İÇİndekiler I kisaltmalar III öNSÖz IV giRİŞ 1


E-İLAH İNANÇLARI VE TAPINAKLARI



Yüklə 457,16 Kb.
səhifə5/9
tarix01.03.2018
ölçüsü457,16 Kb.
#43495
1   2   3   4   5   6   7   8   9

E-İLAH İNANÇLARI VE TAPINAKLARI

1-Hübel, Lât, Uzzâ, Menât ve Diğerleri


Kırmızı akikten yakuttan insan şeklinde yapılmış bir puttu. Eli kırıldığı için ona altından bir el takılmıştı. Putların en büyüğü idi. Kabe’nin içinde bulunuyordu.3

Bilindiği üzere yaklaşık üç yüz yıl Mekke’yi yöneten Huzaalı reislerden biri Amr b. Luhey, bazı işleri ve sıcak su ile tedavi kastı ile Mekke’den Şam’a4 gitmiş Belka bölgesindeki Meab’a gelince, orada Amâlikaların sanemlere ibadet ettiğini görmüştü. Onlara:

“Kendilerine ibadet ettiğinizi gördüm bu putlar(Esnam) nelerdir (ne işe yarar)” diye sorunca onlar:

“Bunlar kendilerine kulluk ettiğimiz sanemlerdir. Biz bunlarla yağmur dileriz, bize yağmur yağdırırlar” diye cevap vermişlerdi. 5

Sanem, gümüşten, bakırdan, tahtadan… şekillendirip yontulmuş cüsselerdir.6 Çokluk şekli esnam gelir. Onlarla Allah’a yaklaşmak için kendilerine ibadet edilir. Hz. İbrahim bir gün Babilliler bayram yerine gidince “Sizin esnamınıza (putlarınıza) bir oyun oynayacağım” demişti. Yine Hz. İbrahim Mekke’de dua ederken “Beni ve oğullarımı sanemlere yaklaştırma” diye dua etmişti.7 Kendinden sonra gelecek Müslümanların yavaş yavaş onlara tapmaya giden yola girmemeleri için Allah’a dua ediyordu.

Amr b. Luhay Maab’lıların verdiği cevaptan hoşlanmıştı. Bu putlar bol yağmur yağdıracak, birde düşmanlara karşı, kendilerine tapanlara yardım edip zafer verecekse, hemen onlardan birini alıp götürmeliydi. Mekkelilerin bu ikisine de ihtiyacı vardı, isteğini açıkladı:

“Bana onlardan bir sanem verir misiniz, ben de onu Arap topraklarına götürsem de ona ibadet etseler?”

Bunun üzerine Maablılar, hemen ona Hübel denen bir put vermişlerdi. O bunu Mekke'ye harem’e getirip dikmiş, halka ona ibadet etmelerini ve tazim göstermelerini emretmişti.1 Tarihlerin kayıtlarına göre, böylece Mekke’ye kırmızı atikten insan şekilli ilk put girmiş oldu.

Cahiliyye devri insanları Hübel’i en büyük put görüyorlardı. Bir zaman da Kabe’nin içindeki kuyunun başına dikmişlerdi.2 Allah Rasûlunün dedesi Abdülmuttalib, Allah’a verdiği sözden dolayı on oğlundan birini kurban edeceği zaman Hübel’in huzurunda kura çekmiştir. Cahiliyye insanları bir işte tereddütte kaldıkları zaman Hübel önünde bulunan oklarla Hübel’e danışmış olurlar. Çekilen okun işaretine göre işlerini yaparlardı.

Hicretin 6.yılı Medine’de nazil olan Mâide süresinde “Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan hayvanlar, dikili taşlar üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı” buyrulur.3

Cahiliyye devri insanları, yolculuğa, baskına veya ticarete çıktığı zaman veya biri ile nikâhlanacağında, bir başka işi hususunda Hübel yanında bir kap içinde bulunan o okların yanına varır. O okları çekecek olana yüz dirhem verir ve okları çekmeye başlardı4 Bu oklar yedi taneydi. Ok çeken kimse hepsi birbirinin aynısı olan sadece üzerindeki yazılar farklılık gösteren oklardan birini çeker, cahiliyye insanı, sonucunun güzel olacağına inanarak, çıkan oka göre kararını verdi. Bu yedi oktan biri üzerinde “أمرنى ربي: Rabbim bana emretti” diğeri üzerinde نهانى ربي (Rabbim beni nehyetti), üçüncüsünde افعل yap, dördüncüsünde تفعل لا yapma, bir başkasında مُلسق(yapışık) diğeri de عقل (diye), yedincisinde غفل (üzerinde işaret olmayan) yazıyordu.1

Eğer ok üzerinde “Rabim bana emretti “ yazıyorsa o iş yapılır. Ok nehiy ifade ediyorsa yapılmaz, غفل çıkarsa tekrarlanır.

İslamiyet bir iş hususunda, gerekli kimselere danışıp karara varılamayan bir işte istihare dediğimiz çıkış yolunu göstermiştir. İstihare hayır kökünden alınan bir kelimedir. Allah’tan hayır istemek demektir. İnsan bir kul olarak kararında aciz kaldığı işte Allah’a başvurmaktadır. O’ndan hayırlısını ve daha güzelini istemektedir. İstihare yapmak için önce mendub olan iki rekât namaz kılınır. Arkasından “Allah’ım, senin bilginle hayır ne ise onu istiyorum, senin kudretin vesilesi ile güç istiyorum, senin büyük keremini diliyorum…” diye başlayan dua yapılır ve kalbe doğan şeye göre karar verilir.2

Burada da Cahiliyye insanı ile İslam insanının farkı anlaşılır. Biri, hiçbir şey bilmeyen, cansız, hatta kendisine bile faydadan aciz mabutlardan hayır isterken, Müslüman insan, her şeyi bile, bütün hayırlar elinde olan, her şeyi yaratan ve her şeye gücü yeten kâinat Halik’ından hayır dilemektedir. Ona teveccüh edip ona yalvarmakta, onun önünde secdeye varmaktadır.


2-Lât, Menât, Uzzâ, Zulhalasa, Fels


Necm süresi on dokuzuncu ayetinde, bir sanayi, ticaret ve tarım merkezi olan, Mekke’nin 120 km güneyinde Taif’te bulunan bir ilahtan söz edilir.3 Bu sanem Taif’te bulunan bir sanemdir. Dört köşe bir kayadır. Taiflilere göre putların en büyüğüdür ve özellikle Taiflilerin putudur. Taifliler bu put üzerine bir de bina yapmışlardır. Bir görüşe göre “el-Lât” adı Allah adından alınmıştır. Lât kelimesinin aslı Allah’tır. Kelimenin sonundaki “ه” kaldırılıp yerine “ت” konulmuş, böylece Lât adı ortaya çıkmıştır. Ona dişi adı koymaktan maksadın Allah’ın dünunda oluşunu belirttiği ifade edilir. Necm süresinde: “Gördünüz mü el-Lât ve el-Uzzâyı ve bir üçüncüsü olan Menâtı. Erkekler sizinde dişiler Allah’ın mı? Bu takdirde o ne insafsızca paylaştırma” buyrulur.1 Mekkelilerin erkek çocuklarını kendilerine nispet edip, kız çocuklarını Allah’a nispet ettikleri açıklanır. Putlar da birer dişi gibi düşünülüp Allah yanında, Allah’a yaklaşmak için bir melik’in yakınları şeklinde tasavvur ediyordu. Halbuki Ona böyle dişiler nispet etmek, dişiler ortak tutmak, ondan az altta ilah cinsinden dişilere inanmak çok insafsızca bir taksimdi.2

Daha sonraki ayet-i kerime de: “Bunla (bu putlar dişi adları) sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden, başka bir şey değildir. Allah onlara hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (müşrikler) zanna ve kendi heveslerine uyuyorlar. Halbuki rablerinden kendilerine bir yol gösterici gelmiştir.”3

el-Lât’ın sadinleri ve perdadarı Ben-i Mu’teb kabilesindendir. Rasûlullah (s.a.v.) Huneyn Savaşından sonra Mekke fethi sırasında Müslüman olan Muaviye (ra.)’ın babası Ebu Süfyan b. Harbla, hicretin beşinci yılından sonra Müslüman olan, arabın dört dahisinden biri olan Muğire b. Şu’be’yi Sakiflilerin el-Lât denen putlarını ve taptıklarını ortadan kaldırmak için Taif’e gönderdi. Onlar tapınağı ve Lât’ı ortadan kaldırıp yerine bir mescit yaptılar.4

Hübel'den sonra ikinci sırada gelen put ve tapınaktı. Kureyş’in ve ben-i Kinane'nin putu idi. Mekke doğusunda ve dışında Batn-ı Nahl denilen yerde bulunuyordu.

Bunların bakıcıları ve hacibleri Haşimilerin halifleri olan Beni Süleym Kabilesindendi. İbnu’l-Kelbi'nin Kitabu’l-Esnamında verdiği bilgilere bakılırsa, el-Uzzânın üzerinde bir bina yapmıştı. Orada ses duyuluyordu. Araplar ve Kureyşliler, “Abduluzzâ”(uzzânın kulu )diye adlarla anıyorlar, yanında kurbanlar kesiyorlardı.1 Uzzâ adi el-Aziz’in müennesidir.

Hicretin üçüncü yılında Uhud Savaşı sonunda Müslümanlar yenilince müşrik ordunun da başkomutanı savaşın sonunda Rasûlullah mağaraya sığınınca, atına binip gelen ve aşağıdan bağıran Ebu Süfyan: لنا العزى و لا عزى لكم: Bizim Uzamız var sizin yok!” diye bağırmıştı. Rasûlullah da kendi yerine Ebu Süfyan’a cevap veren Hz. Ömer’e: Allah bizim dostumuz sizin hiç mevlanız yoktur deyin” buyurmuştu.

Bir hadis-i şeriflerinde de: “Kim yemininde و اللات و العزى a yemin ederim derse لا إله إلا الله desin buyurarak onlara yemin etmeyi yasaklamıştır.2 Bu hadisten de anlaşıldığı gibi cahiliyyede Lâta, Menâta, Uzzâya yemin ediyorlardı.

Mekke'nin fethinden sonra Ramazan ayının bitimine beş gün kala, Hicretin 8. yılı başında Müslüman olan Halid b. Velid el-Uzzâyı yıkmak için, otuz atlıyla yola çıktı. Geldi onu yıkarken şöyle söylüyordu: يا عز كفرانك لا سبنك اني رايت قد اهانك “Ey uzza seni tenzih değil, ediyorum tezlil; Çünkü gördüm ki, Allah etmiş seni tahkir.3 Diyerek yıktı ve geri döndü. Rasûlullah (s.a.v.) yıkım sırasında bir şey görüp görmediğini sorunca “hayır” diye cevabı vermişti. Rasül-ü Ekrem (s.a.v.) onu tekrar geri gönderdi. Halid b. Velid kılıcını çekip tapınağa geldiğinde siyah, çıplak saçı başı dağınık bir kadın karşısında gördü. Halid b. Velid kılıcıyla ona hücum etti. Uzzânın bakıcısı da o sırada bağırıyordu. Halid b. Velid kendisini iki kılıç darbesiyle öldürdü. Sonra geri döndü. Olanları Rasûlullah’a anlatınca O “Evet o el-Uzzâdır. Artık ebediyen bu bölgenizde kendisine ibadet edilmeye ümidini kesmiştir” buyurdu.4


3-Kudeytteki Siyah Menât


Mekke ve Medine arasında deniz kıyısında Müşelşel Dağı yakınında Kudeyt adlı yerde bulunan bir tapınma yeri idi. Kitabu’l-Esnam’a göre en eskisi idi. İlahe siyah bir kayadan ibaretti ve Mukadderat ilahesi idi. Menât Medine’de yerleşik olan Evs ve Hazrec adlı iki kardeşten türeyen iki kabilenin ilahı idi1. Ayrıca Medineli olup onların inançlarını benimsemeyen diğer yesribliler de bu ilahı kendi ilahları görüyorlardı.2

Evs ve Hazrec kabileleri ona tazim edip büyükleyip etrafında kurban keserler, kendisine hediyeler sunarlardı. Evs ve Hazreçliler Hac yapıp onu ziyaret etmezlerse, haclarını tamam saymazlardı. Bütün Araplarda Menât için tazim yaparlardı. Şairler onu öven şiirler söylerlerdi.3

Bu putlara ve tapınaklara "Tağut" da denilmektedir. Tağut canlı cansız her şey olabilir. طغى, haddi aşmaktır. Sınırı ve takdir edilen ölçüyü aşmaktır. Denizin dalgalanması, selin vadide çok su getirmesi, yükselmek gibi manalara gelir. Bu sebepten her teaddi edene sınırı aşana, sapıklık yolunun başında yer alana Tağut denir.4 Daha çok sapıklık yolunun başında bulunan için tağuttur.

Menât adı, kader, ölüm veya ilah manasına olan “Mana”dan geliyordu. Mukadderat ilahesi olması adı ile irtibatlıdır. Yanına kurban kanları dökülmesi yahut gökten yağmur dökülmesine sebep olduğu için adının “Mana” fiilinden alındığı bize aktarılmıştır.


4-Mekke ile Yemen Arasındaki Taçlı Zulhalasa


Cahiliyye insanının tağutlarından söz edilirken Zulhalasa da alınır. Zulhalasa Mekke ile Yemen arasında, Mekke’ye yedi merhale uzaklıktaki Tebâlede bulunuyordu. Beyaz mermer taştan yontulmuştu. Üst ucuna bir taç şekli verilmişti. Zülhalasa’nın bakıcıları Bahile b. A’sara mensup Ümame oğullarındandı. Zulhalasa özellikle Ebu Hureyre’nin de mensubu bulunduğu Devsliler, Hasam kabilesi ve Becilelilerin tağutu idi. Hasam kabilesi, Mekke’den 120 km uzaklıktaki Taif’in güneyine düşüyordu.1

Rivayet edilir ki, meşhur muallaka şairlerinden İmru’l-Kays Esed oğulları kabilesi babasını öldürdüklerinde Zülhalasa’nın yanında bulunan üç ezlamla kısmetine baktırmış kendisine intikamdan vazgeçmesi yönünde işaret çıkınca, sanemi tahkir etmiş ona sabbedip taşlanmıştır. Aynı hadisenin benzeri bir başkası için anlatılır. Babası öldürülen kimse onun intikamını almayı çok isterken, Zülhalasa’nın önünde kısmet oklarından çektirince bu işe girmemesi yönünde bir işaret çıkmıştı. Bunun üzerine kızan adam: “Ey Zulhalasa! Senin baban benim gibi katledilip kabre konsaydı, asılsız, yalan söyleyerek düşmanları öldürmeyi nehyetmezdin” demiştir.2

Zulhalasa nasıl yıkılmıştı? Hicretin 8. yılında Mekke fethedildikten sonra, İslam daha da hızla yayılmaya başlamıştı. Hicretin onuncu yılında bir gün Rasûlullah Mescid-i Nebevi’de sahabelerle sohbet ediyordu. Bir ara kapıyı göstererek: “Yanınıza şu kapıdan, Yemenli hayırlı birisi gelecek, yüzünde Melik ve Melek alameti var.” Buyurdu. Ashab o kapıdan girecek kimseyi beklemeye başlamıştı. Evet İslam Yemenli Becile oğullarına ulaşmış Becileli Cerir b. Abdullah yanına yüz elli kişi alarak Medine’ye doğru yola çıkmıştı. Medine’ye girince yolculuk elbiselerini çıkarıp yenilerini giymişti. Az sonra temiz elbiseleri ile başkanı olduğu heyetin önünde Rasûlullah’ın haber verdiği kapıdan içeri girdi. Allah Rasûlü ashabı arasında oturmuş hala sohbet ediyordu. O kapıdan içeri girince herkes ona baktı. Haber verilen kişiyi ilk görüyorlardı. Fakat melek yüzlü kişi bu olmalıydı.

Cerir gidip topluluğa karıştı. Arkadaşları da kendini takip ettiler. Rasûlullah kendisine niçin geldiğini sorunca; “Huzurunuzda Müslüman olmak için ya Rasûlallah” diye cevap verdi. İslam üzerine biat edeceğini açıkladı. Allah Rasûlü da Allah’tan başka ilah olmadığına, kendisinin onun Rasûlü olduğuna, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet edeceğine, namazı kılıp oruç tutacağına, Müslümanlara yardımcı olacağına, Habeşli bir köle de olsa amirine itaat edeceğine ve müşriklerden ayrılacağına dair ondan biat istedi. O da:

“Onur” diye bunu kabul etti. Allah Rasûlü elini uzattı ve biat edip Müslüman oldular. Rasûlullah onlara Zülhalasayı hatırlattı: “Zulhalasa ne oldu?” dedi. Onlarda yerinde olduğunu söyleyince:

“Vallahi ondan da kurtulacağım” dedi ve ekledi: “Beni ondan kurtarır mısın?” dedi. Onlarda bunu kabul etti. Böylece yıkılmış oldu.1


5-Tay Kabilesinin Fels Tapınağı


Kuzey Arabistan’da Dumetu’l-Cendelin güneyinde Bekr ve Kays kabileleri arasında yaşayan Tay kabilesininde bir tağutu vardı.2 Tay kabilesinin yakınları olan Selma ve Ece dağlarında oturan insanlar da bu tağuta tapıyorlardı. İbnu’l Kelbi’nin naklettiğine göre Ece dağının orta kısmındaki zirvesinde kırmızı bir çıkıntı ve siyah bir sivrilik vardı. Bu siyah sivrilik insan heykeline benziyordu. Tay kabilesi buna tapıyordu. Ona hediyeler sunuyor kurbanlarını burada kesiyorlardı. Atire, Cahiliyye devrinde ilahlara kesilen kurbanlardır. Sürülen av veya insanlardan kim ona sığınırsa rızası için bırakılırdı.3

Necid’de bulunan Tay kabilesinin tapınağı Fels tağutu hicretin dokuzuncu yılında Tebük seferinden önce tertiplenen bir seriyye ile yıkılmak istenmiştir. Ensardan, yüzü develi ellisi atlı yüzeli kişilik askeri birlikle Fels tapınağını ortadan kaldırmak la vazifelendirilen Hz. Ali (ra) siyah bir sancak ve beyaz bir bayrakla yola çıkmıştı. Bir şafak vakti Hatem-i Tai, mahallesine saldırdılar, Fels tapınağını da yaktılar. Birçok esir, ganimet gümüş ele geçirdiler. Esirler içinde Seffane bint-i Hatem-i Tai de vardı. Bu cömertliği ile meşhur Hatem-i Tai’nin kızıydı. Seffane Medine’ye gelince Rasûlullah ona ihsanda bulundu ve o Müslüman oldu. Kardeşi Adiy b. Hatem’inde Müslüman olmasına sebep oldu.1


6-Bekr ve Tağlib Oğullarının Zül- Kaabâtı


Tay kabilesinin kuzeyinde, Übuulle’nin batısında, Basra körfezinin başlangıcının yakınlarında, Kuzey Arabistan da Irakta oturan Bekr kabilesinin ve hemen onlarla birlikte olan Tağlib kabilesinin tağutu idi. Kûfe’nin gür ağalığının alt tarafında oturan İyadlılar da ona tapıyorlardı.2 Şair bir şiirinde Sindad’da olan Zül-Kaabât’tan şöyle söz eder. “Havarnak, Sedir, Barık hem Sindad’da binası (beyti) Zül-Kaabât arasında”.3

Bu şiirde de Zül-Kaabât denen tapınağın yeri ve dört köşeli beyti olduğu belirtilmektedir. Havarnak, Sedir ve Barık birer yer adıdır. Hire Melîki Numan Havarnak’ta bir köşkte yaptırmıştı.


7-Kişiler Nasıl İlahlaştırılıyor?


Buhari'de geçen Ata’nın (h.115) Abdullah b. Abbas’tan naklettiğine göre bu adlar Nuh kavminden dindar (salih) kimselerin isimleri idi. Onlar ölünce şeytan kavimlerine vesvese vererek oturup toplandıkları yerlere ensablara onların adlarını vermeyi fısıldadı. Onlar şeytanın telkini ile böyle düşündüler. Ve diktikleri taşlara onların adlarını verdiler. Fakat bu taşlara tapmıyorlardı. İlk nesilden sonra gelenler onların bildiklerini bilmedikleri için, yorumları farklılaştı. O dikili taşlara farklı yaklaştılar, tapmaya başladılar. Tabiin tefsircilerinden İkrime, Dahhak, Katade aynı şekilde rivayette bulunurlar. Bunlar sahabeleri görüp bildiklerini onlardan öğrenmiş kimselerdir.4 Bizce tapınakların doğuşu ile ilgili fikirleri ve açıklamaları bu noktadan önemlidir.

Nakledilen bu açıklama ışığında insanların nasıl putlaştırıldıklarına şahit olmaktayız. Hatta bu kimseler dindar insanlar olsa bile adına ensab, evsan dikilen kimseler, zamanla toplumda insanüstü görünmeye, tabulaştırılmaya başlanabilmektedir.

Abdullah b. Abbas’tan gelen bir başka nakle göre bunlar Nuh zamanında tapılan sanemler, ilahlardır. Büyük müfessir Taberi(310/922)’ye göre Yauk, Yaguz ve Nesr, Âdem’le Nuh arasında geçen dindar kimselerdir. Onlar kendilerine uyan dindar, ayrı ayrı toplulukların reisleriydiler. Kendileri ölünce sürekli kendileriyle beraber olanlar bunların şekillerini yapsak da hatırladığımız zaman daha şevkli ibadet etsek diye düşündüler. Onların suretlerini yaptılar. Bu ilk nesil ölünce arkalarından gelen nesiller onlara ibadet etmeye, onlardan yağmur dilemeye başladılar.1

İster resimlerini yapmakla, ister onların adını yüksek taşlara dikmekle, ister kendilerini temsil eden insan şekilli putlar yapmakla olsun, Nuh suresinde geçen bu kimselerin birer insan oldukları, dindar oldukları, fakat zamanla kendilerine ilah ve Tağut olarak tapınmaya başlandığı anlaşılmaktadır. İlk çağ tarihi Yunan ve Roma Medeniyeti de toplumda büyük tanınan insanların zamanla putlaştırıldıklarının misallerini verir. Hatta insanlar kendilerinden fayda gördükleri işe yarar buldukları bazı hayvanları da ilahlaştırmışlardır.

Putlara saygı gösteren bu insanlar kendilerinden sonra gelen nesilleri de bu hale alıştırıp onların da sapıtmasına sebep olmuşlardır. Onları da yoldan çıkarmışlardır. Bu değerlendirmelerden sonra bizim anlamakta zaman zaman güçlük çekebildiğimiz bir husus ortaya çıkıyor ki; Tağutlara alışmış toplumların onları bırakıvermesi, bir çırpıda terk etmesi mümkün değildir. Hz. Nuh’un ve diğer peygamberlerin sürekli mücadele ettikleri ilk çağlarda başlayan çarpık cahiliyye zihniyeti ve onunla mücadele kolay değildir.

Fakat değişik yaklaşımla ifade edelim ki, uluhiyeti onun fonksiyonlarını Allah’tan başkalarına pay edenler, Allah’ın, uluhiyetin fonksiyonlarını ondan başkalarına dağıtanlar cahiliyye zihniyeti taşıyorlardı.

“Allah’tan daha adaletli ve güzel hüküm verenler vardır” iddiası ve bu manaya galebeden hayat anlayışı “Çürümüş kemikler nasıl dirilecek?” meydan okuması, Dehre, sebeplere ilahlık verilmesi, Allah’a insanilik yakıştırması, meleklerin dişi kabul edilmesi, cinlere sığınılması, manevi yükseliş ve insani olgunluğun Allah’a kulluk dışında; şöhrette, gösterişte, kibirde, zenginlikte, insanlar içindeki itibarda aranması cömertliğin günah sahalarda kendini göstermesi, insanları, bazı eşyayı veya gayr-ı İslamiliği farklı görünümlerde putlaştırma Allah’ın dışındaki yaratıkların ilahlaştırılması ile onları gerçek ilah gibi algılama, bunlarla Allah arasında bir tercih söz konusu olunca Allah’tan başkalarını, onların isteklerini, emirlerini, sultalarını, buyurganlıklarını, Allah’tan önde görme tutumu hep cahiliye niteliklerindendir. Zaten hangi kıvamda olursa olsun şirk cahiliyedir.

Cahiliye alternatif olan İslam ve onu benimseyen Müslümanlar bu zihniyetin en tehlikeli hasımlarıdırlar. İslamilikle cahiliyyenin çatışması ve her alanda rekabeti devam edecektir.



Yüklə 457,16 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin