GüNÜMÜz tüRKÇESİyle evliya çelebi seyahatnamesi



Yüklə 1,95 Mb.
səhifə30/39
tarix06.09.2018
ölçüsü1,95 Mb.
#77673
növüYazı
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   39

722

kip develer ile çift sürüp ekin ekip darı yerler, başka buğday ve arpa nedir bilmezler. Helâlden haramdan bir şey bilmezler, hepsi mübahîlerdir. Canlı olup kanı çıka elbette etini yiyip de­risini giyerler.



Eti asla pişirmezler, çiğ yerler. Böyle bir türlü çiğ et yemek­ten pislikleri asla kokmaz. Hemen doğan kuşu gibi beyaz pislik çıkarırlar.

Bunlarda hiçbir zaman dedikodu, gıybet, boş söz, küfür, sövme, kötü zan, kibir, kin ve birbirlerine düşmanlık etmek yoktur, ama başka kavimlere düşmanlık edip sefere varıp düş­manlarını yağmalarlar.

Bütün Kalmık kavmi 12 padişahtır. Her biri beşer altışar kere 100 bin adamlara maliklerdir. Hepsinin dilleri birbirleri­ne aykırı olup 12 dilleri olduğu inşaallah yeri geldiğinde yazılır. Karanlık dünyaya kadar cihanı tutmuş çeşitli Kamlık kavmidir. Mezhepleri de çeşit çeşittir. Bir kavmi Mecusîlerdir ve bir kısmı hulûlî mezheplilerdir. Bir kabilesi ateşe taparlar ve bir fır­kası güneşe taparlar. Bir zümresi zeminî-mezhep, yani topra­ğa taparlar. Bir sınıfı aya taparlar. Bir oymağı öküze tapanlar­dır. İnşaallah bunlar da mezhepleri, silâhları ve tarzları tavırla­rıyla yazılır.

Bu anılan Kalmıklar Büyük Heyhat, Küçük Heyhat, Dest-i Kıpçak ve Moskov Vilâyeti içinde ve Çin, Maçin ve Fağfur'a ka­dar bulunurlar. Daha önce Edil Nehri'nin Moskov tarafında sa­kinler idi. Nogaylara galip gelip Edil Nehri'ni beri Heyhat tara­fına geçip Deşt-i Kıpçak'ta ve Heyhat'ta sakin olup Azak ve Kı­nın taraflarını yağmalamaya başladılar.

Bu kavimlerde asla veba, sancı, zâtilcenb, sıtma, ağrı hasta­lığı, cüzam, Frenk zahmeti [frengi] ve diğer hastalıklar olmaz. 200, 250 ve 300 yaşına kadar yaşayıp tabii eceli gelip basını tu­tamayıp başı omuzuna düşe, o gün ölür, ya yere gömerler veya ateşte yakarlar yahut suya atarlar veyahut ölülerini yerler. Mez­heplerine ve kur'alarına göre davrandıkları da yeri geldiğinde yazılır.

Bunlarda asla pire, kehle, tahtabiti, yılan, çıyan ve akrep ol­maz, zira derim evleri arabalar üzerinde olup ovalarda yaşarlar.

723

Kalmık kavminin görünüşü



Bu vadilerde tuz madeni olmamak ile gözleri gayet küçük­tür, ama baktığında batıdan doğuyu seçer. Sanki gözleri dür­bün aynasıdır, ama 5-10 adım yerden bakan adam Kalrnık'm gözleri mıh gibi yoktur zanneder. Anadan doğdukları zaman bazısının gözleri köpek yavrusu gibi bir haftada açılır. Bazısı­nın gözleri açılmayıp ustura ile gözlerin yarıp açarlar ve biraz tuz sürerler.

Bu kavmin başları Adana şehri kabağı kadar büyüktür Her Kalmık'ın elleri ne kadar ise kulakları da o kadar büyük­tür.

Gözleri asla görünmez, kör sanırsın, ama geceleyin ipliği iğneye geçirir. Ta bu derece görüşleri kuvvetlidir. Erkeklerinin kaşları ve kirpikleri yoktur.

Yüzleri tabak gibi yassıdır ve boyunları gayet kısadır. Baş­ları hemen omuzlarına bitişiktir, ama boyunları kurt boynu gibi kalındır. İki tarafa bakayım dese gövdesiyle dönüp bakar. Artlarına hiçbir yolla bakamaz, zira boyunları yoktur.

Hepsinin omuzlan gayet enlidir ki birer adam rahatlıkla oturur geniş omuzlan ve domuzları vardır.

Gövdeleri kasıklarına kadar yekpare kalın sepet gibi kısa boylu, butları ve ayakları uzundur, ama incik kemikleri içe­ri eğridir. Atlara bindikleri zaman eğri ayakları atının karnını kucaklar.

Boyları posları kısa ve bodurdurlar. Yayan yürümeye asla dermanları yoktur. Ama parmakları çınar gibi olup pazuları kısa ve kalındır. Pençelerini hiçbir adam çeviremez.

Ve dahi vücutlarında asla kıl olmayıp sakalları da gayet köselerdir ki 40-50 kadar sakal kılları var.

Dişleri, deve dişi gibi iri azıları var. Asla diş ağrısı nedir bilmezler, inci gibi dizilmiş dişleri var.

Bütün ömürleri boyunca sıcak yemek yemezler ve vücutla­rı gayet tıknaz semizlerdir.

Hepsinin esvapları yedikleri hayvanların derilerinden-dir, ama üstleri başları öyle murdar, pis, kötü kokulu ve çirkin kokar ki insanı sarhoş eder, böyle bir çirkin kokuları vardır. Onun için bunlarda pire ve kehle olmaz, zira kehle nazik tabi-

724


attır, pak yeri sever ve cüzam vücudu sevmez. [176b] Ve cüzam ve miskin adamda kehle olmaz. Olmamak ve çok olmak da kö­tüdür.

Nicesi hâlen 300 yaşına kadar yaşarlar. Hatta Mehmeci Gi­ray Han efendimizin meclislerine 300 yaşında bir Kalmık gelip birlikte yemek yiyip gördüğü olayları anlatmıştı. Ve yine Meh-med Giray Han efendimiz bir sâlih dindar padişahtır, onlar ta­nıklık edip,

"Benim huzuruma iki Kalmık girdiler. Biri 270 yaşında ve biri 310 yaşında idi. Cengiz Han oğlunun oğlu Bereket Han'a yetişip birlikte eşip yorttuklarını hep anlattı. Cengiz Han tari­hine hikâyeleri uygun geldi, söylettim" diye Han hikâye eyledi.

Genellikle bu Kalmık kavminin ölüm sebepleri, bunlar hulûlî mezhep olduklarından asla ölümden korkmazlar, "Ölür­sem ruhum filân avradın karnındaki filâna canım girer veya­hut karımın karnına canım girip yine dünyaya gelirim" derler. Ölümden korkmayıp cenge birbiri ardınca domuz gibi girip sa­vaşta vurulup cehenneme doğru yollanırlar. Bir ölüm sebebi de hemen kulağı kam gidip beyaz olup kulağı sağır olup başını tu­tamaz olur, o gün ölürler. Bundan başka hastalık nedir bilmezler. Kalmıkların garip işlerini seyir

Bazı Kalmıklar 200 ve 300 yaşma varıp güçten kuvvet­ten kesilip inip binmekten kalıp akrabaları bunu gezdirmekten usanınca ona bir semiz domuzun kuyruğunu pişirip ağzına bir­biri ardı sıra kuyruğu tıkıp öldürürler ve şehit oldu, derler.

Hepsi birbirlerini yerler, ama kuralarına göre hareket edip birbirlerinin leşini ölünce yerler.

Mesela Karpa adlı bir kişileri vardır. Taysı Şahlarından son­ra söz onundur. O Karpa'da 4 köşe bir ağaç kura vardır. O kura nice bin yıldan beri atalarından kalmıştır. Her tarafı birer başka renkte kudretten boyalı kuradır.

Bir ulu adamları ölse onun tâliine kurayı atarlar. Eğer kır­mızı tarafı gelse "Kura ateşe yak dedi" deyip leşini ateşte ya­karlar.

Eğer kura siyah yere gelse "Kara yere göm dedi" deyip leşi yere gömerler.

Eğer kura mavi gelse "Suya at dedi" deyip leşi ya Edil su-

725

yuna yahut her hangi suya yakın konmuşlarsa girip suya atar­lar.



Eğer yeşil gelse leşi pişirip yerler, kuraya göre davranırlar ondan başka hükümleri yoktur.

Bir gün Moyinçak Şah'ın bir oğlu ölmüş, onu ateşte kebap edip yağını ve kanını akıtıp yerler ve şenlikle gülüşerek yerler Hakir geçerken beni de sofraya çağırıp,

"Gel padişahımızın oğludur. Sen de yemiş ol" dediler. Ha­kir,

"Ya adam eti yenir mi?" dedim. Onlar,

"Bah yenir ya! Biz onun etini yeriz ki cam birimizin canına girip ölmez, bile gezer. Domuz etiyle ve yılan etiyle adam etin­den tatlı, babamız bir şey yaratmamıştır" dediklerinde,

"Ya babanız kimdir?" dediğimde hâşâ,

"Seni beni yıldırak tavı ölü canı yasadandır" dedi, yani hâşâ sümme hâşâ hele bu sözü yazmaya cüret edemem, öyle dediler. Ama küfür ve sapıklık nedir, haşr ü neşr (dirilme), mîzân, terazi, cennet, cehennem ve a'raf nedir, 4 kitap, pey­gamber, farz ve sünnet nedir asla bilmezler. Hemen bir hayvan sürüsü adam şekilli benî astarlardır.

"Bre adamlar, bu insan eti yenir mi, acı değil mi?" dedim. Bir kart Kamlık,

"Acıdır, sen yeme, eğer lezzetini bilmek istersen bir avradı bir kere öp, gör ne kadar lezzetlidir. Eğer adam etini yersen lez­zetinden yeniden hayat bulup bizim gibi çok yaşarsın" dediler.

O saat bu insan leşi kebabını 40-50 nefer Kalmık yediler, yağlarını yüzlerine, gözlerine ve vücutlarına sürüp kemikleri­ni yere gömdüler. Acayip ve garip seyirliktir, Allah bizleri kont­sun. Eğer Rum'un ve eğer Kırım'ın Badrak Tatarlarını tutup esir etseler, akşama bırakmayıp kura atmadan adamı pişirip yerler. Böyle bir insan yiyen kavimdirler.

Ve Moyinçak Şah'tan başka hâşâ tanrı, peygamber, cennet ve cehennem nedir bilmezler. Hemen Taysı ve Moyinçak şah­larını bilirler. Ve yine şahlarının oğlunun ölüsünü yerler. Ama ateş yaksalar elbette bir kere ateşe taparlar. Onun için ölülerini yakarlar.

Ama bunların bir iyi hâlleri var, asla yalan söylemezler ve

726

yalan nedir bilmezler, zina, oğlancılık ve calkzenlik nedir bil­mezler. Bütün kadınları yüzleri açık gezerler. Erleri ne kadar çirkin suratlı ise kadınları o kadar sevimli, siyah kaşlı, siyah kirpikli ve kudretten sürmeli ceylan gözlü kadınları olur.



Kadınları nikâh nedir bilmezler. Hemen kura atıp alırlar. Çok korkusuz ve cesur kavimdirler, asla ölümden kaçmazlar, zira hulûlî mezheplerdir. "Bu vücudum ölürse canım elbette bir başkasının karısı karnındaki uşak ile yine dünyaya taze genç gelirim" derler.

Silâhlarını bildirir: Hepsi ok, yay ve mızrak taşırlar. Ok­ları Çin, Fağfur oklarıdır, parmak kalınlığı oklardır ve temren­leri el ayası kadardır. Ve temrenini daima seng-i ferah adlı bir taş ile bileyip temreni ustura gibi eder. Oku gayet [177a] yakın­dan atar, zira okları uzağa sürmez. Okluklarında ya 5 ya 6 adet okları vardır, fazla değildir, zira temrenleri pek ağır demirdir. Yayları kol kalınlığı Hıtâ ve Hoten yaylarıdır. Kılıçları nadirdir, ancak elbette ellerinden mızrakları bulunur. Büyük ustalıkları süngü iledir.

Bellerinde 100'er ve 150'şer yıllık ucu sivri uzun bıçakları vardır. Yaka yakaya gelseler o bıçak ile düşmanlarına asla aman ve zaman vermezler. Hepsi beşer onar atla inip binerler.

Garip seyirlik: Bunlar at üzerinde dizgini eliyle tutmazlar. Ağaçtan bir çeşit Çin Vilâyeti avuzlukları vardır. Dizgininin iki ucu üzengilerde bağlıdır. Dizginin iki ucu da atının iki burun delikleri kulağına demir halkalar ile geçmiştir. Değmesinin at­ları ağzında üzengileri, yani gemleri yoktur. Bütün dizginleri atların iki burnunda bağlıdır. Atlarına bindiklerinde dizginleri üzengilerinde bağlı olmakla ayaklarıyla dizgin kullanıp iki el­leri silâha hizmet eder.

Bu Kıpçak Sahrası'nıia maden olmadığından bunlarda da akçe pul yoktur. Demir madeni olmadığından bir bıçağı atala­rından beri miras ile kullanırlar. Demir kıtlığındın kılıçları ve demir üzengileri azdır.

Mızrak temrenlerinin çoğu yaban domuzu ve sığın boynu-zundandır, ama sert tasa geçer mızraklardır.

Eski kâhinlerinin acayip ve garip tılsımları ve Kalmık

727


kavminin kâbesi ziyaret yerlerini bildirir

Bu acayip kavimde yalan olmadığı birkaç defa yazıldı Bunların mümin ve muvahhid Nogay taifeleri esirleri olup zi­yaretlerine bile gidip Kalmık'ın ve Nogay Müslümanının anlat­tıklarına göre; 50 yılda bir ve 60 yılda bir kere 100-150 bin adam ve 5-6 yüz bin atlara taklan, kurut ve kuru balıklar yükletip bu kadar asker olup Kâf Dağı'na giderken Karanlık Vilâyeti'nde Karanlık Denizi üzerinde buz deryasını geçerek 3 ayda öte ta­rafta yine aydınlık dünyaya çıkarlar. Kendileri çiğ at eti, atla­rı ot ve kuru balık yiyerek 6 ay daha yine at sürerek aydınlık dünyada gidip kara ukab kuşları ve sarı ukab kuşları ile cenk ede ede giderler.

Ukab kuşları bu Kalmık taifesini atlarıyla kaparak hava­ya çıkarıp gagalarından bunları yere bırakıp atları ve kendi­leri parça parça olduktan sonra ukab kuşları bunları yer imiş. Bunlar da ukab kuşlarından kurtulmak için o aydınlık dünya­da 40-50 gün gündüz gitmeyip her yerde ateşler yakıp ve geçen yıldan kalmış ölen adındaki otlukları yakarak gündüz oturup ukab kuşlarından ateşle kurtulurlarmış.

Yine onların anlattıklarına göre, bu ukab kuşlarının irilik­leri 2 fil ve 2 deve vücutları kadar olup kanatları birer fersah yeri tutarmış.

"Biri bizi kapmaya geldiği zaman kanatlarının gıcırtısın­dan vücutlarımız titreyip kanatlarının yelinden sinek gibi atla­rımızla yuvarlanmaya başlarız, o mahalde bizi kapar, dediler, ama bu kuşlar ateşten gayet korkup gündüzün asla yanımıza ateşten gelemez, yine açıktan dolaşıp saldırır, ama kanatları ya­nar diye gelmez" dediler.

Böyle kırk gün bu kuşlar ile bu Kalmıklar gündüzün cenk ederler. Akşam olup karanlık bastırdığında bütün ukablar yu­valarına gidip Kalmıklar da fırsatı ganimet bilip tüm gece bo­yunca at sürüp sabah olunca yine yatarlar. Sonra yine gece gi­dip altıncı ayda ılgar ile giderek "Kâf Dağı eteklerinde İskender Şeddi dibinde kâbemize varıp yüz süreriz" dediler. Hakir bun­lara kâbelerini sordum. Onlar,

"Hâşâ, bizi yaratan babamız hakkı için şolkaydır, yani şöy­ledir ki:

728


Onların anlattıklarına göre bilâ-teşbîh Kalmık kavminin kâbelerinin şeklini bildirir

Kâf Dağı'nin Cıldırak Tav dibinde, yani yalap yalap eder dağ dibinde kâbemiz yeşil zümrüt gibi tunçtan bir büyük kub­bedir ki göklere baş uzatmış, asla ne kapısı ve ne bacası var. Ancak 4 köşesinde birer kalın demir pencereleri var. Hepimiz 100-150 bin asker olup bu kâbemizin etrafındaki miskli çayır çi­men içine konup misk kokusundan beyinlerimiz kokulanır. Bu sahrada asla kış, kar ve yağmur olmayıp babamızın yarattığıy-la öyle çiçekler olur ki bu kâbemize bir konak yer kaldığında çi­çeklerin kokusundan biliriz ki kâbemiz yakındır.

Burada olan yemiş ağaçlan ne Çin'de, ne Hıta ve Hoteıı, Çin ve Maçin'de, Tibet Vilâyeti'nde, Serendil Vilâyeti'nde, Zenan şehrinde, Moltan Vilâyeti'nde ve Fağfur Vilâyeti'nde olmaz.

Bu ağaçlar üzerinde olan yeşil, kırmızı, beyaz, mavi, la'lî ve her rengte olan ötücü kuşlar başlarımız üzerlerine [177b] ko­nup öttükleri zaman babamız ömrümüzü daha fazla edip se­vincimizden esrik ve sabuv oluruz, yani sarhoş oluruz. Ama bu kuşların birine yapışmayıp ömrümüz içinde işte o ağaçlardan yemişleri koparıp yeriz. Hemen o saat yemişi yiyenler dirilip âletlerinden nefisleri akarmış. Ta bu derece güçlendirici meyve­leri var imiş. Yemişleri yiyip o an götürdükleri kadınlarıyla bir-leşirlermiş. O yakında gebe kalan avrat sava olurmuş, yani 500 yıl yaşayıp doğurduğu oğlan ve kız asla ölmeyip vücudu eski­yip yere gömdüklerinde canı bir başka kadının karnındaki ba­laya (yavruya) geçip nice bin kere dünyaya gelip gider ulu soy olurmuş.

Bu kâbelerinin yemyeşil ovasında nice bin çeşit yeşil, sarı, mavi, kırmızı ve rengârenk âb-ı zülâl abıhayat sular akar, bazı­sı süt gibi ak ve koyu bulamaç gibi sudur. Ve nicesi kırmızı ve sarı bulamaç gibi koyu sulardır. Biz ömrümüzde su içmezken ondan içip ak sakallı olanlarımızın sakalları kara olup kocaları­mız yiğit olur, ama her gece düşleri azıp nefislerini tutmaz olup her gece karısıyla birleşir kişilerden olur. Kadınlarımız o su­lardan içip yılda ikişer ikişer oğlan doğurgan olur. Ve o sudan içenlerin etleri, yani vücutları misk gibi kokgan olur.

Bu kâbemizin ovalarında ötücü kuşlardan başka bir hay-

729

van olmaz. Yerde gezer arslan kadar iki ayaklı ve kanatlı ötü -kuşlar yere dökülen yemişleri yerler ve çiftleşip gezerler. Bu v mislerden alıp saklayıp Çin'e Maçin'e dönüşte getirip dostla miza hediye veririz. Onlar da kanlarıyla birleşmekten bıkarlar



Bizler de kâbemizin yanında asla bir et, talkan ve balık şeylerinden bir şey yemeyip hep kâbe yemişi yeriz ve alaca su­larından içeriz. Bütün atlarımız çiçeklerinden yiyip öyle semiz olup erkek atlarımız birbirlerine aşmaya başlar, yani çiftleşme­ye başlar. Onun için bu kâbeye çok kısrak götürürüz. O bav-tallar kâbede gebe kalanlardan doğan atlar 100 yıl yaşar, onun tayları zor atlar olurlar ki bir at ona yetmez ve düşman vursa ölmez at olur.

Bu babamızın kâbesinde gece yoktur, hep gündüzdür. Bu kâbe ovasındaki ağaçlar altında kırk gün oturup ay ve güneş doğmasa bir gece gündüz durur, ama ay da güneş gibi aydın­lık olup karanlık olmadığından bütün zamanı gündüz gibidir diye anlattıklarında hayran kaldım. Ve,

40 gün kâbemizde oturup ziyarete başlarız, dediler. Evvelâ hepimiz kâbe etrafında konup dururken kâbe içinden bir koku çıkıp canlarımız hayat bulup bir ses gelir ki "Bana gelin, bana gelin" der, ama hepimizin tüyleri ve sakalları orcasına ge­lir, yani tüylerimiz ürperir, yani kımıldanıp tüylerimiz hare­ket eder. Ondan biliriz ki simden gerü ziyarete davet olunduk. Başka yeşil donlarımızı giyip hepimiz, kâbenin kubbesi çevresi yine tunçtan döşeli tek parça büyük bir yeşil tunç ovadır, onun üstünde kat kat olup ayak üzere dururuz. Önce uluca koca ki­şilerimiz kâbenin 4 köşesinde olan 4 adet demir pencerelere va­rıp önce batı tarafındaki pencereden içeri bakarız.

Kâbemiz olan yeşil tunç büyük kubbenin ortasında asılı olarak durur, 4 köşe kırmızı la'ldeıı bir sanduka durur.

Bu sanduka da bir büyük demir sandık üstünde la'l san­dık asılı durur. Asla bir tarafta ne bağı, ne ipi ve ne çevresinde zincir var. Hemen yüksek kubbenin ortasında yerden 4 adam boyu yüksek boşlukta durur. Biri Bedahsan la'linden ve bir Nahşevan demirinden sandukalardır ki boşlukta asılı durur. Bu sandukanın altında bir melek oturur, ama kanatları yoktur, yine insan şeklindedir. Ancak omuzlarının yerinde siyah saçla-

730


n ve başında belik belik saçları var. Vücudu la'l yakut cevahire gömülü olup yüzünün nuru kâbenin 4 adet pencerelerinden dı­şarı/ üzerimize yansır, dediler.

Kalmık ve Nogay kavmi nakillerindeki acayip ve garip

hikmet

İşte batı tarafındaki pencereden baktıklarında bu melek gö­rünüşlü ve peri yüzlü görünüp görenin aklı sersem olur.



Oradan doğu tarafındaki demir pencereye gelip içeri bak­tıklarında yine bu boşlukta asılı sandukanın altında melek oturduğu yerde bir koca beyaz dev oturur. Kalmıkların bazısı görünce korkudan titreyip ölüm derecesinde bayılır. Bunların bozuk inançlarınca azap görüp günahları kaldırılırınış. Nice Kalmık korkusundan ölürse onu orada yere gömerlermiş.

Oradan yıldız tarafına, yani Demirkazık yıldızı tarafın­da olan pencereden içeri bakınca bir güneş parçası, melek gö­rünüşlü, peri yüzlü, bir işlenmemiş inci, yıldız gibi parlak, ter­temiz bir bakire [178a] kız oturur. Güzelliği o derecede imiş ki saçlarının her beliği zifiri karanlık geceden nişan verirmiş, ben­lerinin her tanesi Hâşimî beninden örnek verirmiş. Hakkak eli değmemiş, eteğine asla diken ilişmemiş bir mehtap yüzlü bânû otururmuş görünüp bu huri yüzlüyü görenin aklı perişan olur.

Sonra bu kubbenin güneyindeki pencereden içeri baka­rız, yine boşlukta asılı olan sandukanın altında bir dünya fitne­si, cadı suratlı, bir lanetli avrat gözlerinden kan ve irin akıp bü­tün halka öfkeyle bakıp ağzından ateşler çıkar, dişleri domuz dişi gibi sivri sivri dışarı çıkmış görünür. Bunu da görenin aklı gidip sersem olurmuş, yani görenin yine azabı yok olurmuş. Bunu da görenin nicesi korkusundan ölüp o sahrada gömerler­miş.

Diğer büyük gariplik

Bu kâbe dedikleri yerin 4 adet penceresinden 4 çeşit acayip şekiller seyredip giderlermiş. Ertesi sabahleyin yine bir ses işi­tip "Bana gelin" deyince yine bütün Kalmıklar kalkıp önce batı tarafındaki demir pencereden içerde olan güneş parçası oğlan,

"Ey oğullarım size müjdem olsun. Bu yıl sizde ekin çok ederim. Ve avratlarınızı ikişer ikişer doğurttururum ve düş­manlarınızı sizinle kırıp helak ederim. Ey filân sen 300 yıl ya-

731

sarsın. Ey filân, sen 100 yıl yaşayıp bana gelirsin. Ey filân, Sp nin bir oğlun ve bir kızın doğar, kızını filâna verirsin. V vilâyetinizde size kışı katı etmem. Ve atlar, develer ve koyurı. larmızı ikişer doğurtup malınızı çok ederim" diye tam bir gün boyunca bundan bu haberleri işitip güneş gidip ay doğanda bizler de dağılıp yurtlarına gelip babamıza şükürler ederiz.



Ertesi gün yine bir ses işitiriz, "Bana gelin" diye ses gelin­ce doğu tarafındaki pencereye geldiklerinde anılan koca dev yine görünüp,

"Ey kullarım ve oğullarım korkman. Size filân zamanda ekin vermem, yağmur vermem, sizi düşmanınız filâna bozdu­rurum ve sizi kırdırırım ve sizde filân kadar oğlumu bana öl­dürüp getiririm" diye o gün bütün kötülüklere dair her şeyi her ne olacak ise söylermiş. Ondan sonra ay doğunca dağılıp gideıiermiş.

Sonra ertesi sabahleyin yine kâbelerinin yıldız tarafındaki pencereden bir ses gelip yine hepsi o pencereye varırlar, kubbe içinde olan bânû peri yüzlü olan güneş parçası kadın,

"Oğullarım, hoş geldiniz. Size müjde olsun, filân adlı düş­manınız size gelip onları kırarsınız, mallarını, avrat ve oğlan­larını alırsınız. Kadınlarınız çok doğurup yurdunuz kuvvet­li olup malınız doğurgan olur. Ve hepiniz sağ esen yurdunu­za gidersiz. Ukab kuşlarından korkmayın. Buz denizini buzla­nıp geçersiniz" der, o gün bunlara nice kere yüz bin çeşit müj­deli sözleri bu sevimli kadın söylermiş. Sonra yine ay gündüzü doğup yurtlarına gidip yataıiarmış.

Ertesi sabahleyin kâbelerinin güneyindeki pencereden korkunç bir ses gelip anılan hilebaz, çirkin, yaşlı avrat bunlara,

"Korkman oğullar, size kış katı olur, birden hayvanlarınız kırılır. Yurdunuzdan bir yurda giderken sizi düşman basıp ma­lınızı alır ve sizi düşmanlarınız sokup canlarınız bana gelir. Ey filân, senin canın filânın karısı karnındaki yavru ile yine dün­yaya gelir. Ve ey filân sen filân kişinin canını sıkıp (alıp) bana gönderirsin ve 20 yıldan sonra senin canın bana gelir. Yine ca­nını yine filânın yavrusuyla yere getiririm. Siz buz denizini ge­çerken buz altına filân kişiyi ve filân kişiyi geçiririm, canlarını bana getiririm. Sonra sizi Moskov oğullarıma kırdırırım" diye

732

gelecekten fitne kadın nice yüz bin sözler söyler. Bunlar yine ay doğunca yurtlarına gelirler. Kısacası, 40 gün bu kâbe saydıkla­rı kubbenin etrafında oturup her gün nice kere yüz bin haber­ler alıp 40 gün bağlarda, bahçelerde ve akarsular kenarlarında idP eğlenip her gün taze can buluruz diye anlattıktan sonra "O devleti bir daha görebilir miyiz?" diye nakledip ağlarlardı. Ve,



"İste kâbemiz budur" diye anlatıp sevinirlerdi. Ve "kâbemizde 40 gün 40 gece zevk u safa edip ne kadar yaşarız ve babamıza canımızın hangi yolla varacağını haber alıp nice [çere yüz bin haberler almak için Karanlık Vilâyeti, buz denizi ve ukab kuşları dertlerini çekip kâbe zevkine varmak için gide­riz" dediler.

Kalınlıkların garip hikayesi

"Ama bir kere kâbemizin güneş çıktığı tarafındaki dağlar tamamen yalap yalap eder cıldırak tavlardır ki kimi altından, kimi gümüşten, kimi bakır, kalay, kursun, demir, polat, tıhtab, kükürt, tunç, somaki, dehnec, isfidac, Süleyman şapı, fare zehi-ri, zehir taşı ve hacer-i zücâc ve zibaktan, yani cıvadan donmuş, sıralı dizilmiş dağlardır ki hep parıldadıklarından [178b] biz bu dağlara cıldırak tav deriz. Bir kere Özdemiroğlu çağında bu tav­ların ardındaki kavimden bir ses geldiğinde kâbede olan dede­lerimizin atlarının ve kendilerinin o şiddetli sesten başları çat­lar, atlarının ve kendilerinin beyinleri tamamen kulaklarından akar, o cıldırak tav dibinde dedelerimiz tamamen kırılıp 80 bin adamdan 40 adam ve 5 kere 100 bin atlardan 500 at kurtulup vilâyetimiz olan Çin'e, Hıta ve Hoten'e selâmet gelirler. Meğer o dedelerimiz yıldırak dağ ardına varıp orada olan nice kavim, görmek için o altın ve gümüş dağlarına çıkmışlar. Hepsi o ses­ten helak olmuşlar. O zamandan beri 70 yıl olmuştu, kâbemize gitmeye korkardık. Ama şimdi bu yıl inşaallah 50 bin adam ol­sak, 50 bin daha olsun kâbemize gideriz" diye anlatıp ah çeker­lerdi.

Bunların anlattıklarına göre bunlarla birlikte giden esirle­rinden mümin ve muvahhid Nogay kavmi ve koyu ve tutucu mümin Heşdek kavminden esirleri de yemin billah edip "Böyle gördük" diye tanıklık ederlerdi.

Ancak bu kusurlu hakir bu acayip ve tuhaf hikâyelerini

733


can kulağıyla dinleyip gördüm ki bu başlarından geçen hikâyelerin biri de şer'-i şerife uygun değil. Bu bana iç yarası olup,

"Bu ne acep garip ve tuhaf seyir olur. Ah sırası olsa da her ne olursa olsun, her ııe kadar sıkıntı çeksem tek bir kere varıp görsem" diye hasret çekip nice kere Kalmıklardan, Nogay ve Heşdeklerden sordum,

"Evet öyledir ve öyle gördük" dediler.

Doğru olacağını sanırım ki Kalmık kavminin her çeşidi Nogay ve Heşdek kavmi yalan nedir asla bilmezler. Bunlara güvenip gerçektir, der. Ama yine aklım almayıp bir gün yine tüm Kalmık halkı, nice Nogay ve Heşdeklerin ileri gelenleri bir yerde toplanmışlarken bu kâbelerinin durumunu sorup,

"Nasıl varıp gelirsiz ve kâbenizi kim yaptı?" dedikte, Kılmah kavmi kâbelerinin şeklinine ait cevabı bildirir

"İlk olarak giderken Karanlık Düııya'yı Moskov diyarı içinden (—) günde geçip karanlık kenarında buz denizi kenarı­na vardığımızda bütün atlarımızın ayaklarına buz mıhları ça­kıp mıhları olmuş atlarının ayaklarına keçeler sararız. Boş olan yedek atlarımıza kuru balıklar yükleyip buz denizi üzerinde atlara balıklar yediririz, biz de atların bazıların boğazlayıp çiğ at etlerin yiyerek buz denizi üzerinde (—) gece çapul seğirtir gibi tezce seğirtiriz.


Yüklə 1,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin