255; T. A. Sinclair, Eastern Turkey. an Architectural and Archaeologlcal Suruey, Lon­don 1989, III, 161-195; İbrahim Yılmazçelik. XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbekir (dok­tora tezi. 1991), Fırat Üniversitesi; Nejat Gö-yünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, Anka­ra 1991, bk. İndeks; a.mlf.. "Onaltmcı Yüz­yılın îlk Yansında Diyarbekir", BTTD, sy. 7 (1968), s. 76-80; a.mlf.. "îmâd es-Serâvî ve Eseri", TD, sy. 20 (1965), s. 73-86; a.mlf.. "Di­yarbekir Beylerbeyiliği'nin İlk İdarî Taksi­matı", a.e., sy. 23 (1969), s. 23-34; a.mlf.. "XVI. Yüzyılda Güney-doğu Anadolu'nun Ekono­mik Durumu", Türkiye İktisat Tarihi Semineri (nşr. Osman Okyar — Ünal Nalbantoğlu), An­kara 1975, s. 71-102; a.mlf.. "Yurtluk-Ocak­lık Deyimleri Hakkında", Prof.Dr. Bekir Kü-tükoğlu'na Armağan, İstanbul 1991, s. 269-277; Ramazan Şeşen, "İmâd al-din al-Kâtib al-İsfahânî'nin Eserlerindeki Anadolu Tari­hiyle İlgili Bahisler", Selçuklu Araştırmaları Dergisi, 111, Ankara 1971, s. 249-369; A!i Se­vim, 'Diyarbekir Bölgesinin Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na Katılması", Atatürk Konfe­ransları V: 1971-1972, Ankara 1975, s. 299-307; Halil İnalcık, "Osmanlı Pamuklu Paza­rı, Hindistan ve İngiltere-Pazar Rekabetin­de Emek Maliyetinin Rolü", Gelişme Dergi­si, II, Ankara 1981 (özel sayı), s. 1-65; Mehmet Ali Ünal. "XVI ve XVII. Yüzyıllarda Diyarbe­kir Eyaletine Tabi Sancakların İdari Statü­leri", Ziya Gökalp Dergisi, sy. 44 (1986), s. 31 -40; Jean-Louis Bacque-Grammont, "Un rap-port de Fil Ya'kûb Paşa, Beylerbey du Di­yar Bekir, en 1532", WZKM, LXXV1 (1986), s. 35-41; a.mlf, "Cinq lettres de Husrev Paşa, Beylerbey du Diyar Bekir (1522-1532)", JA, CCLXXIX (1991), s. 239-265; a.mlf.. "Quinze lettres d'Uzun Süleyman Paşa, Beylerbey du Diyar Bekir (1533-1534]", Anatolia Moderna, I, Paris 1991, s. 137-186; Yılmaz Kurt. "XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Diyarbekir Eyâ­letinde Sanayi ve Ticaret", TİD, V (1990), s. 191-200; Mükrimin H. Yınanç. "Diyarbekir", İA, 111, 605-626; M. Canard - Cl. Cahen, "Diyar bakr", El2 (İng), II, 343-345; D. Sellvrood, "Ami­da", Elr., I, 938.

Bugünkü Diyarbakır. Dicle vadisinin sağ tarafında bulunan Diyarbakır şehrinin kurulduğu düzlükle Dicle nehri arasın­daki zemin, doğu ve güneydoğuda kaya­lık ve dik bir kenar meydana getirmek­tedir. Kurulmuş olduğu yerde topograf­yanın gösterdiği bu elverişli şartlar şeh­rin etrafını kuşatan surların biçimini de tayin etmiştir. Şehrin her tarafı tarihî surlarla çevrilmiş olduğu halde lav akıntılannın sona erdiği bazı kesimler yük­sek yarlar halinde bulunduğundan (Fis kayası adı verilen yerde olduğu gibi) bu­ralarda sur yapmaya gerek görülmemiş­tir. Kabaca dikdörtgen biçimindeki Di­yarbakır surları, Anadolu'daki benzeri yapıların en büyüğü ve en sağlam şekilde ayakta kalmış olanıdır. Bu surların kuşattığı alanın doğu-batı doğrultusun­daki uzunluğu 1700 m., kuzey-güney doğrultusundaki genişliği ise 1300 met­redir. Duvarlarının kalınlığı yer yer 3-5 metreyi bulan surların toplam uzunlu­ğu 5 kilometredir. Surların üzerinde yer­den 8-12 m. yükseklikte bulunan ve "devriye yolu" adı verilen bir yol bütün şehri çevreler. Bu yolu dışarıya doğru 70 cm. kalınlığındaki bir mazgal duvarı korumaktadır. Surların üzerinde çeşit­li şekillerde (yuvarlak, dört köşe, bazıları çok köşeli) yetmiş sekiz burç sıralanır. Surun güneybatıdaki dönemeç yerine de üç takviye burcu eklenmiştir.115

Bu surlar, sur içi ve sur dışı olmak üze­re günümüz Diyarbakır şehrini birbirin­den ayırır. Sur içindeki kesim, daha çok tarihî eserler ve dar sokaklar boyunca sıralanmış kendine özgü Diyarbakır ev­leriyle dikkati çeker. Surlar içindeki ke­simin kuzeydoğu köşesinde İçkale bulu­nur. Bu köşe şehirden yarım daire şek­linde bir duvarla ayrılmıştır. İçkale'nin içinde de Virantepe denilen yerde sur­larla çevrili bir kesim daha bulunmak­tadır. İçkale'de, Dicle tarafına doğru açı­lan küçük bir gizli kapı ile (Oğrun kapı) kuzeyde gene dışa açılan Fetih kapısı, şehre doğru açılan Saray ve Küpeli adlı kapılar vardır. İçkale içindeki önemli ta­rihî eserler. Hz. Süleyman veya Nâsıriy-ye Camii adlarıyla da bilinen Kale Camii (1160), Artukoğulları dönemine ait saray kalıntıları (1203), Osmanlı döneminden kalan ve XIX. yüzyıla ait olan bazı resmî yapılarla eski bir kilisedir.

Eski Diyarbakır'ın asıl yerleşme ve ti­caret alanı sur içinin İçkale dışında ka­lan kesimleridir. Burada kuzeydeki Dağ Kapı'dan (Harput Kapısı) güneydeki Mar­din Kapısfna kadar doğru bir çizgi şek­linde uzanan cadde (Gazi caddesi) eski Diyarbakır'ın can damarıdır. Şehrin baş­lıca ticaret yerleri bu cadde İle bu cad­deyi kesen ve batıdaki Urfa kapısı ile doğudaki Dicle kapısı arasında uzanan cadde116 üzerindedir. Bu yolla­ra açılan ikinci derecedeki eksenler üze­rinde de ticaret yerleri sıralanır. Kuzey-güney doğrultusundaki Gazi caddesinin Dağ Kapı yakınında batıdan gelen Ali Emîrî caddesiyle kesiştiği yerde oluşan Dörtyol çevresi şehrin modern çarşısı­nın çekirdeğini teşkil eder. Dörtyol mev­kii, hem şehrin çeşitli semtlerine giden yolların çıkış noktası olması, hem de ti­caretle uğraşanların başlıca toplanma yeri durumunda bulunması sebebiyle şehrin en canlı kesimini oluşturur. Ana ticaret ekseninin hemen hemen ortası­na rastlayan ikinci Dörtyol mevkii (Balık-çılarbaşı Dörtyol) eski çarşı geleneğinin sürdürüldüğü yerdir. Bu çevrede Yeme­niciler çarşısı. Demirciler çarşısı, Ayak­kabıcılar çarşısı. Buğday pazarı ve eski ev eşyalarının satıldığı Sipahi pazarı gi­bi belli meslek gruplarının bir araya ge­lerek oluşturduğu ayrı ayrı çarşılar yer alır.

Sur içinde iş merkezinden mahallele­re geçilince sokakların çok daraldığı gö­ze çarpar. Evlerin bitişik düzende sıra­landığı bu sokakların bazıları ancak yük­lü bir hayvanın geçebileceği kadar dar tutulmuştur. Gölge kesafetinin çok faz­la olduğu bu dar sokaklarda Diyarba-

kır'ın aşırı yaz sıcaklarının etkisi azalmış Olur len sıcak ay ortalaması 31*, şimdiye ka­dar rastlanan en yüksek sıcaklık 21.7.1937 tarihinde 46°.21. Esasen eski Diyarbakır'­da sadece sokaklarda değil bu sokakla­ra açılan evlerin inşa tarzında da hep ik­lim ve coğrafya şartları düşünülerek ha­reket edilmiştir. Diyarbakır evlerinde, şehrin yaz sıcakları ile kış soğuklarının evin içinde mümkün olduğu kadar az hissedilmesi için özel düzenlemeler ya­pılmış ve bu evlerin iç avlusuna birer ha­vuz eklenmiştir. Günümüzde pek azı ori­jinal şekliyle ayakta kalan bu evlerden Cahit Sıtkı Tarancı'nın evi ile Ziya Gö-kalp'İn evi restore edilerek müze haline getirilmiştir. Aynı şekilde Mustafa Ke­mal Paşa'nın 1916-1917 yıllarında 16. Kolordu kumandanı sıfatıyla görev ya­parken bir süre kaldığı ev de Atatürk Müzesi olarak düzenlenmiştir. Diyarba­kır şehrinde mevcut çok sayıda tarihî eser de sur içindeki kesimde bulunur. İçkale dışında kalan kesimde bulunan birçok cami arasında en büyüğü ve en ünlüsü Ulucami'dir. İslâm fethinin ardın­dan eski bir kilise yerinde inşa edilen bu cami Selçuklu döneminde Sultan Me-likşah'ın emriyle 1091 yılında onarılmış­tır. Çok geniş bir alan kaplayan bu ca­miden başka Ömer Şeddad Camii (halk arasında Hz. Ömer Camii denir, inşa tarihi 1150-1151), Nebî Camii (Peygamber Ca­mii, 1530), Safa Camii (İparla Camii, XV. yüzyıl), Hoca Ahmed (Ayni Minare Camii, 1499), Şeyh Mutahhar (halk arasında Şeyh Matar, 1500), Lala Bey (XV. yüzyıl), Şeyh Yûsuf (XVI. yüzyıl), Fâtih Paşa (1516-1520), Hüsrev Paşa (1521-1528), Ali Paşa (1534-1537), İskender Paşa (1551), Behram Pa­şa (1564-1572), Melek Ahmed Paşa (1587-1591), Defterdar (1594), Nasuh Paşa (1606-1611), Kürt İsmail Paşa (1868-1875) cami­leri şehrin önemli camileridir. Ayrıca çok sayıda mescid117 şehrin sur içindeki mahal­lelerine dağılmış vaziyettedir. Akkoyun-lu dönemine ait İbrahim Bey Mescidi. Tâceddin Mescidi, Hacı Büzürg Mescidi bunlar arasında en tanınmış olanlarıdır.

Eski bir kültür merkezi olan Diyarba­kır'da medrese mimarisinin de güzel Ör­neklerine rastlamak mümkündür. Bun­lardan bazıları günümüze ulaşmamış ol­sa da Zinciriye Medresesi (1198), Mesu­diye Medresesi (1194), Ali Paşa Medre­sesi (1537), Muslihüddîn-i Lârî Medresesi (XVI. yüzyıl) ayakta kalan eserlerdendir. Sur içinde bulunan tarihî eserler bu sa­yılanlarla sınırlı değildir. Bunlara çok sa­yıda türbe ve han da ilâve edilebilir. Türbelerden Sultan Şücâ (1208-1209), Şeyh Yûsuf el-Hemedânî (XV. yüzyıl), Şeyh Ab-dülcelîl (XVI. yüzyıl), Lala Bey (XVI. yüzyıl), yapım tarihleri belli olmayan San Saltuk ve Zincirkıran türbeleri, halk arasında Karadeniz türbesi olarak tanınan Mîr Seyyaf Türbesi (yapım tarihi belli değil), Fâtih Paşa (1522), İskender Paşa (1565'-ten önce) ve Özdemiroğlu Osman Paşa (1585) türbeleri en tanınmış olanlarıdır. Hanlar arasında. Mardin Kapısfndan şeh­re girilince ana cadde üzerinde bulunan Deliller Hanı ile İHüsrev Paşa Hanı da de­nir, 1527-1528) bunun biraz kuzeyinde aynı cadde üzerinde bulunan Hasan Pa­şa Hanı (1574-1575), bunun biraz güne­yinde sokak içindeki Çifte Han (XVI. yüz­yıl) ve Ulucami yakınında bulunan Yeni-han (1788-1789) en iyi şekilde koruna­rak günümüze ulaşmış olanlardandır. Bunlardan Deliller Hanı restore edilerek 1990 yılında turistik bir otel haline ge­tirildi.

Sur içine sıkışıp kalan Diyarbakır'ın sur dışına çıkarak genişlemesi projesi. ilk defa XIX. yüzyılın ikinci yansında bu­rada valilik yapan Hatunoğlu Kürt İsmail Paşa tarafından düşünüldü ve sur dışın­da vilâyet konağı, hastahane, kışla gibi bazı binalar yaptırıldıysa da şehir hal­kı alıştığı sur içinde kalmayı tercih etti. Diyarbakır'ın sur dışında tam anlamıy­la genişlemesi Cumhuriyet döneminde mümkün olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıl­larında 1925'teki Şeyh Said isyanının ilk hedeflerinden biri olan Diyarbakır şehri 7 Mart 1925 tarihinde kuşatılmış, fa­kat isyancıların surlardan içeriye girme­si mümkün olmadan şehir bu tehlikeyi birkaç saat süren kuşatma ile atlatabil­miştir. Diyarbakır halkının henüz surlar içinde yaşadığı bu dönemde yapılan ilk sayımda (1927) nüfusun 31.511 olduğu tesbit edildi. 1928 yılında kurulan ve ça­lışma alanı Ağrı. Diyarbakır, Elazığ. Urfa, Bitlis. Van, Hakkâri ve Mardin illeri­ni içine alan Birinci Genel Müfettişlik"in merkezi Diyarbakır oldu. Kendisine ge­niş bir alanın bir anlamda idare merkezi rolünü veren bu olayın ardından 23 Ka­sım 1935'te demiryolunun buraya ulaş­masından sonra Diyarbakır geniş bir ala­nın ticaret merkezi olma rolünü üstlendi.

Şehrin ve bu şehrin merkez olduğu ilin adı 1937 yılına kadar Diyarbekir iken bu tarihte Atatürk'ün direktifiyle Diyarba­kır olarak değiştirildi.

1935 sayımında nüfusu 34.642'ye ula­şan şehrin sur dışındaki gelişmesi ise demiryolunun Diyarbakır'a ulaşmasın­dan sonra başlamıştır. Genel Müfettişlik ve bazı devlet dairelerinin sur dışına çıkmasıyla bu yoldaki yayılma hareke­ti başladı, fakat bu yayılma 1950 hatta 1955 yılına kadar çok zayıf kaldı. 1950 yılına kadar Bağlar semtindeki yazlık ev­lerden başka Yenişehir semtinde bazı resmî binalar, lise. birkaç öğretmen evi ve yirmi civarında memur evi yapılmıştı. 1940'ta 42.555 olan nüfus 1945'te bi­raz gerilemiş (41.087), 1950'de 45.053'e, 1955'te de Ş1.224'e yükselmiştir. Fakat bu nüfusun büyük bir kısmı hâlâ sur içinde oturuyordu. 1955'lerden başlaya­rak sur dışındaki Yenişehir kesimi hızla gelişmeye, çok katlı blok apartmanlarla dolmaya başladı. Şehrin sur dışındaki gelişmesi batıdaki İstasyon, kuzeybatı­daki Bağlar ve kuzeydeki Ofis semtine doğru olmuştur. Bu gelişmeler sırasında sur içindeki ticaret merkezine ek olarak Yenişehir kesiminde de yeni ticaret mer­kezleri doğdu (Elazığ caddesi gibi). Alan üzerindeki gelişmeye paralel olarak şeh­rin nüfusu da hızla artarak ilk defa 1965 yılında 100.000'i geçti (102.653) ve 1970'-te 150.000'e çok yaklaştı (149.566). 1970'-teki nüfusun % 60'ı sur dışında. % 40'ı sur içinde yaşıyordu.

Sanayi faaliyetlerinin gelişmesi118, şehrin Dicle Üniversitesi (Kurulu­şu 1973) adlı bir kültür kurumuna ka­vuşması ve Olağanüstü Hal Bölge Valili-ği'nin de merkezi olması Diyarbakır'ın daha da hızlı büyümesine yol açmış, nüfusu 1985te 305.940, 1990'da 381.144 olmuştur. Otuz mahalleye (on beş ma­halle sur içinde, on beş mahalle sur dışın­da) yayılmış olan bu nüfusun % 74'ü sur dışındaki Yenişehir'de, % 26'sı sur için­deki eski Diyarbakır'da yaşıyordu.

Sur içinin tarihî eserler bakımından zenginliğine karşılık sur dışındaki kesim bu yönden hayli fakirdir. Buradaki önem­li eserler arasında, Dicle üzerindeki on gözlü köprü ile (1064-1065) bu köprüye bakan Gazi Köşkü sayılabilir. Diyarbakır şehrinin idarî merkez, kültür, ticaret ve sanayi merkezi olma özellikleri yanında sahip olduğu tarihî eserlerin bolluğu se­bebiyle turistik merkez olma özelliği de son yıllarda çok belirginleşmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı'na ait 1992 yılı is­tatistiklerine göre Diyarbakır'da il ve il­çe merkezlerinde 200. kasaba ve köyler­de 1119 olmak üzere toplam 1319 ca­mi bulunmaktadır. İl merkezindeki ca­mi sayısı ise 99'dur.

Diyarbakır şehrinin merkez olduğu Di­yarbakır ili Malatya. Elazığ, Bingöl, Muş, Batman, Mardin, Şanlıurfa ve Adıyaman illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden baş­ka Bismil, Çermik, Çınar. Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani. Hani, Hazro, Kocaköy. Kulp. Lice ve Silvan adlı on üç ilçeye ayrılmış­tır. 15.355 km2 genişliğindeki Diyarba­kır ili sınırları İçinde 1990 sayımının so­nuçlarına göre 1.094.996 kişi yaşıyordu. Nüfus yoğunluğu ise 71 idi.

Bibliyografya:

Ahmet Necdet Sözer, Diyarbakır Hauzast, Ankara 1969; Metin Sözen. Diyarbakır'da Türk Mimarisi, İstanbul 1971; Utkan Kocatürk, Ata-türk ue Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronoloji­si (1918-1938), Ankara 1983, s. 432; Ortala­ma, Ekstrem Sıcaklık ve Yağış Değerleri Bül­teni, Ankara 1984, s. 220; 1990 Genel Nüfus Sayımı (nşr. DİE), Ankara 1991; Emrullah Gü­ney. Diyarbakır ue Yöresinde Doğa-Kültür Tu­rizmi, Diyarbakır 1991; Şevket Beysanoğlu, Kül­türümüzde Diyarbakır, Ankara 1992; Hasan Reşit Tankut, "Diyarbakır Adı Üzerine Çalış­malar", Türk Dili-Belleten, sy. 29-30, İstanbul 1938, s. 69-112; Ahmet Ardel. "Güneydoğu Anadolu'da Coğrafi Müşahedeler", Türk Coğ­rafya Dergisi, sy. 21, İstanbul 1961, s. 140-148; Besim Darkot, "Diyarbekir", İA, III, 601-605.




Yüklə 0,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin