I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə124/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   120   121   122   123   124   125   126   127   ...   139

HALİÇ

506


507

HALİÇ

Halic'in günümüzden Marmara Denizi'ne doğru genel görünümü.



Ara Güler

terdarlarmdan Nazlı Mahmud Efendi'nin Sinan'a yaptırdığı cami ve yakınındaki kayık iskelesi bu adla anılır olmuştu. Defterdar ile Eyüp arası Osmanlı döneminde sa-hilsaraylarm, yalıların, konakların bulunduğu güzel bir yöreyken, sahilin diğer kesimlerinin uğradığı bozulmaya burası da maruz kalmıştır. Yeni Haliç düzenlemesinde kıyıda sadece ünlü Feshane binası bırakılmıştır. Defterdar Camii, Gezeri Kasım Paşa Camii ve Sinan'ın yapıtlarından Zal Mahmud Paşa Külliyesi, III. Selim'in kız kardeşi Şah Sultan adına yapılmış bir külliye (genel olarak birlikte mütalâa edilen) Defterdar-Eyüp arasındaki önemli dini yapıları oluştururlar.

Defterdar'ın kuzeyinde Eyüp uzanır. Bazı tarihçilerin bu yörede çok eskiden bir koloni bulunduğu yolundaki savlan yakın yıllarda Eyüp-Silahtarağa arasında bulunan bazı bulgularla güç kazanmıştır. Bizans dönemindeki adı, yukarıda da belirtildiği gibi Kosmadion olan bugünkü Eyüp, onun güneyindeki Defterdar ve kuzeyindeki Silahtar, Eyüp'le başlayan ilk Osmanlı -sur dışı- yerleşim birimidir. İsla-miyetin saygın kişilerinden ve sahabeden Ebu Eyyub el-Ensarî'nin(->), Peygamber' in ölümünden 40 yıl kadar sonra Muavi-ye döneminde yapılan Enıevi kuşatması sırasında Konstantiniyye önlerinde vefat ettiğini ve orada defnedildiğini kaynaklar kaydeder. Yaklaşık sekiz yüzyıl sonra

kent Osmanlılar tarafından alındığında Akşemseddin(-»), Ebu Eyyub el-Ensarî' nin gömülü olduğu yeri düşünde gördüğünü söyleyerek, orayı gösterir ve sonradan bu yere türbe ile cami yapılır. O günden beri cami, türbe ve külliye kutsal bir yerdir. Eyüp semtinin bu dinsel özelliği Şark mistisizmine meraklı çeşitli Batılı seyyah ve yazarlarının ilgisini çekmiştir. Pi-erre Loti bunlardan birisidir ve onun oturup Halic'i, ya da Haliç'te güneşin batışını seyrettiği yer bugün Pierre Loti Kahvesi diye anılmaktadır. Eyüp'teki diğer bel-libaşlı türbeler Sokollu Mehmed Paşa, Si-yavuş Paşa, Pertev Paşa, III. Selim'in annesi Mihrişah Sultan ve Hüsrev Paşa'ya ait olanlardır. Türbesi burada bulunan tek padişah son hükümdarlardan V. Mehmed' dir (Reşad) (hd 1909-1918).

Eyüp'ün vapur iskelesi vardır, ama sığlaşmadan ötürü Haliç vapurları artık buraya yanaşamamakta, Ayvansaray'dan ileriye gidememektedir.

Ebu Eyyub el-Ensarî'nin adı yaygın olarak Eyüb Sultan'a dönüşmüş ve tahta çıkan sultanların kılıç kuşanma törenleri ya da padişahların zaman zaman türbeyi ziyaretleri dahil olmak üzere, istanbul halkının dilekte bulunmak, adak adamak, dua etmek, şifa dilemek, cuma namazı kılmak, hayrat ve hasenatta bulunmak vb için ruhani açıdan özel önem verdiği bir ziyaret yeri haline gelmiş olan Eyüp, ge-

ne aynı nedenlerden olsa gerek kentin bellibaşlı mezarlıklarından da birisine sahiptir. Eyüp sırtlarını da kaplayarak Silah-tarağa'ya doğru uzanan Eyüp Mezarlığı' nın nefti renkli servileri eskiden Haliç yamaçlarının yeşilinin bir tonunu oluştururken, bugün ne yazık ki, Beyoğlu yakasındaki başka mezarlıklarla birlikte (Sütlüce Musevi Mezarlığı, Kasımpaşa [Zinda-narkası] ve Hasköy mezarlıkları) neredeyse Haliç sırtlarının tek yeşili haline gelmiştir. Yoğun bir yerleşim bölgesi dahi olsa, kentin herhangi bir bölgesinde, özellikle de boydan boya Haliç yamaçları gibi çok geniş bir bölgesinde yeşilliğin yarım yüzyıl içinde mezarlık ağaçlarına indirgenmesi ve Halic'in dünkü güzelliklerinin bugünkü izbeliğe ve pejmürdeliğe dönüştürülmesi doğal yapının ve tarihi dokunun tahribinin yeryüzündeki çarpıcı örneklerinden birisini oluşturur. Eyüp'ten kuzeye doğru uzanan yöre, sahil şeridiy-le birlikte Bahariye diye anılır. Burası çeşitli yalıların, sahilsaraylarm bulunduğu bir sayfiye bölgesiydi. Hanedana ait Bahariye Kasrı, Bahariye Sarayı, Beyhan, Hatice ve Esma Sultan sahilsaraylan buradaydı. Bahariye bugün birtakım küçük ya da orta boy fabrikaların bulunduğu bir yerdir. Eskiden Bahariye mevkiine rastlayan Bostan iskelesi de artık yoktur. Buradaki adacıklara Bahariye Adaları veya Yılan Adala-n denilir.

Bahariye'nin kuzeyindeki Silahtarağa ise özellikle 1950'li yıllarda Taşlılarla-Yıl-dıztabya gecekondu yöresini oluştururken, onun Halic'e bir uzantısı olarak sanayileşmiş, gecekondulaşmış ve Balkan göçmenlerinin iskânına ayrılmıştı; bugün gecekondular tuğla ya da briketten çoğu sıvasız evlere dönüşmüşse de, semtin niteliği değişmemiştir. Bu adı taşıyan ama karşı kıyıda bulunan Silahtarağa Termik Santralı ise artık oradan taşınmıştır.

Silahtarağa semti Halic'in bitiminin batısına rastlar ve Alibeyköy Deresi buraya akar. Halic'in bilimindeki diğer vadi, doğu kesimine düşen Kâğıthane Deresi'ne aittir ve buradaki semt de bu adla anılır. Kâğıthane Deresi'nin içlerine doğru, bir başka kasr-ı hümayunun bulunduğu Karaağaç mevkiinden başlayarak birçok sahil-saray ve yalı yapılmıştı. Kâğıthane çayırları denilen yerde Imrahor Kasn vardı. Ünlü Lale Devri'nin Sa'dâbâd'ı, Kâğıthane Mesiresi, dillere destan Sa'dâbâd Kasrı, mermerden yapılmış setlerden şelaleler halinde akan ve Cetvel-i sîm (Gümüş Cetvel) diye nitelenen Kâğıthane Deresi, 17. yy'ın hemen başında o devrin güzellikleri arasındaydı. 1730'daki Patrona Halil Ayak-lanması'nda Sa'dâbâd yakılıp, yıkıldıktan sonra da Kâğıthane Deresi ve çayırları, insanların denizden sandallarla, karadan arabalarla geldikleri güzel mesire yerlerinden birisi olarak kaldı. 19. yy'da yeni bir kasır (Çağlayan Kasrı) yapıldıysa da, II. Dünya Savaşı yıllarında burası askeri bir binaya dönüştürüldü. (Yakın dönemlerde vadinin sırtlarında kurulan Çağlayan semti adını bu kasırdan almaktadır.) Osmanlı döneminde Kâğıthane Deresi'ne ve vadisine çok iyi bakılır, derenin çamurları bile toplanıp Humbarahane'ye gönderilir, erozyonun önlenmesi için yamaçlardaki bitki örtüsü özenle ve hattâ çeşidi yasaklarla korunurdu. 20. yy'da yozlaşmaya başlayan yöre, özellikle 1950'ler sonrasında gitgide bugünkü pis dereye ve denize dönüştü. Burada 1940'lara kadar Haliç vapurlarının yanaşabildiği Kâğıthane iskelesi vardı. Semt adını orada bir zamanlar bulunan kâğıthaneden almıştır, aynı devirde burada bir baruthane de vardı.

Halic'in Beyoğlu yakasında Kâğıthane'den güneye doğru indiğimizde yer a-lan Sütlüce semtinin şimdi hatırlanan özelliği -adının çağrıştırdığı süt imajıyla ironi teşkil edercesine- 1990'ların başlarına kadar kent mezbahasının burada bulunma-sıydı. Bugün mezbaha esas olarak Tuzla'ya taşınmıştır. Boşalan binaların kültürel amaçlarla kullanılması düşünülmektedir. İstanbul gibi bir kentin et ihtiyacını karşılayacak kadar büyük bir mezbahanın varlığı, 20. yy'da Halic'in pislenmesinin, kokmasının nedenleri arasındadır. Sütlüce sözcüğü, bir sava göre Galatiani'nin Türkçe karşılığıdır ve buralarda Bizans döneminde mandıralar vardı. Evliya Çelebi'ye göre ise oradaki bir ayazmanın suları emzirme evresindeki kadınların sütlerini çoğaltmaktaydı.

Kentin az sayıdaki Musevi mezarlığından birisi Sütlüce sırtlarmdadır. Sütlüce'

nin de vapur iskelesi iptal edilmiştir. Daha güneydeki Halıcıoğlu, Hasköy'den kuzeye doğru uzanan mezarlık ve üçüncü Haliç Köprüsü'rıün devamı olan viyadük ile deniz arasında kalan küçük yöredir. Vadi bugün çirkin apartmanlar ve evlerle doludur.

Halıcıoğlu'nun güneydoğusundaki Hasköy, Balat'tan da eski bir Yahudi semtiydi. Bizans zamanında, Karaim boyundan gelen ve Yahudiliği benimsemiş olan topluluk Porta Neorion'da ve -bugünkü Ka-raköy'e adlarını vermelerinden de anlaşılacağı gibi- karşı kıyıda surlar dışında otururken, daha sonra, Galata'da Latin kolo-nizasyonunun yoğunlaşması üzerine bugün Hasköy dediğimiz yöreye göçmüşlerdi. Bahçekapı'da Yeni Cami Külliyesi' nin kurulması sırasında, bu semtteki Yahudiler de Hasköy'e göçtüler. Bu nakilden önce Evliya Çelebi'nin verdiği rakama göre Hasköy'de 11.000 Yahudi vardı. Has-köy'de Yahudilerden başka Rum ve Müslümanlar da oturmaktaydı. Semtin adı Bizans'ta Arabind veya Aya Paraskevi Kili-sesi'nden dolayı Paraskevi idi. Hasköy sözcüğünün ise Osmanlılar döneminde yapılan hasbahçeden kaldığı sanılmaktadır. Hasköy'ün güney ucundaki Aynalıkavak Kasn(-*) 17. yy'da inşa edilmiş olup, III. Selim tarafından onarılmış ve genişletilmiştir. Haliç'teki onca saraydan günümüze sadece Aynalıkavak kalmıştır. Bina şimdi müzedir. Osmanlılar döneminde Hasköy' de topların yapıldığı Humbarahane bulunmaktaydı ve yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Kâğıthane Deresi'nin ağzından toplanan mil ve çamurlar kalıp dökmek için kullanılırdı. Hasköy'ün yukarısındaki semt eskiden ok talimlerinin yapıldığı meydandan adını alan Okmeydanı'dır.

Hasköy vapur iskelesi yakınında küçük bir tersaneden (Hasköy Tersanesi) başka Hasköy ile Kasımpaşa arasında uzanan Ca-mialtı ve Taşkızak tersaneleri Deniz Kuv-vetleri'nin tersaneleridir. Bu tersanelerin kökeni, Osmanlılar'da 15. yy'ın sonlarına kadar gider. Galata (Pera) surlarının batısındaki koy kadırga limanı ve tersane olarak kullanılırken I. Selim (Yavuz) döneminde (1512-1520) tesisler genişletilmiş, onu izleyen I. Süleyman (Kanuni) döneminde ise Sadrazam Güzelce Kasım Paşa tarafından burası Osmanlı donanmasının merkez üssü haline getirilmişti. Bugün de Kasımpaşa bir deniz üssüdür, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Deniz Hastanesi -askeri tersanelerin yanısıra- buradadır. Semtteki önemli camiler Cezayirli Gazi Hasan Paşa Mescidi, Kasım Paşa Camii'dir. Kasımpaşa'nın üstlerine Tepebaşı, Galatasaray, Ömer Hayyam, Tarlabaşı tekabül e-der.

Kasımpaşa'dan güneye doğru, bu kez sivil tersanenin (Haliç Tersanesi) bulunduğu Azapkapı gelir. 15. yy'ın ikinci yarısında buradaki Osmanlı tersanesinde çalışan denizerlerine azebler denildiğinden ve orada bir azebler kışlası bulunduğundan bu adı alan yöre, II. Mehmed döneminden beri Türklerin iskânında idi. Haliç üzerindeki ilk köprü II. Mahmud

döneminde (1808-1839) burası ile Unka-panı arasında kurulmuştu. Bugün aynı yerdeki Atatürk Köprüsü ile Galata Köprüsü arasında uzanan sahil şeridi küçük yük teknelerinin durduğu, ardiyelerin bulunduğu bir yerken, bugün açılmış durumdadır. Aynı zamanda Perşembepazarı denilen ve küçük sanayide kullanılan yedek parçaların satışını yapan dükkânlar da buradadır. Perşembepazarı adı eskiden İstanbul'un belli semtlerinde haftanın her ayrı gününde kurulan pazarlardan, perşembe gününe ait olanından gelmektedir. Atatürk Köprüsü'nün yanında Sinan'ın eserlerinden Sokollu Mehmed Paşa Camii vardır. Perşembepazarı'ndan Karaköy'e doğru, deniz yakınındaki Balık Pazarı'ndan bugün geriye bir şey kalmamıştır.

Halic'in kuzey ucunu oluşturan Galata Bizans döneminde de, Osmanlılarda da esas olarak bir Latin yerleşim bölgesiydi. Latin grupların azalmasıyla yerleşim bölgesi olarak Rumların ağırlıkta bulunduğu, iş bakımından Levantenlerin ve azınlıklardan diğer tüccarların, ithalat ve ihracatçıların, bankaların ve bankerlerin semti haline geldi. Galata Cumhuriyet'te de bu özelliğini uzunca bir dönem sürdürdüyse de, 1970'li ve 1980'li yıllarda iş merkezlerinin Mecidiyeköy, Gayrettepe, Etiler ve Levent'e kaymasıyla ve İstanbul'da azınlıkların çok azalmasıyla bu kimliğinden de uzaklaştı (bak. Galata).

Halic'in tarihte hem iskân hem de işyeri bölgesi olan İstanbul yakası kuzey rüzgârlarına açık olduğundan, oralarda çıkan yangınlar kolayca yamaçlardaki semtlere yayılırdı. 1539 Zindankapı, 1569 ve 1606 Eminönü Şuhud (Çıfıt Kapısı), 1633 Ciba-li, 1640 Balat, 1653 Odunkapı, 1660 Ayaz-makapı, 1683 Ayazma ve Odunkapı, 1707 Eyüp, 1718 Cibali, 1721 Küçükmustafapa-şa ve Balat, 1729 Balat, 1750 Küçükpazar, 1833 Balat, 1908 Çırçır, 1918 Yavuzselim yangınları Halic'in en ünlü yangınlarıdır. Karşı yakadaki yangınlar ise daha azdır. Halic'in temizlenmesi için yapılan çalışmalar, atıkların azaltılması yönündeki bazı nakiller dışında kayda değer bir sonuç vermemiştir. 1980'lerin ikinci yarısında sansasyonel bir şekilde tanıtılan iki kolektör-le pisliği temizleme girişimlerinde, devreye giren tek kolektör atıksuların ve kirli Haliç sularının Boğaz'ın dip akıntılarıyla Marmara Denizi'ne verilmesi için kullanılmış, bu yöntemle soruna hiçbir çare bulunamadığı gibi Marmara Denizi'nin daha çok tahrip edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle kolektör 1990'da bir bilim kurulunun tavsiyesiyle, belediye tarafından durdurulmuştur. Sanayi atıklarının azalmasına rağmen, yerleşimlerden gelen atıklar devam etmektedir, gene pis atıklarla birlikte yoğun alüvyon getiren dereler, yılda 11 cm kalınlığa varan çok yüksek bir sendimantasyonu, özellikle Haliç' in bitim yörelerinde bırakmaktadır. Vapurun henüz işleyebildiği Ayvansaray İskelesi ile karşıdaki Halıcıoğlu kıyısı arasına bir hat çizersek, bu çizgi üzerindeki en derin yer 3 m'dir.



Bibi. S. Eyice, Tarihte Haliç, İTÜ Haliç Sem-

HAIİÇ

508

509

HALİÇ İŞİ

Pierre Loti'nin Aziyade adlı romanına konu olan Haliç ve Eyüp'ün Piyer Loti Kahvesi'nden görünümü.



Nazım Timuroğlu, 1993

pozyumu, İst. 1975; Janin, Constantinople byzantine; Mordtmann, Esquisse; Dirimtekin, Haliç Surları; Anonim, "Constantinopel zur Zeit S. Süleiman deş Frossen nach einem Bil-de von Melchior Lorichs", Bosporus-Organ deş Deutschen Ausflugs-Vereins G. Albeıt, S. l (1906), s. 8-44; Kömürciyan, İstanbul Tarihi; P. Gilles, The Antiquities of Constantinople, Londra, 1729.

İSTANBUL


Edebiyatta Haliç

Divan Edebiyatı'nda istanbul'un güzelliklerine, kasırlarına, çarşı ve pazarlarına, eğlence ve mesire yerlerine ait tasvirleri geniş ölçüde bulmak mümkün değildir. Bu edebiyatın bazen dönemin zevk ve rengini, gezinti ve eğlencelerini, kış, yangın ve zelzele gibi olayları, örf, âdet ve gelenekleri, ramazan ve bayramların özelliklerini yansıttığı da görülür. Haliç için ilk şiiri yazan Fatih Galata'yi şöyle anar: Avniyâ kılma güman kim sana ram ola nigâr/ Sen Stanbul şâhısın ol (da) Kalata şahıdır.

16. yy'da Tacizade Cafer ÇelebiO) ise Hevesname'sinde, "Yürür şeyda gibi zen-cir ile su" derken Fatih'in gemilerinin Kasımpaşa sırtlarından Halic'e indirilişini a-nımsattı. Eyüb Sultan Camii'nin yeri şehirden epey uzak olmasına rağmen burayı görenlerin mutlu ve sevinçli olduklarını anlattı ve "Sıfat-ı Kâğıdhane" başlığı altında bu çevreyi, ağaçlıklı tepeleri, sebze ve çiçek bahçeleri ile tasvir etti. Kâğıthane ve Alibeyköy derelerinin ağaçların ayaklarına su döktüğünü güzel bir teşhis sanatıyla Divan Edebiyatı'na kattı.

I. Süleyman (Kanuni) döneminin şairi Cemali'nin(->) İstanbul Şehrengizi'nde ilk kez "Eyüb sabrı"nı telmihen Sütlüce' ye ilişkin bir efsaneye değindiği görülür. Eyüp'ün karşısındaki Sütlüce böylece 16. yy edebiyatına girdi.

Nefî (ö. 1632) ile beraber Haliç yeni bir anlam kazanır. Halic'in uç noktası olan Kâğıthane mahşer olmuştur. Güzellerin uzun boylularını, âşıkların düşkünlüklerini şair hep burada görür. Gene sevgiliyi ıssız yerde bulan çılgın âşıklar da buradadır.

18. yy'da ise Sabit (ö. 1712) Haliç kıyılarını ve Kâğıthane'yi şiire dökmektedir. Dere boylarında ve Halic'in derin sularında mestlerin (sarhoşların) gözyaşlarının üzerinde, şarap gemileri değil, kayıklar yürümektedir.

Bu yüzyılın sonlarına doğru "sebk-i hindî" denen üslubun temsilcisi olan Şeyh Galib'in (ö. 1798) şiirindeki mekânda, Halic'in bir semtini görmekteyiz. Mevlevî dedesi Şeyh Galib, Kasımpaşa Mevlevîhane-si için tarih düşürmekle kalmaz, 1787'de Eyüp'ün karşısındaki Sütlüce'de bir ev a-larak orada sakin bir şekilde yaşar: Yâd eylemezhaber-i Yusuf-ıMısn / Sütlüce'de bir şuh ile şehd ü şekeriz biz.

Samî (ö. 1730), şarkıda Sa'dâbâd'ın ü-nünü; Seyyid Vehbi (ö. 1736) ise istanbul güzellerinin portresini çizerken, Fener'i a-narlar: Görüp ol mahı fitil aldı Fener'de Vehbi/Mum olan yanmağa şem'i dil-isu-zammdır. Süleyman Nahifi de (ö. 1738) gazel ve kasidelerinde Sa'dâbâd'ı terennüm edenlerdendir. Mustafa Rahmî (ö.

1751), "Şerefâbâd"ın açılışına 1141/1728-29 tarih düşürmüştür.

İstanbul'da 1751'de şiddetli bir kış olmuş ve Haliç donmuştur. Hevaî buna tarih düşürür. Buzun kalınlığı iki karışa yakın olmuş ve halk Balat'tan karşı Hasköy'e yürüyerek gitmiştir: Bin yüz altmış sekizin evvel-i hamsininde / Dondu derya-yı Sı-tanbul hele şu hikmete bak.

Hâtem (ö. 1754) Şitâiyye'sinde, Kâğıthane sahmnın hayale sığmadığını, seyredenlerin gözünde esas âlemin Aksaray olduğunu söyleyerek istanbul kışındaki kar örtüsünün ünlü Hindistan abadi kâğıdına benzediğini vurgular.

Şair Haşmet (ö. 1768), o her zamanki sevimli nükteleriyle, Var mı aslan südü-ne hâhiş-iyavrum nicedir/Kaymak isterse kuzum zevke mahal Südlüce'dir/ Tatlıca söyleşiriz hattı zuhur ettikde / Telh-kâm olma gönül, sohbet-i helva gecedir deyişleri ile, Sütlüce'yi Divan şiirinde ü-çüncü kez kullanan şairdir.

Bu yüzyılı bütünleyen ve İstanbul'u şiir dünyasına geçiren Nedim'e (ö. 1730) gelince, ünlü kasidesinden başka diğer şiirlerinde de hep Sa'dâbâd ve Haliç semtleri ve kasırları geçer. Nedîm, Halic'in adını Kâğıthane kasırlarına çevirmiştir.

îlhamî de (III. Selim) (ö. 1808) bütün Osmanlı sultanları gibi şairdir ve bir şiirinde Haliç kahvehanelerini, Kâğıthane'yi birlikte anar: Kış demidir varalım zevk ile kahvehaneye / Gidelim köhne bahar irdikte Kâğıthaney e / Gönlü tthami'nin aynı döndü baruthaneye / Kahve fincanın bahar eyyamı durma al ele.

Sururî (ö. 1814), İstanbul güzellerine cilan tutkunluğu yanında "Kâğıthane" re-difli gazelinde de gene "tazelerle" sohbet eder: Cümle etfâl-i Sitanbul ana cem' olsa sığar/Kalb-i âşık gibidir vüs'at-i Kâğıthane'de. Galata Sarayı'na tarih düşüren İzzet Molla (ö. 1829), bir tahmisinde Sa' dâbâd'a kadar sevgilisiyle birlikte gitmeyi ister.

İ

Gazel ve şarkıda, gene Kâğıthane sefasında olan Sermed (ö. 1839) Geçerken bari Sa'dâbâd'a tenha / Bahariyye'de zevk eyle efendim diyerek Halic'in bir semtinden söz açar. Leylâ Hanım da (ö. 1848), şarkılarında "Bahariye"de yazı ve Kâğıthane Kasn'nda eğlenmeyi özler. Şeyhülislam Arif Hikmet Bey (ö. 1850), III. Ahmed'in Defterdar Burnu'nda yaptırdığı Neşatâbâd Kasrı'na, bir gece "şarap kayığı" ile gittiğini hayal etmiştir.



Divan nesrinde Halic'i ilk işleyen 17. yy'da Evliya Çelebi'dir. Seyahatname'de Haliç surları anlatılmıştır.

Tanzimat yazar ve şairleri Halic'e uğramazlar. Çünkü onlar İstanbul'a bir başka gözle bakarlar. 500 yıllık bir topluma sahip İstanbul Tanzimat'la değişmiştir. Diğer'yandan Haliç denizyolu sönmek üzeredir. Bu arada yabancı bir yazar Pierre Loti (1850-1923), Aziyade adlı romanıyla (1879) sadece basit bir aşk romansı ortaya koymaz. Eyüp'te bir Türk adıyla ev tutup oturması, baştan başa Türk ve Müslüman olan semtte bu toplumu tanıması, söz konusu romanın bir başka sosyal yönünü oluşturur. Haliç ve Eyüp bu romanda sade bir lirizm içinde anlatılır. Anısı da Halic'e bakan tepelerden birindeki Piyer Loti Kahvesi'nde yaşar. Türk yaşayış ve geleneğini diğer eserlerinde de işleyen Loti, bir Türk dostudur.

Recaizade Ekrem'in(-0 Araba Sevda-sı'ndaki kahramanı Bihruz Bey'in Kâğıthane yollarında araba kullanma hevesi vardır. Servet-i Fünun'da da İstanbul ve özellikle Boğaziçi vardır. Şiiriyle Halic'e hiç uğramayan Cenap Sahabettin (1870-1934), "İstanbul'u Temaşa" adlı nesrinde, payitahtı Asya ile Avrupa'nın el ele tutuştukları noktada görür. Âdeta insanlığın dört yol ağzı gibi kavimlerin buluşma yeri cilan İstanbul'da Yeni Cami ile Galata arasında "halkaları durmadan değişen bir insan zinciri"nin varlığını düşünür. Halit Ziya Uşakhgil (1886-1945) Mâi ve Siyah'te

Ahmet Cemil'i Tepebaşı Bahçesi'nden İstanbul'a ye Halic'e bakarak düşündürür. Fecr-i Âti ve milli edebiyat döneminde de, edebiyatta işlenen bir Haliç yoktur. Ancak Yahya Kemal Beyatlı(->), Aziz istanbul'da, fethin uzun hikayesiyle birlikte "uh-revî Eyüb"ü, Defterdar'daki semai kahvesini anar. Yeni Mecmua'da. yayımlanan "Mahurdan Gazel", "Bir Saki" ve "Şerefâbâd" klasik Divan nazmının değişik örnekleridir. Bu, klasiğin yenileşmesidir. "Sene 1040"ta şair, III. Ahmed döneminde yaşar gibidir. Duygulanmaları hep tarihle birliktedir. "Bir Sâki"den 30 yıl sonra 1940'ta "Mükerrer Gazel'le Lale Devri İstanbul'u Halic'in bir semtinde yaşanır. Serviler şehri, bir ruh ve duygu nizamı içinde bütün şiirlerini kaplar.

Nesir alanında roman ve hikâyemizin de belli mekânları vardır. Hüseyin Rahmi Gürpmar'ın(->) o halkın en çok içine giren yazarın Halic'e ilgisi fazla değildir. Ancak, BirMuadele-i Sevda'da Kâğıthane âlemlerini anlattığını görürüz.

Ahmed Rasim(->) ise, Halic'i en çok işleyenlerdendir. Şehir Mektuplarında, süslü püslü kadın, erkek kıyafetleriyle, piyasa yerlerinde, baharda da Kâğıthane'de gerçekleştirilen eğlence âlemlerinde, Eyüp ziyaretlerinde yaşananları anlatır hep. Eş-kâl-i Zaman'da, Şirket-i Hayriye vapurlarının çalıştığı Haliç'te yapılmış köprülerin tarihçesini verir. Muharrir Bu Ya'da, Ay-vansaray'da ve Kâğıthane mesirelerinde açık, kapalı her türlü kıyafet vardır. Haliç üzerinde ilk köprünün Fatih tarafından yaptırıldığını da yazar. Tarih ve Muharrir' de de Eyüp'te kılıç kuşanma töreninin u-zun uzun hikâyesi vardır. Ahmed Rasim 16. yy'da görülen şehrengizlerin, nesirdeki en başarılı örneklerini ortaya koyar.

Beş Hececiler'den Halit Fahri Ozansoy (1891-1971), "Bugünkü Sâdâbâd îçin"de, Ne o gözler ki siyah bir inci /Neperi yüzleri tül yaşmakta / Ne de üç çifte kayıklar Haliç 'i / Gerçek sessiz uzaklaşmakta, mısralanyla tarih dekoru çizmeye çalışır. Oranın şimdi hicran dolu olduğunu, üç çifte kayıkların artık Haliç'ten geçmediğini, lalelerin de kaybolduğunu hatırlar, hüzünlenir. Bu yeni bir romantizmin ortaya çıkışıdır. Hececilerde başkaca bir ce-hit görmeyiz bu konuda.

Cumhuriyet dönemini "Garip" üçlemesiyle şiirde başlatacak olursak, onlardan, şiirimizin yenileşmesini sağlayan yalnız Orhan Veli Kanık (1914-1950) için büe sınır, Galata Köprüsü'dür.

Cahit Sıtkı Tarancı da (1910-1956) İstanbul'da, karpuz yüklü mavnaların köprünün altından geçtiğini, Sarayburnu'n-dan dönen vapurdan sevgilisinin çıkacağını, "Mangal Başında" hayal eder. "Yedi Meş'ale"nin son katılanı olan Ziya Osman Saba (1910-1957) ise, Geçen Zaman adlı kitabındaki "Toprağım" şiirinde, akşamleyin, ezan vaktinde Eyüpsultan'da eski bir evde olmayı, ölüler ve yaşayanlarla birlikte bulunmayı ister. Galata Köprüsü'nde kalabalığa karışır gider. Bu geçen zamanın ta kendisidir.

Halic'e tarihi açıdan yaklaşan şairler a-

rasında Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-), "Fetih Gecesinde İstanbul" ve "Fatih'in Gemileri" adlı şiirlerinde fethin büyük coşkusunu yaşatır. Sonsuzluk türküsünü havada biçimlendirir. Sokaklar ve ormanlar hep Türkçeyle dolar. Şair fethe katılan yeniçeriler arasındadır. Halic'in ortasında a-teş ateş "orta zaman" yanmaktadır. Bu bakış, dile ve tarihe, kısaca İstanbul'a bakıştır. Türkçenin sırrını yaratan yeniçeri, şairdir. Bir seher vakti Halic'in kıyısına tarihin bir musiki gibi aktığı yerde, artık sosyal sorunlar yok, "masallarca bir cümbüş" vardır.

Behçet Necatigil (1916-1979), sisli İstanbul'da Halic'e bakarak kahvesini içmeyi ister. Halic'in uzaklığı, bir kol kadardır. Kasımpaşa önlerinde incecikten yağan kar, "elif elif' diye tozduğu için, şiirin adını "Elif" koyar. Necatigil'in çevresel etkilerle iç dünyasını birleştiren şiir anlayışı, ona ayrı bir söyleyiş özelliği de kazandırır.

Cumhuriyet dönemi romanında Halic'i en çok mekân seçenlerin başında Osman Cemal Kaygılı(-») gelmektedir. 1920'den sonra mizah yazarlığıyla işe başlayan Kaygılı, H. Rahmi ve A. Rasim geleneğinin iz-leyicisidir. Eski ve yeni İstanbul İstanbul' da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri adlı eserinde Eyüp Defterdar'ı, Halıcıoğlu, Balat ve çevresinin tarihleri vardır. Üfürükçü piyesinde olaylar Eyüp, Kasımpaşa gibi Haliç çevresinde geçer. Sandalım Geliyor Varda Halic'i, olayların mekânı olarak seçtiği eserdir. Yemiş (Hal) İskelesi'n-den Silahdar'a kadar olan çevrede sandalla yapılan deniz taşımacılığının anlatımıdır. Çingeneler romanının mekânlarında da gene Haliç vardır. Olay kahramanının Çingenelerin ilginç yaşantılarını izlemede gösterdiği dikkatle Kâğıthane âlemi ile o sahil hattında, Cibali-Ayvansaray-Kâğıtha-ne ve Silahtarağa'da dolaşır. Cibali Yenika-pı'sında kahvelerden biri, gene romana mekân olur. Falcı Afitap da "Kâhtane Köy-lü"dür, Kâğıthane Çayırı'nda falını açtığı Abdülhamid üç ay sonra tahta çıkar, fal gerçekleşir.

Sait Faik Abasıyanık(->) yaşadığı Bur-gazada'nın çevresindedir. Mahalle Kahve-«'ndeki "Gramofon ve Yazı Makinesinde arkadaşlarıyla buluştuklarında "bir Kâğıthane havası" tutturmadan söz eder ve bununla kalır.

Orhan Hançerlioğlu, Büyük Balıklar romanında, tarih bilgilerine başvurur. Olay kahramanının ağzından, Fatih'in gemilerini Kasımpaşa sırtlarından Halic'e indirdiğini, diyalog içinde verir. Olay kahramanı, sandalla Galata rıhtımından hale gider. Binanın içindeki çürümüş sebze ve meyve kokuları, nakliye arabaları, Unkapanı Köprüsü'nün parmaklığına dayanmış hasta bir adamın Azapkapı'ya doğru giden cenaze arabasının ardından bakışı, Azap-kapı Yokuşu'nu çıkışta at arabalarının zorlanışı, köprü üzerindeki dilenci ve denizdeki balıklar, hep düşünceler ortamında var olan yer ve olaylardır.

Gerçekte İstanbul ve de özellikle Haliç, bir tarih ekranından şiire ve romana geçmiştir. 18. yy'dan sonra Halic'e bakan

sanat, aslında çağ açan bir tarih olayının arkasındadır. Eski toplumumuzun bazı yönlerini yansıtmada, uygarlık ve sanatın birlikteliği, bizim için bir semt düşüncesinin çok ötesindedir. Bu nedenle olayların ya da duygulanmaların bir şehir yapısından güç almaları, onun bütün güzelliğinde olmaları, gerçekte sanat ve edebiyat ile toplum ve onun mekânı arasındaki u-yumlu bir ilişkinin sonucudur.

AYHAN DOĞAN

"Haliç işi" olarak da adlandırılan seramik tipinden üretilmiş yaprak dilimli, kenarları çukur bir tabak, çap: 35,5 cm, 1530'lar. Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonu


Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   120   121   122   123   124   125   126   127   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin