Ibnü'l-câRÛD; Tam adı Ebû Muhammed Abdullah b. Ali b el-Cârud en-Nisâbû-rî'dir. Hadis münekkitleri kendisinden övgüyle bahsetmektedir. Hadis hafızı ve fakihidir. Hicri 230 (845 m.) yılında Nişâbur'da doğdu



Yüklə 1,23 Mb.
səhifə9/22
tarix26.04.2018
ölçüsü1,23 Mb.
#49049
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   22

60- Zekat
334- Cerîr (r.a):

"Resûlullah'a (s.a.v.) namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek ve her müslümana nasihat etme şartı ile biat ettim, demektedir.



335- Cabir b. Abdullah (r.a), Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyururken işittim demektedir:

"Develerinin hakkını vermeyen hiçbir deve sahibi yoktur ki; kıyamet gü­nünde o develer olduklanndan daha çok gelerek, kendisi geniş ve düz bir yerde onlann altına oturtulmasın ve develer bacakları ile, ayakları ile onun üzerinden geçmesinler!

Sığırının hakkını vermeyen hiçbir sığır sahibi yoktur ki; kıyamet günün-

bu hayvanlar olduklarından daha çok gelerek, kendisi düzce geniş bir 'erde onlann altına oturtulmasın ve boynuzları ile onu süsmesinler, ayakla­rı ile onu ezmesinler!

Davarının hakkını vermeyen hiç bir davar sahibi yoktur ki; kıyamet günün-e bu hayvanlar olduklarından daha çok gelerek, kendisi onların altına oturtul­masın ve boyunları ile onu süsmesinler, tırnakları ile ezmesinler! O zaman on­arın içlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık olan da bulunmayacaktır. nündaTenm hakklm vermeyen hkbir hazine sahibi yoktur ki; kıyamet gü-koval6 laZmeSİ da2İak başh bir yılan olarak Selip, ağzı açık bir vaziyette onu nasın. Yılan kendisine geldiğinde o kaçacaktır. Bunun üzerine, yılan ona seslenerek "Al şu sakladığın hazineni, benim ona ihtiyacım yok" diye­cektir. Adam kurtuluş yolu olmadığını görünce, elini yılanın ağzına sokacak ve yılan da onu, aygırın yem kırdığı gibi kınverecektir!"

Ebu Zübeyr,

Ubeyd b. Umeyr'in, bunu rivayet ettiğini duyduktan sonra, Cabir b. Ab­dullah (r.a)a sorduk, o da Ubeyd b. Umeyr'in rivayeti gibi anlattı, diyor ve devam ediyor. Ubeyd b. Umeyr'den duyduğuma göre, bir adam:

"Ya Resûlullah, develerin hakkı nedir?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.):

"Onu su başında sağmak, kovalarını emanet vermek, erkek develeri ema­net olarak vermek, develeri meniha olarak vermek ve Allah yolunda üzerle­rinde yük taşımaktır" buyurdu.

336- Ebu Hüreyre (r.a) rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.):

"Malının zekatını verdin mi, üzerine düşen borcunu eda etmiş olursun. Her kim haram mal biriktirip de tasadduk ederse, bundan ona herhangi bir sevab olmadığı gibi, günahı da onun boynuna olur" buyurdu.

337- Ebu Musa (r.a) anlatmaktadır:

Ben ve amcam oğullarından iki kişi Hz. Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna girdik. Onlardan biri:

"Ya Resûlullah! Allah (c.c.)'m seni hakim kıldığı yerlerden birinde beni vali yap!" dedi. Diğeri de aynı şeyi söyledi.

Bunun üzerine Nebi (s.a.v.):

"Vallahi biz, bu işe ne onu isteyen, ne de ona hırs gösteren birini tayin ederiz!" buyurdu.

338- Abdurrahman b. Semure rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.):

"Yöneticiliğe talib olma! Binaenaleyh, yöneticilik sana istemeyerek veri­lirse, du uğurda yardım görürsün, eğer isteyerek sana verilirse, onunla baş-başa bırakılırsın" buyurdu.

339- Ukbe b. Âmir el-Cuhenî (r.a) rivayet etmektedir ki:

Peygamber (s.a.v.):

"Vergi memuru Cennete giremez!" buyurdu.

340- Ebu Said el-Hudrî (r.a) rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.):

"Beş ukiyyeden az (gümüşte) zekat yoktur. Beş veskden az (tarım ürü­nünde) zekat yoktur. Üç yaşını doldurmuş beş deveden daha azında zekat yoktur" buyurdu.

"Saİme (senenin çoğunu mera ve otlaklarda otlanarak geçiren hayvan) olan develerin adedi kırka ulaşınca, zekat olarak bir Binti Lebun (iki yaşını doldurmuş deve) gerekir.

Develerin hiçbiri hesab anında birbirinden ayrılmaz (hepsi birden hesap edilir).

Kim zekatını sevab kazanmak niyeti ile verirse, ecrine kavuşur, kim de zekatını vermezse, hem zekatını hem de develerinin yarısını zorla alırız! Zi­ra bu Rabbimizin farzlarından bir farzdır ki Muhammed (s.a.v.)'ın ailesine bundan hiçbir şey helâl değildir" buyurdu.



342- Enes b. Malik (r.a) anlatıyor:

Ebu Bekir (r.a) beni Bahreyn,e vali olarak gönderdiği vakit, bana şu tali­matları yazdı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile...

iş bu, Allah'ın, Rasulûne emrettiği ve Hz. Peygamber'in de müslümanla-ra farz kıldığı zekat farizasıdir.

Hangi mü'minden bu hak, doğruluk ve adaletle istenirse, onu versin; kimden de vermesi gereken miktardan fazlası istenirse, vermesin. Develerin adedi 24 veya daha aşağı oldumu, bunda zekat olarak ko­yun vermek gerekir. Her beş devede bir koyun gerekir.

25'e ulaştı mı 35'e kadar, bir Binti Mehaz (Bir yaşını tamamlamış iki ya­şına girmiş dişi deve) Binti Mehaz olmazsa, bir îbn Lebun (iki senesini dol­durup üçüncü yılına girmiş erkek deve) vermek gerekir.

36'ya ulaştı mı, 45'e kadar bir Binti Lebun; 46'ya ulaştı mı, 60'a kadar de­velerden döllenebilecek bir Hikka (üç yaşını doldurup dördüne girmiş bu­lunan dişi deve); 61'e ulaştı mı, 75'e kadar bir Ceze'a (dört yaşını doldurup beşine girmiş bulunan dişi deve) gerekir.

76'ya ulaştı mı 90'na kadar iki Binti Lebun; 91'e ulaştı mı 120'ye kadar de­velerden döl alabilecek iki Hıkka; 120'yi geçti mi, her kırk devede bir Binti Lebun ve her 50 devede bir Hıkka vermek gerekir.

Zekat farizaları (zekat olarak verilmesi gereken hayvanlar) hususunda develerin yaşları muhtelif olduğu vakit ise, herhangi birinin develerinin ze­katı olarak Ceze'a vermesi gerekir de yanında Ceze'a bulunmayıp Hıkka bulunursa, o zaman, kolay olursa üzerine iki koyun veya 20 dirhem daha ka-hlarak kendisinden Hıkka kabul edilir.

Zekat olarak Hıkka vermesi gereken birinin yanında Hıkka olmayıp Ceze'a bulunursa, Ceze'a ondan kabul edilir ve kendisine zekat memuru 20 dirhem veya iki koyun verir.

Yine zekat olarak Hikka vermesi gereken birinin yanında Hıkka olma­yıp, Binti Lebun bulunursa, ondan Binti Lebun kabul edilir ve bununla be­raber iki koyun veya 20 dirhem daha verir.

Zekat oiarak Binti Lebun vermesi gereken birinin yanında Hıkka olma­yıp Binti Lebun bulunursa, ondan Binti Lebun kabul edilir ve bununla be­raber iki koyun veya 20 dirhem daha verir.

Binti Lebun'u zekat olarak vermesi gereken birinin yanında bu olmayıp Binti Mehaz bulunursa, ondan Binti Mehaz kabul edilir, bununla birlikte 20 dirhem veya iki koyun daha verir.

Bintİ Mehâz'ı zekât olarak vermesi gereken birinin yanında bu olmayıp Binti Lebun bulunursa, ondan bu kabul edilir ve kendisine zekât memuru 20 dirhem veya iki koyun verir.

İstenilen şekilde yanında Binti Mehaz bulunmayan birinin yanında bir tbn Lebun olursa, ondan Ibn Lebun kabul edilir, ancak kendisine bir şey ve­rilmez.

Sadece, dört devesi bulunan bir kimseye ise bir şey gerekmez, ancak sa­hibi vermek isterse o başka.

Devlerin adedi beşe ulaştı mı, bir koyun vermek gerekir.

Saime (Senenin çoğunu dışarıda otlanarak geçiren hayvanlar) koyunların zekatı ise şöyledir:

Koyunların adedi kırka ulaştı mı 120'ye kadar bir koyun vermek gerekir; adedleri 120'yi aşıp 200'e ulaşıncaya kadar zekat olarak iki koyun vermek gerekir; 200'den fazla olursa, 300'e kadar, üç koyun vermek gerekir; üçyüz koyundan fazla olanlar için her yüzde bir koyun vermek gerekir.

Fazla yaşlı veya sakat hayvanlarla mal sahibi istemedikçe dişilerini dölle­mesi için yetiştirilmiş teke veya koç zekat olarak alınmaz.

Zekat endişesi ile ortakların beraber otlayan hayvanları ayrılamayacağı gibi, ayrı ayrı otlananları da bir araya getirilip hesaplanmaz.

Ortaklar, birlikte olan mallarından zekat olarak almanı aralarında âdil olarak bölüşürler.

Bir adamın Sâime sürüleri kırktan noksan ise, bunda zekat yoktur, ancak sahibi vermek isterse o başka.

Gümüşte kırkta bir verilir, ancak sadece 190 dirhemi varsa, bunda zekat yoktur, fakat mal sahibi vermek isterse o başka.



343- Mu'az (r.a) anlatmaktadır:

Hz. Peygamber (s.a.v.) onu Yemen'e vali olarak gönderdiği vakit, kendi­sine sığırların zekatı olarak her kırk sığırda bir erkek ve dişi Müsinne'(üç ya­şma girmiş sığır her otuz sığırda da bir erkek veya dişi Tebi'a (iki yaşma gir­miş sığır) olmasını emretmiştir.



344- Abdullah (r.a) rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.):

"Otuz sığırda, bir erkek veya dişi Tebi'a; kırk sığırda da bir dişi Müsinne zekat olarak verilir."



345- Amr b. Şuayb babasından, o da dedesinden (r.a) naklen rivayet etti ki: Dedesi şöyle dedi:

Peygamber (s.a.v.) kalkıp bize hitab ederek: "insanların zekatları ancak kendi yurtlarında, alınır yani onların ayağına gidilir" buyurdu.



346- Aişe (r.a) rivayet etmektedir: Hz. Peygamber (s.a.v.): Bedevilerin zekatları ancak sulan başında ve ağıllarında alınır" buyurdu.

347- Câbir b. Abdullah (r.a) rivayet etmektedir:

Hz. Peygamber (s.a.v.), Toprak mahsullerinin zekatı ile ilgili olarak nehir ve pınarlarla sulanan arazi mahsulünden onda bir; develerle sulanandan ise yirmide bir zekat alınır.



348- Salim b. Abdullah, babasından naklen rivayet etmektedir ki: Peygamber (s.a.v.): Yağmur ve kaynak sularıyla beslenen arazi mahsulle­ri ile "Ûseri"de (Yağmur suları ile beslenen hurma) onda bir; develerle taşı­ma su ile sulanan arazi mahsulünde ise yirmide bir zekat takdir etti.

349- Ebu Said el-Hudrî (r.a) rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.):

"Beş Vesik' den az olan hububat ve hurmada zekat yoktur" buyurmuştur.

350- Amr b. Şuayb, babasından o da dedesinden naklen rivayet etti ki: Fehm kabilesinden bir batın olan Şebâbe oğulları Resûlullah (s.a.v.)'a arılarının ballarından zekat veriyorlardı. Üzerlerine farz olan miktar onda bir idi, yani her on kırba balda bir kırba balı zekat olarak veriyorlardı. Buna mukabil Resûlullah (s.a.v.)' ta onlara aid olan iki vadiyi onlar için koru­makta idi.

Hz. Peygamber (s.a.v)'e zekat olarak verdikleri miktarı daha sonra Hz. Ömer'e verdiler. Buna karşılık Ömer (r.a) de onların o iki vadisini korudu.



351- Attâb b. Useyd (r.a)'in rivayet ettiğine göre:

Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisini zekat toplamak üzere gönderdi ve yaş üzümü de yaş hurma gibi tahmin ederek tayin etmesini ve yaş hurmanın ze­katını kuru hurma üzerinden aldığı gibi, yaş üzümünkini de kuru üzüm üze­rinden almasını emretti.



352- Sehl b. Ebi Hasme (r.a) rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.):

"Zekat miktarını belirlediğinizde alınız ve üçte birini bırakınız. Eğer üçte birini bırakmazsanız, o zaman dörtte birini bırakınız!" buyurdu.



353- Amr es-Sekafî, babasından, o da dedesinden nakletmektedir; Bir zât, elinde büyükçe bir altın yüzük olduğu halde Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi.

Peygamber (s.a.v.):

"Yüzüğün zekâtını veriyor musun?" diye sordu. Adam:

"Bunun ne zekatı var ki?" deyip dönüp gitti.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):

"Koca bir ateş" buyurdu.



354- Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.):

"Müslümana ne atı ne de kölesi için zekat vermesi gerekmez" buyurdu.

355- Yine Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmektedir: Resûlullah (s.a.v.):

"Müslümana ne kölesi, ne de atı için zekat yoktur" buyurdu.



356- Abdullah b. Ömer (r.a)' in bildirdiğine göre:

Hz. Peygamber (s.a.v.): Ramazanda, fıtır sadakasının bir "sâ"' hurma veya bir "sâ"' arpa olarak verilmesini, hür veya köle; erkek veya kadın her müslü­mana farz (vacib) kılmıştır.



357- Ebu Sâid el Hudrî (r.a) anlatmaktadır:

Fitır sadakasını Hz. Peygamber döneminde, hurma, kuru üzüm, kurutul­muş süt, kabuksuz veya normal arpadan bir sâ olarak veriyorduk. Muâviye dönemine kadar bu şekilde devam ettik. Muâviye yönetimi ele alınca bir hac veya umre ziyareti esnasında halka hitaben:

"Ben, Şam buğdayından iki müddün bir sâ' arpaya eşit olduğu fikrinde­yim" dedi ve ondan sonra halk onun görüşü ile amel etmeye başladı.

358- Davud b. Kays'ın aynı isnâdla yaptığı rivayette ise ziyade olarak. Ebu Said el-Hudrî: "Ama ben bunu (sadaka-i fıtri) ilelebed, eskiden vermeye devam etmekteyim ve edeceğim de" demiştir.

359- îbn Ömer (r.a)' in bildirdiğine göre:

Resûlullah (s.a.v.), Fıtır sadakasının, halk bayram namazını kılmak üzere mescide çıkmazdan önce verilmesini emir buyurmuştur.



360- Ali (r.a) anlatmaktadır:

Abbâs b. Abdulmuttalib, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sadaka-i fıtri henüz vacib olmadan yani normal zamanı gelmeden Önce vermesi hususunda mü­saade istedi. Peygamber (s.a.v.) de ona bu konuda ruhsat verdi.

Yahya b. Ma'in, senedde yer alan ravilerden İsmail b. Zekeriya el-Halkâ-ni ve el-Haccac b. Dinar el-Vâsıtî'nin "sika" olduklarını söylemiştir.

361- Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a) anlatmaktadır:

Bir ev halkı zekâtlarını Hz. Peygamber'e götürdü mü, Resûlullah (s.a.v.) onlara dua ederdi. Babam da zekâtını götürünce Peygamber (s.a.v.):

"Ey Allâmm! Ebu Evfa ailesine merhamet edip onları bağışla!" diye dua

362- İbn Ömer (r.a)' in babası Ömer b. Hattâb'dan naklen rivayet ettiği­ne göre:

Ömer (r.a) Allah yolunda bir at tasadduk etmiş ve Rasûlullâh (s.a.v.) o atı bir adama vermiş. Adam da atı satışa çıkarmış. Bunu gören Ömer (r.a) Resû­lullah (s.a.v.)'a gelerek! "Allah yolunda tasadduk ettiğim atı geri satın ala­yım mı?" diye sormuş. Efendimiz!

"Onu tekrar satın alma! Sadakandan da dönme!" buyurmuş.

363- Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmektedir: Resûlullah (s.a.v.):

"Zengin ile sağlıklı olup çalışarak kazanmaya muktedir kimsenin zekât alması helâl değildir" buyurdu:



364- Senet ve metin itibarı ile bir önceki hadisin aynısı.

365- Ebu Said el-Hudrî (r.a)' mn bildirdiğine göre: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Zengine zekât ancak şu beş durumdan birinin gerçekleşmesi halinde he­lâl olur:



1- Zekât memuru olması.

2- Kendi malı mukabilinde zekâtı satın alması.

3- Borçlu olması

4- Allah yolunda cihada çıkması

5- Kendisine zekât verilen bir miskinin ondan bir kısmım zengin birine hediye etmiş olması".

366- Atâ b. Yesâr, Esedoğullarından bir zâttan naklen şunu anlattı: Ben ve kabilem Bâkii'l-Gârkad (Bu günkü Baki mezarlığının bulunduğu bölge) civarında bir yerde konakladık. Kabilem bana, "Resûlullah (s.a.v.)'a git ve bize yiyecek bir şeyler iste diyerek ihtiyaçlarını anlatmaya başladılar. Peygamber (s.a.v)'in yanına vardığımda, bir zâtın bir şeyler istediğini ve Resûlullah (s.a.v.)'ında "Sana verebilecek bir şeyim yok," dediğini, bunun üzerine adamın öfkeli bir halde: "Dinim adına yemin ederim ki; sen istedi­ğine veriyorsun!" diyerek çekip gittiğini gördüm. Bunun üzerine Resûlul­lah (s.a.v.):

"Adam, kendisine verecek bir şey bulamadım diye bana kızmaktadır. Bir ukiye veya dengi malı olduğu halde sizden birşey isteyen kimse, ihtiyacı ol­madığı halde yüzsüzlük ve ısrarla dileniyor demektir" buyurdu.

Esedî demiştir ki: Kendi kendime, doğrusu, bizim durumumuz bir ukiye-lıkten daha iyi — Malik bir ukiyenin 40 dirhem olduğunu söylemiştir— dedim ve hiç bir şey istemeden dönüp gittim. Daha sonra Resûlullah (s.a.v.)'a arpa ve kuru üzüm geldi. Onu bize paylaştırdı. Böylece Allah (c.c.) fazlu keremi ile bi­zi dilenmekten müstağni kıldı.

367- Kabîsa' b. Muhârık anlatmaktadır:

"Birine kefil oldum ve bu hususta birşeyler istemek üzere Rasûlulallah (s.a.v.)'a gittim. Allah Resulü (s.a.v.):

"Zekât develeri gelince, bu miktarı çıkarır senin yerine biz öderiz" buyur­du. Sonra şunu söyledi:

"Ya Kabîsa! Dilenmek şu üç kişiden biri olmayana haram kılınmıştır.



1- Kefalet altına giren kimseye, o malı ödeyinceye kadar dilenmesi helâl­dir. Sonra bundan vazgeçer.

2- Bütün malını telef eden, bir felâkete maruz kalan kimsenin ihtiyacını gi­derinceye veya geçimini temin edinceye kadar dilenmesi helâldir. Sonra bundan vazgeçer.

3- Fakr u zarurete duçar olan kimsenin, kavminden aklı başında üç kişi buna şahit olursa, ihtiyacını giderinceye veya geçimini temin edinceye kadar dilenmesi helaldir.

Bundan öte dilenmek haramdır."



368- îbn Ömer (r.a) anlatmaktadır:

Hayber'de Ömer (r.a)'in hissesine bir arazi düştü. Bunu ne yapması ge­rektiği hususunu danışmak üzere Hz. Peygamber (s.a.v)'e gitti ve: "Ey Allah'm Rasûlu! Hayber'de benim hisseme bir yer düştü. Şimdiye kadar benim payıma bundan daha kıymetli bir mal hiç düşmedi. Ne buyurursun!" dedi.

Resûlullah (s.a.v.):

"İstersen aslını vakfeder, gelirini tasadduk edersin" buyurdu. Ömer o ye­ri aslı satılmamak, bağışlanmamak ve miras olarak alınmamak şartıyla fa­kirlere, borçlulara, kölelere, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara ve mi­safirlere tasadduk etti.

O yeri idare edip ilgilenen kimsenin, güzellikle ondan yemesinde yahut mal sahibi olmaya kalkışmamak şartıyla bir dostuna yedirmesinde bir beis olmaz.

369- Râvi Eyyub da, Nâfi'den Ibn Avn'ın hadisinin benzerim rivayet etti ancak bunda şu ziyade yer almaktadır.

"O yerin idaresi, Ömer ailesinden aklı başında birine verilecektir."



370- Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmektedir:

Resûlullah (s.a.v.):

"însan öldüğü vakit amel defteri kapanır. Ancak şu üç şeyden; sadaka-i câriye (insanların hayrı için yaptırılan tüm yatırımlar), faydalanılan ilim ve kendisine dua eden sâlih evlâttan dolayı kapanmaz" buyurdu.

371- Haris b. Bilâl b. el-Hâris babasından bildirdiğine göre: Peygamber (s.a.v.) Kabeliyye bölgesinden çıkan madenlerden zekât almıştır.

372- Ebu Hüreyre (r.a) rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.):

"Hayvanın yaralaması (yaptığı zarar) hederdir (yani tazmin edilmez), Maden araştınrken veya çıkarırken meydana gelen zararlar hederdir. "Ri-kâz"da (define, gömü) ise beşte bir hak vardır.

373- Osman b. Ebi'l-Âs (r.a) anlatmaktadır:

Sakîf kabilesinden bir heyet Peygamber (s.a.v.)'e geldiler. Müslümanların dini yaşayışlarına aşina olurlar da kalpleri daha yumuşak ve şefkatli olur ümidi ile Resûlullah (s.a.v) onları mescidde ağırladı. Gelen heyet Nebî (s.a.v.)'e biat etmeleri için cihada çıkarılmalarını, onlardan öşür (toprak mah­sullerinden alman onda bir zekat) alınmamasını, namaz kılmamalarını ve yöneticilerinin de kendilerinden olmasını şart koştular.

Peygamber (s.a.v.):

"Siz cihada çıkarılmayacaksınız, sizden öşür (veya genel olarak zekât) da alınmayacak ve size sizden başkası idareci olarak görevlendirilmeyecek; an­cak namazı olmayan dinde hayır yoktur." buyurdu.


61- Oruç
374- Ebu Cemre anlatmaktadır:

İbn Abbas (r.a) beni her zaman koltuğuna oturturdu.

Bir gün şu olayı anlattı:

Abdulkays heyeti Resûlullah'a geldiklerinde, Resûlullah onlara:

"Siz hangi kavimsiniz? yahud

Siz hangi heyetsiniz?" diye sordu. Onlar da:

"Rebia'yız" dediler.

"Hoş geldiniz ey heyet! (Allah sizi) utandırmasın, pişman etmesin" bu­yurdu Heyet:

"Ey Allah'ın Rasûlu bizler sana ancak haram ayında gelebiliyoruz. Senin­le aramızda Mudâr kâfirlerine mensub şu kabile bulunmaktadır. Şimdi bize açık ve özlü birşey söyle de geride kalanlara haber verelim ve onunla cenne­te girelim..." dediler ve içeceklerin hükmünü sordular. Peygamber (s.a.v.) onlara dört şeyi yapmalarını emredip dört şeyden de menetti.

Onlara tek Allah'a imanı emretti ve: "Tek Allah'a iman nedir bilir misi­niz?" dedi.

"Allah ve Rasûlu bilir" dediler.

"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın pey­gamberi olduğuna şehâdet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve bir de ganimetlerin beşte birini vermenizdir" buyurdu.

Ve onları, hantem (genellikle yeşil küplere denir), dubbâi (kuru kabaktan yapılan kab), nakîr (içi oyulmuş hurma kütüğünden yapılmış kab). -râvî di­yor ki: "Galiba şunlar da vardı- Mukâyyer (ziftli kab) ve müzeffet (bu da zift­le kaplanmış kab demektir) diye bilinen kabları kullanmaktan nehyetti ve bunları iyice belleyin de geride kalanlarınıza haber verin!" buyurdu.

375- Muhammed b. Hanın bildirmektedir:

Abbas (r.a), Ramazan ayı hilâli görünmediği vakit, Ramazan gelme­den oruç tutmaya karŞı çıkar ve "Nebi (s.a.v.): (Hilâli göremediğiniz vakit bir önceki ayı 30 güne tamamlayınız) buyurdu" derdi.



376- Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.) ya da Ebu'l-Kasım buyurdu ki: (Burada şek eden Şu-be'dir).

"Hilâl'i görmekle oruç tutun ve yine onu görmekle bayram yapın! Eğer hilâli görmenize havanın bulutlu olması mâni olursa ( ayı) 30 günü sayın!" buyurdu.

377- Abdullah b. Ebî Kays anlatmaktadır.

Biri beni, hilâl havanın kapalı olması sebebiyle görünmediği vakit Rama­zan orucuna nasıl başlanılacağını ve bir de ikindiden sonra nafile namaz kıl­mak hususunu sormam için Hz. Âişe (r.a)'ye gönderdi.

Aişe'nin huzuruna girdiğimde: "Falancanın sana selâmı var, ikindiden sonra nafile namaz kılmak, iftar etmeksizin birbiri ardınca oruç tutmak ve Ramazan ayı orucuna nasıl başlanılacağı hususlarım sormam için beni sa­na gönderdi" dedim. Hadisin bir kısmım zikrettikten sonra şöyle devam etti:

Âişe (r.a):

"Peygamber (s.a.v.) diğer aylarda göstermediği titizliği Şaban ayında gös­terirdi. Yani günlerini sayardı. Sonra Ramazan hilâlini gördüğünde oruç tu­tardı. Eğer havanın bulutlu olması sebebiyle hilâli göremezse, Şaban'ı 30 gün sayar, sonra oruca başlardı" dedi.

378- Ebû Hureyre (r.a) anlatmaktadır:

Ramazandan, bir veya iki gün önce oruç tutmayın; ancak bir adam âdet edindiği üzere bir orucu tutuyorsa onu tutsun!" buyurdu.



379- İbn Abbas (r.a) anlatmaktadır:

Bir zât peygamber (s.a.v)'e gelerek: "Ben hilâli gördüm," dedi.

Resûlullah (s.a.v.):

"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in de onun kulu ve Ra-sûlu olduğuna şehadet eder misin?" diye sordu. Adam:

"Evet!" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.). "Yarın oruç tutunuz!" di­ye halka ilân ettirdi,

380- Yine îbn Abbas (r.a) anlatmaktadır:

Bir bedevi Nebi (s.a.v.)'ye gelerek, "Ben hilâli gördüm" dedi. Resûlullah (s.a.v.):

"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şehâdet eder misin?" diye sordu. Bedevi: "Evet ederim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): "Ya Bilâl! Halka ilân et, yarın oruç tutsunlar!" buyurdu.

381- îbn Abbâs (r.a):

Orucu güçlükle tutabilen yaşlı erkek ve kadın için dilerlerse oruçlarını bozmaları ve tutamadıkları her günün yerine bir yoksulu yedirmeleri husu­sunda ruhsat verdi. Bu durumda kaza yapmaları da gerekmiyordu. Sonra bu ruhsat "Sizden kim Ramazan ayına erişirse yolcu v.s. olmazsa onda oruç tut­sun" âyeti ile neshedildi (kaldırıldı). Hüküm eğer oruç tutmaya güç yetire-miyorlarsa yaşlı erkek ve kadın ile çocukları hususunda endişelenirlerse, ha­mile ve emzikli kadın hakkında bâki/sâbit kaldı.



382- îbn Mesud (r.a) rivayet etmektedir:

Resûlullah (s.a.v.):

"Bilâl'in ezanı, sahur yemeğine devam etmenize engel olmasın; zira o, uyuyanınızı uyandırmak, namaz kılanınıza da namazı bıraktırmak için ezan okumaktadır. ( işaretle ifâde ederek ) Şöyle şöyle olmadıkça, böyle böyle olan aydınlık fecir değildir" buyurdu.

383- Enes (r.a) rivayet etmektedir:

Peygamber (s.a.v.):

"Sahura kalkınız! Zira sahurda bereket vardır" buyurdu.

384- Ebu Hureyre (r.a) anlatmaktadır:

Bir zât Peygamber (s.a.v.)'e gelerek: "Helak oldum!" dedi.

Resûlullah (s.a.v.):

"Sorunun nedir, ne yaptın da helak oldun?" diye sordu. O zât:

"Ramazan gününde eşimle cima ettim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.):

"Bir köle azâd edebilir misin?" diye sordu. Adam:

"Hayır!" deyince. Peygamber (s.a.v.):

"Peki birbiri ardınca iki ay oruç tutabilir misin?" diye sordu. Adam yine: "Hayır!" dedi. Peygamber (s.a.v.):

"O zaman altmış fakiri doyurabilir misin?" diye sordu.

Adam bu defa da "Hayır!" deyince, Allah Resulü (s.a.v.):

"Öyle ise şöyle otur!" buyurdu.

Daha sonra Peygamber (s.a.v.)'e içinde hurma bulunan bir arak yani bü­yükçe bir zenbil getirildi. O zâta:

"Bunu al da tasadduk et!" buyurdu. Adam:

"Bizden daha fakirine mi? Medine'nin iki taşlığı arasında bizden daha muhtaç bir aile yoktur" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) güldü, hat­ta yan dişleri göründü. Sonra o zâta, -"Haydi al bunu da git çocuklarına ye­dir!" buyurdu.

Hadisin başka bir varyantı şöyledir. Adam: "Eşimle cima ettim" dedi, Peygamber (sa.v.): "Bir köle azâd edebilir misin?" diye sordu, şeklinde. Di­ğer bir tarikle gelen rivayet ise, "Peygamber (s.a.v.) Ramazan'da orucunu bo­zan bir adama, bir köle azâd ederek yahud oruç tutarak veya yemek yedire-rek kefaret ödemesini emir buyurdu" şeklindedir.


Yüklə 1,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   22




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin