He2Lresiz şart muhayyerliğinin tıpkı hezl gibi akdi fâsid kılacağı ve her İki durumda da akdin fâsid olup kabz ile dahi mülkiyet ifa­de etmeyeceği söylenmiştir



Yüklə 0,99 Mb.
səhifə2/23
tarix11.09.2018
ölçüsü0,99 Mb.
#81073
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23

Tarikat kurucularının hayatları ve men­kıbeleri hakkında Merakeşli fıkıh âlimi İbn Ticlât, Esmedü'l-'ayneyn ve nüz-

hetü'n-nâzıreyn fî menâkıbi'1-eha-veyn Ebî Zeyd ve Ebî cAbdillöh el-Hezmiriyyeyn adlı bir eser telif etmiş­tir (eserin bir özeti için bk. Abbas b. İb­rahim, IV, 253-281). BİBLİYOGRAFYA :

İbnü'z-Zeyyât, et-Teşeuuüf ilâ ricali't-taşau-uu/"(nşr. Ahmed Tevfîkl, Rabat 1404/1984, s. 213, 252; İbn Kunfüz, Ünsü 'l-fakir ue 'izzü 'l-ha-kir, Rabat 1965; İbrı Hacer, ed-Dürerü't-kâmine, II, 333; İbnü'l-Kâdî. Cezoetü'l-ikübâs, Rabat 1974, II, 410; Ahmed Bâbâ et-Tınbüktî, Neylü 7-ıötı7ıâc(İbn Ferhûn,ed-Dîbâcü'l-müzhebiçin­de}. Kahire 1329-30, s. 164-165, 231; İbn Sûde. Deitlü mü'errihi'l-Mağribi'l-akşâ, Dârülbeyzâ 1960, s. 177; Abbas b. İbrahim, et-İ'iâm, IV, 253-281; VIII, 92-98; E. Levi-Provençal. Les histori-ens des Chorfe, Paris 1922, s. 223-224; "el-Ağ-mâtiyyc", Ma'lemetü't-Mağrib.U, Rabat 1410/ 1989, s. 541 -542; A. Faure. "Hazmiriyyün", S* (Ing.l. 111,338-339.

isli Muhammed Razûk

r

HEZREME


~l

Kur'ân-ı Kerîm'in

tecvit! kaidelerinin göz ardı edilip

harfleri birbirine katılarak

çok süratli okunması

(bk. TİLÂVET).

L ' J

r

L



HIDIR

(bk. HIZIR).

HIDIR HÜSEYİN

{bk. MUHAMMED HIDIR HÜSEYİN).

L J

l_

HIDIRLJK MESCİDİ



Kütahya'da XIII. yüzyıla ait Selçuklu yapısı.

~l

Kütahya'nın güneyinde aynı adı taşıyan tepenin üzerinde kaya kitlesine oturtul­muş kare planlı, iki bölümlü ve kubbeli küçük bir yapıdır. Duvarları taştan, Türk üçgenleriyle geçilen kubbesi tuğladan örülmüştür: kuzeyinde eyvan biçiminde­ki küçük kapısından başka açıklığı yoktur. Dikdörtgen mihrap nişi derinleştirilerek baca eklenmiş ve ocak haline getirilmiş­tir. 1980 yılında esaslı bir onarım gören mescidin duvar örgüsü ve içi sıvanmış, kubbesinin üstü karo mozaik seramikle desenli biçimde kaplanmıştır. Kaya küt­lesi üzerindeki yüksek zemine çıkışı sağ­layan basamaklar da bu sırada yenilen­miştir.



Hıdırlık Mescidi - Kütahya

Hıdırlık Mescidi fonksiyonu tam olarak anlaşılamamış bir yapıdır. Kapının üzerin­deki Selçuklu sülüsü ile yazılmış dört sa­tırlık kitabesinin orijinal olduğu kabul edilirse, Gıyâseddin Keyhusrev dönemin­de Kütahya Emîri İmâdüddin Hezâr Dina-ri tarafından 641 (1243-44) yılında mes-cid olarak yaptırılmıştır. Ancak ölçüleri­nin küçüklüğü ve Selçuklu döneminde kalenin hayli dışında kalması, özellikle de pencerelerinin bulunmaması göz önüne alındığında mescidden çok bir türbe-mescid olduğu ihtimali akla gelmektedir. Fakat alttaki kaya kütlesi, diğer kümbet cinsi mezar anıtlarında olduğu gibi bir ce-nazelik bölümü bulunmasını engellemek­te ve zeminde de buna işaret edebilecek bir ize rastlanmamaktadır. Kitabesinden hareketle mescid olduğu kabul edildiğin­de ise Selçuklu dönemi kubbeli-eyvanlı camilerin ve Konya çevresindeki hazırlık mekânları bulunan mescidlerin durumu dikkate alınmalıdır. Fonksiyonu hakkında­ki tartışmalar bir yana ölçüleri, üslûbu, tuğla kubbesi ve geçişleriyle yapı, Kütah­ya ve çevresindeki sayıları sınırlı Selçuklu eserlerinin en önemlilerinden biridir.

BİBLİYOGRAFYA :

Evliya Çelebi. Seyahatname, XIII, 48; Sâkıb Dede, Sefine-i IYeftse-i Meuteuiyyân, Kahire 1283, s. 45; İsmaii Hakkı Uzunçarşıh, Kütahya Şehri, İstanbul 1932, s. 22; Ara Altun. "Kütah­ya'nın Türk Devri Mimarisi -bir deneme-", Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılına Arma­ğan: Kütahya, İstanbul 1981-82, s. 220-223; Uluğ İğdemir, "Türk-tslâm Devri Kitabe Estam­pajları", TTK Belleten, İV/16 (19401. s. 545.

İM Ara Altun

312


HIDRELLEZ

L

HIDIKLJK TÜRBESİ



Ankara'da erken Osmanlı dönemine ait türbe.

~l

J



Ankara dışında, kuzeyde ve şehre hâ­kim bir konumda olan Hüseyingazi tepe­si üstünde yer alan türbenin kim için ve hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir. Gönül Öney, XIV-XV. yüzyıllarda inşa edil­miş olabileceğini söylemektedir. Türk me­deniyetinde Hızır İlyas efsanesine bağlı yaygın bir gelenek olarak Hıdırlık adı ve­rilen tepelerde inşa edilen yatır türbele­rinden biridir. Eski halk inançlarına da­yanan Hıdırlıklar Anadolu ve Rumeli'nin birçok yerinde görülmüştür.

Hıdırlık Türbesi Öney tarafından ileri sürüldüğü kadar geç bir döneme ait de­ğildir. Rakımı 1400 metreyi bulan bu te­pede inşa edilen "makam-türbe" evvelce herhalde bir tekke ile birlikte bulunuyor­du. Evliya Çelebi buradan "Hazret-i Hızır ziyaretgâhf diye bahseder. Burası, İslâ­miyet'in yayılmasında önemli payı olan alp erenler veya gazi erenlerden bir velî­nin türbesi olmalıdır.

Bir müddet Bayramiyye Tekkesi olarak hizmet gördüğü tahmin edilen tekke da­ha geç dönemlerde terkedildiğinden or­tadan kalkmış ve hiçbir izi katmamıştır. Hıdırlık Türbesi, Batılı bir ressam tarafın­dan XVIII. yüzyılda yağlı boya tekniğinde yapılan bir Ankara tablosunda tepenin zirvesinde yer alan bir yapı olarak göste­rilmiştir. Yıldırım isabetiyle önemli ölçü­de tahribe uğrayan türbe Ankara'nın baş­şehir yapıldığı yıllarda kısmen harap ol­muş durumda, fakat henüz ayakta bulu­nuyordu. Ancak sonraları bütünüyle yıkıl­mış veya yıktırılmıştır. Bugün tamamen harap haldedir.

Eski fotoğraflarından öğrenildiği kada­rı ile Hıdırlık Türbesi moloz taşlardan ya-

Hıdırlık tepesini ve türbeyi gösteren eski bir kartpostal (Semavi Eyice (olo§raf arşiui]

Ankara'daki

Hıdırlık

Türbesi'nin

eski bir

fotoğrafı

[Koşay. s. 140)

pılmış, kayalık bir zemine oturan kare planlı bir bina idi. Bu mekânın üstünü tuğladan bir kubbe örtüyordu. Fotoğraf­ta bu kubbenin hafifçe sivri bir biçimde olduğu farkedilir. Bu da ilk yapıldığında üstünde bu kubbeyi örten sivri bir küla­hın bulunduğu ihtimalini akla getirmek­tedir. Bu özellik, türbenin esasında Sel­çuklu mimarisinde görüldüğü gibi bir kümbet-türbe olduğunu düşündürmek­tedir.

BİBLİYOGRAFYA :

Evliya Çelebi, Seyahatname, II, 426; Ankara Vilâyeti Salnamesi 1325/1907 [haz Kudret Emiroğlu v.dğr), Ankara 1995, s. 97-98; F. W. Hasluck. Christianity and İslam under the Sul-tans, Oxford 1929, li, 504; Hâmid Zübeyr Ko-şay, Ankara Budun Bilgisi, Ankara 1933, s. 13, s. 140'taki resim; Avni Candar. Anadolu Coğraf­ya Lügati Sinaclart i: Ankara, Ankara, ts., s. 33; Hikmet Tanyu, Ankara oe Çeuresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara 1967, s. 86-93, rs. 19-23; Gönül öney. Ankara'da Türk Devri Dini ue Sosyal Yapılan, Ankara 1971, s. 123, 311, rs. 214; Semavi Eyice, "Ankara'nın Eski Bir Res­mi", Atatürk Konferansları IV (1970), Ankara 1971, s. 97, 110 (not 90], İv. IX, rs. 10; An Ara­ra Posta Kartları ve Belge Fotoğrafları Arşivi Katalogu (Belko), Ankara 1994, s. 118, rs. 15-08; Ozan Sağdıç, Bir Zamanlar Ankara, Anka­ra, ts., s. 82. r—ı

İmi Semavi Eyice

r

HIDRELLEZ



~l

Daha çok Batı Türk dünyasında kutlanan bîr halk bayramı.

L J

Hızır ve İlyâs isimlerinin halk ağzında aldığı şekilden İbaret olan hıdrellez, kö­kü İslâm öncesi eski Orta Asya, Ortado­ğu ve Anadolu yaz bayramlarına dayanan, Hızır yahut Hızır ve İlyâs kavramları et­rafında dinî bir muhtevaya bürünmüş halk bayramının adıdır. Bu bayram, mer­kezini özellikle Anadolu ve Balkanlar'ın, Kırım, İrak ve Suriye'nin teşkil ettiği Batı



Türkleri arasında, bugün kullanılmakta olan Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs

(eski lülyen takvimine göre 23 Nisan) gü­nü kutlanmaktadır.

Hıdrellez, halk arasında ölümsüzlük sır­rına erdiklerine ve biri karada, diğeri de­nizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyâs peygamberlerin yıl­da bir defa bir araya geldikleri gün ola­rak kabul edilir. Ancak bu beraberlikte, ismi yaşatılmasına rağmen uygulamada İlyâs"ın şahsiyeti tamamıyla silinerek Hı­zır motifi öne çıkarılmıştır. Dolayısıyla bu bayramda icra edilen bütün merasimler Hızır'la ilgilidir. Bunun temel sebebi. İs­lâm öncesi devirlerde yukarıda zikredi­len üç büyük kültürün hâkim olduğu alan­da bu yaz bayramı vesilesiyle kültleri kut­lanan insan üstü varlıkların daha ziyade Hızır'ın şahsiyetine uygun düşmesi ve onunla özdeşleşmesidir.

Osmanlı Devleti'nde 6 Mayıs (23 Nisan) halk arasında yaz mevsiminin başlangıç tarihi sayılmaktaydı. Nitekim eski takvim­de yıl İkiye ayrılmış olup 23 Nİsan'dan (6 Mayıs) 26 Ekim'e (8 Kasım) kadar süren 186 gün "Hızır günleri" adıyla yaz mevsi­mini. 23 Nisan'a kadar devam eden 179 gün de "Kasım günleri" adıyla kış mevsi­mini oluşturuyordu. Hıdrellez de kışın so­na erip yazın başladığı gün olarak kutlan­maktadır.

Hızır ve İlyâs'a tahsis edilen bu gün, İs­lâm dünyasının her tarafında kutlanma­dığı gibi kutlandığı yerlerde de adı. tarihi ve yapılan merasimler aynı değildir. Her şeyden önce İslâm folklorunda Hızır ile İlyâs hakkında çok zengin bir inançlar ve efsaneler literatürü ve bu ikisinin yılda bir defa görüştüğü inancı mevcut olduğu halde bu gün belirlenmiş değil­dir; hatta Türk dünyasının her tarafında 6 Mayıs kutlama günü olarak bilinmez. Fakat muhakkak olan şudur ki. İslâm dünyasının önemli bir kısmında ve bu ara­da Türkler arasında her zaman hıdrellez adı altında olmasa da Hızır ile İlyâs'ın bir­leştiği günün hâtırası çok eskiden beri değişik günlerde ve biçimlerde kutlan­maktadır. Nitekim XVI. yüzyılda İstan­bul'a yerleşen Yesevî tarikatına mensup Türkistanlı müellif Hâzinî, bu tarikatla il­gili çok önemli bir kaynak olan Cevâhi-rü'1-ebrâr min emvâci'l-bihâr adlı ese­rinde (s. 196), başta Buhara ve Semer-kant olmak üzere bütün Mâverâ ün nehir'-de Hızır-İiyâs adına şenlikler yapıldığını kaydeder. Ayrıca Türkiye'deki Alevîler ve İran'daki Kızılbaş Karakoyunlu Türkmen-

313


HIDRELLEZ

leri (Çihiltenler) arasında şubat ayı ortala­rında "Hızır nebî bayramı" adıyla hıdrel­lezden ayrı ve oruçla geçirilen bir bayra­mın kutlandığı bilinmektedir. Nevruz'dan altı hafta öncesine rastlayan bu bayram, eski on iki hayvanlı Türk takvimindeki yıl­başına tekabül etmekteydi (Melikoff, VI | 1975|. s. 60-61).

Yalnız Anadolu, Balkanlar. Kırım, İrak ve Suriye Türkleri'ne mahsus bir halk şen­liği olan hıdrellezin buralarda özellikle 6 Mayıs'ta kutlanması iklim ve tabiat şart­larıyla bağlantılıdır. Bu tarih, sözü edilen bölgelerde ilkbahardan yaz mevsimine geçişi belirlemekte olup hicri takvim sis­temiyle hiçbir ilgisi yoktur. 5 Mayıs'ı 6 Ma-yıs'a bağlayan gece güneşin Ülker burcu­na girdiği bir zaman parçasıdır. Bu tarih­ten 7-8 Kasım'a kadar bu burcu güneşin batışından sonra görmek mümkün de­ğildir. Yılın diğer günlerinde ise Ülker bur­cu güneş battıktan kısa bir süre sonra gö­rülebilmektedir. Bu suretle astronomik gözlemlere ve tabiat şartlarına uygun bir şekilde yıl kış ve yaz olmak üzere iki mev­sime bölünmüştür. 8 Kasım bütün özel­likleriyle kışın başlangıç tarihini, 6 Ma-yıs'a rastlayan hıdrellez günü de gerçek anlamda yazın başlangıç tarihini oluştur­maktadır (Cökalp, Quand le cribte etait dans la paitle, s. 21 i -231). Pek çok arşiv belgesi, Osmanlılar döneminde devlet nezdinde bile işlerin yılın bu iki mevsimi­ne, yani "rûz-i Hızır'dan (Hızır-İIyâs'tan) rûz-i Kasım'a" veya "rûz-i Kasım'dan rûz-i Hızır'a" kadar olan iki döneme göre plan­landığını göstermektedir (meselâ bk. BA. MD, nr. 5, s. 295. 305; nr. 58, s. 83).

Öte yandan 6 Mayıs, Türkler'in Anado­lu'ya yahut daha genel bir ifadeyle Orta­doğu'ya geldikten sonra tanıdıkları bir tarihtir. Zira Doğu Htristiyanlığfnın Aziz Yorgi (Aya Yorgi. Hagios Georgios. Saint Ge-orge) ya da Yeşil Yorgi kültü bu tarihte kutlanmaktaydı. Doğu Hıristiyan I ığı'n da çok önemli bir yeri olan bu kült zaman içinde Hızır-İlyâs kültü ile birleşerek öz­deşleşmiş ve bu suretle 6 Mayıs tarihi Or­tadoğu ve Balkanlar'da htristiyan - müs-lüman kültür etkileşimi sonucunda hem Aziz Yorgi hem de Hızır- İlyâs kültünün iç İçe girmesinin bir sonucu olarak kutlan­maya başlanmıştır (iki kült arasındaki bu özdeşliğin nasıl meydana geldiği ko­nusunda bk. HIZIR).

Müslümanlarca Hızır ve hıristiyanlarca Aziz Yorgi adına kutlanmasına rağmen doğrudan doğruya İslâm'la da Hıristiyan-

lık'la da ilgisi olmayan, Ortadoğu ve Bal­kanlar'da hem müslümanların hem de hıristiyan halkların kutladığı bu yaz bay­ramının kökü İslâm ve Hıristiyanlık önce­si İlkçağ Anadolu. Mezopotamya ve Orta Asya kültürlerinde aranmıştır. Mezopo­tamya ve bütün Doğu Akdeniz çevresin­deki ülkelerde bazı tanrılar adına bahar veya yazın gelişiyle ilgili birtakım âyinle­rin yapıldığı bilinmektedir. Milâttan ön­ce III. binyılın sonlarında, Mezopotamya ovasını sulayarak etrafı yeşillendiren Fı­rat ve Dicle nehirlerinin hayat verici gü­cünü simgeleyen Tammuz (Dumuzi) İlâhı adına bahar mevsimi başlangıcında Me-zopotamya'daki Ur şehrinde görkemli âyinler yapıldığını gösteren tabletler bu­lunmaktadır (lames, s. 42). Tannmuz. ta­biatın ölüşü (sonbahar, kış) ve dirilişiyle (ilkbahar, yaz) birlikte ölen ve yeniden di-rilen bir tanrı kabul edilmiştir {ER, IV, 512-513). Yeşillik ve bereketin timsali olan Tammuz kültü, İbrânîler kanalıyla Suriye ve Mısır üzerinden eski Yunanis­tan'a ve Anadolu'ya geçmiş, burada da aynı tanrı Adonis adıyla tanınmıştır. Louvre Müzesi'nde bulunan Boğazköy tabletleri, benzer âyinlerin Hititler zama­nında Anadolu'da yaz başlangıcında bitki ve yeşillik tanrısı Telipinus için icra edil­diğini göstermektedir (lames, s. 190-192). Ayrıca eski İran'da yine yeşillik ve su kav­ramlarıyla İlgili Haurvatât ve Ameretât adlı iki tanrı için bahar mevsiminde özel âyinler yapıldığı, Nevruz'un da bunlardan doğduğu bilinmektedir (Widengren, s. 28. 35, 86, 126). Avesta'da dişi varlıklar olarak kabul edilen Haurvatât suların, Ameretât ise bitkilerin koruyucusudur

(bk HÂRÛTveMÂRÛT)

Tabiatın âdeta yeniden dirilmesi de­mek olan baharın ve yazın gelişi, ilk çağ­larda dünyanın her tarafındaki İnsanla­rın hayatında önemli bir olaydı. Bu olayın birtakım tabiat üstü güçlerle temsil edil­mesi ve bunların şerefine âyinler düzen­lenmesi evrensel bir hadise olmalıdır. Ni­tekim eski Orta Asya'daki Türk boyların­da da benzer âyinlerin yapıldığı bilinmek­tedir. Bu âyinler Yâkutlar'da nisan, Tun-guzlar'da mayıs, diğer bazı boylarda mart ayında icra ediliyor ve büyük merasimler­le kutlanıyordu (Harva, s. 377-379). Kısa­cası, hıdrellez bayramının kökünde bü­tün bu kültürlerdeki bahar ve yaz bay­ramları geleneklerinin uzun asırlar süren katkılarını kabul etmek doğru olacaktır. Bu katkıların en sonuncusu da Hızır ve

İlyâs'ın şahsiyeti etrafında gelişen İslâmî halk kültürüdür.

Hıdrellez merasimlerinin icrası ve bu esnada yeşillik ve su kavramlarıyla ilgili birtakım uygulamalar, bu halk bayramı­nın putperest köklerini çok daha belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Nitekim İslâm âlimleri bu durumun farkına vara­rak bu konuda yasaklayıcı fetvalar bile vermişlerdir. Osmanlı Devleti'nde de hıd­rellez kutlamalarının dinî açıdan sakın­calı olup olmadığının tartışıldığı, XVI. yüz­yılda Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi'nin fetvalarından anlaşılmaktadır. Ebüssu­ûd Efendi, böyle bir günün kutsallığına inanmamak şartıyla sadece eğlenmenin, yiyip içmenin sakıncalı olmadığını söy­lemektedir (Düzdağ, s. i 17). Mouradgea d'Ohsson da hıdrellez merasimlerinin Os­manlılar döneminde çok yaygın biçimde kutlandığını belirterek bunun vazgeçil­mez bir gelenek halini aldığını ifade et­miştir {Tableau general,!. 187-188).

Türkiye'de "hıdırellez". Kırım ve Dobru-ca'da "hıdırlez", Makedonya'da "edirlez" (ederlez). Kosova bölgesinde "hıdırles" (hedirles, hadırles) gibi değişik biçimlerde söylenen hıdrellez merasimleri, çeşitli ül­ke ve yörelerde teferruatta tabii olarak birtakım farklılıklar gösterebilir. Ancak bunlar Hızır adının çağrıştırdığı gibi ge­nellikle bolluk ve bereketi simgeleyen, su ve yeşillik kavramlarının öne çıktığı. ağacın bol bulunduğu, bazan içinde tür­be de yer alan mesire yerlerinde kutla­nan merasimlerdir. 5 Mayıs günü temiz­lik yapıp yiyecek ve içecek hazırlama gibi işlerle başlayan hıdrellezle ilgili bütün merasimleri, âdet ve gelenekleri dört grupta toplamak mümkündür. 1. Şifa ve sağlık talebine yönelik olanlar. 2. Uğura, bereket ve bolluk talebine yönelik olan­lar. 3. Mal mülk, mevki ve servet talebi­ne yönelik olanlar. 4. Kısmet ve talih aç­maya yönelik olanlar. Meselâ hıdrellez gü­nü kır çiçeklerinin kaynatılarak suyundan içilmesinin hastalıklara şifa vereceği, hıd­rellez gecesi bütün sulara nur yağacağın­dan o gece suya girmenin her türlü has­talığa karşı bağışıklık sağlayacağı inancı birinci gruba örnek gösterilebilir. Genel­likle hıdrellez gecesi Hızır'ın yeryüzünde dolaştığı ve dokunduğu şeylere bereket getirdiği inancı çok yaygın olduğundan o gece evlerdeki yiyecek ve içeceklerin ağ­zının açık bırakılması, dileklerin bir kâğı­da yazılarak gül ağaçlarının dibine konul­ması vb. şeyler ikinci grubu teşkil eden uygulamalara Örnek sayılabilir. Bunlara

314


HIFZ

benzer pek çok örneğe her yerde rastla­mak mümkündür.

Hıdrellez merasimleri Hızır iie İlyâs"ın buluşmasına atfen hemen daima toplu olarak gerçekleştirildiği İçin bazı kasaba ve şehirlerin yakınında yeşillik bir mekân­dan oluşan ve "hıdırlık" denen, insanların bir arada yiyip içtiği, eğlendiği bir mesi­re yeri bulunur. Bu yerlerde icra edilen merasimler, eski devirlerde aynı zaman­da evlenme yaşına gelmiş genç kız ve er­keklerin birbirlerini görüp beğenmeleri­ne de imkân vermekteydi. Dolayısıyla hıd­rellez merasimlerinin geleneksel Türk toplumlarında sosyal iletişim aracı olmak gibi pratik yönleri de bulunmaktaydı.

Hıdrellez inanış ve âdetleri folklorda ol­duğu gibi edebiyata da köklü biçimde yansımış ve Gıigamış destanından bu ya­na mitoslar halinde yazılı ve sözlü edebi­yat geleneğinde yer almıştır. Anadolu'­nun pek çok yerinde hıdırlık denilen me­sirelerin bulunması ve hıdrellez başta ol­mak üzere bahar eğlencelerinin buralar­da düzenlenmesi edebiyatta hıdrellez te­masının canlı tutulmasına sebep olmuş­tur.

Dede Korkuftan itibaren Ebû Müslim, Battal Gazi, Dânişmend Gazi, Sarı Saltuk, Köroğlu gibi kahramanların hayatı etra­fında teşekkül eden destanî romanlarda gerek Hızır ve İlyâs'ın kişilikleri, gerek hıd­rellez günü, gerekse hıdırlıklarda devam eden sosyal faaliyetler ve gelenekler ek­seninde yer yer hıdrellezin de zikredildi-ği görülür. Klasik Türk şairleri "evvel ba­har"! andıkları zaman genellikle hıdrellez günlerini kastetmekte ve baharı konu edinen şiirlerinde (bahâriyye) ekseriya bu günleri anlatmaktadırlar.

Bazı mesnevilerde de hıdrellez ve hıdır­lık bir çevre öğesi olarak anılır. Meselâ Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa'nın Hur-şîdnâme'sinde Hurşid, uğruna ölen âşı-kının mezarına türbe yaptırır ve adını Hıd­rellez koyup burada sık sık Ferahşâd ile buluşur. Halk şiiri geleneğinde "badeli âşıkların Hızır elinden dolu içmeleri (kla­sik şiirde de ağzına Hızır'ın tükürdüğü ki­şinin güzel şiir söyleyeceği rivayeti) ve zaman zaman hıdırlık mevkiinde saz ça­lıp şiir söylemeleri gelenektendir. Hıdrel­lez ile alâkalı zengin folklor malzemesinin bulunduğu en önemli eser Evliya Çelebi'-nin Seyahatnâme's\d\r (bk. II, 232-233; l!l,90vd).

Hıdrellez şenlikleri yapılırken özellikle dilek tutan genç kızlar tarafından söyle-

nen aşk ve hasret dolu mâniler anonim halk edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturur. Bu tür mânilere bütün Türk dünyasında rastlamak mümkündür. Bu­nun yanında halk şiiri geleneğine uyula­rak bazı saz şairlerince hıdrellezi konu alan şiirler de söylenmiştir. Divan edebi­yatında da hıdrellez çeşitli özellikleriyle birçok beyitte yer almıştır. Osman Şems Efendi'nin bir hıdrellez günü İstanbul'­dan Bursa'ya gitmek için vapura biner­ken söylediği. "Devran bizi yârân-ı kadîm­den ayırdı / Oldukları gün Hızır ile İlyâs mülâki" beyti bunun bir örneğidir. Mo­dern Türk şiirinde de hıdrellezden ilham alan manzumeler tertiplenmiştir: Arif Nihat Asya'nın "Hıdırellezde Kızlar" adlı şiiri bunlardan biridir.

BİBLİYOGRAFYA :

BA. MD, nr. 5, s. 295. 305; nr. 58. s. 83; Evli­ya Çelebi, Seyahatname, II. 232-233; 111, 90 vd.; Hâzini, Cevâhtrü'l-ebrârmin emuâct'l-bihâr, İÜ Ktp., TY, nr. 3893, s. 196; Şeyhoğlu S. Mustafa. Hurşidnâme: Hurşid ü Ferahşâd [haz. Hüseyin Ayan). Erzurum 1979, s. 36.49, 192; D"Ohsson. Tabieau general, I. 187-188; Sadettin Nüzhet Ergun. Pir Sultan Abdal, İstanbul 1929. s. 48; Pertev Naili Boratav, İzahlı Halk Şiiri Antoloji­si, Ankara 1943. s. 137; U. Harva, Les represen-tatîons reiigieuses des peuples altaiçues, Pa­ris 1959, s. 377-379; E. O. James. Mythes et rites dans le proche orient ancien, Paris 1960, s. 42, 190-192; G.VVidengren. Les religions de Viran, Paris 1968, s. 28, 35, 86, 126; M. Ertuğ-rul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fet­vaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1972, s. 117; Ehliman Ahundov. Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri (tre S. Tezcanj, Ankara 1978, s. 26; Altan Gökalp. Teles rouges et bouc-hesnoires, Paris 1980, s. 188-201; a.mlf.."Hı­zır, Ilyas, Hıdrellez: les nıaitres du temps, le temps des hommes", Quand le crible etait dans la paitte...: Hommage & P. Naili Boratau, Paris 1978, s. 211-231; Ahmet Yaşar Ocak. İs-lâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara 1990. s. 141-159; I. Melikoff. "Le probleme Kızılbaş", Turcica, VI 119751. s. 60-61; Tuncer Baykara. "Hıdrellez ve Türk Kültürü". MK. sy. 72 (19901. s. 4-6; M. Emine Cingöz. "Eskişehir'de Hıdrellez Kutlamaları", a.e., s. 7-9; Ali A. Çınar. "Bursa Yöresinde Hıd­rellez İle İlgili Bazı İnanışlar", a.e., s. 13-15; Filiz Meydan, "Tekirdağ'da Hıdrellez Gelene­ği", a.e., s. 19-22; Müjgan Üçer. "Sivas'ta Hıd­rellez Geleneği", a.e., s. 30-32; Nihal Kadıoğ-lu, "Zonguldak'ta Hıdrellez Geleneği", a.e., s. 37-39; A. Esat Bozyiğit, "Hıdrellez Yazıları Bibliyografyası", a.e., s. 44-48; T. Jacobsen. "Dumuzİ", ER, IV, 512-513; 1. Friedlaender. "Khıdr", ERE, VII, 693-695.

İM Ahmet Yaşar Ocak

r

L



HIFZ

(Jâtedf)


Allah'ın, velî kullarını

günahta ısrar etmekten koruması

anlamında tasavvuf terimi.

~l

r



L

HIFZ


(bk. HAFIZ).

Sûfîlere göre Allah, peygamberleri gü­nah işlemekten koruduğu gibi (ismet*) velî kullarını da günah işlemekte ısrar et­mekten korur. Velînin bu şekilde korun­masına hıfz, onu koruyan Allah'a hafız, korunan velîye de mahfuz denir (Tehâne-

vî. III, 31 ]}.

Allah'ın dostluğunu kazanmış takva sa­hibi bir mümin olan velînin beşer olması itibariyle günah işlemesi mümkündür. Cüneyd-i Bağdadî, "Velî zina eder mi?" sorusu karşısında bir süre düşündükten sonra, "Allah'ın emri mutlaka yerine gele­cek, yazılmış bir kaderdir" (el-Ahzâb 33/ 38) mealindeki âyeti okuyarak bunun mümkün olduğuna işaret etmiştir (Kıı-şeyrî, s. 526) Ancak velînin günah işleme­ye devam etmesi düşünülemez.

Bir velînin günahsız ve hatasız kabul edilmesi mümkün değildir; aksi takdirde velî peygambere eşit duruma getirilmiş olur. Fakat onun avam gibi sık sık günah işlemesi de salâh ve takva sıfatına aykırı­dır. Sûfîler, takva konusundaki hassasi­yetini sürdürmesi şartıyla velînin Allah'ın koruması altında bulunacağını düşünür­ler. "Allah sâlih kullarının işlerini üstlenir" (el-A:râf 7/196) mealindeki âyetle, şeyta­nın Hakk'ın dostu olan kulları azdırama-yacağını belirten (el-Hicr 15/42; en-Nahl 16/99; el-İsrâ 17/65) ve günah işlemekte ısrar etmeyenleri öven (Âl-i İmrân 3/135) âyetler sûfîlerce velîlerin mahfuz olduğu­na delil gösterilmiştir.

Kelâbâzî"ye göre peygamberin masum olması gibi velî de mahfuzdur; şeytan onu azdıramaz {et-Ta'arruf, s. 75, 99). Hücvîri de benzer görüşleri tekrar eder. Kuşey-rî'ye göre velîlerin peygamberler gibi ta­mamen günahsız olmaları zorunlu değil­dir; fakat sürekli olarak yanılma, yanlış ve günah üzerinde ısrar etmemeleri ve­layetin gereğidir, mahfuz olmanın anla­mı da budur. Hatta bu anlamda velînin mahfuz olması şarttır. Zira dinî hüküm­lerle çatışan kişi velî olmak bir yana tam bir aldanmışlık ve gaflet içindedir [er-Ri-sâle, s. 519-520). Bâyezîd-i Bistâmî, velî olduğu sanılan bir kişinin kıble yönünde tükürmesini bile onun velî olamayacağı­nın bir delili kabul etmiştir(a.çj.e.,s.8l)

Velîler nefislerini ne kadar arındırsalar yine de kendilerinde "bakıyye-i nefs" de-

315


HIFZ

nilen bir parça nefsânî arzu kalır. Nefsin arzusu ve şeytanın vesvesesi sebebiyle nadiren günah işlemesi mümkün olan ve­lî bu durumda şiddetli bir pişmanlık du­yup derhal tövbe etmelidir (Hakîm et-Tir-mizî, s.402).

Bazı sûfîler, velîlerin cezbe ve sekr ha­linde iken bile ilâhî koruma altında bulun­duklarını, bundan dolayı dinin emir ve ya­saklarına aykırı hareket etmeyeceklerini ileri sürmüşlerdir. Menkıbeye göre Ebû Abdullah et-Türûğbezî kıtlıkve açlığın hü­küm sürdüğünü duyunca halka olan şef­katinden şuurunu yitirmişti; fakat bu halde iken namaz vakti girince şuuru ye­rine geldiği için bu görevi ifa eder, sonra-önceki haline dönerdi. Bu rivayeti akta­ran Kuşeyrî (er-Risâle, s. 206) olayı. Ebû Abdullah'ın dinî hükümler hususunda Al­lah'ın koruması altında bulunduğu şeklin­de yorumlamakta: ayrıca bu sûfînin. kıt­lıktan acı çeken halkın durumuna üzül­mekten dolayı şuurunu kaybedecek hale gelmesini "hakikat ehlfnden olmanın en büyük özelliği olarak göstermektedir.


Yüklə 0,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin