Hacemat:
Kan aldırmak. Bilindiği gibi kan damarlann içinde dolaşarak en küçük hücrelere kadar gıda taşıyan, insan hayatı için en önemli maddelerden birisi olan sıvıdır.
İnsan için hayati önem taşıyan bu sıvının bir kısmı, tarih boyunca başta tedavi olmak üzere, muayene vekan nakli gibi sebeplerle insan vücudundan alınmıştır. Sağlık sebepleriyle vücuttan kan alınması veya kan nakli İslam'ın yasaklamadığı, hatta teşvik ettiği bir konudur.
İşte hacemat, tedavi maksadıyla eskiden beri bardak, şişe ve boynuz gibi aletlerle iki omuz arasından, sırttan, başın arka tarafından ya da vücudun herhangi bir yerinden kan aldırma işlemine denilir. Bu uygulama daha çok vücuttaki kan fazlalığının meydaana getirdiği (tansiyon yükselmesi, bir takım zehirli maddelerin kanda toplanması gibi sebeplerden doğan) rahatsızlıkların giderilmesi için yapılır. Kaynaklar Hz. Peygamber'in de zaman zaman hacemat yaptırdığını ve bunu tavsiye ettiğini bildirmektedirler. Yine kaynaklarda Resulullah'ın İhramlı iken de, oruçlu iken de kan aldırdığını (hacemat yaptırdığını) sahih rivayetlerle bildirmektedirler.
Hz. Hacer:
Hz. İbrahim'in eşi ve Hz. İsmail'in annesi. Bilindiği gibi, Hz. İbrahim'im ilk eşi (Sare) kendisinin çocuğu olmadığı için cariyesi Hacer'i kocasına hediye eder. Fakat Hz. İbrahim'in Hacer'den ilk oğlu İsmail doğunca kıskanmaya başlar. Bunun üzerine Hz. İbrahim, yüce Allah'tan aldığı emirle Hacer ile İsmail'i götürüp Mekke vadisine bıraktı. Burada o dönem için ne su, ne de herhangi ekili bir şey vardı. Dolayısıyla herhangi bir insan topluluğu da bulunmuyordu. Hacer oğlu İsmail'e su bulmak için Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmeye (sa'y etmeye) başladı. İşte bu sırada ismail'in ayaklarının dibinden Zemzem kaynamaya başladı. İşte bu su vadiye insanları çeken bir kaynak oldu. Çok geçmeden bölgede dolaşmakta olan göçebe Cürhüm kabilesi oraya gelip Hz. Hacer'in izniyle yerleştiler. Hz. İsmail büyüyünce Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi ve soyu devam etti. Bu soy, Hz. Muhammed (s.a.s)'e kadar uzanan önemli bir Arap kabilesi oldu. Bu bakımdan Hacer, Hz. Peygamber'in mensup olduğu araplann ve bir saygı ifadesi anlamında bütün müslümanların validesi sayılır. Hz. Hacer'in doğum ve ölüm tarihi bilinmemektedir. Bununla birlikte kaynaklar vefat ettiğinde Kabe'nin ön kısmındaki Hicr (veya Hatim) denilen yere defnedildiğini belirtmektedirler. 153
Hacer'ül Esved:
Kabe'nin doğu tarafındaki duvarın 1,5 metre yüksekliğine yerleştirilmiş, uzun çapı 30 cm. olan siyah renkli bir taştır.
Hz. İbrahim'e Kabe'yi yapmaları emri verilince, oğlu İsmail ile birlikte çeşitli dağlardan taş getirdiler. İsmail'in Ebu Kubeys dağından bulup getirdiği siyah taşı (Hacer-ül Esved) İbrahim (a.s) tavaf başlangıcı belli olsun diye, Kabe duvarındaki yerine koymuştur.
İslâmiyetten önce de bu taşın kıymeti biliniyordu. Mekke'de yaşayan arap kabilelerinin her biri, ona ihtimam göstermeyi kendileri için şeref sayıyorlardı. Nitekim Kabe'nin zamanla yıpranan yapısını sağlamlaştırmak için yapılan bir tamirat esnasında, sıra Hacer-ül Esved'i duvardaki yerine yerleştirme işine gelince, her biri bu şerefin kendi kavmine ait olmasını istediler. Aralarında az daha harp çıkacaktı. İçlerinden aklı başından birinin "Buraya gelen ilk kişiyi aramızda hakem tayin edelim" teklifi ile anlaşma sağlandı. Biraz bekledikten sonra, daha Peygamberlik görevi henüz kendisine verilmeyen Hz. Muhammed (s.a.s) çıkageldi. Muhammed-ül- Emin diye tanınan, hiç bir kimseye haksızlık yapmayan bu zatın gelişine hepsi de çok sevinmişlerdi. Meseleyi kendisine arzettiler. O da arkasındaki mübarek abasını çıkardı. Hacer-ül Esved'i üzerine koydu. Her kavmin ileri gelenlerinden birini bu abanın uçlarından tutturarak taşı duvarın üzerine koydurdu. Sonra kendi mübarek elleriyle yerine yerleştirdi. Böylece muhtemel bi r kanlı çarpışmayı önlemiş oldu.
Asrı Saadetten sonra Kabe'ye yapılan en büyük hizmetler, Osmanlılar zamanında olmuştur. Mecburiyet hasıl olduğu için, Hacer-ül Esved'in daha önceki gümüş mahfazası Sultan Abdülmecid Han tarafından bugünkü şekliyle yenilenmiştir.
Hacerü'l Esved gümüş mahfazaya alınırken, çevresinden kopan küçük parçalar, İstanbul'a getirilerek, bazı cami ve türbelere yerleştirilmiştir.
Hacerü'l Esved'i İstilâm (selâmlama), bir milletin kendi bayrağını selâmlaması gibidir. Herkes tarafından bilinir ki, sancağı selamlamak herhangi bir sırığa takılmış bir kumaş parçasını değil, onun temsil ettiği millet ve devlete say göstermekten kaynaklanmaktadır.
Hacet Namazı:
Bir ihtiyacın giderilmesi için kılınan nafile bir namaz’dır. Kılınması menduptur. Musibetler ve sıkıntılar, bir takım hususi ibadetler yapılmasına sebeb dir. İbadetin her türlüsü Allah için yapılır. Musibetler ve sıkıntılar sadece sebeptirler. Resûlullah (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar:
"Bir kimsenin ihtiyacı olduğu zaman güzelce abdest alsın, iki rek'at namaz kılsın sonra Allah'ı övüp Resulüne salat getirip şu duayı okusun: " Allah'dan başka hiçbir İlâh yoktur. O ihsan ve kerem sahibidir. Büyük arşın sahibi olan Allah'ım, seni teşbih ederim. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsusdur. Senden, rahmetini gerektiren ve mağfiretle muamele yapmana sebeb olan şeyleri niyaz ederim, senden, her türlü iyilik, her çeşit günahdan selamette kalmak istiyorum. Bütün günahlarımı affeyle, her türlü sıkıntılarımı giderip beni rahatlığa kavuştur. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Senin rızana uygun olan her ihtiyacımı ihsan eyle”154
Hacet namazının birinci rek'atında Fatiha'dan sonra üç İhlas ve Âyete'l-kürsî okunur, diğer üç rek'atında da birer Fatiha ile birer defa İhlas ve muavizeteyn sûreleri okunur. Hacet namazı, iki rekt kılınabileceği gibi dört ve daha fazla rek'atda kılınabilir.
Hacı Bayramı Veli:
1352 yılında, Ankara'nın Çubuk Irmağı kıyısındaki Solfasol (Zu'1-Fazl) köyünde dünyaya geldi. Babası Koyunluca Ahmed, dedesi ise Mahmud isminde bir zattır. Hacı Bayram-ı Veli'nin çiftçilikle uğraşan Abdal Murad ve Suffûddin adlarında iki kardeşi vardır. Asıl adı Numan'dır. Çocukluk yıllarına ait bilgiler yok denecek kadar azdır. Bu sebepledir ki, çocukluk dönemine ait bilgiler verilirken, daha sonraki hayatı göz önüne alınarak tahmin yürütülmektedir.
Hacı Bayram-ı Veli, ilk öğrenimini bu köyde yaptı. Büyükleri ona her zaman başka gözle bakmışlardı. Onun dolaşması, okumaya başlamasıyla, küçük Solfasol köyü baştan başa değişmiş, köye bir umranlık, erkeğine kadınına bir çalışkanlık gelmiştir.
Okumayı çok severdi. Eline birkitap geçtiği zaman, hele bunun faydalı olduğuna hükmederse, uyku durak bilmeden sonuna kadar okurdu. Onun ruhundaki bu okuma hevesi yüzünden babası onu Ankara'ya gönderdi. Ankara medreselerindeki tahsilini tamamladıktan sonra hocalarından aldığı bilgiyi kısa zamanda geliştirdi. O artık ders verebilecek bilgiye sahip olmuştu. Bir ara Bursa'ya giderek Bursa'nın tanınmış hocalarından ders aldı. Emir B uharî ile tanıştı. Daha sonra Ankara ve Bursa'da Kadılık görevlerinde bulundu. Ve hayatını Edirne, Bursa ve Ankara üçgeninde devam etti.
Hacı Bayram-ı Veli, dünyadan elini eteğini çekerek kendi kabuğuna çekilmemiş, bütün Türk milletine açılarak yaşadığı deviriçindeuyguladığı düzenle devletin bünyesinde halkı birleştirici bir rol oynamıştır. Hacı Bayram-ı Velî'nin cemiyete olan faydasını, yetiştirdiği kişelere ve inananlara yer vermeye çalıştığı nasihatlerine bakarak kavrayabiliriz.
Hacı Bayram-ı Veli'nin Bursa'da ve Ankara'daki Kara Medrese'de (Melike Hatun Medresesi Müderrisliklerinde bulunduğu tarihi kayıtlarla sabittir).
Evvela bir medrese tahsilinden geçen ve bu tahsili sırasında Davud-ı Kayseri kabilinden olgun kişilerin talebelerinden ders alan Molla Fenarî gibi dostları bulunan Hacı Bayram-ı Veli, Şeriatın bütün inceliklerini öğrenmiş, tetkik etmiş mükemmel bir âlim olarak tasavvufa intisab etmiştir. Onun birdervişine (Bedrettin Ahmer) Fahreddin-i Irakî'nin "Lemaaf'ıni tercüme ettirmesi de gösterir ki Hacı Bayram-ı Veli klasik mutasavvıfların eserlerini de okumuştur. Mükemmel tasavvuf anlayışının bîr Yunus ve Mevlâna'dan farklı olmadığını müridlerine yazmış olduğu iki mektuptan kolaylıkla anlamaktayız.
Anadolu sûfî hareketlerinin, sîyasi hayatla birlikte çalkalantılarla dolu olduğunu düşünürsek, bu kompleks siyasi tarih içinden sıyrılıp gelen muhakkak ki doğru biryol vardı. İşte bu doğru yolun temel taşlarından biri de Hacı Bayram-ı Velî'dir. Bugünkü saf Anadolu müslümanlığında Hacı Bayram-ı Veli gibilerinin büyük rolü vardır.
Aynı mânevi zemin belirli zaman ke-iitleri içinde Ankara'da oturan Hacı Bayram-ı Velî'ye verildi.
Hacı Bayram-ı Velî'nin kültürü bir /önüyle kendinden önce yaşayan Mevlânalara, H. Bektaşi Velilere, Yunus ımre'Iere dayanıyordu. Hacı Bayram-ı Veli, Çelebi Mehmed löneminde ikinci defa ihya edilen Osnanlı- Türk Birliğinin İmparatorluk dimini atmasında önemli rolü oynayan işidir. Fatih'i hazırlayan hocası Akemseddin'in mânevi hocası olmakla; âtih'in çocukluğunda işaret ettiği müjesiyle o devletçi bir mutasavvıftır.
Dostları ilə paylaş: |