Doğrularin öYKÜSÜ Şehit Murtaza Mutahhari


- HIRISTİYAN VE HZ. ALİ’NİN(A.S) ZIRHI



Yüklə 0,68 Mb.
səhifə4/37
tarix08.01.2019
ölçüsü0,68 Mb.
#92994
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37

14- HIRISTİYAN VE HZ. ALİ’NİN(A.S) ZIRHI

Hz. Ali’nin(a.s) hilafeti döneminde, Kufe’de Emirel Müminin’in zırhı kayboldu. Kısa bir süre sonra zırhın, bir Hıristiyan’ın yanında olduğu anlaşılınca, Hz. Ali(a.s), onu hakimin yanına götürüp davacı olduğunu belirttikten sonra şöyle buyurdu:

-Bu zırh benimdir. Onu herhangi birine, ne satmıştım ne de hediye etmiştim. Zırhı bu adamın yanında buldum.

Hakim, Hıristiyan adama:

- Halife, iddiasını beyan etti. Sen ne diyorsun? Diye sordu.

Hıristiyan:

- Bu zırh benimdir. Ama halifeyi de yalanlamıyorum, karıştırmış olabilir. Dedi.

Hakim, Hz. Ali’ye(a.s) dönüp:

- Sen davacısın bu da davalı. Dolayısıyla senin şahit getirmen gerek.

Hz. Ali(a.s) tebessüm ederek:

- Hakim doğru söylüyor. Benim şahit getirmem gerekir. Ama şahidim yok, dedi.

Hakim, davacı iddiasına şahit göstermediği için Hıristiyan lehine karar verdi. O da zırhı alıp yola koyuldu.

Hıristiyan olan adam, zırhın aslında kimin olduğunu çok iyi biliyordu. Birkaç adım yürüdükten sonra vicdanı rahatsız oldu ve dönüp şöyle dedi:

- Bu şekil yönetim ve davranışlar, sıradan insanların davranışlarından değil, peygamberlerin yönetim şeklindendir.

Zırhın Hz. Ali’ye(a.s) ait olduğunu itiraf etti. Kısa bir süre sonra onun Müslüman olduğunu ve Hz. Ali’nin(a.s) bayrağı altında imanla, Nehrevan savaşında savaştığını gördüler.14

15- HZ. İMAM SADIK(A.S) VE BİR GURUP TASAVVUFÇU

Medine’de yaşayan Sufyan-ı Suri,15 Hz. İmam Sadık’ın(a.s) yanına gelmişti. İmamın, beyaz ve çok zarif bir elbise giymiş olduğunu görünce, itiraz amacıyla:

- Bu elbise sana yakışmıyor. Sen kendini dünya ziynetleriyle kirletmemelisin. Senden zahit ve takvalı olman ve kendini dünyadan uzak tutman beklenir. Dedi.

Hz. İmam Sadık(a.s) ona şöyle cevap verdi:

- Sana bir şey diyeceğim iyi dinle. Çünkü söyleyeceklerim, hem dünyan için hem de ahiretin için faydalı olacaktır. Eğer gerçekten yanıldıysan ve İslam’ın bu konudaki görüşünü bilmiyorsan, söyleyeceklerim senin için çok faydalı olacak. Ama eğer amacın dine bid’at sokmak ve hakikatleri değiştirmekse söyleyeceklerimin sana faydası olmayacaktır. Allah Resulü’nün ve sahabelerinin o günkü fakir ve sade yaşamlarını göz önünde bulundurup, kıyamete kadar bütün Müslümanların görevinin fakir yaşamak olduğunu düşünebilirsin. Allah Resulü, fakirliğin, sıkıntı ve zorlukların hakim olduğu bir zamanda ve bölgede yaşıyordu. O zaman halkın geneli yaşamın en gerekli olan ihtiyaçlarından dahi mahrumdular. Allah Resulü’nün ve sahabelerinin yaşam durumu, o günkü şartlarla alakalıdır. Ama yaşam için gerekli olan ihtiyaçların karşılanabildiği ve Allah’ın nimetlerinden faydalana bilindiği bir zamanda, nimetlerden faydalanmaya en layık olanlar iyiler ve Salihlerdir, fasık ve kafirler değil.

Bende ne gibi bir kusur gördün? Ant olsun Allah’a, ilahi nimetlerden faydalandığımı gördüğün gibi, ergenlik çağıma eriştiğimden beri sürekli, malımda birinin hakkı olmamasına ve onu gereken yerlere ulaştırmaya dikkat ettim.

Sufyan, imama cevap veremedi ve başı aşağı bir şekilde dışarı çıktı. Durumu arkadaşlarına anlattığında onlarda hep beraber imamla münazara etmeye karar verdiler.

Topluluk imamın yanına gelip:

- Arkadaşımız delillerini sunamamış. Şimdi biz açık delillerle seni mağlup etmeğe geldik. Dediler.

İmam Sadık(a.s):

- Delillerinizi açıklayın, dedi.

Topluluk:

- Bizim delillerimiz Kuran’dandır, deyince İmam(as) şöyle buyurdu:

- Kuran’dan daha iyi bir delil olur mu? Açıklayın sizi dinliyorum.

- Biz, doğru yaşam biçimini seçtiğimize dair Kuran’dan iki ayet sunacağız ve bu bize yeter. Allahu teala kuran-ı kerimin bir ayetinde sahabeyi şöyle övmüştür. “Ve şunlar ki, onlardan önce yurdu hazırlayıp imana sahip oldular. Kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilenlerden nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Her kim de nefsinin hırsından korunursa işte onlardır o kurtuluş bulanlar.”16 Ve diğer bir ayette şöyle buyurmuştur: “ Yoksula yetime, esire seve seve yemek yedirirler.”17

Söz buraya gelince meclisin bir köşesinde oturup onları dinleyen bir adam:

- Şimdiye kadar sizin kendi söylediklerinize bile inanmadığınızı anladım. Siz bu sözlerle, insanları mallarından soğutup o malları size getirmelerini sağlayıp, sonrada onların yerine kendinizin faydalanmanızı hedefliyorsunuz. Çünkü şimdiye kadar hiç lezzetli yemeklerden uzak durduğunuz görülmedi. Dedi.

İmam Sadık(a.s):

-Bu sözleri bırakın, bunların faydası yok ,dedi ve topluluğa dönerek şöyle buyurdu:

- Önce söyleyin bakalım, Kuran’dan deliller getirdiğinize göre acaba muhkem ve müteşabih ayetleri, nasıh ve mensuh ayetleri birbirinden ayırt edebiliyor musunuz? Çünkü bu ümmetten kim yolunu kaybettiyse, kurandan haberi olmadığı halde, ondan delil sunmaya çalıştığı için olmuştur.

- Tabi ki biraz bilgimiz var ama tam olarak bilmiyoruz.

İmam Sadık(a.s), şöyle devam etti:

- Sizin kötü durumunuz işte bundan kaynaklanmaktadır. Ayrıca peygamberimizin hadisleri de tıpkı kuran ayetleri gibi hakkında geniş bilgi edinmeyi gerektiren sözlerdir. Okuduğunuz ayetlere gelince, o ayetlerden ilahi nimetlerden faydalanmanın haram olduğu sonucu çıkmaz. Bu ayetler, bağışlama ve fedakarlık hakkındadır. Muayyen bir zamanda başkalarını kendilerine tercih ettikleri için ve kendilerine helal olan bir malı başkalarına verdikleri için Allah o topluluğu övmüştür. Ama eğer vermeselerdi, günahkar da sayılmayacaktılar. Allah onlara, verin veya vermeyin diye bir emir vermemişti. Onlar, şefkat ve iyilik göstererek kendilerini sıkıntıya sokmuş ve bağışta bulunmuşlardı. Allah onları mükafatlandıracak. Demek ki bu ayetler sizin iddianızla uyuşmuyor. Çünkü siz insanları men ediyor ve Allah’ın onlara verdiği nimetlerden faydalanmalarını kınıyorsunuz.

Onlar o gün, o şekilde bir bağışta bulundular. Ama daha sonra Allah’tan bu işin sınırını belirten daha kapsamlı bir emir geldi ve bu emir onların yaptıklarını nesh etti. Biz, bu emire tabi olmalıyız, onların yaptığına değil. Allah’u Teala has rahmetiyle müminlere kendilerini ve ailelerini sıkıntıya sokarak ellerinde olanı başkalarına bağışlamaktan nehyetti. Çünkü aile içerisinde tahammül edemeyecek yaşlılar olabilir. Bu durumda elimde olan bir ekmeği infak edersem sorumlu olduğum kendi ailem sıkıntıya düşecektir. Bundan dolayı Resulü Ekrem (s) şöyle buyurdu: “ Elinde birkaç tane hurma veya birkaç ekmek, veya birkaç dinarı olup da infak etmek isteyen birinci derecede anne babasına infak etmelidir. İkinci derecede eşine ve çocuklarına , üçüncü derecede akrabalarına ve mümin kardeşlerine infak ettikten sonra dördüncü derecede hayrat yapmalıdır.”

Bu dördüncüsü hepsinden sonradır. Allah Resulü(s), Ensar’dan birinin öldüğünü geride küçük çocuklarının olmasına rağmen mal varlığını Allah yolunda dağıttığını duyunca şöyle buyurdu:” Eğer daha önceden bana haber vermiş olsaydınız onun Müslüman mezarlığına defnedilmesine izin vermezdim. O, arkasında insanlara el açacak çocuklar bırakmıştır.”

Babam İmam Bakır(as), Allah Resulü’nün(s) şöyle buyurduğunu bana anlattı: “İnfaklarınızda her zaman önce kendi ailenizden başlayın. Yakınlık sırasına göre, kim daha yakınsa daha önceliklidir.”

Bütün bunlara ilaveten, Kuran-ı Kerim’in ayetleri sizin seçmiş olduğunuz yaşam tarzını yasaklamıştır. “Takva sahipleri, infak edecekleri zaman ne aşırıya kaçarlar, ne de çok geriye kalırlar. Onlar, orta yolludurlar. “18(Furkan-67)

Kuran-ı Kerim’in bir çok ayeti, cimriliği yasakladığı gibi israf ve aşırılığı da yasaklamıştır. Kuran’ı Kerim, İnfak hususunda orta yollu olmayı belirlemiştir. Eldekilerin hepsini bağışlayarak , sıkıntıya düşülmesini ve sonra da ellerini Allah’a kaldırıp “Allah’ım ! bana rızk ver “ diye yalvarmasını değil… Allah, hiçbir zaman böyle bir duayı kabul etmez. Çünkü Allah Resulü şöyle buyurmuştur:” Allah, şu kimselerin duasını kabul etmez:

*Anne ve babasının kötülüğü için dua eden kimsenin,

*Birine borç verip şahit ve senet tutmayan ve borcunu geri alamayan ve bu hususta Allah’a dua edip çare isteyen kimsenin duası kabul edilmez. Zira çare yolunu kendi eliyle kapatmış, şahitsiz senetsiz borç vermiştir.

*Karısının şerrinden kurtulmak isteyen kimsenin duası kabul edilmez. Çünkü bu işin çaresi insanın kendi elindedir. Eğer gerçekten karısından razı değilse, boşanabilir.

*Evinde oturup , elini elinin üstüne atıp Allah’tan rızk isteyen tamahkar ve cahil kimsenin , duası karşısında Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:” Ey kulum! Ben sana hareket etme gücü vermedim mi? Sana sağlam bir vücut vermedim mi? Sana el, ayak, göz, kulak ve akıl verdim ki göresin, duyasın, düşünesin ve hareket edesin. Bütün bunların yaratılışında bir amaç vardır. Bu nimetlerin şükrü, onlardan faydalanmanla olur. Ben, seninle aramda olan hücceti tamamladım ki istediğini elde etmek için hareket edesin ve bu hususta bana itaat edip başkalarına yük olmayasın. Eğer maslahatına uygun olsaydı, sana bol rızk verirdim. Eğer sen çalışmana rağmen bol rızk elde edemiyorsan , görevini yapmış olursun ve mazursun. “

*Allah’ın kendisine bol rızk vermesine rağmen elindekileri bağışlayarak tüketen ve sonra da Allah’a yönelerek ondan rızk isteyen kimsenin duasına karşılık Allah-u Teala şöyle cevap vermektedir:” Ben sana bol rızk vermemiş miydim? Neden orta yollu olmadın? İnfaklarınızda orta yollu olun diye emir vermemiş miydim? Hesapsızca infakı yasaklamamış mıydım? “

*Yakınlarıyla bağını koparmak için dua eden kimsenin (veya Yakınlarıyla bağını kopardıktan sonra herhangi bir konuda dua eden kimsenin) duası kabul olunmaz.

Allah-u Teala Kuran’da özellikle kendi peygamberine infak şeklini öğretmiştir. Çünkü şöyle bir olay olmuştu:

Peygamberin yanında bir miktar altın vardı. O altınları fakirlere harcayacaktı. Bir gece de olsa altınların evinde kalmasını istemiyordu. Dolayısıyla bir günde hepsini fakirlere harcayarak bitirdi. Ertesi gün bir dilenci gelerek ısrarla peygamberden yardım istedi. Peygamber de elinde bir şeyi olmadığı için çok üzüldü. İşte burada Kuran-ı Kerim’in şu ayeti nazil oldu:”Ellerini ne boynuna koy, ne de tamamen aç. Yoksa eli boş kalırsın ve fakirler tarafından kınanırsın. “19

Bunlar peygamberden bize ulaşan hadislerdir. Kuran’ın ayetleri de bu hadisleri onaylamaktadır. Tabi ki Kuran’a iman edenler bu ayetlere inanırlar.

Salman ve Ebuzer’in takvasını, zahitliğini ve üstünlüğünü biliyorsunuz. Onların da yaşamı anlattığım gibiydi.

Salman, beytul maldan hakkına düşen yıllık ihtiyacını aldığında, bir yıllık ihtiyacını ayırırdı. Ona :

-Sen bu takva ve zahitliğinle bir yılın düşüncesine mi kapılıyorsun? Belki bu gün veya yarın öleceksin ve yıl sonuna çıkmayacaksın? Diye sorduklarında, Salman:

-Ya ölmezsem…Diye cevap verdi ve şöyle devam etti:

-Siz niye sadece ölüm ihtimali üzerinde duruyorsunuz? Bir ihtimal daha var ve o da yaşamaktır. Eğer yaşarsam ihtiyaçlarım olacaktır.

Ey cahiller! Siz bu husustan da gafilsiniz ki, insan nefsi, yaşam için gerekli ihtiyaçlara sahip olmazsa, Allah’a itaatte de eksik kalacaktır. Hak yolunda sahip olması gereken güç ve enerjiyi yitirir. Ne zaman ihtiyaçları giderilirse nefis de kendisini toparlar.

Ebuzer’in birkaç koyunu ve devesi vardı. Onların sütünden ve etinden faydalanıyordu. Misafiri geldiğinde veya ihtiyaç sahiplerine et vermek istediğinde kendisine de bir pay çıkardı.

Bunlardan daha zahit kim olabilirdi? Peygamberin bu ikisi hakkında söylediği sözleri biliyorsunuz. Bu kimseler, zahitlik ve takva adına asla bütün varlıklarını infak etmediler. Onlar, sizin bu gün insanlara her şeylerini infak ederek, kendilerini ve ailelerini sıkıntıya sokmalarını emrettiğiniz şekilde yaşamadılar.

Size bir hadis söyleyeceğim ki babam babasından, o da dedelerinden , Allah Resulü’nün şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:” En ilginç durum, müminin durumudur. Müminin bedenini makasla parçalasalar, onun için hayır ve saadet olacaktır ve eğer doğu ve batının bütün mülkünü ona verseler, yine onun için hayır ve saadet olacaktır. “

Müminin hayrı, hiçbir zaman fakir olma koşuluna bağlı değildir. Müminin hayrı, inanç ve iman ruhundan kaynaklanır. Çünkü fakirlikte de zenginlikte de bir görevi olduğunu bilir ve onu en güzel biçimde yerine getirir. İşte bundan dolayıdır ki en ilginç şey müminin karşılaştığı her durum , onun için hayır ve saadettir.

Bu gün size söylediklerim yeterli midir? Yoksa daha size anlatayım mı?

Biliyor musunuz, İslam’ın ilk dönemlerinde , Müslümanların sayısı az olduğu için her Müslüman’ın on kafire bedel gelmesi emredilmişti. Yani, bir Müslüman on kişiye karşı koyamazsa suç işlemiş sayılıyordu. Ama daha sonra , Müslümanların sayıları arttığı için Allah-u Teala kendi lütuf ve rahmetiyle artık her Müslüman’ın sadece iki kafire bedel gelmesini emretti.

Size İslam-i hükümlerden bir soru sorayım. Farz edin sizden biriniz mahkemedesiniz. Konu da eşinizin nafakasıdır. Hakim: “Eşinin nafakasını vermelisin” dediğinde, ne yapacaksınız? Acaba “Ben zahidim ve dolayısıyla dünya nimetlerine yüz çevirdim gibi bir mazeret mi sunacaksınız? Bu mazeret geçerli midir? Hakimin : “Eşinin nafakasını vermelisin” sözü hak ve adalet midir yoksa zulüm müdür? Eğer zulümdür deseniz, açıkça bir yalan konuşmuş olursunuz. Bu iftira ile bütün İslam ehline zulmetmiş olursunuz. Yok eğer : “Hakim doğru söyledi” derseniz , o zaman kendi gidişatınızın ve yaşam tarzınızın yanlış olduğunu kabul etmiş olursunuz.

Diğer bir konu, bazı durumlar vardır ki Müslüman, bu durumlarda vacip ya da vacip olmayan infaklar yapar. Mesela; zekat veya keffare vermesi gibi… Şimdi, eğer zahitliğin manasını yaşamdan ve yaşamın ihtiyaçlarından yüz çevirmek olarak kabul etsek ve yine bütün insanların tıpkı sizin istediğiniz gibi zahit olduklarını ve dünyadan yüz çevirdiğini farz etsek , o zaman bütün bun keffarelerin ve vacip infakların durumu ne olacak? Bu infaklarla yoksulların daha iyi bir yaşama kavuşmaları amaçlanmamış mıdır? Bu infaklardan da anlaşıldığı gibi dinin hedefi, insanların rahat bir yaşama kavuşmalarını sağlamaktır. Eğer dinin hedefi, insanların fakir olması, dünyevi nimetlerden sakınmaları, miskinlik ve çaresizlik olsaydı o zaman fakirler zaten bu amaca ulaşmış olurlardı ve dolayısıyla onlara bir şey vermemek gerekirdi. Onların da bu saadetli durumlarından çıkmamak için kimseden bir şey kabul etmemeleri gerekirdi.

Eğer söyledikleriniz hakikat olsaydı, o zaman kimsenin elinde bir şey bulundurmaması ve eline geçeni bağışlaması gerekirdi. Sonuçta da zekata gerek kalmayacaktı.

Demek ki siz çok çirkin ve tehlikeli bir gidişata kapılmışsınız ve insanları bu kötü yaşam tarzına teşvik ediyorsunuz. Gittiğiniz yol ve halkı bu yola davet etmeniz Kuran ve peygamberin hadislerinden haberdar olmayışınızdan kaynaklanmaktadır.

Bu hadisler şüphe edilecek Hadisler değildir. Çünkü kuran onları onaylamaktadır. Ama siz, peygamberin güvenilir hadislerini sırf sizin yaşam tarzınıza uymuyor diye reddediyorsunuz ki bu da diğer bir cahilliğinizdir. Siz, Kuran ayetlerinin manası, dakik ve ince noktaları hakkında düşünmüyor, nasıh ve mensuh, muhkem ve müteşabihi bilmiyorsunuz. Emirleri ve yasakları ayırt edemiyorsunuz.

Süleyman B. Davut’un (as) Allah’tan kendisinden sonra kimseye vermeyeceği derecede bir mülk istemesi20 konusunda ne cevap vereceksiniz?

Allah da ona öyle bir mülk verdi. Tabi Süleyman Peygamber haktan başka bir şey istemiyordu. Ne Allah ne de her hangi bir mümin , Süleyman Peygamber’in dünyada böyle bir mülk istemesini bir kusur saymamıştır. Süleyman Peygamber’den önce Davut da yine aynı şekilde ve yine Yusuf’un padişaha resmen :” Hazinedarlık görevini bana ver. Çünkü ben güvenilir ve ilim sahibiyim.”21 Demiştir. Sonunda Yusuf Peygamber, Mısır’dan Yemen sınırlarına kadar yönetimi eline aldı. Kıtlık sonucunda her yerden oraya geliyor azık satın alıp dönüyorlardı. Tabi ki Yusuf Peygamber, kötü bir işe kalkışmamıştı ve Allah da Kuran’da bunu Yusuf için bir kusur saymamıştır. Yine, Allah’ı seven ve Allah’ın da kendisini sevdiği bir kul olan ve dünyanın doğusundan batısına kadar hakim olan Zülkarneyn’in hikayesi de aynıdır.

Ey topluluk! Bu yanlış yoldan vazgeçin ve kendinizi gerçek İslam adabıyla edeplendirin. Allah’ın emir ve yasak sınırlarını aşmayın. Kendi yanınızdan yollar uydurmayın. Bilmediğiniz meselelere karışmayın ve bir bilene sorun. Nasıh’ı Mensuh’tan , Muhkem’i Muteşabih’ten ve helalı haramdan ayırt etmek için uğraşın. Bu sizin için daha iyi , daha kolay ve cahillikten en uzak olan yoldur. Cehaleti bırakın ki cehaletin taraftarı çoktur. Oysa ilmin taraftarı azdır. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:” Her alimden daha üstün bir alim vardır.”22


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin