Evl‹YÂ Çeleb‹ seyahatnâmes‹



Yüklə 7,57 Mb.
səhifə16/74
tarix14.02.2018
ölçüsü7,57 Mb.
#42780
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   74

Nehr i Güzeldere: Hakkarî vilâyeti dağlarından gelir ve yine taraf ı cenûbdan,

Ayn ı Gevaş: Hakkarî'nin Çölümerik kal‘ası {Vastân kal‘ası} dağlarından gelüp Kuskunkıran kurbünde mahlût olur. Yine semt i cenûbda sen­gistândan gelir.

Nehr i (   ) (   ) (   ): Bu dahi Hakkarî'den gelüp Vastân kal‘ası Kepân'ı dibinde munsabb olur. Andan,

Nehr i Hoşâb: Elsine i nâsda Hoşaf suyu der­ler. Nehr i azîmdir kim Temmuz'da ve evvel-bahâr­da asla geçit vermez. Bu nehre yedi aded enhârlar rîzân olurlar. İnşâallah mahallinde esmâlarıyla ve tabî‘atleriyle bu mâ i zülâller tahrîr olunur, ammâ bu nehr i Hoşaf hakkâ ki hoş-âbdır kim âb ı zülâl­den nişân verir. İbtidâ bir kolunun tulû‘u yine Hak­karî dağlarından gelir ve bir fırkası Hoşâb kal‘ası dağlarından gelir ve bir bölüğü Mahmûdî diyârının Abagay ve Karakal‘a kûhlarından gelüp Hakka­rî'nin Vastân kal‘asıyla ve anın Erdemid bâğları içinde Van deryâsına rîzân olur. Andan Van kal‘a­sının şimâli tarafında

Gedikçay: evvelbahârda tuğyân eder. İbtidâ tulû‘u cânib i şarkda Akkirpi ve Çomaklı dağla­rın­dan gelüp kal‘a i Amîk dibinde deryâya munsabb olur bir âb ı nâbdır. Andan altı sâ‘at şimâle,

Karaçay: Bu mâ i zülâl bahârda taşkın [237b] akar ammâ gayrı zamânda geçit verir çaydır. Kâsımoğlu Çayırı nâm sahrâdan ubûr edüp Kara Şeyhler kurbünde deryâya katılır. Andan bu bahrin yine şimâlinde,

Nehr i Çeltik: Geçit verir ulu nehirdir. İbtidâ tulû‘u Bârgîrî dağlarından gelüp yine kal‘a i Bârgîrî kurbünde deryâya rîzân olur. Andan yine buhayrenin şimâlinde,

Nehr i Bend i Mâhî: Bârgîrî kal‘ası kurbünde Van deryâsı girer bir boğaz içre cereyân eder. Aşağıda şorcadır, ammâ yukaruda âb ı zülâldir. İbtidâ hurûcu yine Bârgîrî dağlarından gelüp Bârgîrî altında Bend i Mâhî mahallinde Van deryâsına mahlût olur. Bend i Mâhî ol mahaldir kim yılda bir kerre mâh ı (   ) (   ) Van deryâsında bir şîrînkârlık nâbûd-nâpeydâ iken ol gün bi-emril­lahi Ta‘âlâ Van deryâsının balıkları râygân olup bu Bend i Mâhî deresinden yukaruya kâmil bir ay niçe kerre yüz bin sağîr ü kebîr gûnâ-gûn mâhîler geçüp andan Bend i Mâhî Sultân derler, bir ziyâretgâh vardır. Cümle semekeler ol ziyârete varup ol tarafın {su} otlarından ve eğir köklerinden otlayup ve ol sultânı ziyâret edüp bir ândan sonra cümle balıklar gerüye dönecek mahalde Bend i Mâhî nâm mahalli Van defterdârı tarafından bir ağa bend edüp cümle balıklar yukaru derelerde mahpus kalup aşağı Van deryâsına geçmediklerinden Bend i Mâhî derler. Ba‘dehû defterdâr ağası bâlâda mahpus kalan mâhîleri niçe yüz re‘âyâ vü berâyâ huddâmlarıyla balıkları sayd edüp tuzlar. Anda niçe bin Acem bâz­ergânları ve Gökdolak Ermenîleri bu mâhîleri mîrî­den alup niçe yüz bin deve yükü tuzlu balığı diyâr ı Acem'e ve Lahîcân ve Bakü ve Âzerbaycân'a götürürler. Gâyet lezîz ve semîn mâhîleri vardır. Bu semekelerden mîrîye dokuz yük akçe hâsıl olup Van kuluna ve Van deryâsı etrâfında olan kılâ‘ kullarına bu balık mâlından ulûfe verilir. Ammâ bu Bend i Mâhî mahalli yılda bir ay bir temâşâgâhdır kim bir kimesne geçen balıkları sayd [u] şikâr et­meğe kâdir değillerdir. Emn olmağile cümle mâhîlere ma‘lûm olup rûy ı mâda şinâverlik edüp reftâr ederek kadd [ü] kâmet gösterek asla âdemden kaçmayup gûnâ-gûn şîvekârlık ederek ubûr etdik­lerinde el-azametullah ol günlerde niçe kerre yüz bin elvân mâhîlerin eşkâlleri ve elvânları temâşâ olunur. Sübhânu'l-Hallâku'l-Bâkî.

Ammâ bi-kavli müverrih Şeref Hân ol Bend i Mâhî Sultân hazretleri İskender i Kübrâ'nın hâkimi imiş. Bârgîrî nâm mahallin âb u hevâsından hazz edüp anda sâkin olur. Kendüye ve halka kifâf içün Van deryâsının mâhîleriyçün bir tılsım edüp bu mahalde defn eder. Anınçün yılda bir kerre ol mu­talsamın te’sîri ile cümle balıklar yılda bir kerre ol tılsıma varup ve Bend i Mâhî Sultân'ı ziyâret edüp avdetde sayd olunurlar, aceb hikmetdir. Andan

Nehr-i,

....................(10 satır boş)....................



Hikmet i Hudâ bu bahre (   ) aded nehr i azîmler dâhil olup bir katre ne ziyâde ve ne nâkıs olur. Ve bu kadar enhârlardan ta‘amı lezîz olmak ihtimâli yokdur, semm i helâhilden nişân verir, gûyâ bender i Süveys'ün Bahr i Kulzüm'dür. Âdem tahâret etse istincâ yerlerin yakar, değme âdem tahammül edemez. Yine böyle iken sun‘ ı Hudâ bu bahrin etrâfında sâkin olan garîb u gurebâlar cümle bu bahrde esbâbların gasl etdikde asla sabun sür­me­den ol kadar pâk u beyâz u nazîf esvâb yıkanır kim gûyâ pembe olur. Ve rîh ı garbî ve cenûbî esdikde azîm fırtınası olur. Cümle elli pâre gemisi vardır. Kal‘adan kal‘aya bâzergânlar götürürler bahr i kebîrdir. [238a] Ezîn-cânib bu Van deryâ­sının kenârında ibtidâ gördüğümüz Taht ı Van nâm hânın kurbünde Rahova nihâyetinde bir vâdîde,

İbret-nümâ-yı sanâyi‘ i Lem-yezel: Mukad­de­mâ zikri sebkat eden Van deryâsı zemîninde Nem­rûd ı la‘înin binâ etdüği kûh ı bâlâya Nemrûdîler develer ile taş taşırlarken bi-emri Hâlık ı Kahhâr yetmiş kadar develeri yükleri gibi taş eyleyüp şütürbânları dahi cümle seng i hâr olup cümle develer katar katar tertîb üzre yükleriyle dizilmişler. Kimi çökmüş durur, kimi ber-pâ durur. Sârbânları kezâlik kimi ber-pâ kimi münhedim ol­muş durur. Hâlâ cümle şekl [ü] şemâ’illeriyle ve kadd [ü] kâmetleriyle âmâde dururlar. Üç bin yedi yüz seneden berü birine bir rahne isâbet etmeyüp mesâfe i ba‘îdeden bir kârbân ı şütürbân cânib i Revân'a revân olunur zann olur. Cümle seng i hârâ­dan nişân verir çakmak taşlarıdır, ammâ garâ’ib an­dadır kim ol azamet ıssı Allah bunlara hışm etdikde sârbânlar develerin taş olduğun gördüklerinde keç gerdân ve keç rû olup yüzlerin hevâya çevirüp el açup dergâh ı Hakk'a tazarru‘ [u] nâliş eder şekilli birer hey’et i garîbe vü acîbe eşkâle varmışlar kim kimi secde etmiş, kimi ser-nigûn yatmış, kimi yan yatup bir gözüyle âsumâna nigerân eder şekilli seng i hârâ olmuş âdemler var kim âdem em‘an nazar ile nazar etse hayrân kalup Hak Celle ve Alâ'nın gazabı ne idüği müşâhede olunur. 1

Hele hakîr bunları görüp mebhût olup Cenâb ı Bârî'nin gazabından yine kendüye sığındım. Hudâ-yı Bîçûn azametiyle cümle ümmet-i Muhammed'i âfât ı semâvîden ve âfât ı arazîden masûn u mahfûz ey­leye. Bu temâşâları edüp yine cânib i şimâle gi­der­ken refîklerimiz eydür: "Sultânım, eğer kadem di­rîğ etmezseniz bu mahalle karîb bir temâşâgâh var­dır. Ta ki acâ’ib göresiz." dediklerinde hakîr eyit­dim: "Ey nûr ı dîdem, bu seyâhatde ifnâ-yı vücûd etmeden murâd [u] merâmım sun‘ ı Hudâ'yı temâşâ etmekdir." dedim.

Ol yâr ı muvâfıklar dahi be-ser [ü] çeşm deyüp hakîre vesîle olup bir sâ‘at dahi şimâle gidüp Muş sahrâsı yoluna gider bir râh ı azîme gitmeyüp ol mahalde bir yalçın kaya üzre rubu‘ sâ‘at ubûr edüp vardık. Sun‘ ı Hudâ-yı azîm mezkûr yalçın minâre-misâl kad çekmiş kayaya bir âdemi zencîrler ile sarmışlar. Hâlâ ancak üstühânları kalmış. Ne uzvu ve ne zencîrler çürümemiş. Gûyâ henüz üstâd elinden çıkmış zencîrdir ve beyâz üstühânlardır, ammâ ol uzuvların incikleri ve kol kemikleri yedişer sekizer arşın gelir kalın ve tavîl kemiklerdir ve başı küçük hammâm halveti kubbesi kadar vardır. Gözlerinin deliklerine birer âdem girer ve çıkar. Hatta ayneyni deliklerinde miskî kartallar âşiyân etmişler. Meğer bu üstühân ı pâk Hazret i İbrâhîm aleyhisselâma imân getirenlerden bir mü’min ü muvahhid kimes­ne imiş. Nemrûd ı la‘în bu şahsı âteşe göyündür­mek içün bu kayaya kayd [u] bend edüp altına âteş yakdıkda Cenâb ı Bârî bu merdin vücû­dunun ba‘zı yerin kayaya der-âğûş etdirüp niçe yerleri kaya ile yek pâre ve yek renk olup ancak incikleri ve kolunun biri ve başı {kayadan taşra nümâyândır kim ol Settâr Allah} sun‘un ızhâr içün ol Hayyu'l-ebed ol kemikleri taşra komuş. On âdem kaddi bâlâda kaya içre durur kemiklerdir kim yoldan hayli mesâfe i ba‘îdededir.

Bunun evsâfın Şeyh Mustafâ Ahlatî'den istimâ‘ edüp "Sahîh, Hazret i İbrâhîm ümmetidir" deyü niçe tevârihde gördük, buyurdular ve Mıkdısî târîhinde dahi eyle tahrîr olunmuşdur. Eğer eyle ise be-kavl i Muhammed ibn İshâk Nemrûd ı la‘în bu mü’mine bu ihâneti etdiği ta Hazret i İbrâhîm as­rıdır. Hazret i İbrâhîm'den vilâdet i Mefhar i Mev­cûdât'a gelince sene 3070 olmuşdur. Hicretden bu üstühânları temâşâ etdiğimiz mahalde sene 1065 idi. Hicretden mukaddemde vilâdet i Server i Enbiyâ elli bir sene idi. Müddet i ömürleri de 63 sene oldu. Bu hesâb ı dırâzdan murâd ı merâmım merkûm üstü­hânlar dörd bin yedi yüz elli bir sene olmuş olur kim mezkûr kayalarda ol kemikler hâlâ beyâz ter ü tâze durur, asla çürümemiş ve {Nem­rûd ı la‘î­nin âteşi te’sîr etmemiş} hakkâ ki devr i kıyâmete dek durup Sûr ı İsrâfîl nefh olun­dukda hayât bul­ma­sına şüphemiz kalmadı. Sübhânü'l-Hallâk. Bu temâşâyı edüp yine cânib i şimâle Van deryâsı sâhiliyle 4 sâ‘atde,



Menzil i karye i Ezgak: Ahlad sancağı hudû­dunda leb i deryâ kurbünde (   ) (   ) ma‘mûr köydür. Andan yine şimâle 17 sâ‘atde leb i deryâ ile imâristân içre,

Menzil i Bend i Mâhî: Bu dahi Ahlad hâkinde (   ) (   ) nâm deresinde balık dalyanıdır. Van def­terdârı tarafından zabt olunur mîrî emânetdir kim ebvâb ı mahsûlâtından kal‘a kullarının vazîfe i mu‘ayyeneleri bu emânetden beher sene verile gelmişdir. [238b] Andan yine cânib i şimâle sağ tarafımızda Van deryâsı kenârıyla ma‘mûr [u] âbâdân kurâları seyr [ü] temâşâ ederek (   ) sâ‘atde,

Evsâf ı Dârü'l-Büleh, binâ-yı Âd, şehr i kadîm Erzen i Ahlad

Sebeb i tesmiyyesi oldur kim,

....................(1 satır boş)....................

İbtidâ binâsı kavm i Âd'dır kim rîh ı akîm havfinden bu şehrin hâ’ilinde olan kûh ı bülendlerde ve cebel i Sübhân'da gâr ı azîmler vardır kim içlerinde üçer bin âdem sâkin olsa re­fâhiyyet üzre sığarlar. (   ) (   ) (   ) (   )

Cemî‘i müverrihler bu şehr i atîke Dâr ı Büleh demişler. Ya‘nî Oğuz tâ’ifesi şehridir. Müverrihân ı Acem bu şehr i köhne-âbâda Erzen i Ahlad demişler. Hakkâ ki erzeni, ya‘nî darısı çok olur, ammâ dest i Âl i Osmân'da Erzen nâmıyla meşhûr olan beş şehr i azîmlerdir. Evvelâ biri diyâr ı Acem'de Erzenbaycân'dır kim ana Acem müverrih­leri Âzerbaycân derler, o kim şehr i Tebrîz i dilâ­vîz'dir kim sene 991 târîhinde dest i Âl i Osmân'da iken Şâh ı Acem istîlâ edüp hâlâ niçe Acem'de kaldı. İkincisi Erzeni'r-rum'dur kim ana Erzurûm derler. Üçüncüsü yine Erzurûm kurbünde ara yatı menzilde şehr i Erzincân'dır kim ana efvâh ı nâsda Erzigân derler. Dördüncüsü Erzen i Cezîre i Dicle'dir kim nehr i Şat ve nehr i Furât mâbeyninde Erzen i Dicle'dir. Beşincisi bu Erzen i Ahlat'dır kim cümle erzenlerden kadîm ve şehr i azîm idi. Niçe bin mülûkdan mülûka kalup ol kadar imâr oldu kim Van deryâsı kenârınca bir ucu üç günlük yol ile ta Ercîş kal‘asına varup bâğ u bâğçe ve müşebbek bostânlar birbirlerine çıt-a-çıt olup yaylaları Sübhân dağı idi.



Sebeb i harâbî i şehr i Ahlad: Zamânı kadîmde bu şehir Mâhân pâdişâhının hükmünde idi. Ol pâdişâh ı bî-tedbîr Semenkân pâdişâhı üzre sefer etmeğe murâd edindikde bu şehr i Ahlad ahâlîsin­den sefer imdâd içün yüz bin yumurta ister. Bu fermân ahâlî i Ahlad'a gelince "Bid‘atdir ammâ ne çâre verelim", deyü bu kavm i tâ’ife i Büleh i Oğuzân yüz bin yumurtayı cem‘ edüp diyâr ı Mâhân'a götürmeğe âdem lâzım ve harcırâh lâzım ve bu beyzaları tahmîl etmeğe ester ü üştür i devâbât lâzım. Bunlar âlem i hayretde kalup meşveret eder­ler. Bu kavmin bu ahvâl i perîşânları Mâhân şâhının mesmû‘u olup "Sizden tavuk yumurtası istemezdim, yüz bin gümüş yumurta isterdim. Çünki bir alây büleh kavimsizin. Sizi bu tekâlîfden mu‘âf etdim. Herkes beyzaların alsın, devâm ı devletim ed‘ıyesine müdâvim olsunlar" deyü afvnâme gelince bunlar mâbeyninde cem‘ etdikleri beyzalara nişân ko­mamışlar idi.

Herkes birer yumurta alup gitdiklerinde sâhib i sülûk olan kişiler eyitdiler kim "Benim beyzam küçük idi, bana büyük beyza vermişler, kimisi dahi benim beyzam büyük idi küçüğün aldım" deyü birbirleri mâbeyninde bir hây hûy güft [ü] gûyâ düşdüklerinde âkıbet-endîşleri eyitdi: "Biz şimden gerü biribirimizin hakk ı sarîhlerin yedik. Bu şehir­den bed ve berekât kalkup bu şehir harâb u yebâb olmasına bu beyzalar sebeb olur." deyüp bize ne gûne belâ nâzil olur, diyerek havfe düşdüler. Âhir bunlara bir tâ‘ûn müstevlî olup bir gice on iki bin oba evcik âmedânî kalkup kat‘ ı menâzil ederek şehr i Mısır'da Âl i Abbâsiyân'dan Kal‘atü'l-Kepş sâhibi Sultân el-Müstekfî Billah'a gelüp bir yurd is­terler. Halîfe i Mısır bunlara Mısır'ın cânib i şarkî­sinde Kayıtbay yaylası nâm mahalde bu kavme mes­ken verüp bir senede toprakdan mebnî bir şehr i kavî ederler kim ol zamâne dek Mısır diyârında kireçden dîvâr ve türâbdan sütûh imâr görülmemiş idi. Hâlâ Mısır'ın şarkında Tophâne tarafında Ahlad Mahallesi derler niçe bin hâne i harâb zîr i türâb olup yatur. Niçe bininin âsâr ı binâları ve hâne-i câmi‘leri esâsları {hâlâ} zâhir ü bâhirdir.

Beri tarafda Mâhân pâdişâhı {şehr i Ahlat'dan zulüm ile yumurta cem‘ edüp şehri imâr etdiğiyçün âhir ı kâr Cenâb ı Rabbü'l-İzzet anı} Semenkân pâdişâhı destinde münhezim edüp Mâhân'a gel­dik­de şehr i Ahlad'dan on iki bin ev göçdüğün bir seneden sonra istimâ‘ eder. İşte ol mahalde şehr i Ahlad eyle bir sevâd imiş kim on iki bin hâne hicret edüp Mısır'a gide, bir yıldan sonra istimâ‘ ol­una, ne kadar belde i azîm olduğu andan kıyâs ol­una.

Ba‘dehû günden güne harâb olmasına sebeb birbirlerinin hakların yumurta ile yediklerinden harâb olmuşdur. Ba‘dehû Âzerbaycân pâdişâh­larından Şâh Celâyir imâr etdikde Âl i Osmân'ın ecdâd ı ızâmlarından Ertuğrul dedesi Kaya Alp Bay ve anın karındaşı Bayındır Hân ve Ertuğrul babası [239a] Süleymân Bay kim Urfa kurbünde Ca‘ber kal‘ası dibinde nehr i Furât'a gark olmuşdur. Bu mezkûrûn Âl i Osmân ecdâdları Cengiz Tatarı der­din­den diyâr ı Mâhân'ı terk edüp diyâr ı Ahlad'da Sultân Celâyir'e gelüp boybeği olup sâkin olurlar. Bunlar yine Tatar ı Cengiz'in kardeş evlâd­ları idiler. Bir alây şecî‘ ü dilîr erler idi. Sultân Celâyir Ak­ko­yun­lu pâdişâhı olmağile bu tâ’ifeye Akçakoyunlu der­ler. Asılları Mâverâü'n-nehir'in mâverâsından di­yâr ı Mâhânîlerdir. Bu Ahlad'dan ne cânibe sefer etdi­lerse bi-emrillahi Ta‘âlâ mansûr [u] muzafer olup Sultân Celâyir bunlara şehr i Ahlad'ı temlîkiy­yet üzre ihsân eyleyüp yüz elli senede şehr i Ahlad'ı imâr edüp sâkin oldular. Ve cümle akrabâ vü ta‘allukâtları bunların zevk u safâların ve her bâr mansûr [u] muzaffer olup gazâ mâlıyla muğtenim oldukların istimâ‘ edüp diyâr ı Mâhân'dan Âl i Dânişmendiyye ile hicret edüp bu şehr i Ahlad'a gelüp ol kadar evlâd ı evlâdları tenâsül bulup kayser-zemîn diyârlar feth ederek bây olup Rûm'a Arab u Acem'e velvele saldılar.

Ba‘dehû bunların üzerine yine Tatar askeri istîlâ etdiklerinden şermende olup âhir sene 476 târîhinde Âl i Dânişmend ile Ertuğrul pederi Süleymân Şâh diyâr ı Yunaniyân'da taht ı Konya'da Âl i Selçukiyân'dan Sultân Alâeddîn'e gelüp boy­beği oldular. Bâlâda mufassal tahrîr olunmuşdur.

Andan şehr i Ahlat Kara Yûsuf b. Celâyir'e kaldı. Ol dahi sene sekiz yüz beş târîhinde Timur havfinden Yıldırım Hân'a firâr edüp dahl düşdü. Timur, Yıldırım Hân'dan Kara Yûsuf'u taleb edüp vermediğinden Yıldırım Hân üzre {Timur} Bursa'ya gelirken bu Ahlat şehrin Kara Yûsuf'a rağmen Timur yedi ayda harâb u yebâb, hânelerin türâb etdi. Hâlâ harâb-âbâd bir şehr i berbâddır.

Ba‘dehû sene 868 târîhinde yine Âzerbaycân Şâhı Uzun Hasan Şâh Timur'a itâ‘at edüp Timur'un rikâbında Hasan ı Tavîl piyâde yürüdüğiyçün elin memleketin Timur yine Uzun Hasan Şâh'a ihsân edüp Dâr ı Büleh olan şehr i Ahlad'ı imâr idem derken fâtih i Kostantiniyye Ebü'l-feth Sultân Mehemmed Hân ı Gâzî deryâ-misâl asker ile Uzun Hasan üzre gelüp Tercân sahrâsında iki pâdişâh ı zîşân bir ceng i azîm edüp Cenâb ı Bârî Mehemmed Hân'a yâver olup Uzun Hasan'ın cemî‘i askeri dendân ı tîğdan geçüp kendüsü on yedi atlı ile Âzerbaycân'a cân atup cânın Tebrîz'de teslîm edüp na‘şını şehr i Ahlad'a getirdiler. Âl i Osmân'ın yedi benâm gazâsının biri dahi Tercân sahrâsında Mehem­med Hân ile Uzun Hasan cengidir kim târîh i inhizâmı

Butlânu keydi'l-hâ’inîn"1

ve diğer târîh



2

vâki‘ olmuşdur, sene 878.

Uzun Hasan Şâh bu inhizâm derdinden mer­hûm olmağile şehr i Ahlad yine imâr olmayup harâb kaldı. Âhir İrân-zemîn şâhları destine girüp Şâ­h İsmâ‘îl mutasarrıf iken sene 920 târîhinde Selîm Şâh ı Evvel'[ün] Çıldır gazâsı ki, meşhûr ı âfâk­dır, Selîm Hân'ın dest i kahriyle hâh nâ-hâh İsmâ‘îl Şâh münhezim olup firâr etdükde ahâlî i Ahlad'ın bir cây ı menâsları olmaduğu ecilden Erzu­rûm altında Selîm Hân ı Evvel'in pây-ı semend­lerine yüz sürüp "Pâdişâhım, ecdâd ı ızâmının med­fûn oldukları Ahlad şehrinde bize bir kal‘a bünyâd eyle." deyü ricâ etdiklerinde bu halka ihsân ı firâvânlar edüp kal‘a binâ etme sevdâsında olmayup Kızılbaş ı nâtıraşa imdâd eden Mısır sultânının boy­beği olan Mar‘aş hâkimi Âl i Zülkadir Sultân Alâüddevle üzre (   ) paşayı serdâr eyleyüp Göksun sahrâsında Alâüddevle'yi dahi münhezim edüp yetmiş bin kadar Türkman ı bî-girân ı bed-gümân askerin dendân ı şemşîr i âteş-tâbdan geçirüp Alâüddevle'nin kelle i bî-devletiyle yetmiş aded boy beğlerinin kellelerin Mısır'da Sultân Gavrî'ye gön­derüp "Hâzırbâş ol kim Mekke ve Medîne pâdişâhı olasın ve Kızılbaşa kırk bin kırmızı şalvarlı Çerkes i nâkes askeri gönderesin, hâzır-bâş ol!..." deyüp sene 921 târîhinde Gavrî üzre varup Haleb kurbünde Mercidâbık nâm sahrâda Sultân Gavrî'nin yüz bin askerin bi-emri Hudâ kırup Gavrî Haleb'e ve Şâm'a ve Gazze'ye ve Mısır'a firâr edüp sene i âtîde yine Selîm Hân ile Arz ı Hasan'da ya‘nî şehr i Belbîs sahrâsında ceng i azîm edüp bi-iznillah yine Gavrî askeri cümle seyf i Selîm'den geçüp Sultân Gavrî dahi ol cengde bir seccâde üzre başsız şehîd bulun­duğu müsbetdir.

Andan Selîm Hân yedi ayda sene 922 târîhinde Mısır'ı feth edüp mansûr [u] muzaffer "Hâdimü'l-Haremeyni'ş-şerîfeyn" olup İslâmbol'a geldikde merhûm olup sene 926 târîhinde Süleymân Hân ibn Selîm Hân cülûs edüp müstakil pâdişâh olup Şâh Tahmasb'ın karındaşı Elkas Mirzâ Şâh Tahmasb'dan rû-gerdân olup Şirvân ve Şâmakı şâhlığın bırağup Deşt i Kıpçağ [239b] üzre vilâyet i Kırım'a gelüp andan Edirne'de Sultân Süleymân Hân'a gelüp murâd ı merâmından ziyâde i‘zâz [u] ikrâmlar olu­nup Süleymân Hân'ı deryâ-misâl asker ile diyâr ı Acem'e götürüp Revân u Gence ve Nahşıvân u Tebrîz ü Hoy ve Merend ü Rûmiyye ve Dümdümî vü Dümbülî memleketleri cümle feth [ü] fütûh olup avdetde kal‘a i Van ve tevâbi‘lerinde yetmiş pâre kılâ‘ ı metîneler sene 955 feth olup cümle Kür­dis­tân beğleri dahi mutî‘ [ü] münkâd olup bu fütû­hât­dan sonra avdetde Van deryâsı kenârını kıy­dırarak şehr i harâb Ahlad'a gelüp cümle ecdâdların ziyâret edüp şehr i Ahlad'ın imâr olmasiyçün Koca Zâl Paşa ile Koca Mi‘mâr Sinân Ağa'yı alıkoyup bir kal‘a i metîn binâ olunmasın fermân edüp kendü­leri şehr i Bitlîs üzre Diyârbekir'e andan dârü's-sal­ta­nati'l-aliyyelerinde karâr ederler.

Beri tarafda Zâl Paşa ahâlî i Ahlad ile meşveret edüp şehr i Ahlad'ın harâbîsi tarafının cenûbîsi ucunda leb i deryâda bir düz zemînde bir kal‘aya mübâşeret ed­erler.

Sitâyiş i eşkâl i kal‘a i Dârü'l-Büleh i Ahlad: Sene 869 târîhinde bizzât Süleymân Hân'ın vezn i tab‘ ı mi‘mârîsiyle binâ olunmuşdur, be-dest i Zâl Paşa. Leb i deryâda şekl i murabba‘ bir kal‘a i üstüvârdır. Dâ’iren-mâdâr cirmi üç bin adımdır ve cümle on üç aded kulledir, ammâ dîvârı ol kadar âlî değildir ve handakı da amîk değildir ammâ der i dîvârları gâyet metânet üzre mebnîdir ve gâyet vâsi‘ dîvârları vardır.

Ve leb i deryâya nâzır üç kat kavî hadîd kapusu vardır.

Bu kapu üzre kal‘anın itmâmına celî hatt ı Ma‘kal ile târîhinin âhir mısra‘ı budur,

Aceb makâm ı latîf zehî binâ-yı metîn.

Sene 907.3

Bu kapunun deryâ tarafı cânibi kıbledir ve bu kal‘a içre cümle hâk i pâk ile mestûr üç yüz elli aded hâne i ma‘mûrlar vardır. Süleymân Hân'ın bir câmi‘i ve bir hammâmı ve bir hânı ve yigirmi mikdârı dükkânı vardır. Gayri imârât ı azîmelerden bir ebniyye i âliyeler yokdur. Ve bu kal‘a Van eyâletinde Muş paşasının tahtıdır. Beğinin hâssı taraf ı pâdişâhîden 410.000 yük akçedir. Ve kânûn üzre ber-vech i adâlet beğine beher sene yigirmi kise olup beş yüz âdemle sancağı kurâların zabt [u] rabt eder. Erbâb ı zu‘amâsı cümle 44 adeddir ve er­bâb ı timârı 148 adeddir. Alâybeğisi ve çeribaşısı vardır. Kânûn üzre cebelüleriyle bin mikdârı Muş sahrâsı bîhûş asker olup beğleri livâsı altında me’mûr oldukları sefere giderler. Ve yüz elli akçe pâyesiyle kazâ-yı âsumânîdir kim senevî kadıya iki kise olur. Şeyhülislâmı ve nakîbi ve kethudâyeri ve serdârı yokdur. Ammâ şâhbenderi ve bâcdârı ve muhtesibi ve subaşısı vardır. Bir hâkimi dahi kal‘a dizdârıdır kim cebecilere ve yeniçerilere hükûmet eder. Zîrâ Âsitâne tarafından gelir dizdârdır. Ve cümle yüz aded kal‘a neferâtları var, her şeb mehterhânesi çalınır, neferâtları cümle âmâdedir ve kifâyet mikdârı envâ‘ından cebehâneleri ve kırk aded sağîr ü kebîr şâhî darbzen ve kolomborna topları vardır ve leb i deryâdaki iskelesinde gümrük emîni oturup cemî‘i gelen keştîlerin metâ‘larından öşr i sultânî alup kal‘a kullarına mevâcib verir yedi yük akçe iltizâmdır. (   ) (   ) (   ) (   )



Der-beyân ı harâbistân ı şehr i Erzen i Ahlad: Be-kavl i müverrihân ı Acem bu şehir diyâr ı Ermen şehirlerindendir kim ekâlîm i ör­fiyyenin on sekizincisinde bulunmuşdur. Bu şehr i harâb içre niçe yüz imâret kıbâb ı azîmler ile mebnî câmi‘ i zîbâlar var kim gûyâ henüz mi‘mâr ı mühendis destinden rehâ bulmuş câmi‘ i kadîmler vardır, ammâ cümle kıbâbları taşdan mebnî ve niçe­si­nin kubbeleri kireç ile mestûr câmi‘ i ma‘mûr­lar­dır, eğer cemâ‘atden mahrûmlardır ve kebûter u zâğ u bum âşiyânları olmuş {câmi‘lerdir}.

Ammâ câmi‘ i Emîr Kay nâm bir câmi‘ i ma‘mûr var, meydân ı muhabbetde kalmış. Cânib i erba‘asının der i dîvârları ta sütûhına varınca eyle mücellâ dîvârlardır kim gûyâ Hıtâyî kâğızdır. Bu câmi‘ sâhibi Emîr Kay bu şehr i kadîmin muharriri olmağile câmi‘in cânib i erba‘asındaki dîvârların yüzüne bu şehir içre ne kadar bin câmi‘ ve mescid ve medrese ve hân u hammâm ve sûk ı sultânî, ve'l-hâsıl ne kadar imâristân var ise câmi‘ dîvârına Mühür hattı gibi zemîn hatt ı Musta‘sımî şeklinde pâk râygân hattıyla cümle ebniyye i azîmler tahrîr olunmuş hakîr anı kırâ’at edüp alâ kadri'l-imkân deryâda katre ve güneşde zerre mikdârı tahrîr et­dim. Ta ol mertebede dikkat etdim ki câmi‘in sütûhına karîb olan âlî hatları dûrbîn ile kırâ’at edüp terkîm etdim.



{Lisan-ı Tatariyye}: Ammâ lisân ı Çağatay'a ve lisân ı Moğol'a karîb bir lehce i gayr i mükerrerdir. "İşven, gitmişven, kürümize, varmışmız, bizim Kay gebidir. Boğar eyitdi, dükeli geleserlerdir, meni sun­­camışdır. Şâd bay kişidir, ayıtdım: Şol kişi man­ka dinedür, savular sayladım, ya‘nî ağlaya kaldım. Barımız uruş kişisimiz, ya‘nî cümlemiz ceng [240a] âdemiyiz" deyü bu gûne niçe kerre yüz bin elfâz ı ibârâtlar tahrîr olunmuşdur. Ammâ bu şehir imâr iken eyle tahrîr etmiş kim "Cümle otuz beş bin mihrâbdır", deyü rûy ı dîvâra tahrîr etmiş. Hakkâ ki minârelerinin kesretinden ve imârâtının eser i binâları vefretinden otuz beş bin mihrâb olsa lâğ değildir. Ve iki bin medrese ve bin aded hammâm ve iki bin hân ve bin aded dârü'l-hadîs i Peygam­be­rân ve altı bin mekteb i tıflân ve sekiz yüz tekye i dervîşân ve on sekiz bin çeşme i âb ı revân ve sekiz bin sebîlhâne i cânsitân ve on bin mahalle i Müselmân, gebr u tersâdan nâm u nişân yok imiş, ve iki kerre yüz bin büyût ı Müselmân ve yetmiş bin sarây ı a‘yân ve üç bin sarây ı kârbân ı âyende vü revendegân ve iki bin aded mihmânhâne i gurebâ-yı mücerredân ve altı kerre yüz bin dükkân ve yüz elli mahalde kıbâb ı âlîler ile bezzâzistân. Hâlâ niçesi imârdır kim mâr [u] mûr kânıdır. Ve yedi yüz aded imâret i dârü'z-ziyâfe i cû‘ân. Bu şehrin Van deryâsı kenârıyla üç günlük yol imâr iken kırk bin mesîregâhı ve dokuz kerre yüz bin bâğ u bâğçesi ve yetmiş bin aded ziyâretgâh ı aliyyesi ve altı kerre yüz bin a‘yân ı ulemâsı ve dörd kerre yüz bin ulemâ-yı tabî‘î ve yüz bin cerrâhı ve yüz elli bin sulehâ-yı meşâyihi ve niçe bin mazanne i kerâme kimesneleri ve hemân kırk bin fetvâ sâhibi mezâhib i erba‘ada şeyhülislâmı ve yetmiş bin sâdât ı kirâmı ve altı kerre yüz bin pür-silâh askerî tâ’ifesi ve kırk bin pâsbânı ve iki bin yerde mahkeme i şer‘ i Resûl i mübîni ve yedi yüz aded hâkimi örfü ve üç bin kapân ümenâları ve yaylalarının dâmenlerinde üç bin gâr ı yetîmânlar var kim hâlâ zâhirdir. Niçesinin içinde halkdan münzevî yetmiş seksen yıldan beri fahfara ile kût edinir sâhib i sülûk kimesneler vardır.

Ve bu şehrin yaylası hâlâ Sübhân dağıdır kim Bingöl yaylasından sonra bu Sübhân dağı yaylasıdır. Üç bin aded süd sarnıcı var imiş. Koyun ve keçi ve câmûs ve sığır ve atlarının südlerin sağup eğer koyun südü ise her gûne hayvân südünün bir gûne sarnıçları var. Herkes südünü mezkûr sarnıçlara döküp aşağı şehir içre yedi bin aded süd çeşmeleri var imiş. Süd sâhibinin âdemleri şehre haber getirüp sahrıca dökdüğü südü aşağı şehir içre süd çeşmelerinden alup öşrün Mâhân pâdişâhına verir­lerdi. Öşr i sultâniye çün [ü] çerâ olmayup kendü­lerinde dahi aslâ hilâf yok idi. Anınçün bu şehre müverrihîn Dârü'l-Büleh derler. Ve ol kadar ulu âdemler var imiş kim bir teveccüh i tâm {ile du‘â} etseler cemî‘i hayr murâdâtları min indillah hâsıl olurmuş. Ve hâlâ süd çeşmelerinin ta yaylaya varınca yollara âşikâredir. Hatta Alî Kay Câmi‘i kurbünde tûlu üç bin adım bir sûk ı sultânî vardır, üç bin dükkândır. Cümle sırma ve kılabdân çârsûsu imiş ve her çârsûnun dervezeleri üzre bâzâr ı sarrâc ve bâzâr ı cüllah ve bâzâr ı gazzâz, deyü taşlarda esmâları tahrîr olunmuşdur. Hatta koyun südü çeşmesi ve keçi çeşmesi ve baytal çeşmesi deyü nâmları yazılmış. Baytal çeşmesi, ya‘nî kısrak südü çeşmeleri vardır. Andan ma‘lûm oldu kim bu kavim Tatar imiş kim at südü nûş ederlermiş. Zîrâ ta binâların târîhleri lehce i ibâretleri cümle hatt ı Tatar ı Çağatayîdir. Ve bu şehrin zamân ı imâretin­de atdan gayrı bu şehre bir hayvân girmezmiş ve zî-rûh kısmı boğazlanmazmış. Cümle taşrada boğaz­la­nup şehre getirirlermiş kim yedi bin hemân kassâb dükkânları var imiş.

Bu şehre hayvânâtlar girmediğiyçün cümle be­hâ’imlerinin südlerin yaylada sağup aşağı şehirdeki çeşmelerde herkes südün alırdı. Zîrâ bu şehr i harâbın ensesinde yıldız tarafı dağlar ve bâğlar ve yaylalardır ve kıble ve cenûb tarafı Van deryâsıdır. Ve bir câmi‘in dîvârında câmi‘in kendi evkâf­nâ­me­sin yazmış. Bin beş yüz dükkân ve bin aded tarla ve yüz aded değirmân ve beşlik altun sikke nişân ı vakf imiş. Ve "Her kim bu evkâfını harâb itken bo­lur­sa Hâmân u Kârûn ve Mervân u Fir‘avn u Ye­zîd'in la‘neti orasına ve töresine ve üz­erine olsun!", deyü yazmış. Ve dahi altında 1 âyetin yazmış. Hakkâ ki sikke i mermerde kazmış.

Ammâ bu şehir içre niçe yüz âdemler bu harâbistânın içinde sâkin olurlar. Ma‘mûr bâğlı u bâğçeli ve âb ı cân sulu hâneleri vardır. Emn ü emân diyâr olmağile niçe bin âdemlerin maskat ı re’sleri olup irs ile kendülere intikâl etmeğile fer­âğat idemeyüp her biri birbirinden birer mîl ba‘îd hânelerde sâkin olurlar, ammâ gâyetü'l-gâye sulehâ-yı ümmetden hâl sâhibi âdemler vardır. Hatta [240b] mezkûr gâr ı yetîmânlarda kırk elli seneden berü sâkin olmuş künc i mihnetde bir bûriyâ üzre bî-riyâ âdemler var kim kırk elli seneden berü zî-rûh kısmı ve ıssı ta‘âm yememiş niçe yüz âdemler vardır kim yüzlerinden nûr berk urur.

Dağlardan su yolları edüp gârları içre âb ı latîfler cereyân edüp tecdîd i vudû‘ ederler. Gündüz sâ’im ve gice kâ’im cânlar vardır. Bir kimesneden bir dane i hardal almazlar, harâm yemezler ve giymezler. Niçeleri pâ-bürehne ve ser-bürehne olmuş lahm ı şahm sâhibi merd i Hudâ recül i sâlihler vardır. Cümleden biri,


Yüklə 7,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin