El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə47/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   48

Bakara Sûresi / 178-179 .....................................................


 

178- Ey inananlar, öldürülenlerde kısas size farz kılındı. Hüre

hür, köleye köle, kadına kadın. Ama kimin lehine kardeşi tarafından

bir şey bağışlanırsa, o zaman (maktulün velisinin) uygun olanı

yapması, (katilin de) güzelce ona (diyeti) ödemesi gerekir. Bu,

Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan (affettikten) sonra saldırganlıkta bulunursa (katili öldürürse), onun için

acı bir azap vardır.

 

179- Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır, umulur ki



(öldürmekten) sakınırsınız.

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI


 

"Ey inananlar, öldürülenler de kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye



köle, kadına kadın." Bu hitabın özellikle müminlere yönelik olması,

bu hükmün Müslümanlara özgü olduğuna ilişkin bir işarettir.

Müslümanların dışındaki zimmet ehli ve benzeri azınlık gruplarına

gelince, ayet-i kerime onlardan söz etmemektedir.

 

Ele aldığımız bu ayet-i kerime, Mâide Suresindeki, "Cana



can..." (Mâide, 45) ayetine bir açıklama konumundadır. Yani ayetler

birbirlerinin açıklayıcılarıdırlar. Dolayısıyla, "Bu ayet ötekinin hükmünü

yürürlükten kaldırmıştır. Çünkü köleye karşılık özgür insan

ve kadına karşılık erkek öldürülmez" demenin bir anlamı yoktur.

Toparlayacak olursak, "kısas" kelimesi, kâsse/yukâssu" fiilinin

mastarıdır. Yani, bir şeyin ardından gidip sonuçlarını takip et-

 

Bakara Sûresi / 178-179 ............................................... 657

 

mek demektir. "Kassas" da bu kökten türemiştir ve eski eserleri



ve hikayeleri anlatan demektir. Böyle biri, geçmiş toplulukların

yollarını izlemiş gibi değerlendirilir. Kısas'ın da bu ismi almış olması,

cinayeti işleyeni izleyip onun başkasına yaptığını ona yapmak

anlamından ileri geliyor.

 

"Ama kimin lehine kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa." Cümledeki

ism-i mevsul ile katil kastedilmiştir. Dolayısıyla katili kapsamına

alacak bağışlama ancak kısas ile ilgili olabilir. İfadenin orijinalinde

geçen "şey"den hak kastedilmiştir. Bunun belirsiz kılınmış

olması (nekre isim olarak getirilmesi) hükmü genelleştirme amacına

yöneliktir. Yani "hangi hak olursa olsun, ister tamamı, ister

bir kısmı olsun. Söz gelimi, maktulun velileri birden çok olunca ve

bunların bir kısmı da haklarından vazgeçince, bu durumda katile

kısas uygulanmaz, bunun yerine katilin diyet ödeme zorunluluğu

doğar. Maktulun velisinin "kardeş" olarak nitelendirilmesi, sevgi

ve şefkat duygularını uyandırma ve bağışlamanın daha iyi olacağı

mesajını verme amacına yöneliktir.

 

"O zaman, uygun olanı yapması, (katilin de) güzelce ona ödemesi

gerekir." Bu cümle müptedadır ve haberi de hazfedilmiştir. Yani,

maktulun kardeşi uygun bir tavır içinde, katili izleyip ondan diyetini

talep etmeli, katil de maktulun kardeşinin diyetini uygun koşullar

içinde sürüncemede bırakmadan ödemelidir.

 

"Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir." Yani, kısas

yerine diyet hükmünün getirilmesi Rabbiniz tarafından bir hafifletmedir

ve bir kere diyete karar verildi mi artık bundan dönülmez.

Yani maktulün velisi affettikten sonra, kısas uygulamaya

kalkışamaz. Bu tür bir tavır saldırganlık olarak değerlendirilir. Kim

saldırganlık edip affettikten sonra kısas uygularsa, onun için can

yakıcı bir azap vardır.

 

"Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır, umulur ki sakınırsınız." Bu ifade kısas hükmünün yasalaştırılmasının gerisindeki



hikmete yönelik bir işarettir. Ayrıca bu ifadeyle, diyet hükmünün

getirilmesi, bağışlama olgusundaki maslahat ve meziyetin açıklanması,

şefkat ve merhametin yaygınlaştırılmasının istenmesi ile

bağışlama insanlığın yararına daha uygundur, şeklindeki bir kuruntunun

bertaraf edilmesi de hedeflenmiştir. Demek isteniyor ki:

Gerçi bağışlama bir ceza indirimi ve bir rahmet belirtisidir; ama,

 

658 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

genel maslahat kısas ile mümkündür. Çünkü hayatın garantisi kısastır.



Bağışlama, diyet ya da bunların dışındaki hiçbir uygulama

değildir. İnsan eğer sağduyu sahibiyse kısasla hükmeder. "Umulur



ki sakınırsınız." yani öldürmekten. Bu ifade, bir bakıma kısas

hükmünün yasalaştırılmasının gerisindeki illeti açıklamaktadır.

Bazılarına göre, "Kısasta sizin için hayat vardır..." cümlesi, özet

oluşuna, önemli bir meseleyi kısa ifadelerle anlatışına, harflerinin

azlığına, sözel yapısının akıcılığına ve cümle kuruluşunun rahat

ve basit oluşuna rağmen Kur'ân-ı Kerim'de anlamı en doyurucu

biçimde vurgulayan, ifade biçiminin doruklarında olan bir ayettir.

Bu ifadede kanıtsallık gücünü, anlam güzelliğini ve letafetini,

ifade inceliğini ve kanıtlanan olgunun belirginliğini bir arada görmek

mümkündür.

 

Bu ayet inmeden önce, Arap yarımadasında nam salmış söz



ustaları, adam öldürmeye ve kısasa ilişkin olarak birtakım vecizeler

söylemişlerdi. Bu vecizelerin ifade yetkinliği, büyüleyici vurgusu,

üslup ve cümle kuruluşu dinleyicileri adeta büyülerdi, herkesi

hayran bırakırdı. Örneğin, "Katl'ul-ba'z, ihyaun li'l-cemî=bazılarını



öldürmek, bütünü diriltmektir. "Eksir'ul-katl li-yakile'l-katl=çok öldürün ki, öldürme azalsın." Hemen hemen herkes tarafından hayranlıkla karşılanan bir vecize de şuydu: "el-Katlu enfa li'lkatl=

öldürme öldürmeyi ortadan kaldırır." Ne var ki bu ayet-i kerime,

sözünü ettiğimiz vecizelerin tümünü unutturdu, ortadan kaldırdı:



"Sizin için kısasta hayat vardır." Çünkü bu ayet-i kerime

hem daha az harften oluşuyor, hem de daha kolay telaffuz edilebiliyor.

Bunun yanı sıra "kısas" harf-i tarifle belirlenmiş, "hayat" kelimesi

ise başına harf-i tarif getirilmemek suretiyle belirsiz bırakılmıştır.

Bununla, sonucun kısastan daha geniş ve daha büyük

olduğu vurgulanmak istenmiştir. Cümle aynı zamanda sonuca ilişkin

açıklamayı içerdiği gibi, bununla elde edilecek gerçek maslahatı

da içeriyor. O da hayattır. Bu, amacın geri plânında gizli bulunan

anlamın hangi gerçeğe dönük olduğunu da gösterir. Çünkü

hayata yol açan olgu kısastır, öldürme değil. Çünkü kimi öldürmeler

hayat yerine, düşmanlığa yol açarlar.

 

Ayrıca cümle de hayata götüren başka unsurlar da vardır. Bunlar



öldürmenin dışında uygulanan kısasın kısımlarıdırlar. Bunun

 

Bakara Sûresi / 178-179 .................................................. 659

 

yanı sıra cümlede fazladan ifade edilen bir anlam daha vardır. Kısas



kelimesinin ifade ettiği anlamın zorunlu kıldığı ikinci bir anlamı

kastediyoruz O da kısasın cinayetin gerekçeleşmesini takip

etmesidir (yani cinayetten önce kısas yapılmaz.) Ki, "öldürme öldürmeyi

ortadan kaldırır" vecizesinden bu anlamı elde etmek

mümkün değildir.

 

Bunun yanında ayet-i kerime, teşvik ve yönlendirme işlevini de



görüyor. Çünkü ayette insanlar için öngörülen, ama farkında olmadıkları

ve aynı zamanda sahip oldukları hayata işaret ediliyor.

Şu hâlde bu hayatı almaları gerekir. Söz gelimi birine, "Falan yerde

ya da falan kimsenin yanında sana ait bir mal, bir servet vardır."

denilmesi gibi.

 

Ayrıca, bu cümle, bir bakıma gösteriyor ki, söyleyen kişi muhataplarının



çıkarını korumaktan, maslahatlarını gözetmekten

başka bir amaç gütmüyor, yani kendisine dönecek bir sonuç gündemde

değildir. "Sizin için" ifadesi de bunu gösterir.

Bunlar, tefsirini sunduğumuz ayet-i kerimenin içerdiği, ifade

ettiği mesajlardır. Bazıları birtakım diğer yönler de zikretmişlerdir

ki müracaat eden elde edebilir. Ama insanın kendisi ne kadar bu

ayet-i kerime üzerinde düşünürse, anlamı daha bir belirginlik kazanacak,

güzelliği ve aydınlığı seni her gün biraz daha büyüleyecektir.

Evet Allah'ın sözü tüm sözlerden daha yücedir.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de belirtildiğine göre, İmam Sadık (a.s) "Hüre



hür." ifadesiyle ilgili olarak şöyle demiştir: "Özgür kimse köleye

karşılık olarak öldürülmez; fakat ona ağır bir dayak cezası verilir.

Kölenin diyeti de ödenir. Eğer bir erkek bir kadını öldürürse ve öldürülenin

velileri de adamı öldürmek isteseler, diyetinin yarısını

adamın velilerine vermeleri gerekir. [c.1, s.75, h: 158]

el-Kâfi'de Halebî şöyle der: "Yüce Allah'ın, 'Kim bunu sadaka



olarak bağışlarsa, o kendisi için keffaret olur.' (Mâide, 45) ayetinin

anlamını, İmam Sadık'tan (a.s) sordum. Buyurdu ki: 'Bağışladığı

ceza kadar, kendi günahı da bağışlanır.'" Sonra, Ama kimin kardeşi

tarafından bir şey bağışlanırsa, o zaman uygun olanı yapması,

güzelce ona ödemesi gerekir.' ayetinin ifade ettiği anlamı

 

660 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

sordum, buyurdu ki: 'Bir diyetin ödenmesine karşılık olarak kendisi



ile sulh yapmışsa, yükümlülük altında olan kişi kardeşine zorluk

çıkarmamalıdır. Ve anlaşma sağlandıktan sonra, diyeti ödemesi

gereken kişi de ödemeyi sürüncemede bırakmamalıdır.' Sonra,

'Kim bundan sonra saldırganlıkta bulunursa, artık onun için acı

bir azap vardır.' ifadesi hakkında sordum, buyurdu ki: Burada kastedilen,

diyet kabul eden ya da katili bağışlayan yahut barışan,

buna rağmen, intikam için adam öldüren kişidir. Nitekim yüce Allah

da buna işaret ediyor." [c.7, s.88, h: 2]

Ben derim ki: Bu anlamları içeren rivayetlerin sayısı oldukça

fazladır.

 

KISASLA İLGİLİ BİR İLMÎ İNCELEME



 

Kısas ayetinin indiği sıralarda ve öncesinde Araplar, adam öldürmeye

karşılık kısasın uygulanması gerektiğine inanırlardı. Ne

var ki bunun nasıl uygulanacağına ilişkin kesin bir modelleri yoktu.

Bu durum daha çok soruna taraf olan kabilelerin güçlülük veya

zayıflıklarına bağlı bir gelişme gösterirdi. Bazen öldürülen bir erkeğe

karşılık bir erkek, bir kadına karşılık bir kadın öldürülerek

öldürmede eşitlik ilkesi gözetilirdi. Bazen bir adama karşılık on

adam, köleye karşılık hür adam, tâbiye karşılık başkan öldürülürdü.

Zaman olurdu bir kabile öldürülen bir adamlarına karşılık bir

kabileyi topluca kılıçtan geçirirdi.

 

Tevrat'ın "çıkış" kitabının yirmi birinci ve yirmi ikinci bölümlerinde



ve "sayı" kitabının beşinci ve otuzuncu bölümlerinde de yazıldığı

gibi Yahudiler de kısas ilkesine inanırlardı. Kur'ân-ı Kerim,

bu hususa ilişkin olarak Yahudilere getirilen yükümlülüğü şu ifadelerle

aktarır: "Onda onlara: Cana can, göze göz, buruna burun,



kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas yazdık." (Mâide,

45) Elimize ulaşan bilgilere göre, Hıristiyanlar adam öldürme suçuna

karşılık olarak bağışlama ve diyetten başka bir tutum

benimsemezlerdi. Konum ve uygarlık düzeylerinin farklılığına karşın

hemen her ulus ve topluluk bir şekilde kısas ilkesini benimserdi.

Fakat son çağlara kadar bile bu ilke tam bir sistem şeklini

almış değildir.

 

Bakara Sûresi / 178-179 .................................................... 661

 

İslâm bu hususta bütünüyle ortadan kaldırmak (ilga) ile kesinlikle



uygulama (ispat) arasında orta yolu benimsemiştir. Yani kısasın

gerekliliğini vurgulamış; ama uygulanışını vazgeçilmez olarak

sunmamıştır. Aksine, bağışlamaya ve diyete de açık kapı bırakmıştır.

Bunun yanı sıra kısas ilkesini denklik esasına dayandırmıştır.

Öldürenle öldürülen arasında denklik esastır. Hüre hür,

köleye köle ve kadına kadın.

 

Genelde kısas ilkesine özelde de adam öldürme suçunun cezası



olarak kısas ilkesinin uygulanmasına karşı çıkılmıştır, ileri ulusların

koydukları uygar yasalar bu ilkeyi içermiyor ve günümüzde

uygulanmasını kabul görmüyor diye.

 

Diyorlar ki: Adam öldüreni öldürmek insanın tiksindiği, doğasının



benimsemediği bir uygulamadır. Böyle bir durumla karşı

karşıya kaldığı zaman insan vicdanı, insanlığa yönelik acıma duygusundan

ve hizmet isteğinden dolayı buna engel olmak ister.

Yine diyorlar ki: Birinci öldürme bir ferdin kaybı demekse, ikinci

öldürme de kayıp üstüne kayıptır. Ve diyorlar ki: Kısas ilkesine

dayanarak adam öldürmek katı yürekliliktir, intikam alma arzusunun

ifadesidir. Bu ise, genel eğitim plânı çerçevesinde insandan

uzaklaştırılması gereken bir eğilimdir. Adam öldürme suçunu

cezalandırırken de işin eğitsel yönünü göz önünde bulundurup

terbiyenin zorluğuyla cezalandırmak lazımdır. Bu da, öldürmenin

dışında hapis ve benzeri ağır cezalarla gerçekleştirilebilir.

Bu görüşün mensupları düşüncelerini şu şekilde savunurlar:

Bir suçlu, ancak akıl hastası olduğu zaman suçlu olabilir. Dolayısıyla

suç işleyen katilin akıl hastanesine konulup tedavi edilmesi

gerekir.

 

Bir itirazları da şudur: Uygar yasalar mevcut olan topluma



uygulanır. Toplum hep aynı durumda kalmadığı için kanunlar da

hep aynı durumda kalmazlar. Bu yüzden kısas ilkesini,

günümüzün ileri toplumları başta olmak üzere tüm toplumlar için

öngörülmüş ebedi bir uygulama olarak sunmak yersizdir. Bir toplum

elinden geldiğince bireylerinin varlığından yararlanmalıdır.

Suçluyu öldürmenin dışında verim ve sonuç açısından işlenen

suça denk bir cezayla cezalandırması mümkündür, müebbet

hapis ve yıllarca hapiste kalmak gibi. Bu uygulamada iki hak

 

662 .................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

piste kalmak gibi. Bu uygulamada iki hak birden gözetilmiş olur,



toplumun hakkı ve öldürülenin akrabalarının hakkı.

Adam öldürmenin cezalandırılmasında kısas ilkesini öngören

yasamayı inkâr edenlerin asıl düşünsel dayanakları bunlardır.

Kur'ân-ı Kerim bütün bunlara bir cümleyle cevap vermiştir:



"Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık

olmaksızın bir canı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.

Kim de onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur." (Mâide,

32)


 

Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bireyler arasında yürürlükte olan

yasalar, itibarî ve farazî olmakla beraber, bunların konuluşunda

toplumsal çıkar gözetilir. Şu kadarı var ki, bu hususta temelden

etkin rol oynayan illet insanın dışsal karakteridir ki, insanın eksikliklerinin

giderilmesini ve organik ihtiyaçlarının karşılanmasını öngörür.

Bu dış realite, insana arız olan sayı ve toplumsal tek biçim

değildir. Çünkü toplumsal biçim bizzat kendisi de insanın organik

varlığının bir eseridir. Bu dış realite, insanın kendisi ve karakteridir.

Tümünün insan olması ve varlık olarak bireyin toplum, toplumun

da birey gibi olması noktasında bir insan ile bir araya gelmiş

binlerce insan arasında bir fark yoktur.

 

Bu varoluşsal karakter, yapısal olarak birtakım güçler ve araçlarla



donatılmıştır. Bunlar aracılığı ile yokluğu kendisinden uzaklaştırır.

Çünkü yaratılış olarak var olma sevgisine ve hayatını tehlikeye

sokan her türlü olumsuzluğu bertaraf etme eğilimine sahiptir.

Bunun için mümkün olan her yöntemi, ulaşabildiği en uç noktaya

kadar kullanır. Öldürmeye ve idam etmeye kadar vardırır işi.

Bu yüzden hiçbir insan göremezsin ki, yaratılış olarak kendisini öldürmek

isteyeni öldürmek istemesin ve amacına ulaşmadan ondan

vazgeçsin. Sözü edilen kalkınmış ve ileri uluslar, bağımsızlıklarını,

özgürlüklerini ve ulusal varlıklarını savunmak için savaşmaktan

kaçınmazlar. Nerede kaldı kendilerini öldürmek isteyenleri?!

Kanunları çiğneyenlere karşı da sonuna kadar mücadele ederler.

Bunun için adam öldürmekten de çekinmezler. Çıkarlarını korumak

için, eğer başka yöntemler çözüm getiremiyorsa, savaşı bir

yöntem olarak kabul ederler. Ki bu savaş dünya için bir yıkım, çevre

ve nesil için yokoluştan başka bir şey değildir. Birtakım uluslar

 

Bakara Sûresi / 178-179 ................................................ 663

 

alabildiğine silahlanıyor, elindeki silahları geliştirme savaşımını



veriyor, başka uluslar da dengeyi sağlamak için silahlanıyor ve her

gün biraz daha ileri silah teknolojisinden yararlanma gereğini duyuyor.

Bütün bunları ancak toplumun durumunu gözetmek ve toplumsal

hayatı korumakla izah edebiliriz. Toplum ise, doğanın öngördüğü,

insanın öz yaratılışının gerektirdiği bir oluşumdur.

 

Doğa ve öz yaratılış ayrıntı niteliğindeki ürünün korunması için



onun özünün öldürülmesine, yok edilmesine ve ortadan kaldırılmasına

izin verir mi? Bakınız uygar toplumlar kendi hayatlarını

korumak gerekçesiyle buna izin vermiyorlar, bu nasıl uygarlıktır ki,

öldürmeye kastedip de öldürmeyenin öldürülmesini uygun görüyor

da, öldürmeye kastedip ve bizzat fiili gerçekleştirenin öldürülmesine

izin vermiyor? Bu nasıl doğadır ve bu nasıl karakterdir ki, tarihsel

realitenin aksi bir durumu öngörür? "Kim zerre ağırlığınca

hayır yapmışsa onu görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa

onu görür. Her amelin bir aksülameli vardır. Etki tepki yaratır." esasına

dayalı yasalara göre hareket eden tabiat, adam öldürmenin

karşılığı olarak adam öldürmeyi zulüm olarak nitelendirip

kendi kendisiyle çelişir mi?

 

Kaldı ki, İslâm, tevhit dinine bağlı olmadığı sürece insana bir



değer ve evrensel terazide bir ağırlık tanımaz. İslâm'a göre bütün

insanlık âlemi ile tevhit dinine mensup bir tek insan aynı ağırlığa

sahiptirler. Dolayısıyla her ikisine ilişkin hüküm de bir olmalıdır.

Dolayısıyla bir mümini öldüren kimse, evrensel gerçeğin onurunu

küçük düşürdüğü, lekelediği için bütün insanları öldürmüş gibidir.

Bir cana kıyan kimsenin varoluşun tabiatına göre tüm canlara

kıymış olması gibi. Fakat, uygar denilen uluslar dini önemsemezler.

Şayet, onların ölçülerinde din de -üstün olması bir yana- medeni

toplumla aynı ölçü ve değere sahip olsaydı, toplum için verdikleri

hükmü din için de verirlerdi.

 

Ayrıca İslâm bütün dünya için geçerli olmak üzere yasalar koyar,



özel bir ulus ve belli bir ümmet için değil. Kalkınmış olarak nitelendirilen

toplumlar ise, bireylerin teker teker eğitilmeleri sonucuna

ve hükümetlerinin uygulamasının iyi olduğuna kesin olarak

kani olduktan sonra; cinayetler ve facialara ilişkin istatistikler

 

664 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

mevcut eğitimin etkin olduğunu, yapılan eğitimin sonucu olarak



toplumun öldürme ve şiddetten nefret ettiğini, ancak bazı istisnai

durumlarda ittifak edebildiklerini, dolayısıyla öldürme dışındaki

cezalara razı olduğunu ortaya koyduktan sonra herhangi bir hüküm

koyarlar. Ne var ki, İslâm bu eğitimi ve bunun sonucu olan

bağışlama duygusunu dışlamaz. Fakat bundan önce kısas ilkesini

bir esas olarak yasamanın temeline oturtur.

 

Yüce Allah'ın kısas ayetindeki şu sözü buna yönelik bir işarettir:



"Ama kimin lehine kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa, o

zaman uygun olanı yapması ve güzelce ödemesi gerekir." Bu ayetin

ifadesi, eğitme amacına yöneliktir. Bir kavim, ulusal övüncün

affetmekte olduğuna inandıklarında hiçbir zaman intikam almaya

yönelmez.

 

Diğer toplumlarda ise, durum bunun tersinedir. Bunun kanıtı



da canilerin, bozguncuların ve suçluların durumudur ki, bunları ne

ağır hapis, ne de meşakkatli bir çalışma yıldırır. Hiçbir vaaz ve

hiçbir öğüt bunlar üzerinde etkili olamaz. İnsan hakları gibi bir

dertleri ya da değerleri yoktur. Hapishanelerdeki hayat onlar için

dışarıdaki aşağılık, meşakkatli ve çileli hayattan daha üstün, daha

sempatik ve daha konforludur. Bu yüzden hiçbir kınama, hiçbir

yergi onları ürkütmez, hapis ve dayak onları korkutmaz.

Yine istatistiklerden öğrendiğimiz kadarıyla suç oranları günbegün

artmaktadır. Şu hâlde her iki toplumu -özellikle ikincisini-

kapsayacak genel hüküm kısas olmalı ve bağışlamaya da cevaz

verilmelidir; şayet toplum ileri bir düzeye gelmişse ve bağışlamaya

ilişkin eğitim plânı başarıya ulaşmışsa. (İslâm, eğitim için azami

çabayı sarf etmekten kaçınmaz.) Ama toplum bir çöküşe doğru

gidiyorsa ya da Rabbi-nin nimetlerini inkâr etmesi söz konusuysa

ve doğru yoldan sapmışsa, bu durumda kısas ilkesini uygulamak

gerekir ve bağışlamaya da cevaz verilmelidir.

 

İnsancıl acıma duygusu ve merhamete ilişkin sözlere gelince;



her acıma övgüye değer olmadığı gibi, her merhamet de iyi değildir.

Bir caniye, bir gaddara, taş kafalıya, inatçıya, cana ve ırza kasteden

birine merhamet etmek salih fertlere ağır bir darbedir. Her

yerde bu duyguyu ön plana çıkarmak, evrensel düzenin bozulma-

 

Bakara Sûresi / 178-179 ........................................... 665

 

sına, insanlığın yokluğa doğru yuvarlanmasına ve üstün niteliklerin



geçersiz olmasına yol açar.

 

Bu yaklaşımımız, "kısas ilkesi katı kalpliliğin ve intikam alma



duygusunun ifadesidir." şeklindeki yaklaşım için de geçerlidir.

Çünkü zulme uğrayanın kendisine zulmeden birinden intikam alması

adalet ve hakkın gerçekleşmesi demektir. Yani kınanması

gereken çirkin bir davranış değildir. Adalet sevgisi de kötü bir nitelik

sayılmaz. Kaldı ki, adam öldürmeye karşılık olarak kısas ilkesini

uygulamak, sırf intikam alma duygusuna dayanmaz. Tersine

bu uygulamada toplumsal eğitim ve fesat kapısının kapatılması

esastır.


 

"Adam öldürmek bir akıl hastalığıdır. Bunun hastanede tedavi

edilmesi gerekir." şeklindeki ifade bir mazerettir, bir bahanedir.

(Ne güzel bir mazeret) ki, toplum içinde adam öldürmenin, utanmazlığın

ve cinayetlerin yaygınlaşmasına yol açar. Adam öldürmeyi

ve fesat çıkarmayı seven birisi, bu karakterin aklî bir hastalık

ve geçerli bir özür sayıldığını ve hükümetlerin bu suçları işleyenleri

özenle ve şefkatle tedavi etmelerinin gerekliliğini ve hükümetlerin

de böyle bir inanca sahip olduğunu bilen birisi nasıl olurda her gün

cinayet işlemez?

 

"Zor işlerde kullanmak, bununla beraber hapislerde tutarak



topluma karışmalarına engel olmak suretiyle suçluların varlığından

yararlanmak gerekir." şeklindeki iddia, eğer bir gerçeğe dayanıyorsa,

şu hâlde neden yasalara karşı işlenen suçlara idam cezası

vermek suretiyle çelişkiye düşüyorlar. -Çünkü hemen hemen

dünyanın tüm ülkelerinde sisteme karşı işlenen suçlar ölümle cezalandırılır.-

Bunun tek nedeni sisteme karşı işlenen suçları ölümle

cezalandıracak kadar önemsemeleridir. Oysa, daha önce fert ve

toplumun doğa açısından eşit öneme sahip olduklarını vurgulamıştık.

 

 

 



666 ................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin