Diyanet iŞleri başkanliği akçaabat-darica


TEBLİĞDE GİZLİLİKTEN ALENİLİĞE



Yüklə 477,23 Kb.
səhifə13/15
tarix13.05.2018
ölçüsü477,23 Kb.
#50399
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15

3.2.2. TEBLİĞDE GİZLİLİKTEN ALENİLİĞE


Hz. Peygamber’in uyguladığı tedric metotlarından birisi de; tebliğe gizli bir şekilde başlayıp, sayı ve kuvvetçe belli bir seviyeyi elde ettikten sonra davetini açığa vurmasıdır. Bu tebliğ usulünün sebep ve neticeleri üzerinde duralım:

3.2.2.1. Gizli Tebliğ Dönemi

Cenab-ı Allah, Hz. Muhammed (sav)’i peygamberlik makamına getirdikten ve hak dinini yaymaya başlamasına emir verdikten sonra, Hz. Peygamber tebliğ işine bir anda ve bütün gücüyle başlamadı. Aksine bu hususta temkinli, ihtiyatlı ve akıllı davrandı. Hak dinine davetini ilk önce mümkün olduğu kadar gizli tutmaya çalıştı ve bu gizli çalışmalar üç sene devam etti.361

Allah Resulü önce insanları, tek olan Allah’a kulluk etmeye ve putlardan vazgeçmeye çağırmaya başlamıştı. Ama O bunun, körü körüne şirk ve putperestliğe bağlanmış Kureyş’in üzerinde ani bir tesir yapmasından endişelenerek gizlice davet ediyordu. Bunun için Hz. Peygamber davetini Kureyş’in umumi toplantılarında açığa vurmuyordu ve kendisine akrabalık veya dostluk bağıyla bağlı olanların dışında kimseyi davet etmemişti.362

Bu şahıslar, Hz. Peygamber’le gizlice buluşuyorlardı. Onlardan biri, herhangi bir ibadeti öğrenmek için talim yapmak istese, Kureyş’in bakışlarından gizlenerek Mekke’nin civarındaki vadilere giderdi.363 İslamiyet’i kabul eden bu şahıslar, kendilerinden öyle istendiğinden, dinlerini ve ibadetlerini bir süre gizli tuttular. Zaten Allahu Teala da o zamana kadar dinin alenen açıklanmasını ve tebliğinin yapılmasını istemiş değildi.364



3.2.2.2. Aleni Tebliğ Dönemi

Rasulullah’a peygamberlik vazifesinin verildiği zamandan itibaren geçen üç yıllık müddet içerisinde İslam’a giren insanların sayısı günden güne arttı. Neticede gruplar halinde İslam’a girmeye başladılar. Hatta, Mekke’de İslam’ın anılması yaygınlaştı ve herkes tarafından konuşulur oldu. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, kendi elçisine, hak olarak gelen şeyleri açıklamasını, kendi emrini halka duyurmasını ve kendine inanmaya davet etmesini emretti.365

Rasulullah aleni davete, bi’setin dördüncü senesinde başlamış olsa bile, bu davete iştirak eden diğer Müslümanların gizli çalışmayı devam ettirdikleri anlaşılmaktadır. Belki de ilk aleni davete geçen, bi’setin beşinci senesinde Müslüman olan Hz. Ömer’di. Zira rivayette ilklerden olan Hz. Ebu Bekir, Said b. Zeyd ve Osman b. Affan gizlice çalışırken Hz. Ömer’in aleni çalıştığı belirtilir.366 Bu da gösteriyor ki, aleni tebliğ de tedrici olarak gerçekleşmiştir. Açıktan tebliğe ilk önce güçlü, nüfuzlu Müslümanlar katılırken, diğerleri ilk anda buna teşebbüs etmemişlerdir.

Hz. Peygamber tebliğde gizliden aleniliğe derece derece yükselen, halka halka genişleyen bir tedric metodu takibetmiştir. Gizli ve aleni tebliğ dönemlerinin de kendi müddetleri içinde şartlara uygun olarak yükselen bir grafik çizdiğini görüyoruz.


3.3. KÜLTÜREL ÇEVRE


Hz. Peygamber, cemiyete İslam kültürünü yerleştirirken de tedrici bir yol takibetmiştir. O zaman Arapların sahip oldukları kültürün insanlık için faydalı olan kısmına dokunmamıştır. İslam’a zıt ve insanlığa zararlı olan kısmını ise değiştirmiştir. Ancak bu değişikliğin ve değişenlerin yerine getirilenlerle yeniden yapılanmanın tedrici bir şekilde gerçekleştiğini görüyoruz.

Allah Resulü, İslam’ın yerleştirilmeye çalışıldığı çevrenin kültürünü yeniden şekillendirme hususuna, risalet vazifesinin verildiği ilk yıllarda eğilmemiştir. Çünkü daha önce yapılması gereken ve yapılacak sosyal bir inkılabın sağlam temellere oturmasını temin edecek inanç ve peşinden ibadet esaslarının tebliği vardı. Hele ilk üç yılda gerçekleşen gizli tebliğ dönemi ki, o şartlarda böyle bir faaliyet söz konusu olamazdı. Kültür’ün değişmesi ve yeniden yapılanması, Hz. Peygamber’in tebliğ merhaleleri arasındaki derecelemede ilk sıralarda yer almaz.

Bu konu, tedrici faaliyetin bir safhasını teşkil ettiği gibi, kendi içinde de tedrici olarak bir gelişme takip etmiştir. Bu hususta, kaynaklarda çok sayıda misaller zikredilmektedir. Biz burada bir kısmını kaydederek konuyu müşahhas bir hale getirmek istiyoruz:

1- İslam’dan önce Araplar, doğan çocuk için merasim yaparlardı. Çocuk tıraş edilir, kurban edilen hayvanın kanıyla da çocuğun başı yağlanırdı. Hz. Peygamber bu adeti yasak etti ve bunun yerine safran suyu ikame edildi.

Bunun yanı sıra Hz. Peygamber, şu şekildeki merasimi kendi sünneti olarak Müslümanlar içerisinde yerleştirdi: Doğumdan birkaç gün veya bir kaç hafta sonra bir merasim yapılır, bu sırada ilk olarak (kız erkek ayırmaksızın) çocuğun başı tıraş edilir. Bu münasebetle bir koyun kurban edilir, etinin bir kısmı fakirlere dağıtılır, bir kısmı evde yenir ve fakirlere çocuğun saçlarının ağırlığı miktarınca madeni para dağıtılır.367

Hz. Peygamber bu merasimi gelenek olarak devam ettirmiş, ancak insanların hislerince hoş karşılanmayan ve faydasız tarafını kaldırmıştır. Buna ilaveten de sosyal refaha hizmet edecek uygulamalar getirmiştir.

2- Arapların İslamlaştıktan sonra taşıdığı isimler, İslam’dan önceki isimlerinin aynıydı; putperestlik manasını içine aldığından kesinlikle bırakılanlar ve hoşa gitmeyen, adaba aykırı isimler bunun dışındadır. Hz. Peygamber, bu neviden isimlere rastlarsa, onları değiştirmeye bizzat teşebbüs ediyor ve hatta yer isimlerini dahi değiştiriyordu.

Birisinin ismi Gavi (hatada olan) idi; Hz. Peygamber ona Reşit (iyi yolda olan) ismini verdi. Curaş dağlarına ‘Kaşar’ ( yanma sebebiyle buruşmuş) denirdi; Hz. Peygamber ona Şakar ( Güzellik veren) ismini verdi; buna benzer daha başka misaller zikredilebilir.

İslam’dan önce Araplar, “tapan” veya “köle” demek olan “abd” kelimesini, bir put veya şeytan ismini takip ettirerek korlardı: Abdu Manaf, Abdu’l-Cin gibi. Fakat, İslam’dan sonra bu, Abdullah ( Allah’a tapan, Allah’ın kulu) veya Allah’ın güzel isimlerinden biriyle ( Nasır, Halik, Rahman, Rahim gibi...) Allah’ı hatırlatan bir şekil aldı.368

Allah Resulü burada, insanlara iyi ve güzel manalar hatırlatacak, onların İslam inancının esaslarını telkin edecek isimler koymuştur. Bu, insanın eğitiminde çok ilginç ve incelikli bir metottur.

3- Hz. Ömer (ra)’den naklediliyor: “Biz Kureyşliler’in adeti, kadınlarımıza hükmetmek idi. Biz Medine’ye vasıl olunca Ensarı, evin idaresinde kadınlarının hakim olduğu bir kavim olarak bulduk; ve kadınlarımıza onların adeti sirayet etmeye ve Medineli kadınların adetlerini almaya başladılar. Bir gün karıma bağırıyordum O da bana aynı şekilde karşılık verdi. Şaşırdım, zira böyle şey sevmezdim. Zevcem bana cevap verdi: “Cevabıma niye şaşırdın? Vallahi, Peygamber (sav)’in kadınları bile sırası gelince ona muhalefet ederler.369

Bu rivayette, değer ölçüleri tedrici olarak değişmeye başlayan cemiyette zamanla kadının mevkiinin değiştiğini, artık onun fikrine değer verilen biri haline geldiğini ve Hz. Ömer’in, sünnetin bu esasına teslimiyetini görüyoruz.

4- İslam öncesi Arap kadını gerek çölde ve badiyede ve gerekse şehirde örtünmüyordu. Hicri beşinci yılda ilk tesettür ayeti nazil oldu.370 «Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mümin kadınlara, üzerlerine cilbablarını almalarını söyle: Onlar bu suretle, daha çabuk tanınıp eza görmekten korunmuş olurlar.371 Nüzul tarihini nazar-ı itibara aldığımızda ilk tesettür ayeti, İslam’ın kendini siyasi bir güç olarak kabul ettirdiği zamana rastlar.

5- Hz. Peygamber (sav), tebliğe başladığı ilk yıllarda, muhatapları arasında tefrik yaparak Ehli Kitap ile müşrikleri bir tutmuyordu. Tevrat ve İncil’e inanan Yahudi ve Hıristiyanları, putlara tapan müşriklere tercih ediyor, onları kendisine daha yakın hissediyordu. Onlar da vahye dayanan bir din müessesesine, Allah’a ahirete sevaba, günaha inanıyorlardı.

Kur’an-ı Kerim de sık sık Tevrat ve İncil’e atıflar yapıyor, onların inandığı peygamberlerden bahsediyordu.372

Bu tabii durumun neticesi olarak Hz. Peygamber (sav) vahiy gelmeyen meselelerde,373 yani, ilahi irşadın henüz şekil ve istikamet vermediği - ve bu sebeple şekke düştüğü -374 hususlarda müşriklerin tarzına uymaktansa Ehl-i Kitap’ın tarzına uymayı seviyordu.375 Nitekim Medine’ye geldiği zaman saç tarzında müşrik Araplarla Yahudiler arasında bir farklılık gördü: Yahudiler alın saçlarını ( perçemlerini ) alınlarının üzerine olduğu gibi bıraktıkları halde, müşrikler ortadan ikiye ayırarak yanlara bırakıyorlardı. Hz. Peygamber (sav) de Yahudiler gibi alnına bırakmaya başladı. Zamanın geçmesiyle, getirdiği şeriatı harici tezahürlerde bile ferdiyet ve şahsiyet isteyen müstakil, cihanşümul bir medeniyet halinde sistemleşmeye başlayınca Hz. Peygamber (sav) kendinden önce mevcut medeni sistemlere muhalefet prensibinin gereği olarak saç tarzında da muhalefet ederek eski şekle döndü ve perçemini ortadan ikiye ayırarak yanlara saldı376 İbnu Hacer, tekrar ayırma şekline dönmesinin sebebini şöyle yorumlar: “Putperestler çoğunlukla İslam’a girince, Ehl-i Kitap’a muhalefet Hz. Peygamber’e daha hoş geldi.377

Bu konuda da Hz. Peygamber’in tedrici bir tarz takip ettiğini görüyoruz. O değişen şartlara göre bu tarzı tercih etmiştir.

6- Hz. Peygamber, birisi Ramazan ayının sonunda Ramazan Bayramı, diğeri Kurban Bayramı olarak isimlendirilen iki bayram ihdas etti.378 Müslümanların geleneğinde başka bir bayramın olmaması, daha önce Araplarda mevcut bayramların ve merasimlerin kaldırıldığını göstermektedir.

7- Diğer bir kültürel değişme hadisesi takvimle alakalıdır. Hemen hemen bütün Arabistan’ın iştirak ettiği Kabe’ye yapılan hac ziyaretleri ve Kureyşlilerin hakim olduğu beynelmilel ticaret sayesinde ilaveli ay güneş yılı esaslı takvim (nesi) memlekete kabul ettirilmişti. Fakat Araplar’ın zamanı hesap etmek için memleketlerine has, Araplar’ın istiklal ruhuna daha uygun ve doğru bir ölçüleri vardı: Bu seneyi yağmur yıldızlarının zuhuruna göre 28 kısma bölmeye dayanıyordu. 28 aynı zamanda Arab alfabesindeki harflerin sayısıdır. Fakat “Takvim Başlangıcı” denilen şey mevcut değildi. Hatırda tutulacak hadiseler, zaman tespitinde işaret noktaları olurdu: kıtlık, harb, bir şahsın ölümü, Hılf el-fudul (şövalye teşkilatının kuruluşu) Aşikardır ki bu, mıntıka veya devire göre değişiyordu. Müslümanlar Hicri Takvim başlangıcını Hz. Peygamber’in sağlığından itibaren kullanmaya başladılar. Fakat bunun cihanşümul olarak resmen kabulü, Halife Hz. Ömer (ra) zamanında başlar.379

8- Müslümanların mescitlerde cemaatle namaz kılmaya başladıkları ilk senelerde Hz. Peygamber, hutbelerini ayakta, ağaç kütüğünden bir sütun, bir hurma ağacı gövdesi yakınında okuyordu.380 Daha sonraları “bir kısım rivayetlerde, cemaatin artması ve hatta bazı kimselerin Hz. Peygamber (sav)’in sözlerini işitmeden dönmesi381 üzerine, bizzat Hz. Peygamber’in emriyle382, diğer bazı rivayetlerde “halkın artması ve Medine’ye çok sayıda heyetlerin gelmeye başlaması üzerine herkesin görebileceği bir yüksekliğe çıkması için Müslümanların talebi üzerine minber inşa edilir.383

Misallerde de görüldüğü gibi, Hz. Peygamber tedrici olarak teşekkül etmekte olan cemiyetin kültürünü de tedrici bir tarz ile şekillendirme yoluna gitmiştir. Tedrici olarak ortaya çıkan İslam Kültürü, Hicretten öncesine ait dönemde önemli bir gelişme kaydetmemekle beraber, İslam’ın her sahada sistemleşmeye başladığı Hicret sonrası dönemde hızlı bir İslami kültürün teşekkül etmekte olduğunu görüyoruz.

SONUÇ

Sözlükte, yavaş yavaş yürümek, ilerlemek, yola devam etmek, merdivende basamak basamak yükselmek, katlamak, sarmak, rulo yapmak, bir kimseyi bir şeye yavaş yavaş, adım adım yaklaştırmak, staj yapmak, ilim vb. şeylerde ilerlemek, yüksek mevkilere, rütbe ve makamlara ulaşmak gibi anlamlara gelen tedric, terim olarak genel ve özel diye iki şekilde tanımlanabilir.

Genel anlamdaki tedricilik, insanlığın Hz. Adem’den itibaren kaydettiği gelişme ve değişme ile ilgilidir. Bu gelişme ve değişmenin tedricilik açısından tanımlanmasında, bir insanlık tarihi, bir de ilahi vahiy ve nübüvvet boyutunun göz önünde bulundurulması gerekir. Aksi halde tedriciliğin insanlık tarihi açısından evrenselliğini yakalamak mümkün olmaz. Hatta bu tanımlamada meseleye yalnızca insanlık tarihi nokta-i nazarından bakmak bile yeterli gelmeyebilir. Çünkü tedriciliğin bir de kainatta tabii bir kanun olarak işlediği gerçeğinden hareket edildiğinde, ayrı bir evrensellik boyutunu da görmek mümkündür.

Özel anlamdaki tedriciliğe gelince; çalışma alanımızın sınırlarını da göz önünde bulundurarak, Hz. Peygamberin nübüvvet görevini üstlenmesiyle başlayan ve vefat edinceye kadar devam eden süreçte, ilahi vahiy ile ön görülen istikamette, İslam toplumunun aşama aşama şekillenerek ideal ümmet olma yolunda geçirdiği değişme ve gelişmeyi ifade eden bir kavram olarak tanımlayabiliriz.

Kur’an-ı Kerim tedricen indirilmiş bir kitaptır. Kur’an’ın kendisi böyle olduğu gibi içindeki hükümlerden bir kısmında da yine tedricilik bir metod olarak uygulanmıştır. Kur’an-ı Kerim vahyedildiği süre içerisinde hitap ettiği toplumu iman, ahlak, ibadet ve muamelat sıralamasıyla ifade edebileceğimiz bir sistem dahilinde tedricen eğiterek ve ıslah ederek kendi istediği ideal forma sokmuştur. Bu, Kur’an’ın, toplumu ıslah etmede ve kendi ölçüleri içerisinde ideal bir yapıya kavuşturmada ön gördüğü genel tedricilik metodudur. Bir de toplumda yaygın olarak örfleşmiş, adet halini almış davranış biçimleri vardır. Bu davranış biçimlerinden bir kısmı hukukla ilgili bir kısmı da ahlakla ilgilidir. Tek tek ele alınarak değiştirilmesi, ilga edilmesi veya ıslah edilmesi gereken bu tür meseleler tedricilik metodu uygulanarak istenilen sonuca ulaşılmıştır. Buna da Kur’an’da uygulanan özel anlamdaki tedricilik metodu diyebiliriz. Her iki metod da Kur’an’da uygulanmıştır.

Teşride tedricilik metodu, gerçeklik ve gayecilik özelliği taşıyan metoddur. Gerçeklikten kastımız, Kuran’ın hitabettiği toplumun içinde bulunduğu itikadi, ahlaki, hukuki ve sosyal durumu göz önünde bulundurmuş olması ve bir gerçeklik olarak kabul etmesidir. Gayecilikten maksadımız da, yine Kur’an’ın bir gerçeklik olarak kabul ettiği söz konusu durumdan, ideal bir toplum kurma anlayışı istikametinde gerekli olan değişme ve gelişmeyi sağlayacak planları uygulayarak, ideal ümmet modelini ortaya koymuş olmasıdır.

Tedricilik metodunun uygulanmasında şartlar ne olursa olsun, süreklilik esas olmuş, esneklikten yararlanılmış, planlılık ve programlılık vaz geçilmez temel ilke kabul edilmiştir. Yani tedricilik metodu uygulanarak değiştirilip geliştirilmesi planlanan şeylerin, toplum veya fert incitilmeden, bir reaksiyon havası yaratılmadan, değişikliğin gerçekleşeceği istikamette bir beklenti oluşturulacak şekilde sunulması temel karakter olarak görülebilir. İçkinin yasaklanması örneğinden hareketle bu sonuçlara ulaşmak mümkündür. Ayrıca tedricilik merhalelerinde, bir merhaleden başka bir merhaleye geçerken şartların iyice olgunlaşması, tolerans gösterilecek özel durumların iyi bilinmesi, neden ve niçinlerin iyi değerlendirilerek tolerans sınırlarının belirlenmesi gerekir. Bu anlamda Kur’an-ı Kerim bize bu metodun uygulanması ile ilgili olarak hangi merhalede hangi şeylere öncelik verilmesi gerektiğine; her merhalenin kendine mahsus özel şartlarının belirlenmesine ve uygulama programının bütünlüğü açısından bir kopukluğun yaşanmamasına dikkatlerimizi çeken ipuçları sunmaktadır.

Bu ipuçlarını değerlendirip dikkat çekme, yönlendirme, kısmi sorumluluk ve sonuç merhalelerini göz önünde bulundurarak tedricilik metodunu günlük hayatın problemlerini aşmada kullanabilir miyiz? Diğer bir ifadeyle tedricilik sadece vahiy dönemine mahsus olarak uygulanmış ve bir daha da uygulanmayacak olan bir metod mudur? Yalnızca eğitimde mi istifade edilmesi gereken bir metoddur? Yani içki içen, kumar oynayan, hayat tarzı olarak gayr-ı İslami bir yaşantıyı benimsemiş olup da, İslami yaşantıya dönmeye çalışan insanlara veya toplumlara bu metod uygulanamaz mı, uygulanırsa nasıl uygulanabilir?

Bu meseleler doğrultusunda bizim kanaatimiz, tedriciliğin evrensel bir metod olarak her zaman uygulanabilir olduğu şeklindedir. Ancak, vahyin tamamından sorumlu olan insanların, bulunduğu konumlarını esas kabul etmek suretiyle, nihai hükümden de onları haberdar ederek yavaş yavaş onları emredilen son hüküm noktasına getirmektir. Aslında toplumda işleyen mekanizma da budur ama bu mekanizma hiç bir şekilde, isimlendirilmek istenmemekte ve Kur’ani bir veçhe kazandırılma yönünde de bir endişe taşınılmamaktadır. Bu bağlamda, hangi içki mübtelası içkinin haramlığını bilmeden içiyor, hangi kumarbaz bir gecede vaz geçiyor, hangi zani bir anda tevbe ediyor! Eğer bu tür hastalıklardan kurtulmak isteyen varsa, bunlar öncelikle iyi bir psikolojik hazırlık devresi yaşıyorlar. Sonra kabul edilmeyip tecrit edileceklerinden korkarak bir süre bu alışkanlıklarıyla birlikte müslümanların arasında kendilerini gizliyorlar. Eğer kendilerine bu merhalelerin her hangi birinde sahip çıkılacak olursa ve o kişinin yaşantısı da bir realite olarak kabul edilir ve ıslahı için o merhale başlangıç noktası olarak alınacak olursa, çok sağlıklı bir geçişin olacağını düşünüyoruz. Bundan dolayıdır ki tedriciliğin uygulanabilir bir metod olduğu görüşümüzü ortaya koyuyoruz. Ancak toplumda bu işle ilgisi olan herkesin bu kanaati bizimle paylaşabilmesi için bu çalışmadan ayrı olarak aşağıda belirteceğimiz şu çalışmaların da yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

1- Biz bu çalışmamızda tedricilik konusunu kavramsal ve metodolojik yönden ele alarak, pisikolojik ve sosyolojik boyutunu inceledik. Buna göre ikinci aşamada yapılması gereken çalışmanın Hukuk Tarihi bakımından, tedvin dönemine kadar bu konunun araştırılması ve pratik örneklerinin özellikle mezhep imamlarının görüşleri istikametinde tasnif edilerek, bu görüşlerin mesnedi olan delillerin ortaya konulup değerlendirilmesi gerekir.

2- Özellikle fetih bölgelerinde, topluca ihtida eden toplumlara böyle bir metod uygulanmış mıdır; uygulanmışsa hangi illetler göz önünde bulundurularak ulema tarafından nasıl fetva verilmiştir? Ulemanın verdiği bu fetvalar bir zaruretten mi kaynaklanmıştır, yoksa bir sebebin zorunlu sonucu mu dur? Eğer bir tedricilik uygulaması varsa bu uygulamalar sosyolojik bir gerçekliğe mi dayanmaktadır, yoksa Kur’an’da kökleri olan uygulamaların bir devamı mıdır?

3- Verilen hükümler ve fetvalar tedriciliğin uygulanabilirliğine ters düşüyorsa bunun sebebi ne olabilir ve bu görüşlerin uygulanabilirlik yönü üzerinde yeniden düşünülüp bir değerlendirmenin yapılabilmesi mümkün değil midir?

Bu soruların mutlaka akademik bir çalışma disiplini içerisinde derinliğine irdelenip araştırılması gerekir ki, bu hususta kanaatlerin rahat belirtilmesine ortam hazırlanmış olsun.

BİBLİYOGRAFYA
Acluni, İsmail b. Muhammed b. Abdil Hadi el- Cerrahi, Keşfu’l-Hafa, 1.bsk., Beyrut, Daru’l - Kütübi’l - İlmiyye, 1997.

Akseki, Ahmet Hamdi, İslam Dini (İtikat, İbadet, Ahlak), Ankara, 1964.

Alusi, Şihabüddin es-Seyyid Muhmud el-Bağdadi, Rulhu’l-meani fi tefsiril – Kur’an’i’l-Azım ve’s-seb’i’l-mesani, Beyrut 1985.

Asım Efendi, Kamus Tercemesi, İstanbul 1304H.

Durmuş Aslan, Metodolojik Yönden Kur’an’ın Tedriciliği (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 1999.

Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1998.

Ayhan, Halis, Din Eğitimi ve öğretimi, Ank. 1985.

Azimabadi, Avnu’1-Ma’bud, Medine 1968.

Beşirüddin Mirza, İslamiyet ve Dünya Nizamı(Trc.), Ank. 1959.

Bilgin, Beyza, İslam’da Eğitimin Temeli Olarak Sevgi, Ank.(ts.).

Bilgiseven, Amiran Kurtkan, Genel Sosyoloji, İst. 1976.

_________, Eğitim Yolu İle Kalkınmanın Esasları, İst. 1977.

_________, Fert ve Topluluk ilişkileri Bakımından Şahsiyet ve Cemiyet Topolojisi, İst. 1977.

_________, Mali Sosyoloji, İst. 1968.

_________, Sosyoloji, İst. 1977.

Binbaşıoğlu, Cavid, Ölçme ve Değerlendirme, Ank. 1978.

Buhari, Muhammed b. İsmail b. İbrahim, el-Camiu’s-Sahih, İst., Çağrı Yayınları, 1992.

Buti, Ramazan Fıkhu’s-Sire (Trc. A. Nar, O. Aktepe), İst. 1990.

Canatan, Burhaneddin, Eğitim Psikolojisi, Konya 1967.

Canan, İbrahim, Rasullullah’ta Muhataba göre ve Tedric Prensipleri, 2.

__________, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Şerhi, Ank., Akçağ yayınları, 1988.

__________, Peygamberimizin Hadisleri’nde Medeniyet, Kültür ve Teknik.

Draz, Muhammed Abdullah, En Mühim Mesaj Kur’an, (trc. Suat Yıldırım), 3.bsk., İst., Işık Yayınları, 2003.

_________, Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru, (çev. Salih Akdemir), Ankara 1983.

Demirci, Muhsin, Vahiy Gerçeği, İstanbul 1996.

Derveze, M. İzzet, Kur’anü’l-Mecid, (çev. Vahdettin İnce), İstanbul, Ekin Yayınları, 1997.

__________, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, (çev. Mehmet yolcu), İstanbul, Yöneliş Yayınları, 1989.

Duman, Zeki, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar, Ankara 1996

Elmalılı M. H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1939.

Ebu Şehbe, Muhammed b. Muhammed, el-Medhal li diraseti’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut 1992.

Ebu Zehra, Muhammed, İslam’da Sosyal Dayanışma (Trc.E.R. Fığlalı O. Eskicioğlu), İst. 1976.

_________, Usulü’l-fıkh, (çev. Abdülkadir Şener), 3.bsk. Ank. 1981.

Er, İzzet, Sosyalleşme, Sosyal Gelişme ve İslam, Bursa 1988.

Erdoğan, Mehmet, Akıl – Vahiy Dengesi Açısından Sünnet, İstanbul 1995.

_________, “Sosyal Değişme Karşısında İslam Hukuku”, Sosyal Değişme ve Dini Hayat (İSAV, Sempozyumu Bildirileri).

_________, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi (Doktora Tezi), 2.bs., İst. 1994.

Erkan, Şakir, Kur’an’da Nesih, (Basılmamış Doktora Tezi), Samsun, 1997.

Ersöz, İsmet, Kur’an Tarihi (Kur’an-ı Kerim’in İndirilişi ve Bugüne Gelişi), İstanbul 1996.

Fazlur Rahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı (Makaleler I), (çev.Adil Çiftçi), Ankara 1997.

_________,İslamiyet ve İktisadi Adalet Meselesi (Trc.Y.Z.Kavakçı),Erzurum l976.

Gazali, Muhammed, Varlıkların Yaradılış Hikmetleri (Trc. Komisyon), Ank. 1986

_________, Fıkhu’s-sire, (çev. Resul Tosun).

Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Ankara 1997.

Hamidullah, Muhammed, İslam’a Giriş (Trc. Cemal Aydın), 3.bsk., TDV Yayınları, 1999.

_________, İslam Peygamberi (Trc. Salih Tuğ), 5.bsk., İst. İrfan Yayıncılık, 1993.

_________, İslam’da Devlet İdaresi (Trc. Kemal Kuşçu), Ank., Nur Yayınları,1963.

Hanbel, Ahmed, Müsned, İst. Çağrı Yayınları, 1992.

Hasan, Ahmed, Nesh Teorisi” (çev. Mehmet Paçacı), İslami Araştırmalar, Sayı 4-5, Yıl: 1987.

İbn Abidin, Muhammed Emin, Reddu’l-Muhtar, Kahire 1307 H.

İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm, Mısır 1346 H.

İbnu’l-Esir, İzzüddin Ebu Hasan Ali b. Muhammed el-Ceziri, Üsdu’l-Gabe, 1.bs, Beyrut, Daru’l Marifet, 1997.

İbnu Hacer, Ahmet b. Ali el-Askalani, el-İsabe Fi Temyizi’s-Sahabe, 1.bs., Beyrut, Daru’l Kütübi’l-İlmiyye, 1995.

_________, Fethu’l-Bari, 1.bs., Beyrut, Darü’l Fikr, 2000.

İbn-i Haldun, Mukaddime (Trc. Süleyman Uludağ), 2.bs., İst., Dergah Yayınları, 1988.

İbnu Hişam, es-Siratun-Nebeviyye, Mısır 1955.

İbnu’l-Hümam, Muhammed b. Abdilvahid, Fethu’l-Kadir, 1.bs., Beyrut, Darü’l Kütübi’l-İlmiyye, 1995.

İbnu Kayyım el-Cevziyye, Ebu Abdillah Muhammed b. Ebi Bekri’z-Zeriyyid-Dımeşki, Zadu’l-Mead, 3. bs., Beyrut, Müessesetü’r-Risale, 2000.

İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 1.bs., Kahire 200.

İbnu Mace, Sünen, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992.

İbn Manzur, lisanü’l Arap, 1.bs., Beyrut, Darü’s-Sadr, 2000.

İbn Sa’d, Meniü’z-Zühri, et-Tabakatu’l-Kübra, 1.bs., Kahire, Mektebetü’l-Hanici,2001.

Kattan, M.Halil, Mebahis fi ulumi’l-Kur’an, (b.yy., ts.).

Kermi, Hasan Said, el-Hadi ila lüğati’l-arab, Beyrut 1991.

Kesler, M. Fatih, Kur’an-ı Kerimin Evrenselliği, İstanbul 1996.

Kırca, Celal, Kur’an ve İnsan, İstanbul 1996.

Keylani, Macid Ursan, Tatavvuru Mefhumi’n-Nazariyyeti’l-İslamiyye, Amman 1979.

Koçkuzu, A.Osman, Hadiste Nasih-Mensuh, İst. 1985.

Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Cami- li ahkami’l-Kur’an, Beyrut, Darü’l Kütübi’l- İlmiyye, 1993, I-XX.

Kutub, Seyyid, fi Zilali’l-Kur’an (Çvr. M. Emin Saraç, İ. Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa), İst. 1972, I-XVI.

_________, İslam’da Sosyal Adalet (Trc.Y. Tunagör, M.A. Mansur), 1964.

Makdisi, Şihabüddin Abdurrahman b. İsmail b. İbrahim Ebu Şame, el- Mürşidü’l-veciz ila ulumin teteallaku bi’l-Kitabi’l-Aziz, (thk. Tayyar Altıkulaç), Ankara 1986.

Mart, Ömer, Eğitim Psikolojisi, İst. 1952.

Mehmet Vehbi, Hülasatü’l-Beyan, İst. 1991.

Meraği, Ahmed Mustafa , Tefsiru’l-meraği, 1.bs., Beyrut, Darü’l Kütübi’l-İlmiyye 1997, I-X.

Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı (Trc. A. Asar), İst. 1985.

_________, Tefhimu’l-Kur’an.



Yüklə 477,23 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin