Diyanet iŞleri başkanliğI


TUBBA KAVMİNİN HELAK OLMA SEBEPLERİ



Yüklə 1,08 Mb.
səhifə16/23
tarix27.10.2017
ölçüsü1,08 Mb.
#16699
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   23

8. TUBBA KAVMİNİN HELAK OLMA SEBEPLERİ


"Tübba" Yemen (Himyer) hükümdarları için kullanılan bir lakaptır. Onlar, Sebe kavminin bir boyu idiler. M.Ö. 115'de Sebe ülkesinde iktidara gelmişler ve M.S. 300'e kadar da iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Asırlardır Araplar arasında onların efsaneleri bilinmekteydi.560 Tubba halkı Ad kavminden farklı bir kavimdi.561

1.PEYGAMBERİ YALANLAMALARI


“Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud (kavmi) de yalanladı. Ad, Firavun ve Lût'un kardeşleri, Eyke'liler ve Tübba kavmi de yalanladı. Bunların hepsi (kendilerine gönderilen) peygamberleri yalanladılar. Bu yüzden tehdidim (azabım) (onlara) hak oldu.”562

2.İŞLEDİKLERİ GÜNAHLAR


“Onlar mı hayırlı, yoksa Tübba' kavmi ve onlardan öncekiler mi? Biz onları yıkıma uğrattık. Çünkü onlar, suçlu-günahkârdı.”563

9. FİRAVUN VE TAABİİLERİNİN HELAK SEBEPLERİ

I. HZ. MUSA VE VE FİRAVN HAKKINDA GENEL BİLGİLER

1. Mûsâ; Kelime Anlamı ve Hz. Mûsâ'nın Kimliği:


"Mûsâ" kelimesi, İbrânîce olan iki kelimeden meydana gelmiş bir bileşik isimdir. Su manasına gelen "mû" ve ağaç anlamına gelen "sâ" kelimesinin birleşmesinden oluşmuştur. O, bu isimle isimlendirilmiştir. Çünkü annesi onu Firavun'un öldürülmesinden korktuğu zaman bir sandukaya koymuş ve denize atmıştı. Sonra denizin dalgaları, Firavun'un sarayı yanındaki ağaçların arasına sokuncaya kadar sürüklemişti. Firavun'un hanımı Asiye'nin câriyeleri yıkanmak için dışarı çıktıklarında sandukayı bulup onu almışlar ve ona, onu buldukları yere göre ad vermişlerdi. Bulunduğu yer ise, ağaç ve su idi.564

Hz. Mûsa'nın babası, İmran'dır. Onun babası Yahser, onun da babası Kahes'dir. Sonra Lâvî ve babası Yâkub. Bu silsile ile nesebi Yâkub (a.s.)'a ulaşır ki, onun babası Hz. İshak, onun da babası Hz. İbrahim (a.s.)'dir. Hz. Mûsa'nın yanında gördüğümüz Hârun (a.s.), onun kardeşidir. Allah Teâlâ, Hz. Mûsa'yı Firavun'a imana dâvet için gönderdiğinde, Hz. Hârun'u da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Mûsa Allah Teâlâ'ya şöyle duâ ederek, kardeşi Hârun'u kendisine yardımcı istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir (yardımcı) ver. Kardeşim Hârun'u (ver)"565

Hz. Mûsâ, Allah Teâlâ'nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat'ı verdiği ve yeryüzünde dinini tebliğ edip hâkim kılmak için gönderdiği ulu'l-azm peygamberlerden biridir. Hz. İbrahim'in soyundan olup, İsrâil oğullarının akidelerini ıslah etmek ve onları Allah Teâlâ'nın dilediği nizama kavuşturmakla görevlendirilmişti.

Hz. Âdem'den, Rasulullah (s.a.s.)'e kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah'a iman etmeye çağırmışlar; bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar; ezilmişler, hakaretlere uğramışlar ve hatta öldürülmüşlerdir. Mûsa (a.s.) da, Allah tarafından İsrâiloğullarına gönderilmiş bir rasul idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini Allah'a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık iddiasında bulunan Firavun'a karşı tevhid yolunda mücâhede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan çıkarıldı, kâfirler tarafından öldürülmek amacıyla kovalandı.

Hz. Mûsâ'nın Firavun ile olan kıssası, Kur'an'ın bazı surelerinde çeşitli üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de boğulmaları olayından sonra, İsrâil oğulları ile ilgili kıssasına da genişçe yer verilmiştir. Musa (a.s.)'nın Firavun ile olan Tevhid mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile aralarında geçen basit bir hadiseden ibaret değildir. Aksine, her vakit ve her an ortaya çıkabilen, her zaman ve her coğrafyada tekrar edebilen gerçekçi olaylardandır. Bu, hak ile bâtılın çatışması, Rahman'ın ordusu ile şeytanın ordusunun kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile bâtıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çıkmasından beri devam edegelmektedir. Sapıklık ve bâtıl, daima İblis ve ordusu tarafından temsil edilmiş, imana, tevhide, peygamberliğe, kısaca bâtıl, hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan daima hak olmuştur. "Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin şâhid olacağı günde muzaffer kılacağız."566 Hz. Mûsâ da gönderildiği kavmi cehâlet ve sapıklık içerisinde buldu. Onları hakka dâvet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allah'ın izniyle kazandı.

2. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Mûsâ'nın Hayatı ve Mücadelesi:


Hz. Mûsâ ve onun küfür ve şirkle mücadelesi Kur'ân-ı Kerim'de, özellikle A’râf, Tâhâ ve Kasas surelerinde olmak üzere birçok surede uzun uzun anlatılmaktadır. Mûsâ (a.s.) ismi Kur'an'da 136 yerde geçmektedir. Hz. Mûsâ, Kur’an’da en çok zikri geçen peygamberdir. 34 sûre, 131 âyet ve 136 yerde kendisinden doğrudan bahsedilir. Bu konuda Kur'an'da ismi en çok geçen peygamberler içerisinde ikinci sırada yer alan Hz. İbrahim’in yalnız 69, üçüncü sırada yer alan Hz. Nûh'un 43 yerde zikredilmesi, Hz. Mûsâ’nın Kur’an’da önemli bir yer tuttuğunu mukayeseli olarak ortaya koyar. Hz. Mûsâ ile dolaylı olarak ilgili âyetlerin de dikkate alınması halinde âyet sayısının 502’ye ulaştığı görülmektedir. Allah, Kur'an'da Hz. Mûsâ'dan şöyle bahsediyor: "Kur'an'da Mûsa'yı da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve İsrâil oğulları'na gönderilmiş bir peygamber idi."567 Hayatını ve mücadelesini Kur’an-ı Kerim’den izleyelim:

"İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere) Mûsâ ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana dosdoğru nakledeceğiz. Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi (İsrâil oğullarını) güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o, fesatçılardan / bozgunculardandı. Biz ise istiyorduk ki, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım, onlara (ötekilerin) yerini aldıralım. Ve o yerde onları hâkim kılalım, Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (geleceğinden) çekinmekte oldukları şeyi gösterelim. Mûsâ'nın anasına, 'Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü Biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız' diye bildirdik. Nihayet Firavun ailesi O'nu yitik olarak aldı. Çünkü o, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz Firavun Firavun ile Hâmân ve askerleri yanılıyorlardı. Firavun'un karısı (sepetin içinden çocuk çıkınca kocasına), 'İkimizin de gözü aydın! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz' dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.

Mûsâ'nın anasının yüreği (tasadan) bomboş kalıverdi. Eğer Biz, (va'dimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı. Annesi Mûsâ'nın ablasına, 'Onun izini takip et' dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi. Biz (annesine geri vermezden) daha önce onun süt analarının sütünü kabulüne müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası, 'Size, onun bakımını sizin namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi?' dedi. Böylelikle Biz onu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın va'dinin gerçek olduğunu bilsin diye anasına geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler.

Mûsâ yiğitlik çağına erip olgunlaşınca, Biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları Biz böylece mükâfatlandırırız. Mûsâ, ahâlisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı, düşmana karşı ondan yardım diledi. Mûsâ da ötekine bir yumruk indirip onun ölümüne sebep oldu. 'Bu, şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşman' dedi. Mûsâ, 'Rabbim! Doğrusu kendimi ziyana uğrattım. Beni bağışla!' dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur. Mûsâ, 'Rabbim! Bana lutfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara asla arka olmayacağım' dedi. Şehirde korku içinde, (etrafı) gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryad ederek yine ondan imdad istiyor. Mûsâ ona dedi ki: 'Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!' Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: 'Ey Mûsâ! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek, arabuluculardan olmak istemiyor da, bu yerde yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!'

Şehrin öbür ucundan bir adam geldi ve şöyle dedi: 'Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzâkere ediyorlar. Derhal (buradan) çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim.' Mûsâ korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. 'Rabbim! Beni zâlimler güruhundan kurtar' dedi.

Medyen'e doğru yöneldiğinde, 'umarım, Rabbim beni doğru yola iletir' dedi. Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu. Onların gerisinde de, (hayvanlarını suyun olduğu yerden) geri çeken iki kadın gördü. Onlara, 'derdiniz nedir?' dedi. Şöyle cevap verdiler: 'Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.' Bunun üzerine Mûsâ, onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi ve 'Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım' dedi. Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi, 'Babam, dedi, bizim yerimize (hayvanları) sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor' Mûsâ ona (Hz.Şuayb'a) gelip başından geçeni anlatınca o, 'Korkma, o zâlim kavimden kurtuldun' dedi.

(Şuayb'ın) iki kızından biri, 'Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edebileceğin en iyi kimse, bu güçlü ve güvenilir adamdır' dedi. (Şuayb) dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşaallah beni sâlihlerden/iyi kimselerden bulacaksın. Mûsâ şöyle cevap verdi: 'Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekildir.

Artık Mûsâ süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine 'Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm' dedi.

Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: 'Ey Mûsâ! Bil ki Ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım. Ve 'Asânı at!' (denildi). Mûsâ (attığı) asâyı yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. 'Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın' (buyuruldu). 'Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kat'i delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır' (diye seslenildi). Mûsâ dedi ki: 'Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.' Allah buyurdu: 'Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz."568

(Rasulüm!) Mûsâ'nın haberi sana ulaştı mı? Hani o, bir ateş görmüş ve ailesine: 'Bekleyin. Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir parça kor getiririm, veya ateşin yanında bir rehber bulurum' demişti. Oraya vardığında kendisine: 'Ey Mûsâ!' diye seslendik: 'Muhakkak ki Ben, evet Ben senin Rabbinim! Hemen nalınlarını /ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen, kutsal vâdi Tuvâ'dasın! Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver. Muhakkak ki Ben kendim Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise Bana ibadet/kulluk et; Beni anmak için namaz kıl. Kıyâmet zamanı mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye, neredeyse onu açıklayacağım. Ona inanmayan ve nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan (kıyâmete inanmaktan) alıkoymasınlar!

Sağ elindeki nedir, ey Mûsâ?' 'O, benim asamdır, dedi. Ona dayanırım; onunla davarlarıma yaprak silkerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır.' Allah: 'Yere at onu, ey Mûsâ!' dedi. Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan oldu. Allah buyurdu: 'Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız. Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mûcize olmak üzere, o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın. Ta ki sana, en büyük âyetlerimizden birini gösterelim.

Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı.' Mûsâ: 'Rabbim! dedi, göğsüme (ruhuma) genişlik ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimin bağını çöz. Ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden bir de vezir ver. Kardeşim Hârun'u. Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir. Ve onu işime ortak kıl. Böylece Seni bol bol tesbih edelim. Ve bol bol zikredelim / analım Seni. Şüphesiz Sen bizi görmektesin.'

Allah: 'Ey Mûsâ! dedi, istediğin sana verildi. Andolsun Biz sana bir defa daha lutufta bulunmuştuk. Bir zaman, annene vahyedilecek şeyi şöyle vahyetmiştik: 'Mûsâ'yı sandığa koy; sonra denize at ki, deniz onu kıyıya atsın da, Benim ve senin düşmanlarımız olan biri onu alsın.’ (Ey Mûsâ! Sevilmen) ve Benim nezâretimde yetiştirilmen için sana Kendi sevgimi lutfettim. Hani, kız kardeşin gidip ‘Ona bakacak birini size bulayım mı?’ diyordu. Bu yüzden seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik. Ve sen, birini öldürdün de seni endişeden kurtardık. Seni iyiden iyiye denemeden geçirdik. Bu yüzden Medyen halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra sen, takdire göre (bu makama) geldin ey Mûsâ! Seni, kendim için seçtim. Sen ve kardeşin birlikte âyetlerimi (Firavuna) götürün. Beni anmayı ihmal etmeyin.

Firavuna gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona tatlı dille, yumuşak üslûpla konuşun. Belki o, aklını başına alır veya korkar.' Dediler ki: ‘Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice azmasından endişe ediyoruz.’ Buyurdu ki, ‘Korkmayın, çünkü Ben sizinle beraberim, (her şeyi) işitir ve görürüm. Haydi, gidin de ona deyin ki: ‘Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrâil oğullarını hemen bizimle birlikte bırak; onlara eziyet etme! Biz, senin Rabbinden bir âyet (mûcize) getirdik. Kurtuluş, hidâyete uyanlarındır. Hakikaten bize vahyolundu ki; Azap, (peygamberleri) yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir.'

Firavun, ‘Rabbiniz de kimmiş, ey Mûsâ?’ dedi. O da, ‘Bizim Rabbimiz, her şeye hılkatini veren,sonra da hidayete yöneltendir’ dedi. ‘Öyle ise, önceki milletlerin hali ne olacak?’ dedi. Mûsâ: ‘Onlar hakkındaki bilgi, dedi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim, ne yanılır, ne de unutur. O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir.’ Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah’ın kudretine alâmetler vardır. Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine oraya döneceksiniz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız. Andolsun Biz ona (Firavun’a) delillerimizin hepsini gösterdik; yine de yalanladı ve diretti.

Dedi ki: ‘Yaptığın büyü ile bizi yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin bize, ey Mûsâ? Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla.’

Mûsâ: ‘Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanması (zamanı) olsun’ dedi. Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hilesini tertipledikten sonra çok geçmeden geldi.

Mûsâ onlara: ‘Yazık size!’ dedi, Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden, muhakkak perişan olur.’ Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar; gizli gizli fısıldaştılar. ‘Bu ikisi muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin ideal yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece’ dediler. ‘Öyle ise, hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kurtulmuştur.’

Dediler ki: ‘Ey Mûsâ! Ya sen at veya önce atan biz olalım.’ ‘Hayır, siz atın’ dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Mûsâ, birden içinde bir korku duydu. ‘Korkma!’ dedik, ‘üstün gelecek olan kesinlikle sensin. Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa iflâh olmaz.’ Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. ‘Hârun’un ve Mûsâ’nın Rabbine iman ettik’ dediler.

(Firavun) Şöyle dedi: ‘Ben size izin vermeden ona inandınız ha! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.’

Dediler ki: ‘Seni, bize gelen açık açık mûcizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin. Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah, (mükâfatı) en hayırlı ve (cezası) en sürekli olandır.’ Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür, ne dirilir. Kim de sâlih amellerde / iyi davranışlarda bulunmuş bir mü’min olarak varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir. İçinde ebedî kalacakları, zemîninden ırmaklar akan Adn cennetleri! İşte tertemiz arınanların mükâfatı budur.

Andolsun ki Biz Mûsâ’ya, ‘kullarımla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç’ diye vahyetmiştik. Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları öyle bir kapladı ki, boğuverdi onları. Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevketmedi. Ey İsrâil oğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tûr’un sağ tarafına (gelmeniz için) size vâde tanıdık ve size, kudret helvası ile bıldırcın eti lutfettik. Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra size gazabım çarpar. Her kim ki kendisine gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir. Şu da muhakkak ki Ben, tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işleyen, sonra (böylece) hidâyette / doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.

‘Seni acele ile kavminden ayırmaya sevkeden nedir, ey Mûsâ?’‘İşte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, râzı (memnun) olasın diye Sana acele ile geldim Rabbim.’ Allah buyurdu: ‘Senden sonra Biz, kavmini imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.’ Bunun üzerine Mûsâ, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. ‘Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı?Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vaadinizden döndünüz?’

Dediler ki: ‘Biz sana olan vaadimizden kendi kudret ve irâdemizle (kendiliğimizden) dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır’lıların) zînet eşyasından birtakım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.’ Bu adam, onlar için, böğürme kabiliyeti olan bir buzağı (heykeli) icad etti. Bunun üzerine, ‘İşte, dediler, bu, sizin de, Mûsâ’nın da tanrısıdır. Fakat onu unuttu.’ O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine bir zarar, veya fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi?

Hakikaten Hârun, onlara daha önce, ‘Ey kavmim, demişti, siz, bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz, şüphesiz, çok merhametli olan Allah’tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz.” ‘Biz, dediler, Mûsâ aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!’ (Mûsâ döndüğünde) ‘Ey Hârun! dedi, sana ne engel oldu da, bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit peşimden gelmedin? Emrime âsî mi oldun?’ (Hârun:) ‘Ey annemin oğlu! dedi, saçımı başımı yolma! Ben,senin: ‘İsrâil oğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!’ demenden korktum.’ ‘Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî?’ dedi. O da, ‘Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle bana nefsim hoş gösterdi’ dedi. Mûsâ, ‘Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: ‘Bana dokunmayın!’ diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize atacağız. Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. O’nun ilmi, her şeyi kuşatmıştır.”569

Hz. Musa, İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine ''ulü'l-azm'' denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, ''Kelimullah'' denilmiştir. Beni İsrâil'e gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı. Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken,ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı Kıbtileri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir kabilenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir. ''Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.'' (Kasas sûresi:7)



Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip;''Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz.'' dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti.. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; ''Size bu çocoğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?'' dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir: ''Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o azmıştır.''570

3. Hz. Musa’nın kısaca hayatı


Hazret-i Mûsâ Mısır'a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun'a gidip onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; ''Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcisesidir.'' diyerek onları imana çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; ''Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et.'' diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; ''Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir.'' dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu hadise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi. önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti.Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen: ''Asân ile denize vur.''571 diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu.Firavun askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken ''inandım'' demişse de onun ye'se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle buyurulmaktadır: ''İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, ''İsrâiloğullarının iman ettiğinden (Allah'tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.'' dedi.''572 Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: ''Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.''573 ''Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler.''574 Tefsir âlimlerinden Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. ''Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.''

Firavun'un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un vücudu bozulmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra'daki meşhur British Museum'da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz'i geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; ''Yâ Mûsâ! onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.'' dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; ''Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınız.'' diye nasihat etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn'u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi bir şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; ''Nasihat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.'' dedi. Böylece hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler.Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler. İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp İsrâiloğulları içtiler.

Allahü teâlâ onlara''Selva'' denilen bıldırcın eti ve ''men'' denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; ''Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz'' dediler. Bu nimetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken'an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; ''Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin.'' dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tih Sahrâsında kalmakla cazâlandırdı. Kırk sens müddetle Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular. Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken'an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği ve kabrini nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civarında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ'nın şeriatı (bildirdiği dini) hazret-i İsâ'nın gönderilmesine kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmekle mükellef oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât'ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdiler denilmiştir.575

4. Hz. Mûsâ’nın mûcizeleri


1-Asâsının ejderhâ (büyük yılan) olması.

2-Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.

3-Kavmiyle Kızıldeniz'in kenarına gelince asâsını vurup denizde yol açması.

4-Tih sahrâsında kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Beni İsrâil'in kabileleri adedince, on iki pınar akıtması.

5-Firavun ve Kibti kavmi İsrâiloğullarına zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ'ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve güneşin ışığı görünmez oldu.. Kıbtilerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbti kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine imân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.

6-Kıbti kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İstâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi Kıbtilere musallat olmuştur.

7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi olarak kibtı kavmine musallat olması.

8- Kurbağa mûcizesi, Kıbti kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında iman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine girerdi. Geceleri üzerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı takdirde, iman edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmedi.

9-Kan belâsı. Mısır'da bulunan bütün sular, Kıbtilerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı.

10-İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.

11-Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tih çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ akeyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.

12-Hazret-i Mûsâ’nın duâsı ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır.

13- Hazret-i Mûsâ Tih sahrâsında bulunan İsrâiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir.

14-Hazret-i Mûsâ'nın duâsıyla sarı dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte tere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased ederdi.

15-Yolculukta hazret-i Mûsâ'ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.576


Yüklə 1,08 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin