Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə46/51
tarix16.05.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#50631
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51

Tahammulu'l-İlm:

Bk. Tahammulu'l-Hadîs.



Tahdîs:

Hadis kelimesinin alındığı “hadese” kök fiilinden tef’il babında alınmış masdar olan tahdis, sözlük itibariyle söylemek ve anlatmak manasına gelir. Hadis ilminde umumiyetle hadis rivayetine denilmiştir. Şeyh denilen muhaddisin kendisine müracaat eden talibe kendi şeyhinden rivayet ettiği hadisleri çeşitli tahammül metodları ile nakletmesinden ibarettir.



Tahdis Ücreti:

Hadis rivayetinden ücret alma konusunu ifade eder. Hadis alimleri arasında ihtilaf konusu olmuştur.


İslâm alimleri büyük çoğunlukla ilmin tamamen hasbî olması gerektiği görüşündedirler. Bunun için bilhassa Kur'ân okutmak veya öğretmekten ücret alınmasına karşı çıkanlar vardır. Aynı şekilde hadis rivayeti karşılığı ücret alınmasını caiz görmeyenler; bunu hoş karşılamayanlar olmuştur. Buna karşılık bazı gerekçeler ileri sürerek ücret alınmasını caiz görenler de vardır.
el-Hatîbu'l-Bağdâdî'nin kaydettiğine göre bazı alimler şeyhin hadis rivayeti için değil ücret; hediye almasını bile caiz görmemişlerdir. Hatta İshâk b. Râhûye, ücret karşılığı hadis rivayet eden bir şeyhin durumu sorulduğunda hadislerinin yazılmayacağını söylemiştir. 1138Süleyman b. Harb, muhaddislerin parayla hadis satın aldıklarından şikayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel de hadisi para karşılığı satanın hadisleri yazılmaz demiştir. Ebu Hatim er-Râzî de aynı görüştedir.
el-Hatib'in ayrıca kaydettiğine bakılırsa hadis alimleri tahdis ücreti almayı sırf raviyi kötü zanna bulaştırmamak için men etmişlerdir; zira rivayet karşılığı ücret alanlar rivayeti cazip hale getirmek için ziyade yoluna gitmekte, işi işitmediği hadisleri işittiğini iddia etmeye kadar götürmektedirler. Bunun sebebi, kendilerine verilenlerdir. Nitekim Şu'be “fakirlerden hadis yazmayınız; çünkü para uğruna yalan söylerler” demiştir. 1139Kısacası, hadis rivayetinden ücret alınmasını caiz görmeyenlerin gerekçeleri para hırsına kapılarak garâ'ib peşinde koşmaları ve hadislerine ilgiyi artırmak için ziyâde ve işitmedikleri hadisleri işitmişeesine rivayet yollarıyla hileye ve yalana baş vurmalarıdır. Her ne şekilde olursa olsun, hadiste yalan ağır cerh sebebidir. Ravinin hadislerinin terk edilmesine neden olur.
Buna karşılık yukarıda da değinildiği gibi, hadis rivayeti için ücret alınmasını caiz görenler de vardır. Buhâri şeyhi Ebu Nu'aym el-Fadl b. Dukeyn, Ali b. Abdilaziz el-Mekkî bunlardandır. Ebu İshâk eş-Şîrâzî de bu konuda olumlu bir fetva vermiştir. Bu görüşte olanlar esas itibariyle hadis rivayetinin Kur'ân-ı Kerim öğretimine benzediğini, Kuran öğretiminden ücret almak caiz olunca rivayetten alınmasının da caiz olacağını ileri sürmüşlerdir. Şu şartla ki, ravinin rivayeti karşılığı ücret alması Ebu İshâk eş-Şîrâzî'nin başına gelenler gibi zorlayıcı bir sebep varsa caizdir. Bu meşhur muhaddis gece gündüz hadis rivayet etmesi için kapısına yığılanların fırsat vermeyişi yüzünden çoluk-çocuğunun nafakasını çıkarmak üzere çalışmaya fırsat bulamazmış.
Öte yandan iline ücret alınması pek çok müslünıan topluluklarının gözünde mürüvvete aykın görülmüştür. 1140Gerçekten ilim sırf Allah rızası için öğrenilir, Allah rızası için öğretilir. İslam alimlerinin çoğu bu prensibi göz önünde bulundurarak ilim konusunda umumiyetle hasbî davranmışlardır. Şu da var ki zorlayıcı bir sebep olduğunda ilimden geçinenler de olmuştur. Hasılı Kur'ân ve hadis hizmetini sırf Allah rızası için yapanlar olduğu gibi mecburiyet altında bu işten ücret alarak geçimini sağlayanlar da görülmüştür. Ancak kaydetmek gerekir ki çıkar uğruna hadislerde ziyadelik yapmak veya garâib rivayeti yoluna gitmek, yahutta işitmediği hadisleri rivayet etmek gibi hileli yollara sapmak kesinlikle caiz görülmemiştir.

Tahrîc:

Çıkmak anlamını veren “harece” kök fiilinden tef’il babında mastar olan tahric, hadis ilminde iki manada kullanılmıştır. Birisi rivayet, diğeri hadislerin kaynağını göstermek.


Rivayet manasına tahric, tamamen aynı kökten alman ihrâc karşılığı olarak kullanılır ve bir hadisi isnadıyla birlikte bir kitapta nakletmeye denir. Bazı kitaplarda bir hadis verildikten sonra harrecehu fulânun veya ahrecehu fulânun denilmişse bu o hadisin o kimse tarafından kendi isnadıyla rivayet edildiği manasınadır. Bu manada daha çok mağrib alimleri tarafından kullanılmıştır.
Tahricin ikinci manası, bir kitaptaki hadisleri teker teker ele alarak herbirinin diğer isnadlarını göstererek sıhhat durumunu belirtmektir. Bu bir bakıma herhangi bir musannifin kitabındaki hadislerin birer birer kaynaklarını göstermek, varsa diğer rivayet tanklarına işaret edip sıhhat durumunu ortaya koymaktır. Hadis alimleri hadis konusunda olsun veya olmasın, meşhur bazı kitapların ihtiva ettiği hadislerin tahricine dair kitaplar yazmışlardır. İmam Gazâlî'nin İhyâ'u Ulûmi'd-Dîn isimli eserinin hadislerini tahric eden el-Irâkî'nin Tahrîcu Ahâdîsi İhya adlı eseri, yine aynı kitaptaki hadislerin tahricine dair Kasım b. Kutluboğa’nın Tuhfetu'1-Ahyâ min Tehârîci Ahâdîsi İhya'sı, ez-Zeylaî’nin el-Hidâye'nin hadislerinin tahricini yaptığı Nasbu'r-Rayesi konunun önemli misalleridir.
Bazıları muteber hadis kitaplarından senediyle birlikte hadis nakledilmesine de tahric demişlerdir. Bu manaların
hepsine şamil olmak üzere hadis tahric eden alime muharric adı verilir.

Tahrîf:

Tef’il ölçüsünde mastar olan tahrif sözlükte değiştirmek, bir nesne yerine diğerini getirmek, bir şeyi bir tarafa eğmek gibi manalara geleri.


Hadis Usulünde terim olarak hadislerin isnad ve metinlerindeki isimlerin veya kelimelerin harflerinde yapılan değişikliğe denir. Bu değişiklik bazen yazıda, bazen de harflerin noktalarında olur. İbnu's-Salâh'ın da aralarında bulunduğu bir kısım muhaddisler yazı ve nokta değişikliğini birbirinden ayırmamışlardır. Ancak İbn Hacer'e göre yazı şekli bozulmadan sadece bazı harflerdeki nokta değişikliğine tashîf, yazı şeklinin değiştirilmesine ise tahrif adı verilmiştir. 1141Buna göre tahrif, hadisin isnadında veya metninde bulunan bir kelimeyi basit bir nokta değişikliği şeklinde değil, yazılışını bozacak şekilde değiştirmektir.
Metin veya isnadında tahrif olan hadislere muharref adı verilmiştir.

Tahsîn:

İyi, hoş ve güzel yapmak, güzelleştirmek manasına mastar olup hadis usulü ilminde bir hadisin hasen olduğuna hükmetmeye denilmiştir.


Ravisinin zabt kusuru taşıması yüzünden zayıf sayılan bir hadis, aynı manaya gelen başka rivayetlerle desteklenirse zayıflıktan hasen li-gayrihî derecesine yükselir. Bazı alimler, sırf ravisinin zabt yönünden sahih hadis ravilerinin derecesine çıkamayışı yüzünden sahih sayılamayan, ancak diğer zayıf hadisler derecesinde de olmayan hadislerin aynı manaya başka rivayetlerle desteklenerek zayıflıktan kurtulmasına tahsîn tabir etmişlerdir.

Tahvîk:

“Sözlükte bir kimse hakkında yakışıksız ve karışık söz söylemek manasına gelir. 1142Bir şeyi çevirmek ve kuşatmak anlamında kullanılır.


Hadis ilminde tahvik, hadislerin yazılışı sırasında yanlışlıkla yazılan kısmın başına ve sonuna paranteze benzeyen yanm daireler konularak iptal edilmesine denir. Bu manada darb şekillerinden biridir.
Hadis metninde olmayan, ancak yanlışlıkla fazladan yazıldığı için iptal edilmesi gereken kısım tahvik yapılıp adeta parantez içine alınınca asıl ibarelerden ayırdedilmiş olur. Mesela, ibaresinde yanlış yazıldığı için paranteze benzeyen iki işaret arasına alınan “el-amelu” kelimesi tahvik edilmiş demektir.
Darb, aslında yanlış yazılan kısmın silinip kazınması yerine bazı işaretlerle belirlenerek okunur şekilde kalması esasına dayandığından takvikde bu esasa da riayet edilmiş olur. Bu itibarla eski metinlerde böyle işaretlenmiş ibarelere çok rastlanır. Yazma eserleri doğru olarak okuyabilmek veya metinlerini yanlışsız olarak tesbit edebilmek için tahvik işaretine dikkat ederek aradaki kısmın asıl metinle ilgisi olmadığım gözden uzak tutmamak gerekir.

Tahvîl:

Değiştirmek manasına olup bir hadisin çeşitli isnadlarla rivayeti sırasında bir İsnaddan diğerine geçmeye denir. Aynı hadisin bir isnadından diğerine geçişte araya bir “ha” harfi konularak işaretlenir. (Bk. ha).



Takrîr:

Hadis tabir ve ıstılahlarından bir kısmı gibi Tef’il vezninde gelen bir mastar olan takrir Hadis Usulünde Hz. peygamber (s.a.s)'in müslümanlar tarafından yapıldığını gördükleri veya gıyabında yapılıp da haber verilmesiyle işittikleri herhangi bir işi men etmeyip dolayısiyle kabul ve tasvip etmelerine denir.


Sahabiler hayatın akışı içinde bazen Hz. Peygamber'in gözleri önünde, bazen de onun olmadığı yerde bazı işler yapmışlardır. Hz. Peygamber gördüğü veya haber verilmesiyle öğrendiği bu işlerden dinî konularla ilgili olanlar hakkında red ya da inkara dair herhangi bir söz söylememiştir. Onun bu tutumu sahabî tarafından yapılan işi ikrar etmesi manasına alınmış ve takrir tabir edilmiştir. Mesela,
“Amr İbnu'l-Âs'tan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: “Zâti's-Selâsil Gazası sırasında soğuk bir gece ihtilam oldum. Hasta düşer ölürüm korkusuyla boy abdesti almaktan çekindim. Hemen teyemmüm ettim ve (sefer) arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Olayı (döndüğümüzde) Hz. Peygamber'e haber verdiler. Bana
“Amr, dedi; cünüp olduğun halde arkadaşlarına namaz kıldırmışsın (Öylemi?)” Beni yıkanmaktan alıkoyan sebebi kendisine haber verdim ve
“Ben Allah'ın (Kur'ân-ı kerim'de) “Nefislerinize kıymayın. Allah size karşı pek merhametlidir” buyurduğunu (sizden) işittim” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) gülümsedi ve bir şey söylemedi.” 1143
Hadiste görüldüğü gibi Mısır Fatihi Amr İbnu'1-As, bir gaza sırasında İhtilam olmuş, hava soğuk olduğundan guslettiği takdirde hasta olacağından korkarak emrinde sefere katılanlarla teyemmümle namaz kıldırmıştır. Durumu haber alan Hz. Peygamber sebebin makul olduğunu görünce yapılan işe dair herhagi bir şey söylememiştir. Bu onun kabul ve ikrar etmesi manasınadır.
Takrir, takriri sünnet (es-Sunnetu't-Takrîriyye) adiyle sünnetin bir bölümünü teşkil eder.

Takrîrî Sünnet:

Bk. Sünnet.



Taktî’:

“Kesmek” karşılığı olarak kullanılan “kata'a” kök fiilinin Tef’il babında mastarıdır ve bölmek, parçalamak demektir. Hadis usulünde takti'u'l-hadîs şeklinde geçer ve uzunca bir hadisin ihtiva ettiği hükme göre bölünerek herbir bölümün ayn babda verilmesine denir. Bu manada ihtisâr-ı hadîsin bir bölümüdür.


Takti, Fıkıh kitaplarında uzun veya birkaç konuda delil olabilecek nitelikteki hadislerin sadece üzerinde durulan konuyla ilgili kısmını alarak geri kalanını bırakmak şeklinde çokça uygulanmıştır. Aynı uygulama, bir fıkrası için hadisin hepsini naklederek işi uzatmaya mani olmak gibi pratik bir faydası olduğundan hadis kitaplarında da geniş çapta uygulanmış ve yerine göre hadis kısımlara ayrılarak herbir kısım ayn fıkıh babında verilmiştir.
Faydası zararından çok olan bu uygulamayı caiz görmeyenler vardır. Ahmed b. Hanbel bunlardandır. İbnu's-Salâh da takti'in cevaza yakın olmakla birlikte mekruh olduğu görüşündedir. 1144en-Nevevi ise bir hadisi bölerek her bir bölümünü ayrı yerlerde vermenin caiz olduğunu söyleyerek İbnu's-Salâh'a katılmamıştır. 1145Onun bu görüşü yerindedir; zira öteden beri İmam Mâlik, Buhâri, Ebu Davud, Nese'î gibi büyük hadis imamları takti yapagelmişlerdir.
Bununla beraber bir hadisin variyantlarının birinde şüpheli bir ziyade varsa hadisi o ziyadeyi vermeden bölmek caiz görülmemiştir. Nitekim İmam Malik böyle hadislerde ihtisara başvururmuş. Hatta hadisin isnadının mevsul olduğunda şüpheye düştüğü zaman da hadisi bölerek rivayeti adet haline getirmiştir. Ne var ki, hadisin bir kısmındaki şüpheden dolayı şüpheli kısmın verilmemesi ancak verilen kısımla verilmeyen arasında mana veya hüküm yönünden hangi bir ilgi bulunmaması şartına bağlıdır. Mesela Hz. Peygamber (s.a.s)'in “arâyâ” alışverişine izin verişinde ölçüyü gösteren “Hz.Peygamber (s.a.s) araya alışverişine beş vesak -veya onun altındaki- miktar için müsaade etti” hadisinde 1146 “ev düne hamseti evsukin” kısmını şüphelidir diye hazfetmek caiz olmaz; zira verilen kısımla aralarında hükme ait bir ilgi vardır. 1147
Usul kaidesi olarak bölümün hükmü bütünün hükmüdür. Bu itibarla gerek takti olsun, gerekse ihtisarın bir başka tatbik şekli olan harmın hükmü esas itibariyle ihtisarın hükmüne tabidir.

Taktî'u'l-Hadîs:

Bk. Takti'.



Takvâ:

Sözlük bakımından “sakınmak, korunmak” manasına isimdir. İslamî terim olarak Allah'a taat üzere olup azabından korunmak manasına kullanılmış, kısaca Allah korkusu manasıyle yerleşmiştir. 1148


Hadis ilimlerinde takva, ravinin adaletli sayıl abilmesi için gerekli melekelerden biri olarak görülmüştür. Nitekim İbn Hacer'e göre adalet sahibi raviden maksat takva ve mürüvvete sarılacak melekeye sahip olandır. Takvadan murat ise şirk, fısk, bid'at gibi fena amellerden sakınmaktır. 1149
Aliyyu'l-Kâri'ye göre takvanın birkaç mertebesi vardır. En başta geleni şirkten korunmaktır. Allah'ın emirlerini tutup men ettiği günah fiillerden sakınmak da takvadandır. Şüpheli şeyleri ve merkruhları bırakmak, şehvete düşmemek, bütün hallerde gafleti terketmek, İslâm Şeriatı nazarında kötü olan işleri bırakmak, bunların hepsi takva gereğidir. 1150
Heratlı Molla’nın söylediklerine bakılırsa İslam Dini'nin haram kıldığı şeylerden hoş karşılamadıklarına kadar bütün işler takvaya aykırıdır. Adalet, ancak bu kötülüklerden uzak kalmakla gerçekleşebilir. Ravinin hadislerine güvenmek, başta onun adaletli olmasını gerektirir. Buna göre ravinin hadislerine güvenilebihnesi için önce takva melekesine sahip olması lazımdır. Yalancılık, sefahet, İslâm'ın emirlerine aykırı davranışlar ve bid'at takva ile bağdaşmaz. Şu halde takva sahibi olmayan ravi adaletli sayılmaz. Öyle olunca hadisleri kabul görmez.

Takyîd:

Tef’il ölçüsünde mastar olup sözlükte “bukağıya vurmak ve bende çekmek”, yani sımsıkı bağlamak manasına gelir. Takyîdu'l-Kitâb, yazıya nokta ve harekete koyarak zabtetmektir. 1151Takyîdul-İlm ise, hadislerin yazılması, yazılı metinler haline getirilmesi anlamına gelir. el-Hatîbu'l-Bağdâdî'nin Hadis Tarihinin önemli konularından hadislerin yazılmasına dair rivayetleri bir arada veren kıymetli bir kaynak eseri vardır. Takyîdu'1-İlm adındaki bu eser, konuyla ilgili rivayetleri nakletmektedir.



Takyîdu'l-İlm:

Bk. Takyîd.



Takyîdu'l-Kitâb:

Bk. Takyîd.



Talebu'l-Hadîs:

Talebu'l-ilm de denir. Her ikisi de Hadis talebi demek olup hadis işitmek veya rivayet etmek maksadiyle bir şeyhe müracaat manasına kullanılmış bir tabirdir.


İslam ülkelerinin hepsinde her devirde âdet olarak öğrenim, önce Kur'ân-ı Kerim öğrenmekle başlamıştır. İsteklilerin hadis öğrenmeye başlaması ondan sonradır. İslam Dininde hadisin yerini ve önemini iyi bilen müslümanlar çocuklarını küçük yaşlarda hadis talebine hazırlamışlardır. Söz gelimi İbn Hacer'in Buhari okuduğu A'işe bint Muhammed, henüz yedi yaşlarında iken devrin tanınmış muhaddisi Ahmed b. Ebî Talib el-Haccar'dan Sahîh-i Buhari'yi okumuştur. Tabiatiyle erkeklerden daha çok misal verilebilir.
Hadis öğrenme isteği sahabede başlamıştır. Onlar Hz. Peygamber'in bir sözünü işitmek, bir uygulamasını görüp öğrenmek konusunda olağanüstü gayret göstermişlerdir. Her gün onunla birlikte olmak fırsatı bulamayanlar, yanında olanlara o gün için olan biteni sormuşlar, hadisleri böyle öğrenmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s)'in söz ve fiillerini öğrenmek için böylesine arzulu olan sahabe, öğrendiklerini öğretmek konusunda da aynı şevk ve gayreti göstermişlerdir. Ebu Zerri'l-Gıfâri'nin ensesini göstererek söylediği şu sözler bunu gösterir:
“Kılıcı (beni öldürmek için) şuraya dayasanız, ben de Allah Resulünden işittiğim bir sözü siz işinizi bitirinceye kadar tebliğ etmeye vakit bulacağımı bilsem, o sözü size mutlaka yetiştirirdim” 1152
Tabiilerin hadis talebi sahabeden hiç de geri kalmamıştır. Onlar da fetihlerle genişleyen yerlere giderek yerleşen sahâbîlerle görüşmek ve onlardan hadis öğrenmek için yorucu seyahatler yapmışlar; olmadık sıkıntılara katlanmışlardır. Daha sonraki nesillerde de hadis talebi aynı şevk ve gayretle devam etmiştir. Bu arada çeşitli hadis kitapları yazılmıştır. Zamanla hadis çalışmaları hızlanmış, daha çok meyve vermeye başlamıştır. Çeşitli hadis ilimlerinin doğuşunu takip eden zaman içinde yazılan dev eserler zengin hadis kültürünü oluşturmuştur. Bu gün kitaplıkları, hadis meraklılarının bilgi dağarcıklarını, kafa ve gönüllerini süsleyen o muazzam eserlerin hepsi hadis talebinin aşka dönüşünün ürünleridir.

Talebul-İlm:

Bk. Talebu'l-Hadîs.



Tâlîb:

“İstemek, arzulamak, talep etmek” manasına gelen ve birinci babtan çekimi yapılan “talebe” kök fiilinin ismi failidir.


Hadis Usulünde talib, hadis ravilerinin en aşağı derecesini teşkil eden hadis talebesine denir. Bu derecede olan talib, hadis rivayetine yeni başlamış, heveskar, bizim tabirimizle, ustasının elini öperek hadis rivayeti yoluna henüz çıkan çıraktır. Bir şeyhin meclisine giderek hadis yazmaya başlayan raviye de umumi manada talib denilmiştir.
Hadis rivayetine yeni başlayan talibin riayet etmesi uygunve gerekli görülen esaslar vardır. Bunlara âdâbu't-tâlib denilmiştir.

Ta'lîk:

Tef’il ölçüsünde mastar olan ta'lîk, sözlükte bir nesneyi bir nesneye geçirerek asmak, bir işi ne kesinlikle yapmak ne de terketmek suretiyle askıda bırakmak, kapıyı kapatmak, gönlü birine düşmek gibi değişik manalara gelir.1153


Hadis Usulünde ta'lîk, kısaca isnadın raviden olan tarafından bir veya daha ç15k kişiyi söylememeye denir. Bazı alimler bütün isnadı hazfederek hadisi kale Resulullâh (s.a.s), kale'bnu Abbâs gibi eda lafızlanyla doğrudan kaynağından nakletmeye de ta'lik demişlerdir. Çoğulu ta'lîkât veya ta'alîk gelir.
Bir hadisin isnadından bir veya birkaç ravinin ismini söylemeden veya bütün isnad söylemeksizin nakledilmesi, pek çok alim tarafından ittisalin kesilmesi, öteki deyişiyle senedde kopukluk sayılmıştır. Bu yönden ta'lik, bir duvarın dayanağının kaldırılarak yıkılmaya terk edilişine benzetilmiştir. 1154
Şâfiîler taliki oldukça farklı manada kullanmışlardır, onlara göre ta'lik emâlî karşılığıdır ve şeyhin hadis meclislerinde okuduğu, talebenin yazdığı hadislerden meydana gelen kitaplara denir. 1155
İbn Hacer'e göre ta'lik, şeyhten semâ yoluyla alındığına delalet etmeyen (mesela, kale, yukâlu, zekera, yuzkeru gibi) lafızlarla rivayette bulunarak isnadda bir veya daha fazla raviyi hazfetmektir.
Talikin birkaç çeşidi vardır. Bunlardan birisi hadisin, bütün isnadın hazfedilerek mesela Kale Resûlullah (s. .a.s) lafzıyla sevkedilmesidir. Bir diğer şekli, hadisin sahabî hariç diğer ravilerin, ya da şahabı ve tabiî müstesna diğerlerinin hazfedilerek nakledilmesidir. Hadisi rivayet eden ravinin hazfedilip rivayetin onun üstündeki raviye bağlanmasına da genelde ta'lik denilmiştir, ancak hazfedilen ravinin üzerindeki ravi musannifin şeyhi olduğu takdirde böyle rivayete ta'lik denilip denilmeyeceği ihtilaflıdır. Konu şöyle yorumlanmıştır: Şeyhini hazfeden musannifin mudellis olduğu hadis alimlerinden birinin tesbiti veya araştırma sonucu anlaşılırsa yaptığı işe ta'lik değil tedlis denir. Musannif mudellis değilse rivayeti ta'lik itibar edilir. 1156
Ta'liki isnaddan peşpeşe birkaç ravi düşmesi yönünden mu'dale bezetenler olmuştur. es-Suyûtî'nin kaydettiğine göre ta'lik yoluyla rivayet edilen mu'allakla mu'dal arasında bir yönden umum-husus ilişkisi vardır. Açıklamak gerekirse bazı mu'allak hadisler, isnadından birkaç ravinin düşmesi açısından mu'dal sayılabilirse de hiçbir mu'dal mu'allak değildir. 1157
Hadis âlimleri ta'lik yaparken genelde yurva an fulânin veya yukâlu anhu, yuzkeru, yuhka gibi temrîz sigaları kullanmışlardır. Ancak kale, fe'ale, nehâ, zekera, hakâ gibi cezm sigaları kullanarak ta'lik yapanlar da olmuştur.
Ta'likden ilk defa Buhâri'nin talikleri vesilesiyle ed-Dârekutnî bahsetmiştir. Aslında ta'lik, Sahîh-i Buhâri'nin en mühim özelliklerinden birisidir.
İsnadından bir veya birkaç raviyi hazfedereke hadisi söylenmeyen ravinin üstündeki raviden veya bütün isnadı söylemeden Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmek, bilhassa son devirler Mağrib bölgesi alimlerine göre zahiren muttasıl sayılsa bile manen munkatıdır. Onlar nazarında Buhâri'nin pek çok yerde kale lenâ fulânun diyerek hadis nakletmesi talikin ta kendisidir. Bununla birlikte onun bu lafızla naklettiği hadislerin arz veya munâvele yoluyla aldıkları olduğu söylenmiştir. Şu hale göre onun bu ve diğer lafızlarla ta'lik yaparak naklettiği hadislerin senedinde inkıta olanlar gibi mütalaa edilmemeleri gerekir.
Talikin hükmü, sahih hükmü verilmiş bir kitapta vaki olduğu takdirde, sıhhattir.
Ta'lik, bazen kesinlik bildiren lafızlarla yapılır, bu şekildeki talika, ta'lîk bi-sîgati't-tashih veya ta'lîk meczûm adı verilir. Bazen de temrîz sîgası kullanılarak yapılır ki buna da ta'lîk bi-sîgati't-temrîz veya ta'lîk gayri meczûm denilir.

Ta'lîk Bi-Sîgati't-Tashîh:

Bk. Ta'lik.



Ta'lîk Bi-Sîgati't-Temrîz:

Bk. Talik.



Ta'lîk Gayr-i Meczûm:

Bk. Ta'lik.



Ta'lîk Meczûm:

Bk. Ta'lik.



Ta'lîkan:

Ta'lik yaparak, ta'lik yoluyla manasına gelen bu tabir bir hadisi isnadından bir veya birkaç raviyi veya bütün isnadı söylemeden ta'lik yaparak söylenmeyen ravinin üstündekinden veya doğrudan kaynağından rivayet ederek nakletmeye denir.



Ta'lîkât:

Bk. Ta'lik.



Ta'lîku'l-İcâze:

Bk. İcâze Mu'allaka.



Ta'lîl:

“İlletini bulma, açığa çıkarma” manasına gelen bir tabirdir. Hadis Usulünde yerine göre hadisin gizli bir illet taşımasını ya da keskin zeka ve anlayışa sahip bir hadis aliminin hadiste mevcut ancak dışardan fark edilemeyen illeti açığa çıkarmasını ifade eden deyim olarak kullanılmıştır.



Ta'n:

Sözlükte mızrakla vurmak, dürtmek gibi manalara gelen ta'n, Hadis Usulü ilminde ravinin cerhe sebep teşkil eden hallerden birisiyle cerhedilmesine denilmiştir. Ta'n edilen raviye mat'ûn denir. Tana maruz kalan ravi zayıftır, hadisleri hakkında zayıflığına göre hüküm verilir.



Tarahû Hadîsehû:

Hadisini hiçe saydılar manasına gelir ve cerh lafızlarındandır. Cerhin dördüncü mertebesine delalet eder. Hükmü, o mertebedeki lafızların hükmü gibidir.



Tarahûhu:

Onu hiçe saydılar karşılığı bir tabir olup cerh lafızlarındandır es-Sehâvî've dördüncü mertebe lafızları arasında yer alır. Hükmü, o mertemedeki diğer lafızların hükmüyle aynıdır.



Tardiye:

Bir kimse hakkında “radiyallahu anhu” (Allah ondan razı olsun) diyerek dua etmek manasına gelen tardiye hadis yazılırken sahabî ismi geçtiğinde bu cümleyi yazmaya ya da okumaya denir. Hadis yazanların dikkat etmesi gereken hususlar arasında sayılmıştır. Muhaddisler arasında, hadisin özellikle isnadında sahabî ismi geçince tardiyede bulunmak adet haline gelmiştir.


İsmi geçen şahabının babası da sahabî olduğu takdirde tardiye, tesniye zamiri kullanarak... anhuma, birkaç sahabîden bahsedilirse çoğul zamiriyle .. anhum, kadın sahabî ismi geçtiğinde ise müennes zamiriyle... anha denilerek yapılmıştır.

Ta'rifu Ve Tunkiru:

“(Onu) gah beğenirsin, gah beğenmezsin” veya “bir bakarsın ma'ruf hadisler rivayet eder; bir de bakarsın münker hadisler” manalarına gelen bir tabir olup cerh lafızlarındandır. Cerhin en hafifine delalet eden birinci mertebesine el-Irâkînin ekledikleri arasında yer alır. Hükmü, birinci mertebe cerh lafızlarının hükmüdür.


A^rıı manaya gelen ve aynı yerde kullanılan Tunkinı merre ve ta'rifu uhrâ ve meçhul sîgasıyla yunkeru merre ve yu'rafu uhrâ lafızları da vardır.

Tarih:

Bk. Tevârih ve Vefeyât.



Tarîk:

Sözlükte yol manasına gelen tarîk kelimesi Hadis Usulünde bir hadisin senedine verilen bir diğer isimdir. Çoğulu tunik gelir.


Hadisin senedi onun son ravisi ile Hz. Peygamber (s.a.s) arasında rivayet zincirini oluşturan ravi isimleri demektir. Buna göre tarik son raviyi Hz. Peygamber'e ulaştıran rivayetinin takip ettiği yol anlamında kullanılmış demektir. Bunun için hadis ve usul kitaplarında “bu hadis şu tariktan şöyle rivayet edilmiştir, bu tariktan böyledir” gibi ifadelere rastlanır. Bu tabirler hadisin bir başka senedle de rivayet edildiğini belirtmiş olur.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin