2. AHİRETE ÎMAN
a. Ahîret Günü Ve Ahirete Îman
Ahiret sözü, arabçada son ve sonra olan, son gün anlamında bir kelime olup, bu dünyanın sonuna, bu dünyadan başka ölümle başlayan yeni ve sonsuz hayata denilir.
Istılahta ise ahiret günü îsrâfîl (a.s.) in Allanın emriyle, kıyametin kopması için Sûr adı verilen bir boruya ilk defa üflemesinden ikinci defa üflemesine (nefh) ve ondan sonra cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmesine kadar geçecek olan zamana veya sûra ikinci defa üfürüşten başlayıp, sonsuz olarak sürüp gidecek olan zamana denir. Bu tarife göre ahiret günü, kıymet, sûra üfü'rülme, insanların yeniden dirütilmeleri, herkese dünyada işlediklerinin yazılı olduğu amel defterlerinin verilmesi, amellerin tartılması, bu dünyadaki işlerinden dolayı herkesin hesaba çekilmesi, şefaat, sırat, cennet ve cehennem... gibi hususları ihtiva etmektedir.
Ahiret gününe iman, îslâmın iman esaslarından olup, genellikle Kur'anda, Allaha imanla yan yana zikredilmiştir. Kitâb-ı Mübînde, ahirete imanın farz olduğunu gösteren pekçok âyet vardır. Bunlardan bir kaçını zikredelim:
“Fakat gerçek iyi amel (birr), Aîlaha, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman edenlerin iyi amelidir.” 557
“Allaha ve ahiret gününe iman edip salih (iyi ve güzel) amel işleyenlerin Rableri katında büyük ecirleri vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.” 558
“O kimseler ki, sana indirilene de senden önce indirilenlere de iman ederler. Onlar ahirete de kesin bîr şekilde inanırlar.” 559
Ahirete inanmayan kimse, Kur'an âyetlerini inkâr ettiği için kâfir olur. Bu konuda Kur'anda şöyle buyurulur:
“Kim Allahı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkâr ederek kafir olursa, mutlaka haktan çok uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” 560
Ahiret ve ahiretteki durumlar, ğayba ait konu lar olduğu için, insan aklı ve pozitif bilimlerle açıklanamaz. Bu konuda da tek bilgi elde etme vasıtamız vahiydir. Kur'an-ı Kerimde ve hadis-i şeriflerde ne haber verilmişse onunla yetiniriz. Bunun ötesinde aklî bir yoruma gitmeyiz. Ancak şunu da hatırdan uzak tutmamak gerekir ki, ahiretteki durumlar dünadakine uzaktan yakından benzemez. Aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur. Meslâ “İsrafil (a.s.) Sûru üfürecek, insanların tartılacak, herkesin deften ortaya çıkacak” dedîğ'miz zaman, hatırımıza dünyada bildiğimiz bir boru, olur terazi, kağıttan bir defter gelmemelidir. Onların gerdek şeklini, mahiyetini ancak Allah bilir, biz bilemeyiz. Biz onların var olduklarına inanır, mahiyeti konusunda bir yorum yapmayız.
İslâm dini ahiret inancına büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kur'an'ı Kerimde ahiret gününden bahsetmeyen hemen hemen hiçbir sure yoktur. Üstelik Kur'an-ı Kerim ahiret fikrini, zihinlere, bazen apaçık delillerle bazen de misaller vermek suretiyle nakşetmiştir. Kur'an baştan sona inceleyen kimse ahiret için verilmiş pek çok adla karşılaşır. Meselâ, Yevmül'-ba's (yeniden diriliş günü), Yevmü'l- kıyâme (kıyamet günü), Saat (kıyamet), Yevmü'd-dîn (din ve ceza günü), Yevmü'l-hisâb (hesap günü), Yevmü't-telâk (kavuşma günü), Yevmü'l-hulüd (ebedilik günü), Dûru'l-ahiret (ahiret yurdu), Yevmü'l-hasret (hasret ve pişmanlık günü), Yevmü'1-feth (fetih günü), Yevmü'1-Cem' ve't-teğâbün (Toplama ve aldanma günü, hakiki kâr ve zarar günü), Yevmü'l-hurûc (çıkış günü), Yevmü't-tenâd (bağrışıp çağrışma günü) gibi. 561
Ahirete inanmak, ilâhi adaletin bir neticesidir. Bu dünyada herkes, işlediği suçun cezasını çekmemekte, bir takım haksızlıklar meydana gelmektedir. Fakat âhirette durum böyle olmayacaktır. Açık ve gizli herşey orada anlaşılacağından, Allah kötüleri azab ile cezalandıracak, iyilere de mükafat olarak cenneti verecektir. Böylece adaleti gerçekleştirmiş olacaktır. Kur'anda şöyle buyurulmaktadır:
“Allaha karşı gelmekten sakınanlara, Rableri katında nimet cennetleri vardır. Kendilerini Allaha vermiş olanları hiç suçlular gibi tutarmıyız? Ne oluyorsunuz? Ne biçim hükmediyorsunuz? Yoksa okuduğunuz bir kitabınız mı var? Seçtikleriniz herhalde orada olacaktır. Yoksa aleyhimizde, kıyamet gününe kadar sürüp gidecek ahidlerinîz mi var ki, kendilerinize hükmettikleriniz sizin olacaktır?” 562
“Yoksa kötülükleri kazananlar, kendilerini, iman edip te iyi amellerde bulunanlar gibi mi yapacağız, dirim ve ölümleri bir mi olacak sandılar? Hükmedegeldikleri bu şey ne fena. Allah gökleri ve yeri hakkın yerine getirilmesine sebep olarak ve herkesin kazandığı ne ise kendilerine asla haksızlık edilmeyerek onunla kargılık verilmesi için yaratmıştır.” 563
Her iki âyetten de anlaşılacağı gibi iyilerle kötüleri bir tutmak ilâhî adalete uygun değildir. Allahın adaleti ve hikmeti bu iki grup arasını ayırdetmeyi gerektirir.
Bu' dünya bir imtihan yeridir, ahiretin tarlasıdır. Bu dünyada ne ekilirse ahirette o biç ilecektir. Dünyada iyi işler yapanlar ahirette güzel karşılıklar; kötülükleri işleyenler azab göreceklerdir. Bu konuda Kur'anda pek gok ayet vardır. İnsan boşuna yaratılmamıştır. Yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yeryüzünde Allahın halifesi olmak, ancak O'na kulluk yapmak için yaratılmıştır. Öyleyse bu görevleri yerine getirmekle mükelleftir:
“Sizi ancak boş yere yarattığımızı ve sizin bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? Mülk ancak kendi hakkı olan Allah (böyle abes ve boş şeylerden) çok yücedir.” 564
İnsan aklı ahiret hayatını imkânsız görmez, aksine caiz ve mümkin görür. Ayet ve hadisler ise, bu hayatın muhakkak olacağını kesin olarak bize haber verince, ona inanmak her müslümana farz olmaktadır:
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor? O (döl yatağına) dökülen meniden bir damla su değil miydi? Sonra o meni bir kan pıhtısı olmuş, derken Allah onu insan biçimine koyup yaratmış, (uzuvlarını) düzenlemiştir. Hülasa ondan erkek ve dişi iki sınıf çıkarmıştır. (Bütün bunları yapan Allah) ölüleri tekrar diriltmeye kadir değil midir?”565.
Tarihin derinliklerinden günümüze doğru bir göz attığımızda, insanda bir ebedilik duygusunun var olduğunu görürüz. Ayrıca “kişi sadece bu hayat ve bu kısa süre için yaratılmamıştır” şeklinde insan fıtratını kaplayan gizli vicdan ve şuur; insanın bu dünyada vatanından ayrı kalmış bir garip yolcu veya esas yurduna dönmek isteyen bir misafir olduğu duygusu bizi bir ebedî alem fikrine götürmektedir. Kur'an, “Hayat ancak bu, dünyadakidir, ölürüz ve yaşarız, tekrar diriltilmeyiz” 566 diyenleri “inkarcı ve ahireti yalanlayan” kişiler olarak kabul etmiş 567 ve şu karşılığı vermiştir:
“(Onlar) 'hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler' derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur. Sadece böyle sanırlar. Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, delilleri yalnızca: 'doğru sözlü iseniz babalarımızı getirin bakalım' demek olur. De ki: 'sizi Allah diriltir, sonra öldürür, sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde toplar. Ama insanların çoğu bilmezler. Göklerin ve yerin hükümranlığı Allahındır. Kıyamet kopacağı gün işte o gün, batıl sözlere uymuş olanlar hüsranda kalırlar” 568
b. Ahîret Hayatının Devreleri 1- Kabir (Berzah) Hayatı
İki türlü kıyamet vardır. Bunlardan biri İsrafil (a.s.) in Sûra üfürmesi ile kopacak olan kıyamettir ki buna büyük kıyamet denir. Diğeri ise küçük kıyamet olup, ölümdür. İşte ölüm ile başlayıp, ahiret hayatının ikinci devresi olan “ölümden sonra tekrar diriltilme-ba's) anına kadar devam eden devreye kabir hayatı veya berzah adı verilir. Her insan, ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın, veya yırtıcı bir hayvan yahut kuş karnında bulunsun, yahut ta yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir (berzah) hayatını geçirecek ve kıyamet günü diriltilecektir. Genellikle insanlar ölünce kabre konulduklarından, bu gibi durumlarda, da kabir hayatı ifadesi kullanılmaktadır. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekîr adında iki melek kendisine gelerek, “Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir?...” diye sorular sorarlar. İman ve salih amel sahipleri bu sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da cehennem kapıları açılır, oradaki azab kendilerine gösterilir. Kâfirler ve münafıklar kabirde azab görecekler, müminler ise nimetler içinde, sıkıntısız yaşayacaklardır. Kabirde nimet ve azabın varlığını gösteren bir takım âyet ve hadisler vardır.
a) Bir âyet-i kerimede, “Firavun ve adamları sabah akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki: 'Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun.” 569 buyurulur. O halde kıyamet kopmadan önce de, yani kabirde de azab görülmesi söz konusudur.
b) “Allah iman edenlere bu dünya hayatında da, ahirette de o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder.” 570 âyetinin kabir azabı hakkında nazil olduğu peygamberimizden rivayet edilmiştir. 571
c) “Onlar: 'Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır? derler.” 572 âyetinin de kabir azabına delâlet ettiği bildirilmiştir. Zira âyetteki birinci ölüm, dünya hayatının sonu; ikinci öldürme, kabirdeki birinci diriltmeyi takip eden ölüm, ikinci diriltme de ba's diye tefsir edilmiştir. 573
d) Peygamber Efendimiz bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı ufak şeylerden dolayı azab çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Rasulullah yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashab niye böyle yaptığını sorduklarında; “Bu iki dal kurumadığı müddetçe, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur.” 574 cevabını verdi.
e) Peygamber efendimiz bir başka hadislerinde “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” 575 buyurmuştur.
f) Allah elçisi bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur:
“Ölü mezara konulunca, birine Münker diğerine Nekîr adı verilen siyâh-mavi iki melek gelir. Ona derler ki: 'Şu Muhammed (a.s.) denilen zathakkında ne dersin?' O da şöyle cevap verir: 'O Allahın kulu ve rasulüdür. Ben şahitlik ederim ki Allahtan başka tanrı yoktur. Muhammed onun kulu ve elçisidir.' Bunun üzerine melekler, 'biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik' derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye 'yat ve uyu derler. O da 'aileme gidin de durumu haber verin' der. Melekler ona 'zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et' derler. Eğer ölü münafık olursa, meleklere şöyle der: 'Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum.' Melekler ona 'böyle diyeceğini zaten biliyorduk' derler. Daha sonra yere 'bu adamı alabildiğine sıkıştır' diye seslenilir. Yer de başlar adamı cendere gibi sıkıştırmaya... O kadar ki kemikleri hurdahaş olur. Mahşer oluncaya kadar mezarda böyle işkence görür.” 576
2- Kıyamet Ve Kıyamet Alametleri (Eşrâtü's-Sâat)
Kıyamet kelimesi lûgatta, kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek manalarına gelir. Istılahta ise kıyametin iki manası vardır. îlki kâinatın düzeninin bozulması ve her şeyin altüst edilerek yok olmasıdır. İkincisi yok olan ve ölen şeylerin yeniden diriltilerek ayağa kalkması, kıyamet gününde doğrularak ayaklanması ve mahşere'doğru yönelmesidir. Bu durumda kıyamet, genel bir yok oluşu ve genel bir dirilişi kapsamaktadır. Kıyametin kopması aklın imkansız görmeyeceği bir hadisedir. Çünkü kâinatın yegane sahibi olan Allah Taâlâ, kâinatı idare eden düzeni geri çekince, gök cisimleri yörüngelerinden çıkarak birbirlerine çarpacaklar, kâinat bir toz bulutu haline gelerek canlı hiç bir şey kalmayacaktır. Bütün bunlar olurken ortalığı büyük bir gürültü kaplayacaktır:
Aklın caiz ve mümkin gördüğü kıyametin muhakkak meydana geleceğini Kur' an âyetleri ortaya koymaktadır:
“Ey insanlar Rabbiniz (in azabın)dan sakının. Çünkü o saat (kıyamet) in zelzelesi büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün emzikli (her kadın kendi başının derdiyle) emzirdiğini unutup geçer. Yüklü her (gebe kadın) yükünü (çocuğunu) düşürür. İnsanları sarhoş olmuş gibi görürsün. Halbuki onlar sarhoş değildirler. Fakat Allanın azabı pek çetindir.” 577
“O gün gök, erimiş maden gibi olacak. Dağlar atılmış yün gibi olacak, kimse dostunu sormayacak.” 578
“Gök yarıldığı zaman, yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman, denizler fışkırtıldığı zaman, kabirler alt üst edildiği zaman, herkes önündeki ve arkasındaki şeyleri bilecektir.” 579
“(İnsan) 'kıyamet günü de ne zamanmış' diye sorar. Gözler (dehşetten) kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ve ay birleşip (karardığı) zaman. İşte o gün insan 'kaçacak yer neresi' diyecek. Hayır, o gün kaçılmayacak, sığınacak hiçbir yer olmayacak. O gün herkesin varıp karar kılacağı yer ancak Rabbinizin huzurudur.” 580
Kur'an-ı Kerimde, kıyamet günü için, es-Sâat, el-Vâkıa (kat'î olarak vukua gelecek olan), et-Tâmmetü'l-kübrâ (büyük felâket, büyük belâ), el-Hâkka (gerçek olan), el-Gâşiye (şiddetiyle birdenbire halkı saran), el-Kâria (çarpacak belâ).,, gibi isimler verilmiştir. 581
Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Bu konuda ne Hz. Peygamber, ne ona vahiy getiren Cebrail, ne de Sûra üfürmekle görevli İsrafil bu bilgiye sahip değildir. Allah Taâlâ kıyametin kapacağı zamanı ancak kendisinin bildiğini çeşitli âyetlerde bildirmiştir:
“O kıyametin bilgisi şüphesiz Allah’ın katındadır.” 582
“O saatin ilmi ancak O'na (Allaha) havale edilir.” 583
“Kıyametin ne zaman kopacağını sana sorarlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz. Göklere de yere de (onu bilmek) ağır basmıştır. (Gökler ve yerler bu bilgiye ulaşma gücüne sahip değildirler). O, size ansızın geliverir.' Tam manasıyla biliyormuşsun gibi sana (tekrar) onu sorarlar. Yine de ki: 'Onun ilmi ancak Allah batındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” 584
Cibril hadisi diye bilinen hadiste Cebrail (a.s.), imân, islâm ve ihsan mefhumlarının tarifini, Rasulullaha sorduktan sonra, kıyametin ne zaman kopacağını da sormuş, ondan şu cevabı almıştır:
“Bu meselede kendisine soru sorulan sorandan daha bilgili değildir.” 585
Müslüman için önemli olan, kıyametin ne zaman kopacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başlayacak olan ebedî hayata gerektiği şekilde hazırlanabilmektir.
Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek mümkin değilse de, Hz. Peygamber bazı hadisleriyle, onun yaklaştığını gösteren alâmetlerden bizi haberdar etmiştir. Bir âyet-i kerimede kıyamet alâmetleri ile ilgili olarak şöyle buyurulur:
“Hâlâ onlar o saatten (kıyametten) ve onun kendilerine ansızın geleceğinden başkasını mı bekliyorlar? İşte onun alâmetleri gelmiştir. Öyleyse bu onlara geldiği vakit düşünüp ibret almaları kendilerine ne fayda verecek?” 586
Alimler kıyamet alâmetlerini küçük ve büyük alâmetler olmak üzere ikiye ayırmışlardır. 587
a) Küçük Alâmetler:
Büyük alâmetlere göre, kıyametin kopma zamanına daha uzak olarak, insanların hür iradeleriyle gerçekleşen olaylardır. Halbuki büyük alâmetlerde durum bunun aksinedir. Büyük alâmetler kıyametin kopmasına daha yakın meydana gelecek, bunların meydana gelişinde genellikle insanların iradelerinin bir rolü bulunmayacaktır. Peygamber efendimizin hadislerine dayanarak kıyametin küçük alâmetlerini şöyle sıralayabiliriz:
i) Peygamber efendimizin gönderilmesi ve peygamberliğin onunla sona ermesi. Rasûl-i Ekrem bir hadislerinde, “Kıyamet günü ile ben şöyle gönderildim.” buyurmuş ve şehadet parmağı ile yanındaki orta parmağını işaret etmişlerdir. 588
ii) İlmin kalkıp, bilgisizliğin artması, şarap içme ve zina fiillerinin açıkça yapılması. 589
iii) Kadın nüfusunun erkeklere göre çoğalması. 590
iv) Yüksek yüksek binaların yapılması, ehliyetsiz insanların söz sahibi olması. 591
v) Adam öldürme olaylarının artması. 592
vi) Davaları bir olan iki İslâm ordusunun birbiriyle çarpışması. 593
vii) Her biri, kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu iddia eden otuz civarında yalancı Deccâlin ( ortaya çıkması). 594
viii) Dünya malının bollaşması, zekât verecek fakirin bulunmaması. 595
b) Büyük Alâmetler:
Peygamber efendimiz bir hadislerinde, “Kıyametten önce on alâmet görmediğiniz sürece dünyanın sonu gelmez.” 596 buyurmuş ve bu alâmetleri şu şekilde saymıştır:
(i) Duman (veya ateş),
(ii) Deccâl,
(iii) Dâbbetü'1-arz,
(iv) Güneşin batıdan doğuşu,
(v), Ye'cûc ve Me'cûc,
(vi) Meryem oğlu İsa'nın İnişi,
(vii), (viii), (ix), Doğuda, batıda ve arap yarımadasında yer batması,
x) İnsanları önüne katıp mahşer yerine sürecek olan bir ateşin Yemenden çıkması.
i) Duman (Duhân): "Müminleri nezleye tutulmuş gibi bir hale getiren ve kâfirleri sarhoş gibi yapan bir dumanın çıkışı ye bütün yeryüzünü kaplaması.
ii) Deccâl: Bu isimde bir şahıs çıkacak ve tanrılık davasında bulunacak,-istidrâc adı verilen bazı olağanüstü şeyler gösterecektir. Deccâl, Hz. İsâ tarafından öldürülecektir. Hz. Peygamber ve diğer peygamberler ümmetlerini Deccâlin fitne ve azgınlığına karşı uyarmışlardır. Peygamber efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, o peygamber ümmetini Deccâlden korkutmuş olmasın. Şüphe yokki Deccâl aranızda çıkacaktır. Onun durumundan hiçbir şey size gizli kalmayacaktır. Zira Rabbinizin tek gözünün kör olmadığı ve Deccâlin sağ gözünün kör ve sanki fırlamış gibi olduğu size gizli kalmayacaktır.” 597
iii) Dâbbetü'1-arz; Bu isimde bir canlının çıkmasıdır. Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır:
“O söz (ün manası yani kıyamet tehdidi) kendilerinin aleyhin be meydana geldiği zaman, yerden bunlar için bir dâbbe (canlı) çıkarırız ki, onlara, insanların âyetlerimize kesin bir kanaat beslemez olduklarını (başlarına kakarak) söyler.” 598 Peygamberimiz de bir hadislerinde, Dâbbetü'l-arzın, yanında Hz. Mûsânın asası ve Hz. Süleyman’ın mührü olduğu halde ortaya çıkacağını, asa il müminin yüzünü parlatıp, mühür ile kâfirin burnunu kıracağını, etraftaki insanların toplanıp onlara, 'işte şu kafir, işte şu mümin' diye söyleneceklerini haber vermiştir.599
iv) Güneşin batıdan doğması:
Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
“İlk çıkacak kıyamet alâmeti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine Dâbbenin çıkmasıdır. Bu ikisinden hangisi arkadaşından önce çıkarsa, öteki de hemen onun izinde olacaktır.” 600
“Güneş batı tarafından doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğup, insanlar bu olayı görünce toptan iman edecekler, fakat bu önceden iman etmemiş olan veya imanında hayır ve üstünlük kazanmayan kimselerin imanlarının kendilerine fayda vermediği zamandır.” 601
v) Ye'cûc ve Me'cûc: Bu isimde iki kabilenin yeryüzüne dağılarak bir süre yeryüzünde bozgunculuk yapmaları, kıyametin bir başka alâmetidir. Kur'an-ı Kerimde bu iki kabile hakkında iki âyet vardır:
“Onlar 'ey Zülkarneyn, Ye'cûc ve Me'cûc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar. Bizimle onlar arasında bir sed çekmek için sana bir vergi verelim mi?' derler.” 602
“Ye'cûc ve Me'cûcün şeddi yıkıldığı zaman, her dere ve tepeden boşanırlar. Gerçek va'd yaklaştığında inkâr edenlerin gözleri beleriverir, 'vah bize, bundan önce gaflet içindeydik, hem de zalimdik derler.” 603
vi) Hz. İsânın gökten inişi: Bazı hadislere göre, Hz. İsa kıyametin kopmasına yakın inecek, insanlar arasında adaletle hükmedip, Hz. Peygamberin şeriatıyla amel edecek, Allah’ın takdir ettiği bir süre yeryüzünde kalacak, Deccâli öldürecek sonra ölecektir. Biz bu konuda Peygamberimizin hadislerinden ikisini vermekle yetinelim: “Hayatım elinde olan Allaha yemin ederim ki, yakında Meryem oğlu İsâ aranızda âdil bir hakem olarak inecektir. O, haçı kırarak domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, bu şekilde mal çoğalacak, kimse mal kabul etmez olacaktır. Hatta bir secde dünya ve dünyadaki şeylerden daha hayırlı olacaktır.” 604
“Deccâl ümmetim arasında çıkacak ve kırk (zaman) kalacaktır. (Rasulullah’ın kırk gün mü, kırk ay mı, kırk sene mi dediğini ravî bilmemektedir). Derken Allah Meryem oğlu İsâyı gönderecektir. O, Deccâli arayıp yok edecektir. Sonra insanlar yedi sene duracak, iki kişi arasında düşmanlık olmayacaktır. Sonra Allah Şam tarafından soğuk bir rüzgar gönderecek ve yeryüzünde kalbinde zerre kadar hayır yahut iman bulunan hiçbir kimse kalmayacak,, hepsinin ruhunu kabzedecek (alacak) tir. Hatta biriniz bir dağın içine girmiş bile olsa, rüzgar da üzerine girerek ruhunu alacaktır. Bunun üzerine insanların kötüleri kuş hafifliğinde ve yırtıcı hayvan yaratılışında kalacaklar, ne bir iyilik tanıyacaklar, ne de bir kötülüğü menedecekler. Şeytan kendilerine görünerek.'bana icabet etmiyor musunuz?' diyecek, onlar da 'Bize ne emredersin?' cevabını vereceklerdir. Şeytan da onlara, putlara tapmayı emredecektir. Onlar bu halde, rızıkları bol, yaşayışları güzel devam ederken sonra sûra üfürülecektir...” 605
(vii, viii, ix) Yer batması: Biri doğuda, biri batıda, diğeri de arap yarımadasında olmak üzere üç yerin batması.
x) Hicaz (veya Yemen) taraflarından büyük bir ateş çıkacak ve her tarafı aydınlatacaktır. 606
Kıyametin kötü insanlar ve kâfirler üzerine kopacağını Hz. Peygamber çeşitli hadislerinde bildirmişlerdir. Bu hadislere göre, kıyamet kopmadan önce müminlerin ruhu alınacak ve onların ahirete göçmeleri sağlanacaktır. 607 Peygamber efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kendileri hayatta bulunup ta, kıyametin koptuğu zamana erişen kimseler insanların kötülerindendir.” 608
3- Sür Ve Sûra Üfürülüş:
Sûr, lûgatta, boru, üfürülünce ses çıkaran boynuz, ve seslenmek manalarına gelir. Istılahta ise, kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların mahşer yerine toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için İsrafil (a.s.) tarafından üfürülen bir borudur. Peygamberimiz bir hadislerinde, Sûrun kendisine üflenen bir boru olduğunu haber vermiştir. 609 Fakat bu borunun mahiyeti bizce bilinmemektedir. Sûr da -diğer ahiret hallerinde olduğu gibi- dünyadaki borulara benzetilemez. Bizim Sûr hakkında bildiğimiz, kendisine üfürüldüğünde kıyametin kopacağı ve insanların tekrar diriltileceğidir. Kur'an âyetlerinden anlaşıldığına göre İsrâfîl (a.s.) Sûra iki defa üfürecektir. İlkinde, Allah’ın diledikleri hariç, yerde ve göklerde olan herşey dehşetinden sarsılacak, (Nefha-i feza') ve herşey yıkılıp ölecek ve kıyamet kopacaktır (Nefha-i saik):
“Sûra üfürüleceği gün, Allah’ın diledikleri hariç, artık göklerde kim var yerde kim varsa hepsi dehşetle korkmuştur.” 610
“Sûra bir defa üfürülünce, yerler, dağlar yerlerinden oynayıp birbirine çarparak darmadağın olunca, işte o gün olur. (kıyamet kopar). Gök yarılır da o gün kuvvetten düşer.” 611
İsrâfilin sûra ikinci defa üfürmesiyle insanlar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere rablerine doğru koşacaklardır (nefha-i kıyam):
“Sûra üfürülmüştür. Bir de görürsün ki onlar, kabirlerinden kalkıp, rablerine doğru koşup gidiyorlar.” 612 Şu âyet-i kerime ise her iki nefhayı (üfürülüşü) ihtiva etmektedir:
“Sûra üflenince, Allahm dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sûra bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.” 613
İsrâfîlîn sûra iki defa üfürmesi arasında geçecek zaman kesin olarak bilinmemektedir. Ebû Hureyre (öl. 59/679) den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz:
“Sûra iki defa üfürülme olayı arasında kırk (zaman) vardır.” buyurmuşlardır. Orada bulunanlar, hadisi nakleden “Ebû Hureyre'ye
“Ey Ebû Hureyre, kırk gün mü diye sormuş-Bilmiyorum, cevabını almışlardır. Bunun üzere.
“Kırk ay mı? demişler,
“Bilmiyorum, karşılığını vermiş,
“Kırk yıl mı demişler,
“Bilmiyorum, cevabım vermiştir. 614
a) Ba's
Kıyametin kopmasından sonra, Sûra ikinci defa üfürülme ile bütün canlı yaratıklar hesab için tekrar diriltilecekler dir. Tekrar diriliş, Ehl-i sünnet inancına göre, hem beden hem de rûh ile olacaktır. Buna göre Allah Taâlâ, öldükten ve çürüdükten sonra dünyadaki insan- bedenine ait aslî parçaları bir araya getirecek ve ruhu buna iade edecektir. Bu konuda bir âyette şöyle denilmiştir:
“Âyetlerimizi inkâr ile kâfir olanlar (var ya) onları muhakkakki ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tadıp durmaları için, onları başka derilerle yenileyip değiştireceğim. Şüphesiz ki Allah mutlak galiptir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.” 615 Âyet tekrar dirilişte ruhun yanında beden unsurunun da söz konusu olacağını bildirmektedir.
Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra tekrar diriltilişi inkâr edenlere karşı, yeniden dirilmenin aklen mümkün bir şey olduğunu ve muhakkak meydana geleceğini şu şekillerde ortaya koyar. (i) Yeniden diriltmeyi ilk yaratmaya kıyaslamış, birinci yaratılışla ikinci yaratılışa istidlal etmiştir:
“O (Übeyy b. Halef), kendi yaratılışını unutarak bize bir misâl getirdi. 'Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş' dedi. De ki: 'Onları ilk defa yaratan diriltecek. O her yaratmayı hakkıyla bilendir” 616
“Ey insanlar, eğer öldükten sonra tekrar dirilme konusunda şüphede iseniz (ilk yaratılışınızı düşününüz). Muhakkak biz sizi topraktan sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yar atmış izdir. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarrız, sonra sizi çocuk olarak çıkartırız. Böylece yetişip erginlik çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez olur.” 617
(ii) Zor bir şeyi yaratan kolay bir şeyi elbette yaratır. Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Buna göre gökleri ve yeri yaratıp, onları direksiz tutan Allah, insanı öldükten sonra tekrar diriltmeye daha çok kadirdir:
“Gökleri ve yeri yaratan (Allah) onlar gibisini yaratmağa gücü yetmez mi? Elbette buna gücü yeter. O her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.” 618
“Hâlâ görüp anlamadılar mi ki, hem gökleri hem de yeri yaratmış ve onları yaratmakta yorulmamış olan Allah, ölüleri diriltmeğe muhakkak kadirdir. Evet, O şüphesiz ki her şeye kadirdir.” 619
Ayrıca insanın ilk yaratılışı, ikinci yaratılışına göre daha zordur. İnsânı ilkin yaratmağa kadir olan Allah onu ikinci defa tekrar yaratmağa daha kadirdir:
“O, ilkin mahluku yaratıp sonra onu ("öldürdükten ve tekrar dirilttikten sonra) iade edecek olandır ki, bu O'na göre (birinciden) pek daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O'nundur.” 620
“Biz, ilk yaratılışta aciz mi gösterdik (ki tekrar diriltmekten aciz olalım.) Hayır, onlar bu yeni yaratılıştan şüphe içindedirler.” 621
(iii) Ölü bir durumda ulan yeri canlandıran insanı da diriltebilir:
“... Sen yeryüzünü ölü ve kupkuru görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman o harekete gelir, kabarır, her güzel çiftten nice bitki bitirir. Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah Hakkın ta kendisidir. Hakikat ölüleri O diriltiyor. O şüphesiz her şeye hakkıyla kadirdir. O saat elbette gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Muhakkak ki Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır.” 622
(iv) Bir şeyi zıddına çeviren, onu benzerine çevirebilir. Meselâ suyun bol miktarda bulunduğu yeşil ağaçtan ateşin çıkması adeta imkânsız iken, ateşi yeşil ağaçtan çıkaran Allah, insanı tekrar yaratabilir. 623
“O Allah ki, size yeşil ağaçtan bir- ateş yaptı da, şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan (Allah) onlar gibisini yaratmaya gücü yetmez mi? Elbette buna gücü yeter. O herşeyi yaratandır, her şeyi bilendir.” 624
b) Haşr Ve Mahşer
Haşr, lûgatta toplanmak, bir araya gelmek demektir. Istılahta ise, Allah Taâlânın insanları hesaba çekmek üzere, ikinci dirilişten sonra bir araya toplaması demektir. İnsanların toplandıkları yere mahşer veya arasât denilir. Kur'an-ı Kerimde haşr hakkında pekçok âyet vardır.
“O gün onlar gözleri dönüp kararmış bir halde, öteye beriye yayılmış çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar, davet edene koşarlar ve kâfirler 'bu ne çetin gün' derler.” 625
“O gün müttakî (Allahtan sakınan) kulları çok esirgeyici (Allanın) huzuruna elciler olarak toplayacağız.” 626
“O gün (Allah) hepsini bir araya toplayacak. Sanki onlar gündüzün bir saatından başka (bîr müddet) eğlenmemişlerdir...” 627
“O gün herkes kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğlundan kaçar. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi) vardır. O gün yüzler vardır, parıl parıl parlayıcıdır, gülücüdür, sevinicidir: O gün yüzler de vardır, üzerlerini toz toprak (bürümüştür). Onu (da) bir karanlık ve siyahlık kaplayacaktır. İşte bunlar kâfirlerdir, facirler (günahkârlar) dir.” 628
Peygamber Efendimiz hadislerinde insanların yalınayak, ilk yaratılışları gibi sünnetsiz ve çıplak bir vaziyette haşrolunacaklarını haber vermiş, 629 her kulun, öldüğü hâl üzere diriltileceğini 630 yani hayır üzere ölmüşse sevindirici hal üzere, şer üzere ölmüşse çirkin bir şekilde diriîtileceğini bildirmiştir.
Rasulullah bir hadislerinde de insanların sınıflar halinde haşrolunacağını söylemiştir:
“İnsanlar kıyamet günü üç sınıf olarak haşrolunacaklardır: yaya sınıfı, atlı sınıfı, ve yüzleri üzerine, sürünen sınıf.” Bunun üzerine
“Ey Allanın râsulü, yüzleri üzerine nasıl yürüyeceklerdir?” diye soruldu. Buyurdu ki: “Onları ayakları üzerinde yürüten Allah, yüzleri üzerinde yürütmeye de kadirdir.” 631
c)- Defterlerin Dağıtılması
İnsanlar, hesaplarının görülmesi için toplandıktan sonra kendilerine dünyada iken yaptıkları iğlerin yazılı bulunduğu amel defterleri dağıtılır. Bu defterlerin mahiyeti bizce bilinmemektedir. Onlar dünyadaki defterlere benzemez. Kur'an-ı Kerim, Kirâman Kâtibin adı verilen melekler tarafından doldurulan bu defterler hakkında bize şu bilgileri verir:
“Herkesin (dünyadaki) amelini kendi boynuna dıladık. Kıyamet günü onun için bir' kitap (defter) çıkaracağız ki, neşredilmiş olarak kendisine kavuşacak (ve şöyle çatacak): 'Oku kitabını, bugün sana karşı, iyi hesab görücü olarak kendi nefsin yeter.” 632
“Kitap (meydana) konmuştur. Görürsün ki, günahkârlar onun içinde (yazılı) olanlardan korkudadırlar. 'Eyvah bize' derler. 'Bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiç bir şey bırakmayıp onları saymış.' Onlar (bütün) işlediklerini hazır bulurlar. Rabbın hiç bir kimseye haksızlı ketmez.” 633
Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan veya arkadan verilir. Defteri sağdan verilenlere ashâb-ı yemin, soldan'veya arkadan verilenlere ashâb-ı şimal adı verilir. Defterin sağdan verilmesi bir müjde, soldan- verilmesi ise azabın bir habercisidir.
“Ey insan, hakikat sen rabbine (kavuşuncaya) kadar durmayıp didineceksin. Nihayet O'na ulaşacaksın. O vakit kitabı sağ eline verilen kimseye ge-'ince, o kolayca-bir hesab ile muhasebe edilecektir. Cennetteki) ailesine de sevinçli dönecektir. Ama kitabı arkasından verilen kimse, yok olmayı isteyecek o şiddetli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) adamları iğinde bir şımarıktı. Çünkü o, gerçekten yır (o, rabbine dönecekti.) Çünkü Kabbi onu çok iyi görendi.” 634
d) Hesap.
Allah Taâlâ kemâl sıfatlarıyla muttasiftır. Adalet ve hikmet onun kemal sıfatlarındandır. O yaratıklarına zulmetmeyen âdil-i mutlaktır, neyi, niçin ve ne şekilde yapacağını en iyi bilen gerçek bir alîm ve hikmet sahibidir. İtaatkâr ile günahkârı, müminle kâfiri, iyi ile kötüyü eşit tutmamak onun adaletinin ve hikmetinin bir gereğidir. Çünkü bu zıt şeylerı bir ve eşit tutmak, zulüm ve serinliktir. Cenâb-ı hak ise bu tip, noksanlıklardan münezzehtir. İşte Allah Taâlâ, adalet ve hikmetinin bir neticesi olarak, insanları ahirette hesaba çeker, onların amellerini değerlendirir:
“Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri biz boşuna yaratmadık. Bu, o küfredenlerin zannıdır. ' Bu yüzden küfredenlere ateşten helak vardır. Yoksa biz iman edip te güzel' güzel amel edenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut Allahtan korkanları, doğru yoldan sapanlar gibi mi sayacağız?” 635
“Göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından elbette daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler. Kör olanla gören, iman edip te iyi amellerde bulananlarla kötülük yapan bir olmaz. Ne az düşünüyorsunuz? O saat (kıyamet) mutlaka gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Ancak insanların çoğu buna inanmazlar” 636
İnsanlar, amel defterlerini aldıktan sonra Allah Taâlâ kendilerini hesaba çeker. Peygamber Efendimiz, o gün insanlara şu beş şeyin sorulacağını haber vermiştir:
i) Ömrünü nerede tükettiğinden,
ii) Gençliğini nasıl geçirdiğinden,
iii) Malını nerede kazandığından,
iv) Malını nereye harcadığından,
v) Bildiklerini uygulayıp uygulamadığından. 637
Hesap ve sorgulama sırasında amel defterlerinden başka, insanın organları ve yer yüzü de kişinin yaptığı işlere şahitlik edeceklerdir. Bu konuda Kur' an-ı Kerimde şöyle buyurulur;
“O gün Allanın düşmanları, işte onlar toplu halde ateşe sürüleceklerdir. Nihayet oraya geldikleri zaman onlar ne yapıyor idiyseler, kulakları, gözleri, derileri kendilerinin aleyhinde şahitlik edeceklerdir. Derilerine şöyle derler: 'Bizim aleyhimize niye şahitlik ettiniz?' Onlar da derler ki: 'Bizi her şeyi söyleten Allah söyletti.' Sizi ilk defa o yaratmıştır. Yine ancak O'na döndürülüyorsunuz. Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şahitlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız. Hatta Allah, yapmakta olduklarınızın bir çoğunu bilmez sandınız. Rabbimize karşı beslediğiniz şu zannımız. (yok mu?), işte sizi o helak etti. Bu yüzden hüsrana düşenlerden oldunuz.” 638
“Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahitlik ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır. O gün Allah onlara kesinleşmiş olan cezalarını verecektir. Allanın apaçık hak olduğunu bileceklerdir.” 639
Peygamber Efendimiz bir gün, “O gün yer bütün haberlerini anlatacaktır” 640 âyetini okumuş, sonra
Yerin haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz? diye sormuştur. Ashab ta.
Allah ve elçisi en iyi bilendir, cevabını vermiş, bunun üzerine Rasulullah,
“Yerin haberleri, her kul ve ümmetin üzerinde yaptığı işlere şahitlik etmesi, şu gün şunu yaptt, bugün bunu yaptı' demesidir.” buyurmuşlardır.641
Hesap sırasında asla adaletsizlik yapılmayacak, zerre miktarı hayır işleyen mükafatını, kötülük işleyen de cezasını görecektir. 642
Peygamberimiz, kıyamette, Allah Taâlâ’nın bütün insanları herhangi bir aracı olmaksızın bizzat kendisinin hesaba çekeceğini haber vermiştir. 643 Yine Peygamber Efendimizin hadislerinden anlaşıldığına göre, müminler kolayca hesaba çekilecek, Allah Taâlâ onlara rahmet ve şefkatini indirecektir. Kâfirler ise ince bir hesaba çekilecek ve sonunda ateşe atılacaklardır. 644
e) Mizan
Lûgatta, terazi anlamına gelen mîzân, ahirette hesaptan sonra herkesin amellerini tartmaya mahsus ilâhî adalet ölçüsüdür. Mahiyyeti ve içyüzü bizce bilinememektedir. Dünyadaki ölçü aletlerinin hiçbirine benzemez. Tartıda iyilikleri kötülüklerinden ağır gelenler kurtuluşa erecek, hafif gelenler ise cehenneme gideceklerdir. Cehenneme gidenlerden mümin olanlar, işledikleri suçun karşılığı olan azabı çektikten sonra cehennemden çıkarılıp, cennete girdirileceklerdir. Mîzân hakkında Kur'an-ı Kerimde şöyle. Duyurulur;
“Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa getiririz (mîzâna koyarız.) Hesap görücüler olarak ta biz yeteriz.” 645
“Artık kimin (sevap) tartıları ağır gelirse onlar korktuklarından emin, umduklarına erişenlerin ta kendileridir. Kimin de tartıları hafif gelirse, onlar kendilerine yazık edenlerdir. Onlar cehennemde ebedî kalıcılardır.” 646
f) Havz
Her peygamberin kıyamet günü bir havuzu olacaktır. Bu havuzdan o peygamberin kendisi ve ümmeti içeceklerdir. Kıyamet günü peygamberimizin de bir havuzu olacaktır. O, kendi havuzu hakkında şöyle buyurmuştur:
“Ben kevser) havuzuna sizin ilk erişeniniz olacağım. Bana uğrayan kimse ondan içer. Ondan içen de asla susamaz. Bir takım topluluklar bana gelecekler ki ben onları tanırım, onlar beni tanırlar. Sonra benimle onlar arasına girilir (onlara engel olunur.) ben 'onlar benim ashabımdır' derim. Bana 'onların senden sonra neler icad ettiklerini sen bilmiyorsun' denilir. Bunun üzerine ben de 'benden sonra dinini değiştirenler (havuzdan) uzak olsunlar uzak olsunlar' derim.” 647
“Benim havzımın bir kenarı bir aylık yoldur (havzım çok geniştir). Suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha güzel, kadehleri de gökteki yıldızlardan daha çoktur. Ondan bir kere içen bir daha ebediyen susamaz.” 648
g) Sırat
Sırat, cehennemin üzerine uzatılmış bîr yoldur. Herkes buradan geçecektir:
“Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere, hepiniz oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu rabbinin üzerine kat'î olarak aldığı (kaza ettiği) bir şeydir. Sonra takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri ise orada diz üstü düşmüş bir halde bırakacağız.” 649
Müminler yaptıkları amellerine göre, kimi süratli, kimi daha yavaş olarak bu köprüyü (yolu) geçecek, kâfirler ve günahkârlar ise, ayağı sürçerek cehenneme düzeceklerdir. 650 Sıratın nasıl bir şey olduğuna dair sahih hadislere rastlamak mümkün değildir. Biz “Onun mahiyyetini ancak Allah bilir” demekle yetiniriz. Peygamberimiz sırat hakkında şöyle buyurmuşlardır:
“Cehennemin üzerine sırat kurulacak, ondan ilk geçen ben ve ümmetim olacaktır. O gün peygamberlerden başka konuşan bulunmayacak. O gün peygamberlerin duası da 'Allahım selâmet ver selâmet' şeklinde olacaktır/Cehennemde sa'dân dikeni (hurma dikeni veya dikenli bir bitki) gibi mahmuzlar olacaktır. Ancak şu kadar var ki, onların büyüklüğünü, ölçüsünü ancak Allah bilecektir. İnsanlar (iyi) amelleri sayesinde oradan süratle geçeceklerdir.” 651
h) Şefaat
Ahiret gününde bütün' peygamberlerin Allahın izniyle şefaat etmeleri haktır ve gerçektir. Şefaat demek, günahı olan müminlerin günahlarının affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerle Allah yanında dereceleri yüksek olanların Allaha yalvarmaları, dua etmeleri, bağışlanmalarını istemeleri demektir.
O gün peygamberler ve Allanın sevdiği has kulları Allahın izniyle, Allahın'şefaat olunmasına'rıza gösterdiği kimseler için şefaat, ederler. Buna göre şefaat günahkâr müminler için olacaktır. Allahın izni olmadan bir kimsenin şefaat etmesi veya Allah’ın razı olmadığı birine şefaatta bulunulması söz konusu değildir. Zira bu konuda şöyle buyurulmuştur:
“Hiç bir şefaatçi yoktur ki, O'nun izni olmadan şefaat edebilsin.” 652
“O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kimmiş?” 653
“Bunlar O'nun (Allah’ın) rızasına ermiş olandan başka kimseye şefaat etmezler.” 654
Allah Taâlâ ise, ilâhî adaletinin gereği olarak, afva hak kazanan kullarının şefaat olunmasına razı olabilir.
Kâfir ve münafık olanlar için şefaat söz konusu değildir:
“Onlara (kâfirlere) şefaatçıların şefaati fayda vermez.” 655
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde ümmetinin günahkârlarına şefaat edeceğini haber vermiştir:
“Şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” 656 O bir başka hadiste de şöyle demiştir:
“Her peygamberin kendine has, kabul olunan bir duası vardır, ve onunla dua edegelmişlerdir. Fakat ben duamı ahirette ümmetime şefat etmek için saklıyorum.” 657.
Peygamberimizin bir de umumî ve kapsamlı bir şefaati olacaktır. Mahşerde bütün yaratıklar ıztırap ve heyecan içinde bulundukları bir sırada bunların hesaplarının bir an evvel görülmesi için şefaat edecek olan, Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) dir. İşte buna Şefâat-i uzmâ (büyük şefaat) adı verilir. Peygamberimizin bu büyük şefaati Kur'anda makâm-ı mahmûd (övülen makam) adıyla anılır:
“Gecenin bir kısmında da uyanıp, sırf sana mahsûs fazla (bir ibadet) olmak üzere onunla (Kur'anla) gece namazı kıl. Ümîd edilir ki Rabbin seni bir makâm-ı mahmûda gönderecektir” 658
Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde bu tip şefaattan bahsederler:
“Kıyamet gününde güne (insanlara) o kadar yaklaşır ki, hatta (sıcağın tesiriyle) dökülen ter, insanın (boyuna yükselir de) kulak ortasına erişir. İşte insanlar bu acıklı durumda bulundukları sırada, Âdem (a.s.) den şefaat dilerler. O 'ben bu yardıma sahip değilim' der. Sonra Mûsâ (a.s.) dan yardım isterler. O da aynı şeyi söyler. Sonra Muhammed (a.s.) ten şefaat dilerler. O da şefaat eder. Sonra halk arasında hükmü yerine getirmek için ilerler, hatta cennet kapısının halkasını tutar. İşte o gün Allah Taâlâ elçisine övülen makamı (makâm-ı mahmûdu-şefaati) ihsan eder. Mahşer halkının hepsi de Muhammed (s.a.v.) hamdederler.” Rasûl-i Ekrem bir başka hadislerinde de:
“Kıyamet günü olunca ben peygamberlerin imamı, hatibi ve, onların şefaatlarının sahibi olurum. Ama bunda övünülecek bir şey yoktur.” 659 buyurmuştur.
Müslümanlara düşen görev, şefaata güvenip dinin gereklerini terketmek değil, şefaata lâyık olmak için gayret sarf edip çalışmaktır. Onun için peygamberimiz kızı Fâtıma (öl. 11/632) ya şu tavsiyeyi yapmıştır:
“Ey Fâtıma (Allah için) çalış. Muhakkakki ben Allanın azabından bir parçasını bile senden def edemem.” 660
i) Cehennem
Cehennem, ahirette kâfir, müşrik' ve münafıkların sürekli kalacakları azab yeridir. Günahkâr müminler de günahları ölçüsünde orada cezalandırılırlar. Kur'an-ı Kerimde cehennem için çeşitli adlar kullanılmıgtır. Bunlar: Nâr (ateş), Hâviye (düşenlerin çoğunun geri dönemediği uçurum),. Sair (çılgın ateş ve alev), Lezâ (dumansız ve katıksız alev), Sakar (ateş), Hutame (obur ve kızgın ateş) tir. 661 Cehennemlikler, cehenneme vardıklarında, cehennem onlara konak gibi büyük kıvılcımlar saçar 662 uzaktan gözüktüğünde onun kaynaması ve uğultusunu işitirler 663 Cehenneme girenler orada uzun sütunlar arasındav her yönden o ateşle kapatılmışlardır. 664 Cehennem inkarcılar için bir zindandır 665. O, ateşten örtü ve yataklarıyla 666 cehenne taraftan kuşatan 667 yüzleri dağlayan ve yakan 668 deriyi soyup kavuran 669 yüreklere, çöken 670 kızgın ateş dolu bir çukurdur. 671
Cehennemin yakıtı insanlarla taştır 672. O kendisine atılanlardan bıkmayacak, hatta hiç. boş yer kalmamacasına “daha var mı?” diyecektir 673. Cehennemlikler, elleri boyunlarına bağlı olarak dar bir yerden atılırlar 674 boyunlarında halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suya sürülür sonra ateşte yakılırlar 675, ateşten elbiseler giyerler 676. İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar 677, derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için bir başka deri ile değiştirilir 678. Cehennemliklerin yiyeceği, cehennemin dibinde çıkan ve tomurcukları şeytan başı gibi olan 679 zakkum ağacıdır. İnkarcılar bu ağaçtan yiyip karınlarını doyurduktan sonra, onun üzerine susamış develerin suya saldırışları gibi kaynar su 680 ve irin 681 içeceklerdir. Orada ne bir serinlik ne de içilecek güzel bir şeyler bulacaklardır 682 Başlarına dökülen kaynar su ile karınlarındakiler ve derileri eritilecek, bu azabtan ne zaman Çıkmak isteseler, her defasında geri çevrileceklerdir 683. Susuzluktan yanan cehennemlikler, cenriettekilere “suyünuzdan veya Allanın size verdiği rızıktan bize gönderin” diye seslenecekler, cennetlikler de onlara “Allah (istediğiniz) her iki şeyi de kafirlere haram kıldı” derler. 684
Allah cehenneme ebediyen giren inkarcılara rahmet etmez 685 onlar Allahı görmeten de mahrum kalırlar. 686
Cehennem azabı kâfirleri her taraftan kuşatacak ve onlar orada ebedî kalacaklardır. Günahkâr müminler ise cehennemde ebedî kalmazlar.687
j) Cennet
Lûgatta, bahçe, bitki ve ağaçlarla örtülü yer anlamına gelen cennet, müminlerin içinde ebedî olarak kalacakları, çeşitli nimetlerle bezenmiş olan ahiret yurdudur. Cennetteki hayat sonsuzdur. Kur'an-ı Kerimde cennet için çeşitli isimler kullanılmıştır: Cennetü'l-Me'vâ (şehidlerin ve müminlerin barınağı ye konağı olan cennet), Cennetü Adn (ikamet ve ebedilik cenneti), Dâru'l-hulûd (ebedilik yurdu), el-Firdevs (her şeyi ihtiva eden cennet bahçesi), Dâru's-selârn (selâmet yurdu), Dâru'l-mukâme (ebedî durulacak yer), Cennâtü'n-naîm (nimetlerle dolu cennetler), el-Makâmül-emîn (güvenilir makam). 688
Cennetin genişliği göklerle yer kadardır 689. Burası ne yakıcı sıcağın ne de dondurucu soğuğun görülmeyeceği bir yerdir 690. Cennette temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır 691, suyu zencefille kokulandırılmış Selsebîl (tatlı su) pınarı 692, içinde misk kokusu bırakan bir içecek 693 te vardır. Cennette türlü meyveler, hurmalıklar nar "ağaçları 694 bağlap 695 dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış, muz ağaçları 696, çeşit çeşit kuş etleri 697 bulunur. Cennetliklere cennet meyvelerinden birisi ne zaman kendilerine verilse, her defasında “bu evvelce rızıklandığımız şeydi” derler 698.
Cennet ehlinin elbiseleri ince ve kalın halis ipek (atlas) tendir 699, süsleri altındandır 700, meskenleri güzeldir 701. Cennettekilere hizmet etmek için ölümsüz gençler dolaşır, onlar -güzelliklerinden dolayı- saçılmış birer inci sanılırlar 702. Bunlar altın kadeh ve tepsileri dolaştırırlar, cennetliklerin canlarınin istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey orada bulunacaktır 703. Cennettekilere, altlarından ırmaklar akan, üst üste bina edilmiş köşkler vardır704. Cennet ehlinin hem kendileri, hem do eşleri cennetin gölgelerinde tahtları üzerine kurulup yaslanırlar (Yâsîn 36/56), Cennette, defteri sağdan verilenler için ceylân gözlü, bakire, eşlerine düşkün ve hepsi bir yaşta (Vakıa ,56/35-38), göğüsleri tomurcuklanmış (Nebe' 78/33) hanımlar bulunacaktır. Bu iri gözlü hanımlar el değmemiş, Örtülü yumurta gibi, bakışlarını da yalnız erkeklerine çevirmişlerdir (Sâf-fât 37/48-49).
Allah Taâlâ cennet ehlinin kaîblerinden kini söküp atar. Onlar kardeşler halinde, karşı karşıya tahtları üzerinde otururlar. Orada bunlara hiçbir yorgunluk ve zahmet te değmez. Onlar cennetten de çıkarılacak değillerdir (Hıcr 15/47-48) Cennet içeceği başağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan çıkar (Sâf-fât 37/45-47). Bu içildiği zaman sarhoş etmediği gibi, ne baş dönmesi yapar (Vakıa 56/19), ne günah işlemeye iter ne de saçmalatır (Tür 52/23). Cennette boş ve yalan söz de işitilmez (Nebe' 78/35).
Dünya nimetlerinin hiçbirine benzemeyen cennet nimetleri, insan akıl ve hayalinin tasavvur edemeyeceği bir güzelliktedir. Peygamber Efendimiz; bir hadislerinde şöyle- demişlerdir: “(Cenâb-ı Hak buyuruyor ki): 'Salih kullarım için ben, Cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım.” 705 Hadisi rivayet eden Ebû Hureyre (öl. 59/679)
“İsterseniz 'artık onlar için işlediklerine bir mükâfat olarak gözlerin aydın olacağı (nimetlerden) kendilerine neler gizlenmiş bulunduğunu kimse bilmez,” 706 âyetini okuyunuz” demiştir.
Cennetteki nimetlerin en büyüğü Allahın rızasını kazanmak ve Allahın cemâlini müşahede etmektir
“Allahın rızasını kazanmak ise (bütün cennet nimetlerinden) daha büyüktür. İşte bu en büyük kazanç (ve saadet)tir.” 707
“O gün Rablerine bakan terütaze (ışık saçan) yüzler vardır.” 708
k) Ru'yetullâh (Allahın Gözlerle Görülmesi) Ahîrette
Ehl-i sünnete göre ahirette, müminlerin Allah Taâlâyı görmeleri aklen caiz naklen yaciptir. İnsan düşüncesi peşin hükümlerden ve dış çevrenin etkilerinden arınarak kendi başına kalsa, aksine bir hüküm bulunmadığı, müddetçe Allahın ahirette görülmesinin imkansız olduğuna hükmetmez. Nakil (âyet ve hadis) ise Allahın ahirette görüleceğini isbat etmektedir. Allah Taâlânın ahirette nasıl görüleceği bilinemez, akılla idrak edilemez. Bu sebeple sünnî kelâmcılar “O, bir mekânda, bir cihette olmadan, karşı karşıya olma (mukabele) bulunmadan, ışınlar göze gelmeden (ittisâl-i şuâ'), ve görenle Allah taâlâ arasında bir mesafe mevcut olmaksızın görülür” demişler, onu görme hadisesinde, bu dünyada varlıkların görülebilmesi için gerekli olan şartların gerekmediğini ileri sürmüşlerdir. Ehl-i sünnet ahirette Allahın görülmesi konusunda şu delilleri ileri sürer:
(i) Kur'an-ı Kerimdeki “O gün Rablerine bakan ter-ü taze (ışık saçan) yüzler vardır.”709 mealindeki âyet, müminlerin kıyamet gününde cennette iken Rablerini göreceklerini göstermektedir.
(ii) “İyi iş ve güzel amel işleyenlere daha güzel kargılık ve bir de ziyade (Allah'ı görmek) vardır” 710 âyeti kerimesindeki ziyâde-fazlalıktan maksat peygamber, efendimizin de dediği gibi Allahı görmektir. Rasûl-i Ekrem şunları anlatır:
“Cennetlikler cennete girdiği zaman Allah Taâlâ 'daha da vermemi istediğiniz bir şey var mı?” buyurur. Onlar 'sen yüzümüzü ağarmadın mı? Bizi'cennete koyup ateşten kurtarmadın mı? Daha ne isteyelim?" derler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak perdeyi kaldırır, cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha hoş gelecek hiçbir şey verilmiş olmaz.”711 Peygamber efendimiz daha sonra sözlerine devam ederek, zikredilen 712 âyeti okumuştur.
iii) Bu konuda bir başka delil de Mûsâ (a.s.)' in Allah Taâlâdan onu görmesini taleb etmesidir. Allah Taâlâ bu isteği şöyle haber veriyor:
“Rabbim bana görün ki seni göreyim” 713. Mûsâ (a.s.), yüce Allah’ı hakkıyla biliyor, onu yaratıklara benzetmekten tenzih ediyordu. Bununla beraber o Allahın görülebileceğine inanmış ve kendisine görünmesini taleb etmişti. Allahın görülmes nuhâl görmek Hz. Mûsânın bilemediği ilâhî sıfatları bildiğini iddia etmektir. Zira vahye mazhar bir peygamberin Allahın sıfatlarını bilmemesi düşünülemez.
iv) Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Muhakkakki sîz şu ayı görüşünüz gibi, Rabbımzı da göreceksiniz. Onu görmekte haksızlığa uğramayacak, izdihama düşmeyeceksiniz.” 714
v) Sünnî kelâmcıların çoğunluğu bu konuda vücûd delili denilen bir delili de dikkate alarak Allahın görüleceğini söylerler. Bu delile göre, bir şeyin görülebilmesinin illeti var olması (vücûd) dır. Allah Taâlâ var olduğuna göre O'nun da görülmesi haktır. Yalnız İmam Mâtürîdî (öl. 333/944) vücûd delilini kabul etmez, bu konuda nakil ile yetinir. Allah Taâlâ’nın ahirette, görüleceğini, bu görmenin mahiyetini bizim kavrayamayacağımızı söyler. 715
Mutezile ve 'Cehmiyye mezhebi ise, Allah yaratıklara benzetilmiş oluyor düşüncesiyle, O'nun ahirette görülmesini kabul etmez. Bu konuda “Gözler O'nu idrak edemez. Fakat O gözleri... idrak eder.” 716 âyeti ile, Mûsâ (a.s.)'ın talebine karşılık Allahın “Beni asla göremeyeceksin” 717 cevabını delil olarak ileri sürerler. Halbuki ehl-i sünnete göre, birinci âyet, Allahın görülmesini (ru' yeti) değil, idrâki nefyetmektedir. Yani Allahın hiçbir zaman idrâk ve ihata edilemeyeceğini bildirmektedir. İkinci âyetteki “len terânî”, ibaresindeki “len” edatı ebedilik değil te'kîd ifade ettiğinden, Mûsâ (a.s.) in bu dünyada iken Allahı göremeyeceğini ortaya koymakta, Ahirette görmesini imkânsız kılmamaktadır. 718
c. Rüh Meselesi
İnsan maddî bedenle ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Ruh meselesi, eski ve yeni felsefede olduğu gibi, İslâm alimleri arasında da ihtilâfa sebep olmuş, ruhun varlığını kabul eden İslâm alimleri, onun mahiyyeti, beden ile münasebeti vb. konularda farklı kanaatlere sahip olmuşlardır.
Biz müslümanlar ruhun var olduğuna inanırız. Çünkü Kur'an âyetleri ruhun varlığını isbat etmekte, onun, rabbimizin emrinden ibaret olduğu, ölümden sonra başka bir aleme iltihak edeceği bildirilmektedir. Bu sebeple ruhun varlığına inanmak gerekir. Ancak ruhun mahiyyeti, maddî olup olmaması gibi konular inanç yönüyle fer'î meselelerdendir, zarûrât-ı diniyyeden değildir., Onun için ruh hakkında nasıl inanılırsa inanılsın, tevhide zıt bir inanç hasıl olmaz.
Kur'an âyetleri incelenecek olursa, ruh kelimesinin Kur'an’da üç manada kullanıldığı görülür.
1- Cebrail (a.s.) in adı olarak geçmektedir. 719
2- Rûh bazen de vahiy manasında kullanılmıştır. 720
3- Canlılarda hayat kaynağı olan kuvvet"manasına da kullanılmıştır 721.
Bizim burada sözünü ettiğimiz rûh, bu manadadır.
Kur'an âyetlerinin yanında ruhun varlığını, gösteren başka deliller, de vardır.
1- İnsan yalnız maddî bedenden ve şu gördüğümüz organlardan ibaret değildir. Çünkü bunlar daima zayıflar, kuvvetlenir, başkalaşmaya uğrar, değişir. Halbuki insan şahsiyeti bu tip arızalardan korunmuştur. Bugün gördüğümüz bir şahsın hakikati ne ise, bundan otuz kırk sene sonra da odur. Hatta bedeninden bazı parçaları kaybetse bile durum böyledir. Bu durumda maddî bedenden başka bir şeyin varlığı ortaya çıkıyor ki o da ruhtur.
2- Ruhun varlığına ahlâkî sorumluluğumuz da delildir. Eğer ruh mevcut olmasaydı, ahlâkî sorumluluk düşünülemezdi. Beden daima değişmekte olduğundan, geçmişte bir suç işlemiş olan şahsın bedenî varlığı sonradan tamamen değişmiş olacağından artık ona ceza vermek adalete aykırı olurdu. Halbuki o suçu işleyen şahıs daima aynı şahıs sayılarak sonradan hakkında tertib edilen cezanın adalete aykırı olduğunu hiç kimse söylememiştir. Bu da bize bedenden başka ruh diye bir varlığın mevcudiyetini gösterir.
3- İnsandaki irade, ihtiyar ve şuur, kendisinin bir maddî bedenden ibaret olmadığına şahittir. Zira beden bizatihi harekete müsait değildir ve şuurdan mahrumdur. Halbuki insan bir hareket ve ihtiyara sahiptir, kendi zatına ve diğer şeylere dair şuuru vardır. Şüphe yokki bütün bu haller, bedenden başka olan ruhun eserleridir.
4- İnsanlar bedenen zayıftırlar ve hayat sahibi pekçok yaratıktan daha aşağı derecededirler. Bununla beraber insan, zekâya, fıtrî ve sınaî kabiliyete maliktir. Ortaya- çıkardığı ilmî ve sınaî eserler, insanın kabiliyetini isbat eder. Îşte insandaki bu özellik, kendilerinde bulunan bir manevî kuvvetten, ruh denilen şeydenileri gelmektedir.
5- Sıhhatli bir insan farzedelim; bir dakika önce hayatta iken, bir dakika sonra"ölüyor. Bir dakika önce hayatta olan insanla bir dakika sonra ölen, aynı insan arasında organlar ve beden yapısı yönün den ne fark vardır? Halbuki insan az önce sağken bir dakika sonra ölmüştür. Demekki insanda hayat kaynağı olan ve ruh denilen bir kuvvet, bir cevher vardır ki, onun bedenden ayrılmasıyla ölüm olayı meydana gelmektedir.722
Ruhun mahiyyeti:
Ruhun' mahiyyeti ve bunun insan, aklınca kavranmasının mümkün olup olmadığı konusu ihtilaflıdır.
Selef, ruhun ilâhî bir sır olduğu ve mahiyetinin insan aklınca kavranamayacağı kanaatındadır. Zira, Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Ey Muhammed) Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar. De ki: 'Ruh rabbimin emrindedir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir. 723
Halefiyye (ve müteahhirine) göre ise, anılan âyet, ruhun tamamen idrak olunamayacağına delâlet etmez. Belki ruhun mahiyyetinin bir dereceye kadar ve kısmen insanlar tarafından anlaşılabileceğini gösterir. “Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir ifadesi de buna işaret eder. Buna göre -selef dışındaki- islâm alimlerince ileri sürülen ruh ve mahiyeti hakkındaki görüşlerin en meşhurları şunlardır.
1- İnsan ruhu mücerred bir cevherdir, cisim değildir, cismânî değildir, mütehayyiz (yer işgal eden) değildir ve binefsihî kâimdir. Ne bedene bitişik ne de bedenden ayrıdır. İmam Gazzâlî (öl. 505/ 1111), Râğıb İsfahani (öl. 502/1108, Şîadan Şeyh Müfîd (öl. 413/1022) ve İslâm filozoflarının görüşü böyledir.
2- Rûh bedene girmiş latîf bir cisimdir. Çözülme ve değişme kabul etmez, ayrılmaz ve parçalanmaz. Tıpkı gül suyunun güle sirayet edişi gibi ruh ta bedene sirayet ve nüfuz eder. Böylece hayat meydana gelir. Bu latîf cismin bedenden ayrılmasıyla da ölüm olayı vücuda gelir. Nazzâm (öl. 231/ 845), Cüveynî (öl. 478/1085), Fahruddin Râzî (öl. 606 /1210), İbn Teymiyye (öl. 728/1328), İbn Kayyim el-Cevziyye (öl. 751/1350) ve mütekaddimin kelâmcılarının cumhuru bu kanaattadır.
3- Ruh maddî bir cevherin arazıdır. Ebu'l-Hüzeyl el-Allâf (öl. 235/850), Eş'arî (öl. 324/936) ve Bâkılîânî (öl. 403/1013) bu görüştedir. Bunlara göre âlem, cevherlerden ve iki zamanda baki kalamayan arazlardan müteşekkildir. Ruh ta tıpkı zerreler gibi her bir ânın içinde yaratılır, yok olur, tekrar yaratılır, bu böylece devam eder gider. Bu durumda Allah, Taâlâ cisimleri yaratır, onların ruhlarını da onların arazları olarak yaratır.
4- Rûh insan şeklinde ve kıyafetinde bir heykeldir.
5- Ruh, dimağda bir kuvvettir, his ve hareket başlangıcıdır. Hareket, hayat ve idrak mebdeidir.
6- Rûh manevî bir nurdur. 724
Kelâmcılara göre rûh hadistir. (sonradan yaratılmıştır), kadîm (ezelî) değildir. Fakat, ruhun ne zaman yaratıldığı ihtilaflıdır. Bir grup, “Andolsun sizi (ruhlarınızı) yarattık sonra şekil verdik” 725 âyeti ve benzeri âyetleri göz önünde bulundurarak, ruhların bedenlerden önce yaratıldığını söylemiş; bir başka grup ta “Andolsunki insanı, süzme çamurdan yarattık, sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla (ruhla tekrar) yarattık” 726 âyetini dikkate alarak ruhların cesedlerden sonra yaratıldığı fikrini benimsemiştir. 727 Peygamber Efendimizin şu hadisi de ruhların cesedlerden sonra yaratıldığını göstermektedir:
“Her birinizin yaratılış mayası kırk gün ana rahminde derlenip toparlanır. Sonra o maddeler o kadar bir zaman içinde bir kan pıhtısı (alaka) halini alır. Sonra o kadar bir zaman içinde bir çiğnem et parçasına (mudğa) dönüşür. Sonra Allah Taâlâ meleği gönderir. Melek te ona ruh üfler...” 728
Rûh hadis olduğu için zatı gereği fena bulabilir, yok olabilir. Ancak Allah Taâlâ ruhları yok olmaktan korumuş, ilâhî iradesini onların bekası yönünde tecelli ettirmiştir. Bu sebeple insan ölünce ruhu yok olmaz. Öldükten sonra, aslî cüzleri bir araya getirilerek, ruhlar buna iade olunur.729
Dostları ilə paylaş: |