İçindekiler böLÜm böLÜm böLÜM 4 BÖLÜM 5



Yüklə 0,74 Mb.
səhifə21/24
tarix29.11.2017
ölçüsü0,74 Mb.
#33253
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24

29. BÖLÜM


Uzunca serilmiş muşambadan yer sofrasında kahvaltıya başlamıştı koğuştakiler. Cezaevi idaresinin verdiği kahvaltıdan ve çaydan oluşuyordu sabah kahvaltıları. Sabah saat yedi veya yedi çeyrekte uyanır, abdestlerini alıp Duha (Kuşluk) sünnet namazını kıldıktan sonra hep beraber kahvaltıyı hazırlarlar. Genelde kahvaltı yaparlarken gardiyanlar sayım için gelirlerdi.

Bugün de yine öyle oldu. Koğuştakiler kahvaltı yaparlarken gardiyanlar gelip sayım aldı. Radyodan sabah haberleri dinleniyor ve önemli haberler üzerinde tutuklular kendi aralarında yorumlar yaparak o haberleri değerlendiriyor, bu şekilde hem kahvaltı yiyiyor, hem de tatlı bir sohbet yapıyorlardı.

Kahvaltısını çabuk yapanlardan üçü hemen bulaşıkları yıkamak için hazırlığa başladılar. Bulaşıkları hep üç kişi yıkar… Biri sıcak sudan geçirip yağdan arındırdıktan sonra diğerine verir, bu da deterjanlı suda iyice yıkadıktan sonra durulanmak üzere üçüncüsüne yani durulamacıya verir. Durulama yapıldıktan sonra tabaklar raflara yerleştirilir.

Bulaşıkları yıkamak için hazırlık yapanların işini elinden almak için sofradan kalktılar birkaç kişi.

-Çekil, bugün ben yıkayacağım.

-Ben sofradan erken kalktım. Sırf bulaşıkları yıkamak için doymadım da.

-Bak beni kırma, öğlene sen yıkarsın.

-Kesin olmaz. Kusura bakma bu bir yarış. Hayırlarda yarışmak.. Kim kazanırsa.

Aralarında “Ben yıkayacağım, hayır ben yıkayacağım” şeklinde bir tartışma başlamıştı. Sonunda erken kalkanlardan biri yerini başkasına kaptırmıştı. Bulaşık yıkamak için bu mücadele sürerken sofranın kaldırılıp yemekhanenin temizliği için ondan farksız bir durum yaşanmıyordu. Eline çek pası alan, muşambayı temizlemek için sünger ve köpük alan, kurutmak için havluları alan, süpürmek için süpürgeleri alanlar arasında tatlı bir didişme başlamıştı. Elinde havlu olanlardan birinin arkasından sessizce yaklaştı Hamdullah, elindeki havluyu tuttuğu gibi çekti. Elindeki havlunun elinden çıkmasıyla kendine gelen arkadaşı:

-Kesinlikle havluyu geri vereceksin, yoksa elbisemi çıkarır onunla silerim, dedi.

-Neden vereyim, sen de kaptırmasıydın. Kaptırdın mı gitti!

-Tamam öyleyse, başka sefere de ben seninkini kaparım.

Diğer tarafta süpürgeyi kapma mücadelesi vardı. Eline süpürgeyi alan bir türlü vermek istemiyordu. Ondan almaya çalışanlar ise onu zorluyorlardı. Bu güzel ve tatlı mücadele sonucu sofra kalkmış, bulaşıklar yıkanmış, yerler süpürülmüştü. Koğuşun sabah temizliğini günün nöbetçisi yapmıştı daha önce. Kahvaltıdan sonra da yemekhanenin temizliği yapılarak sabah temizliği sona ermişti.

Her sabah banyo, tuvalet yıkanır, yukarı merdiven temizliği, havalandırmaya giden koridorun yıkanması, havalandırmanın temizliği düzenli olarak yapıldığından koğuş temizlik bakımından evi andırıyordu adeta.

Tüm tutukluların bir programı vardı. Bu programa göre herkes kahvaltıdan sonra programını uygulamaya koyarak gününü en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyordu. Koğuşun tüm sakinleri kendi aralarında gruplar oluşturarak zindanı en iyi şekilde değerlendirme telaşı içinde… Siyer, Tefsir, Hadis, Risale, Arapça, İngilizce, Farsça.. gibi hemen hemen her türlü ilim tahsil edilmeye çalışılırdı. Tutuklular arasında her kesimden mahkum olduğundan çok geniş ve zengin bir ilim ortamı oluşmuştu. Tıp tahsil edenler bile vardı tutuklular arasında.

Öğleye kadar yoğun bir ilim tahsilinden sonra cemaatle kılınan öğle namazını müteakiben öğle yemeği, yemekten sonra bulaşık yıkama yarışı, sofrayı kaldırma yarışı hep devam eder giderdi.

İkindiden sonra genelde voleybol oynamak sureti ile spor yapan tutukluların belki de cezaevinde tek eğlence aletleri yuvarlak, beyaz renkli voleybol topuydu.

Kur’an-ı Kerim ve Cevşen okuma hemen hemen tüm tutuklular için çok rağbet edilen bir şeydi. Uğrunda zindanı göze aldıkları Kur’an-ı Kerim’i en iyi şekilde öğrenmek için büyük bir gayret ve aşk ile çalışıyorlar ve onu hayatlarına uyguluyorlardı.

Hamdullah ve koğuş arkadaşlarından Selman havalandırmada volta atarlarken bir yandan da sohbet ediyorlardı.

-Selman ağabey! Beş yıldır davanızın sonuçlanmamasının nedeni nedir? Yani eğer suçluysanız beş yılda bunun ispatlanması gerekiyordu. Yok eğer suçlu değilseniz niçin tutuluyorsunuz?

-Bir memlekette eğer hukuk bağımsız değilse o memlekette ne adaletten ne insan hak ve özgürlüklerinden söz edebilirsin. Bizim ülkemizde hukuk hiçbir zaman bağımsız olmadı. Hep siyasi ve derin otoritenin güdümünde kaldı ve bu baskı altında işledi.

-Doğru, doğru da bu kadar da olmaz. Madem uygulanmıyor neden kanunlar çıkarılıyor? Hukukun temelinde, “Bir kimsenin suçluluğu ispatlanmadıkça suçsuzdur” kaidesini niçin baz almıyorlar?

-Güzel ağabeyim benim. Bunlar yaldızlı sözler. Bu memlekette önce idam edilip daha sonra yargılananlar var. Öldüğü halde mezardan çıkarılıp asılanlar var. Dünyanın hiçbir yerinde Kur’an-ı Kerim dersi vermek suç değil. Oysa bu memlekette suç sayılıyor. Gözaltındaki işkencelerden kim geçerse Atatürk’e bile suikast yaptım der. İşte bu ağır işkenceler sonucu üstüne üstlük gözler bağlı vaziyette imzalanan ifadeler, mahkemelerde delil kabul ediliyor. Böylece düzmece ifadelerin delilleri toplanmaya çalışılıyor. Gel de bu şekilde delilleri topla, toplayabilirsen.

-Tabii bunun için de yıllarca “eksikliklerin tamamlanmasına” şeklindeki mahkeme şablonuyla gidip geliyorsunuz.

-Aynen öyle. Sanırım bize istenen cezayı yatacağız ve sonra da bizi tahliye edecekler. Yani ceza almadan yıllarımız cezaevinde geçecek, ki geçiyor da zaten. Beş yıldır buradayım, herhalde bu gidişle bir beş yıl daha burada kalırım.

-Evliydiniz, değil mi Selman kardeş?

-Evet.

-Çocuk var mı?



-Evet, bir tane erkek çocuğum var.

-Kaç yaşında?

-Ben yakalandıktan birkaç ay sonra doğdu. Demek ki beş yaşındadır.

-Nasıl, aranız iyi mi?

-İdare ediyoruz. Yani annesi “bu babandır” demese, benim babası olduğumu nereden bilecek? Hiç görmemiş ki!..

-Yani ziyarete hiç gelmiyor mu?

-Geliyor, onu demek istemedim. Çocuğum beni sadece şeklen tanıyor. Bir çocuğun babasını tanıması böyle olmasa gerek… Ayrıca ben de çocuğumu sadece bana anlatıldığı şekliyle tanıyorum. Kısacası, Hamdullah kardeş, dünya mü’minin zindanıdır. Ve biz bu yola baş koyduğumuzda ölümden tut zindana kadar başımıza gelecekleri göze aldık. Tek endişemiz, görevlerimizi hakkıyla ifa edip edemeyişimizdir. Yoksa, Şeyh Said’in dediği gibi: “Ölümüm Allah için olduktan sonra idam sehpalarından pervam yoktur.” Zindanın piri, zamanın Bedii Üstad’ın dediği gibi: “Saçlarım kadar başım olsa, her gün birini kesseler, hepsini İslam için vermeye hazırım.”

Zindan ve zindanda bulunanlar, var olan bir davanın en canlı ve yaşayan şahitleridirler. Zindan kemale doğru yol alan bir davanın yol güzergahında geçmesi gereken en önemli güzergahlardan biridir.

-İnşallah zindanlar ve işkenceler bizi yıldırmayacağı gibi azmimizi artıracaktır.

-İnşallah…

-Bir şey olmaz Hamdullah kardeş. Çektiklerimiz büyük bir dava uğrunda. Davalar ne kadar büyük olursa, çekilen eziyetler de o kadar büyük olur. Biz başımıza gelenlerden dolayı Rabbimizden yardım diliyoruz ve O’na hamd ediyoruz. Ve diyoruz ki: “Binlercemizi şehid de etseler, zindanlara da tıksalar… yapsınlar… YETER Kİ KUR’AN SUSMASIN!”




Yüklə 0,74 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin