Evl‹YÂ Çeleb‹ seyahatnâmes‹



Yüklə 7,57 Mb.
səhifə31/74
tarix14.02.2018
ölçüsü7,57 Mb.
#42780
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   74

Sultân Uzun Hasan câmi‘i: Âzerbaycân şâhı iken binâ edüp Ebü'l-feth Sultân Mehemmed cenginde Sultân Hasan münhezim olup Tebrîz'de merhûm oldukda bu câmi‘ i pür-envâr nâ-tamâm kalup oğlu Ya‘kûb Şâh itmâm etmişdir. Tûlen sek­sen ayak ve arzen yüz elli ayakdır. Cümle sekiz kubbedir. Bir minâre i mevzûnu gâyet musanna‘dır ve mihrâb kapusu gâyet müzeyyen ve münakkaş ve musanna‘ bâb ı garîbdir. Ammâ hakkâ ki cemâ‘atden dahi garîbdir. Zîrâ bu diyârda imâm ı âdil ma‘sûm olmağile aslâ cemâ‘atle evkât ı hamse edâ olunmaz. Hemân herkes namâzın münferiden edâ edüp "Namâz du‘âdır." deyü du‘âsızca kapudan taşra firâr ederler.

Ve derûn ı câmi‘ eyle tasarrufât ı hendese ile binâ olunmuşdur kim vasfında lisân kâsırdır. Ve kub­be i âlîsinin midhatinde kalemler kâsirdir. Ve hare­minin ta vasatında Şâfi‘î mezhebi üzre aşren-fe-aşr bir havz ı azîmi var kim gûyâ havz ı Kev­ser'dir.

Haremi etrâfı gûnâ-gûn sütûnlar ile mebnî olup üzerleri musanna‘ kıbâb ı nîlgûnlardır. Ve haremi­nin üç kapusu vardır. Fakîr bu câmi‘i seyr ederken mü’ezzin ezân okurken "Eşhedü enne Muhamme­den Resûlullah"dan sonra "Alîyyün veliyyullah, Alîyyün veliyyullah" dedi ve ba‘de'l-ezân "Yâ düşmenân ı Alî-râ ve şehîdân ı Kerbelâ-yı dilîrâ" deyü efsâneler idem derken bizi görüp dem-beste oldu.

Minâreden aşağı indikde "Getir şu teberrâîyi!" deyüp mü’ezzin hocayı alt edüp sünnet üzre Sünniyâne Râfızîye kırbaçlar urdukça "Feryâd reses yâ Alî, yektâ beses yâ velî!" dedikçe hakîr eyitdim "Be-imdâd-ı Ebâbekir, be-aşk-ı Ömer be-aşk-ı Osmân ı Zi'n-nûreyn!" deyüp kâmil yüz aded kır­baç ı elvâh urup mel‘ûnu birkaç kerre havza daldırup sebbâğlığından pâk etdim. "Seg ber sahrâ." deyüp âzâd etdim.

Andan gayrı nâ-sezâ sözler istimâ‘ etmedik. Hâsıl ı kelâm Sultân Hasan câmi‘i yahşîdir ammâ cemâ‘atleri böyle yamandır.

Andan câmi‘ i Alî Hân. Rûşen-âbâd câmi‘ i dilsitândır ve Ca‘fer Paşa câmi‘i ve Ferhâd Paşa câmi‘i ve Koçuğa Sultân câmi‘i Rûmiyye Şeyhi ecdâdı câmi‘idir ve Kelenter câmi‘i ve Şeyh Akay câmi‘i, meşhûr cevâmi‘ler bunlardır, mâ‘adâ mesâ­cidlerdir. Ammâ bu şehir içre aslâ kurşum ile mestûr binâ-yı ma‘mûr yokdur.

Ve cümle altı medrese ve üç tekye ve kırk aded mekteb i sıbyân ve on bir aded hân ı sevdâgerân ve cümle (   ) aded hammâm ı zîşân vardır.

Evvelâ cümleden Rûmiyye Şeyhi hammâmı, binâ-yı azîm ve ziyâretgâh ı kadîmdir. Ekseriyyâ hasta girse bi-emrillah şifâ bulur. Bir havz ı kebîri vardır ve âb u hevâsı latîf hammâm ı rûşenâdır ve hammâm ı Kelenter, bu dahi zîbâ hammâm ı hûb­dur ve dellâkleri mahbûbdur ve Daroğa hammâmı ve Korkud Hân hammâmı bunlar cümle havzlı hammâmlardır, ammâ niçe yüz hânedân hammâm­ları vardır.

Ve cümle 200 aded çârsû-yı şâhîdir kim cemî‘i şâhrâhları üstü mestûr küşâde olmağiçün bacaları vardır. Cemî‘i dükkânlarda niçe bin elvân çiçekler ile müzeyyen olmuş dükkânçelerdir kim müşk i am­ber i hâm ezhârâtının râyiha i tayyibesinden bey‘ [u] şîr edenlerin dimâğları mu‘attar olur. Bu diyârda berberlere Selmânîler derler.

Cümleden pâk u müzeyyen dükkânçeler ber­ber­ler ve derziler ve sar­râclardır ve cemî‘i esvâkları sadranç nakşı tarh olun­muşdur. Ve kahvehâneleri Şâm u Haleb gibi havz u şadırvânlı kahâvîlerinde hânende vü sâzende ve mutrıbân u kışmirân ve rakkâsân [u] mahbûbân­ları vardır ve gâyet müzey­yendir. Kahve i Yemen'­den gayrı çay u bâdyân ve sa‘leb u mahleb ve sükker şerbeti ve leben i hâlis pişirirler. Ve niçe bin ed­viye ile terkîb olunmuş mukavvî ve müferri­hât­dan ma‘âcîn i gûnâ-gûnlar bezl ederler. Her kah­ve­de şükûfe râyihasından ahibbâ-yı dûstânların di­mâğ­ları mu‘attar olur ve her kahvenin elbette câ­nib i erba‘ası [295a] gül i gülistân ve hadîka i çe­me­nistândır kim her kûşesi birer gûne mecma‘ ı irfân­dır. Beher dükkânları hemçünân kân ı kân-ı fândır. Ve pençe i âfitâb Selmân ı Pâk köçekleri ha­mı serbendleri üzre çiçekleri vardır.

Ve bir bez­zâ­zis­tânı vardır kim gûyâ kal‘adır. Çâr dervâzesi Çârbâğ'a ve bâzâr ı kâga mekşûfdur. Cümle kıbâblar ile ârâste vü dollâblar ile pîrâste ol­muş bâzâr ı hü­sün­dür. Ankâ hâcegânları vardır. Cemî‘i diyârın kâlâyî vü âlâyî, kâmhâ ve hârâ vü dârâyî vü zîbâ vü şîb ü zer­bâfı bî-kıyâsdır. Ammâ nânbâzları ve aşbâzlarına aşk olsun. Ve hâkimlerinin narh ı Şeyh Safî deyü zabt u rabtlarına ve sikkele­ri­nin pâkliğine aşk olsun. Ab­bâsî ve Bisitîlerinde "Lâ ilâhe illallah, Muham­me­dün Resûlullah, Alîyyün veliyyullah" yazar. Bu sik­ke üzre hilâf eden âdemi ve sikkeyi kalp edüp kesen âdemi ol ân amân u zamân vermeyüp katl ederler. Cemî‘i bâzârlarında cümle me’kûlât [u] meşrûbâtı bey‘ edenler vezn i Alî ile fürûht ederler. Hatta buğday ve yumurtayı ve pişmiş tavuğu ve beyâz nânı ve'l-hâsıl cümle eşyâ-yı âvânîyi terazü ile fürûht ederler. Hattâ aşbâzlar bile çobra ve kebâb ve pilavı dahi vezn ile fürûht ederler. Kim kâdirdir kim narh ı Safî üzre hilâf ide? Hîlebâzın gözüne milçe ve başına kızgın tas oturdurlar, niçesinün ödün çıkarırlar ve niçesinün karnın yarup yüreğin çıkarır­lar. Gâyet zabt [u] rabt ı Alî vardır. Bu şehrin cemî‘i imâretlerin ve bâğ u müşebbek bostânların reyy edüp ahâlîsinin nûş etdüği âb ı hayâtlar bu şehrin cânib i garbîsinde Çevlân dağlarından ve Harîr ü Enzelî kûhlarından gelüp bu şehri saky edüp cânib i şarkda buhayre i Rûmiyye'ye rîzân olur. Bu ülke i Rûmiyye cümle yüz elli pâre ma‘mûr u âbâdân kendlerdir kim her biri ikişer üçer bin hâneli ve bâğ u bâğçeli ve câmi‘ ü hân u hammâm ve çârsû-yı şâhlı kend i mu‘az­zam­lardır. Ve cümle kırk bir pâre kasabadır ve cüm­le elli pâre kılâ‘ ı metînelerdir. Ha denilse bu ülkeden yigirmi bin asker çıkar, ammâ üç kerre yüz bin re‘âyâ tahrîr ol­unmuşdur.

Sitâyiş i meşrûbât [u] me’kûlât ı Rûmiyye; i kübrâ

Evvelâ yedi elvân gendümü olur kim gûyâ gılâl ı Havrân ı Şâm'dır ve şa‘îri gûyâ Sivas arpasıdır ve baklası ikişer dirhem gelir, danedâr fûli olur kim bir diyârda olmaz. Sâ’ir hubûbâtları dahi ana göre kıyâs oluna. Ve Kelenter kavli üzre yigirmi bin bâğdır, dedi. Cümleden âbdâr engürü Şâm'ın zeynî üzümüne ve Bozcaada'nın misket üzümüne ve İslâmbol kurbünde Bâzârköy kumla üzümünden lezîz ü âbdâr ve hoş-hor üzümü olur. Hatta efvâh ı nâsda ve gayrı büldânda bir mahbûb ı zamânı bir nâ-sezâ merd ile görseler "Şeledirende içre Rûmiy­ye engürü gibi yancılmış cüvândır." derler. Hâlâ elsine i nâsda darb ı mesel olmuş bir mümessek âbdâr u ter engürü olur. Ve sâ’ir envâ‘ ı müs­mir­râ­tın­dan memdûh olan fâkihesi yetmiş gûnedir. Am­mâ nebî emrûdu ve meleçe emrûdunun aslâ nazîri yokdur. Eyle âbdâr emrûdlardır kim şırası şır şır akar ve âlusı ve âluvı ve zendisi gâyet latîf ter olduğundan aslâ cirmi yokdur ve kalınları bâ­dem gibi lezîzdir. Ve âb u hevâsının letâfetinden mahbûb u mahbûbesi memdûhdur. Ammâ ulemâsı meşhûr değildir. Lâkin sulehâsı gâyet çokdur. Hatta nihânîce cemâ‘atle namâz kılar Sünnîleri dahi çok­dur. Cümle tarîk ı Hâcegân fukarâlarıdır kim âsitâ­ne i Koçağa sultândır. İklîm i (   ) bulunup arz ı beledi (   ) ve tûl ı nehârı (   ) sâ‘at ve de­ricedir. Ve tâli‘ i imâreti sünbülede vâki‘ olup beyt i Utarid i turâbîdir, dimişler. Anınçün cümle hubû­bâtının sünbülesi "Miete habbe." olup ezheriyyâtı Utarid i ıtriyyât gibi dimâğ ı insânı mu‘attar eder.

Diyâr ı Âzerbaycân'da bu da şehr i mu‘azzam imiş. Acem destine girmek ile belde i evsat de­miş­ler­dir. Hakkâ ki {cânib-i} garbîsinde şehr i Şeh­rezûl ve şimâlinde Salmas ve şehr i Tesûy ve şar­kî­sin­de şehr i Tebrîz ve cenûbunda şehr i Erdebil cümle bu şehirler Rûmiyye'ye dörder menzil mesâfe olduğundan hâlâ müverrihân ı İrân-zemîn bu Rûmiyye'yi "Belde i evsat" ile yâd ederler. Hâlâ bir belde i mutavassıtadır. Ammerallah. [295b] Hat­ta bir fetâ atıyla murâd edüp gitse bu şehirden şehr i {Van'a} ve Revân'a dahi dörd menzilde irer, ammâ hakîr cihânı temâşâ içün beşer ve altışar sâ‘at giderdik.



Sitâyiş i Buhayre i Rûmiyye i Kübrâ: Bu buhayreye niçeler bahr i Rûmiyye ve bahr i Dümbülî ve bahr i Debîl ve bahr i Tebrîz derler. Zîrâ etrâfında vâki‘ olan bilâdların ismiyle müsem­mâ bir buhayredir. Van deryâsına Vastân bahri ve Erceyeş bahri ve Âdilcevâz bahri derler. Bu dahi eyledir. Ammâ Tebrîz bu deryâya mesâfe i ba‘îde olup Rûmiyye karîb olmağile Rûmiyye bahri denmeğile ma‘rûf bir buhayre i mâlih i mevsûfdur. Böyle bir buhayredir kim rûy ı deryâsında niçe yüz sayyâd ı mâhî kayıkları vardır. Ba‘zı âyende vü revende tüccâr ı sevdâgerân götürür ve getirir keştîleri vardır. Cânib i şarkîsi şehr i Tebrîz'dir ve taraf ı garbîsi şehr i Rûmiyye ve kal‘a i Düm­bü­lî'dir ve niçe kendlerdir. Ammâ cenûbunda şehr i kadîm Erdebil'e hayli mesâfe i ba‘îdedir. Bu buhayrenin dâ’iren-mâdâr etrâfı Van deryâsından büyükdür. Van deryâsın bir âdem sür‘at ile sekiz günde devr eder ammâ bu on iki günde devr olunur. Ve umkı yetmiş kulaçdır. Ve müverrihân ı İrân-zemîn ve müverrih Mıkdısî bu buhayre içün {eyle} tahrîr eylemişler kim Hazret i Resûl i Kib­riyâ-yı Mustafâ Mekke i Mükerreme'de rahm i mâderden müştâkk olduğu gice Tâk i Kisrâ ve Ayasofya Kubbesi münhedim olup ol gice bu buhayre yerinde olan Pâncüm şehri ka‘r ı zemîne geçüp bu buhayre zâhir olur, deyü yazmışlar. El-ilmü indallah.

Hâlâ bu buhayreye cânib i etrâfında kırk beş aded sağîr ü kebîr sular munsabb olur. Cümleden nehr i Seylân Erdebil şehrin reyy edüp bu buhay­reye karışır. Ve



Nehr i Kehrân: Nehrevân kal‘asından berü gelüp bu halîce rîzân olur. Ve

Ayn ı Çevlân: Rûmiyye şehrin reyy edüp bu buhayreye rîzân olur. Ve,

Nehr i Davdan: Hakkarî ülkesinden gelüp Pinyaniş'in Berdük kal‘asından güzer edüp Rûmiy­ye kurbünde bu buhayreye koşulur.

Gayri uyûnları ma‘lûmum olmadığından tahrîr olunmadı.

{Zîrâ bu hakîr-i dâ‘î odur kim} ilme'l-yakîn ve hakka'l-yakîn hâsıl etdiğim tahrîr etmeyüp ayne'l-yakîn hâsıl etdiğim tahrîr etmeği "Elzemü mâlâ yülzem"1 etmişim ve bu buhayre içre dahi iki aded cezîre i vâsi‘ler ve ma‘mûrelerdir. Birine,

Cezîre i Kebûter {ya‘nî Güğercin adası}: derler. On mil çevirir bir vâsi‘ cezîre i ma‘mûredir. Bir yalçın kaya üzre bir ma‘mûr kal‘ası var, neferât­ları ve cebehânesi ve nâzük top ı şâhîleri var. Cümle nökerleri sayyâd ı mâhîlerdir kim azîm kâr edüp vazîfelerin mâhîlerden mâh-be-mâh alırlar. Metîn kal‘a i bâlâdır. Bir cezîresine dahi

Cezîre i Harsek: derler. Bunda dahi bir püşte i âlî üzre Harsek kal‘ası vardır. Neferâtları ve topları ve kifâyet mikdârı cebehânesi vardır. Bu kal‘a buhayrenin Tebrîz hâki tarafına sehel muttasıl ol­mağile mezkûr cezîreler Tebrîz hâkimi hük­mündedir. Bunun da nökerleri cümle sayyâd ı se­mekdir.

Der-beyân ı garîbe vü acîbe: Bu cezîreteyn içre olan mâhî sayyâdları kayıklar ile bu buhayrede her şeb şinâverlik edüp oltasız ve şebekesiz ve merk i mâhîsiz bu gûne balık sayd ederler kim vâ­cibü's-seyrdir. Yine bu buhayre içre bir gûne sîm-endâm hurde balıklar olur sayyâdlar anı dutup yağından fitilleri yakup gice ile kayıkların çerâğân edüp rûy ı deryâda şinâverlik ederler. Ka‘r ı deryâda olan cemî‘i mâhî i gûnâ-gûnlar rûy ı deryâya çıkup mâhîler kendüyi ol şem‘a olduğu kayıklar içre pertâb edüp ân ı sâ‘atde merâkibler mâhîler ile leb-ber-leb olur. Hikmet bu kim gemi içre bir gayrı âteş yakup keştîler on gice deryâda gezseler bir balık âşikâre olup sayd olmak ihtimâli yokdur. Ve mine'l-garâ’ib.

Sitâyiş i tetimme i külliyât ı şehr i Rûmiyye i Âzerbaycân:

....................(3.5 satır boş)....................[296a]

Şehr i Rûmiyye'nin enderûn [u] bîrû­nunda âsûde olan kibâr ı evliyâullahın merkad i pür-âşiyânların ayân u beyân eder

Evvelâ şem‘ i dâniş, çerâğ ı âferîniş, şem‘ i âlem, çerâğ ı hurrem, kutb ı âlem i rûhânî, ma‘den i hikmet i Rabbânî, sâhib i yakîn i bî-gümân, halvet-nişîn i bî-nişân,



eş-Şeyh Hazret i Koçağa Sultân: Hazret i Ebâbekir'e silsile i zülâleleri müntehî olur tarîk ı Hâcegânda ulu sultândır. Diyârbekir'de sâkin iken fâtih i Bağdâd Sultân {Murâd} şehîd etdüği Rûmiyye şeyhi azîzin bu Koçağa Sultân ol Azîz-i şehîdin ecdâd ı ızâmıdır. Azîz-i merhûm sene (   ) târîhinde Acem bu Rûmiyye'ye istîlâ idince Azîz-i sa‘îd Diyârbekir'e hicret edüp âhir sene 1038 târîhinde Diyârbekir içre Murâd Gâzî elinde münâfıklar iğvâsıyla ma‘nûkan şehîd oldukları Diyârbekir ziyâretlerinde mufassal tahrîr olunmuş­dur. Ammâ ol Azîz-i şehîdin ecdâdı koçağa sultân şehr i Rûmiyye içre hâkisteri medfûndur. Hâlâ bir ulu âsitânedir. Cânib i etrâfı gül i gülistân içre bir tekye i Hâcegândır kim üç yüz aded dervîşândan ziyâde fukarâları vardır. Ve sarâyları ve bâğ u bâğçeleri hâlâ imâristândır. Kavm i Acem bu sultâna mu‘tekidlerdir. Ve âyende vü revendeye ni‘metleri mebzûldur.

{Menâkıb ı Hazret i Koçağa Sultân}: Bu Koçağa Sultân sene (   ) târîhinde dâr ı bâkîye rıh­let edüp bu kabr i münevverde medfûn iken fuka­râ­larının biri gâyet mün‘im ü mâldâr olmağile sene (   ) târîhinde Şâh Kör Hudâbende hânların­dan Gençel Tokmak Hân mezkûr fukarâyı mâlıyçün işkence ederken "Hey hân! Merhûm Koçağa Sultân rûhiyçün olsun meni âzâd et galan!" dedikde hân ı bî-îmân eydür: "Men senin şimdi Koçağa Sultânı'nı dahi neylerim!" deyü mezkûr dervîşi katl edüp cümle mâlın alup kabz eder.

Ba‘dehû sene (   ) târîhinde merhûm olmuş cesed i şerîf beyâz billûr gibi berrâk ve ter ü tâze ve pembe gibi yumuşak. Tokmak Hân eydür: "Hay hay sihr ile ve riyâzet ü perhîz ile şeyh kendüyi bu hâle koymuş." der. "Tiz bu şeyhi bir kilim içine koyasuz ve kal‘a i kule handakı kenârına getüresiz" dedikde zâlimler Koçağa Sultân'ın na‘şını ol mahal­le getürüp niçe yüz araba ve deve yükü odunları yığup âteş i Nemrûd edüp cesed i azîzi âteşe endâht ederken "Menem İbrâhîm i sânî, yâ Hay, yâ Hay!" sadâsı istimâ‘ olunup yedi sâ‘atden sonra âteş sö­nüp cesed i azîzin hâkisterin Cenâb ı Allah bir ma‘sûm ı pâk hey’etinde halk etmiş. Bunu görenler feza‘ u çeza‘ edüp Tokmak Hân'a rû be-rû vâfir şütûm ederler.

Ba‘dehû fukarâlar azîzin ma‘sûm sıfatında halk olan külünü alup bir kefene sarup yine musallâda niçe kerre yüz bin ibâdullah namâzın kılup tevhîd [ü] tezkîr ile yine kabr i şerîfine getirüp defn eder­ler. Anınçün Menâkıb ı Evliyâ-yı Kâzrûnî'de Koçağa Sultân'ın Rûmiyye'de iki kerre namâzı kılınmışdır, dediği bu ma‘nâyadır.

Ba‘dehû azîzin vücûd ı şerîfi muhrik olduğu yerde âteş sönmeden etrâflarında çemenistân ü sün­bülistân bitmeğe başlar. Âteş sönüp bi-emrillahi Ta‘âlâ gül i gülistân u reyhân ı ezhâristân olur kim ilâ hâze'l-ân Rûmiyye kal‘asının cenûbîsinde Çevgân meydânı kurbünde ziyâretgâh bir makâm ı gülistândır kim reyhânistânı içre bir fetâ at üzre mızrağıyla ubûr etse ol yiğit atıyla görünmez. Ta bu mertebe âlî reyhânı olup kendi biter, kendi yiter. Ammâ âsâr ı binâdan bir şey yokdur. Cümle ehl i beledin zu‘m ı sahîhleri "Bu gül i gülistân, Koçağa Sultân'ın mübârek külü düşdüğü yerdir." derler. Hakkâ ki gayrı yerde eyle reyhân yokdur. Hemân beş hırmen cirminde yerde vâki‘ olmuşdur ve gayrı diyârda eyle reyhân ı gülistân hâsıl olmak ihtimâli yokdur.



Netîce i tasarruf ı kerâmet i Koçağa Sultân: Koçağa Sultân'ın na‘ş ı şerîfin Gençel Tokmak Hân âteşe göyündürdüğün Kör Hudâbende Şâh istimâ‘ edüp Kazvîn'den kat‘ ı menâzil ederek Rûmiyye'ye geldikde Koçağa bâğının ba‘zı yerlerin münhedim edüp bâğının müsmirrâtların yağma etdirir.

Kel Tokmak Hân eydür: "Güzelce şâhım, bu Sün­nîlerin tekyesin dahi harâb u yebâb idelim!" dedikde,

Kör Hudâbende Şâh eydür: "Cânım Tokmak Hân bu Koçağa'yı niçe buldun ve niçe âteşe göyündürüpsün. Mana Kırmızı Murtezâ Alî ve Düvâzde İmâm'ın ervâhların seversen yahşı eyit galan." dedikde,

{Hân eydür}, "Ey güzelce şâhım bu Sünnîler bu şehr içre râygân [296b] cemâ‘atle namâz kılmağa başladılar ve meyyitleri önü sıra vahdehû lâ şerîki leh demeğe başladılar. Âhir ben de birkaç nökerin ve Sünnîlerin katl eyleyüp [koca} Koçağalarını dahi âteşe göyündürdüm. Ammâ güzelce şâhım ne te’sîr i sihirdir kim Koçağa dede mürd olalı sene (   ) olmuş derler, gûrunu açup gördüm ki beyâz pembe-misâl ter ü tâze idi. Men anın ter ü tâzeliğine bakmayup âteşe göyündürürken yâ Hay, yâ Hay çağırup feryâd etdiğin bu cümle nökerlerim işit­mişdir" dedikde,

Kör Hudâbende Şâh eydür, "Âferin ey Tokmak Hân, seninçün Sünnî'dir derlerdi, meğer sen Sünnîlere adüvv i cân imişsin. Çöreğim sana helâl olsun!" deyü başına bir tâc ı zerrîn ve eynine bir kaba-yı hûb rengîn ihsân eder. "Koçağa'yı göyün­düren nökerlerin kimlerdir?" "İşte şâhım bunlardır ve bu perç aded evlâdlarımdır kim Koçağa'yı âteşe göyündirmağa çalışmışlardır?" dedikde Kör Hudâbende Şâh eydür, "Şimdi biz anlara hizmetleri mukâbelelerinde yahşı hizmetler ederim." der.

Fi'l-hâl Koçağa Sultân'ın na‘ş ı şerîfin âteşe yakdıkları yere Şâh varup Tokmak Hân'ı ve evlâd­larını ve çöreğin çekenleri ve Koçağa'yı âteşe göyündürmede bulunanlardan cümle yedi yüz aded neferi dest ber-kafa bağladup huzûruna getirüp ey­dür: "Bre bre kâfirler, Tokmak Hân ı âk İrân ı nîrândan gitmeğe müştâk. Merhûm Koçağa Sultân muhibb i Hânedândan bir ulu sultân idi. Bu dünyâ­dan âhirete intikâl etdi. Sene (   ) târîhinde öldü. Siz anı görmeyesiz ve bilmeyesiz, ana bu adâvet ne idi ve kabrinden ter ü tâze çıkardığınızı göresin. Yahûdîler Circîs Nebî'yi âteşe yakdıkları gibi sen Koçağa'yı âteşe atasın. Biz dahi bugün anın adâle­tine gelüp Koçağa'nın yazığın almasam gerek. Tiz âteş i Nemrûd yakın. Gerçi âteş ile azâb Perver­di­gâr'a lâyıkdır. Ammâ Men dakka dukka mazmûnu üzre men bu bu Yahudîleri âteşe göyündürem ki İrân-zemînde değil cihânda dâstân olsun." dedikde dağlar gibi âteş i Nemrûd alev-ber-alev oldukda Tokmak Hân'ın ibtidâ gözü önünde cümle evlâdların, ba‘dehû altı yüz aded nökerlerin ve fetvâ veren müftî ve kadıların, ba‘dehû Tokmak Hân'ı âteşe atar.

Hulâsa i kelâm Hazret i Koçağa'nın na‘şın âteşe göyündürmede bulunanlardan yedi yüz nefer seb­bâb ı teberrâîleri Kör Hudâbende Şâh ibn Tahmas Şâh âteşe yakdığın bilir âdemler nakl etdiler kim dâstân ı İrân-zemîn-i Van'dır.

Ba‘dehû Hudâbende Şâh âsitâne i Koçağa Sultân'ı bir imâr etmişdir kim hakîrin konağına karîb olmağile tevhîd i Hâcegânda bulunup bâğ u bâğçe ve imâretlerin temâşâ ederdik. Hâlâ ravza i Rıdvân'dan nişân verir bir tekye i dervîşân ı zîşân ı Hâcegândır. Ammerallahu Ta‘âlâ.

Ve azîz i merhûmun bir menâkıbın istimâ‘ edüp rûh ı şerîfiyçün bir hatm i şerîf tilâvet edüp sevâbın rûh ı şerîfine hibe eyledim. Kaddesenallahu bi-sırrıhi'l-azîz. Andan,

Ziyâret i Bozevli Sultân: Bunlar da fukarâ-yı Nakşıbendiyye'den bir ulu sultândır. Andan,

Ziyâret i Sâlih Efendi: Bunlar Vâhidî tarîkinde hâk i pâk Erdebil'de medfûn cümle İrân-zemîn şâhlarının cedd i ızâmı Hazret i Şeyh Safî'nin baş halîfeleri imiş. Şeyh Safî'nin mum söndürme kerâmetlerin Şeyh Safî hazretlerinden sonra bu Sâlih Efendi mum söndürmeği memnû‘ etmişdir. Kuddise sırruhû.

Netîce i kelâm mum söndürme sene (   ) târîhinde Hazret i Şeyh Safî şehr i Erdebil'de kut­bu'l-aktâb mertebesine kadem basdıkda bir gün câzibe i İlâhî ile vecde gelüp niçe bin ümmet i Muhammedi tevhîd i Muhammedîye da‘vet eder ve cümle tevhîde hâzır olanların ehl [ü] ıyâllerin dahi tevhîde da‘vet edüp cümle nisvân burka‘ları ve sarâveşleri ve dutakları ile ve ellerinde eldîvânlarıyla gelüp bir kûşede bu kadar havâtînler tevhîde meşgûl olurlar. Ba‘de'l-gurûb olup ol şeb i muz­limde {Şeyh Safî bir şem‘ i münevver âşikâre edüp} eydür: "Gelin kızlarım siz de oğlan kuzu­larımla tevhîde girin" derler. Hemân cümle merd ü zen tevhîd ü tezkîre karışdıklarında bir kerre azîz Şeyh Safî mumu söndürüp merd ü zen karış katış olup kâmil yedi sâ‘at tevhîd i sultânî olup Şeyh Safî "Ve salli alâ cemî‘i enbiyâ’i ve'l-mürselîn" de­yüp el yüze sürüp eydür: "Herkes bu karanlıkda ya­nın­da olanları kucaklayup hânesine gitsin" buyur­duklarında be-keşf i kerâmet i Şeyh Safî cümle halk ol cahrahûn(?) karışıklığında kendi ehlini ve kızını kucaklamış bulunup hânelerine giderler.

Hakkâ ki ol karanlık gicede ol benî Âdem izdi­hâmında karış katış dönerken herkes ehlin bulmak aceb kerâmetdir. Şeyh Safî [297a] hazretlerinin zamân ı hayâtlarında birkaç kerre böyle mum söndürüp herkes yine ehl ü ıyâllerini buldukları mukarrerdir.

Ba‘dehû kendülerinden sonra niçe halîfeleri mum söndürüp ehl ü ıyâlleri bulmada hatâ edüp "Acem mum söndürücüdür." deyü mezmûm ol­muşlar. Ba‘dehû bu Rûmiyye'de medfûn Şeyh Sâlih hazretleri merd ü zen bir yere cem‘ olup tevhîd edüp mum söndürmeği men‘ etmişdir. Hâlâ Acem'de dahi vardır. Ammâ Hudâ âlimdir.

Sene 1056 târîhinde Erzurûm'dan Acem'e git­dim ve sene 1060 târîhinde Bağdâd'dan yine Acem'in Hemedân ve Dergezîn'ine gitdim ve 1057 târî­hinde diyâr ı Kırım'dan Dağıstân'a, andan Acem'in Demirkapusu ve Şirvân ve Şâmakî'si ve Gîlân ve Bakü'süne vardım ve yine şimdi bu Rûmiy­ye ve Hoy ve Merend ve Tesûy ve Kumla ve Tebrîz diyârların gördüm, mum söndürme dedikleri şeyi ve eyle cem‘iyyeti görmedim. Ammâ bu cihân halkı zemmâm ve fassâl u gaddâr u kaddâhdır.

Sivas eyâletinde, Keskin sancağında ve Bozok sancağında ve Sunkur imâd içinde mum söndüren­ler vardır kim "Mumu söndürüp herkes birer âdemin karısın kucaklayup bir bucakda bacaklar derler." Hâşâ sümme hâşâ.

Bu abd i hakîr Bağdâd fethinden berü ol semt­leri geşt ü güzâr etdim ve Sivas'da efendilerimiz vâlî iken Keskin ve Bozok'da niçe hizmetler zabt edüp eyle şey görmedim ve yine bu deccâl halk Rûme­li'nde Silistre eyâletinde Deliorman nâhiyesinde ve Karasu nâhiyesinde ve Dobruca vilâyetinde şâhse­ven ve mum söndürenler ile şâh taclığı er ve avretler var derler. Hudâ âlimdir belki elli kerre ol diyârlarda ülfet edüp hizmetler zabt etdim. Ammâ eyle nâ-şer‘î iş görmedik. Lâkin bî-namâzı ve gû­yen­de avret sevici âdemleri vardır. Ammâ Şâm içinde Sâzenikler mahallesi vardır. Halkından Acem hakkı alırlar ve cümle Şâm'ın Dürzî ve Timânî dağ­la­rında nohudî mezheb âdem­ler var kim Kızılbaşlığı yetmiş mertebe öte geçdikleri Şâm ve Şâm ı Trab­lus seyâhatlerimizin cild i (   ) inde mufassal tahrîr olunmuşdur.

Ezîn-cânib yine sadede gelelim. Bu şehr i Rûmiyye'de,



Ziyâret i Davdan Sultân: Kümeylî tarîkinde niçe yüz kerâmetleri zâhir ü bâhir olmuş bir erdir. Ve,

Ziyâret i İmâm Boğabây: Uzun Hasan Sultân'ın imâmı imiş. Kırk bin re’s câmûsa mâlik olmağile Boğabây derlermiş. Her sene mâh ı Zilhic­ce'nin yevm i arefeden evvelki giceye terviye gicesi derler. Ol gice {Hazret i Şeyh Rûmiyye şehrinden} gâ’ib olup üç aydan huccâc ile yine şehr i Tebrîz'e gelirmiş. Ol hisâb üzre bir gicede Tebrîz'den Arafât'a varup hacc edüp gelirmiş. Hâlâ ziyâretgâh ı erbâb ı dilândır.

Şehr i Rûmiyye'de nice bin ziyâretgâhlar vardır. Ammâ ziyâret edüp âşinâlık kisb etdiğimiz bu ulu sultânlardır. Rahmetullahi aleyhim ecma‘în.


Hândan mektûblar alup Dümbülî hânından Murtezâ Paşa karındaşın halâs etmeğe gitdiğimiz menâzilleri ve kılâ‘ ı metîneleri ve belde i mu‘azzamaları beyân eder

Evvelâ Rûmiyye'den üç yüz Acem nökerlerin hân bize refîk i yâr ı sâdık verüp Murtezâ Paşa Ağası Alî Ağa'nın yüz âdemi ile ve elli nefer bizim âde­mimiz ile cümle dörd yüz elli âdemle Rû­miy­ye'den çıkup cânib i cenûba Rûmiyye deryâsı kenârıyla giderken Asvene kûhları sağ tarafımızda kalup niçe yüz aded İremezât misilli kurâlar geçüp 4 sâ‘atde yine Çevlân Sünnîlerdir. Andan yine cenûba 6 sâ[atde],

Evsâf ı kal‘a i Dümdümî

İbtidâ bânîsi Yezdcürd Şâh'dır. Sebeb i tesmiyyesi oldur kim bu kal‘a kayası Rûmiyye deryâsı kenârında vâki‘ olmağile talattum ı deryâ bu kal‘a kayaları mağaralarına urdukça Hüsrevânî küp gibi güm güm ve düm düm sadâ verdiğinden Düm­düm kayası derler. Bir rivâyette Hazret-i Süleymân bunda Dümdüm nâm bir dîv-i benâmı habs edip anın düm düm sadâsı istimâ‘ olduğundan Dümdüm kayası derler. Hâlâ ol sadâ istimâ‘ olunur. Ammâ talattum ı deryâdan olsa ba‘îd olmaya. Bu kal‘a ağası istikbâle çıkup haymelerimizle zîr i kal‘ada bir bâğ ı İrem'de meks etdik. Bu kal‘a Rûmiyye eyâletinde Rûmiyye buhayresi kenârında Kahkahâ-misâl bir kal‘a i bâlâdır. Dâ’iren-mâdâr cirmi üç bin adımdır. Cânib i şimâle bir demir ka­pusu var ve etrâfında handakı yokdur. Ammâ gâyet sarpdır ve bir tarafdan aslâ havâlesi yokdur. Bir cânibinden zafer [297b] mümkin değildir.

İçinde altı yüz hânesi ve Mîrkulu Hân câmi‘i var. Gayri imâretden çârsû-yı bâzâr hammâmı yok­dur. Dizçöken akası ve yasavul ağası ve üç yüz nefer dizçökenleri ve şâhî topları ve müstevfâ cebe­hâneleri vardır. Ammâ ba‘zı zamân deryâ çekilüp bu kal‘a sahrâda kalur. Ammâ aşağı rabât kal‘ası ma‘mûrdur. Ve şekl i murabba‘ Şeddâdî taş binâdır kim Şâh Tahmasb binâ etmiş. Zîrâ binâ-yı cedîd alâmeti vardır. Derûn ı kal‘ada cümle yedi yüz mikdârı hâk i pâk ile mestûr bâğsız ve bâğçesiz hâne i ma‘mûrlardır. Bağlı ve bâğçeli İşneviye kûhları dâmenine düşmüşdür. Ve bu kal‘anın her tarafında handakı vardır. Dâ’iren-mâdâr bu rabât ı ma‘mûre altı bin adımdır kim iç kal‘a kayasının garbîsi tarafın ihâta etmişdir.

Ve cümle on üç mihrâbdır. Evvelâ Şâh Tahmas Câmi‘i ve Şâh Abbâs ı Evvel Câmi‘i gâyet mu­sanna‘dır. Ve Cağaloğlu Sinân Paşa Câmi‘i rûşen binâ bir câmi‘ i ra‘nâ ve tarz ı kadîmdir.

Ancak Kelb Alî Hân'ın bir havzlı hammâmı var, serâpâ kâşî çîn ile mebnî bir hammâm ı rûşenâdır ve cümle çârsû-yı şâhîsi dahi Kelb Alî Hân'ındır. Ve bir hân ı sevdâferânı vardır. Ekseriyyâ hâneleri tahtâ­nîdir ve bezzâzistânı ve medreseleri yokdur. Cümle âb ı hoş-güvârları İşnuviye yaylağından gelir âb ı nâbdır. Ve hevâsı Rûmiyye'den latîfdir. Bağlarında unnâbı ve iğdesi ve dûdı gâyet memdûh­dur. Bu şehrin şark tarafın deryâdır, mağrib tarafı bâğlardır.

....................(3 satır boş)....................



Yüklə 7,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin