İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə16/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   50

Fazil Muhammed b. Yusuf Zerendi Şafii “Nezm-u Dürer” adlı eserinde şafağın kızarmasına dair İbni Cevzinin yorumunu naklettikten sonra şöyle diyor; “Yine İbni Cevzi şöyle demiştir; Bedir savaşında Abbas esir düştüğünde, Peygamber onun feryadını duyduğu zaman sabaha kadar uyumamıştı. Acaba Hüseynin feryadını işitseydi nasıl olurdu? Hamza’nın katili vahşi Müslüman olduğunda Hz. Peygamber şöyle buyurdu; Kendini benden sakla, zira ben dostların katilini görmek istemiyorum. Öyleyse O Hazret Hüseynin katilini veya onun öldürülmesine emredeni, ve ailesini deveye bindirerek esir alanı nasıl görmeğe tahammülü olacaktır.?333[333]

Zerendi mezkur kitabında Ümmü Seleme’nin, bir cinden Hüseyin için ettiklerini duyduğunu nakletmiştir.334[334]

Bunca rivayet ve bunca senet ve delil yanı sıra, hatta gayri Müslimler dahi Hüseynin matemine dair şiirler yazmış ve demeçler vermişlerdir. Onlardan sadece bir kaçını örnek olarak zikrediyoruz. İngiliz doğu bilimcisi profösör Edvard Bron şöyle diyor; Acaba Kerbela hakkında bir söz duyup da kalbi hüzünlenmeyen bir İnsan olabilir mi? Hatta gayri Müslimler dahi bu temiz ruhun altında gerçekleşen savaşı inkar edemezler.335[335]

Alman felsefecisi Marbin İslam siyaseti adlı eserinde şöyle diyor; Eğer bir İnsan tarihi iyi bir şekilde araştıracak olursa şunu gayet iyi bir şekilde anlayacaktır ki, Hüseyin kıyamı ve şahadeti vasıtası ile ceddinin dinine ve İslam kanunlarına hayat vermiştir. Eğer o kıyam o şekilde gerçekleşmeseydi bugünkü İslam başka bir İslam olurdu.336[336]

Meşhur Mesihi yazar Corci Zeydan şöyle diyor; İmam Hüseynin süt içen yavrusu Ali Asker onun mazlumiyetini tüm dünyaya duyurmuştur. Zira Yezidiler biz kendimizi korumak için savaştık dediklerinde, vicdan ehli onlara şu cevabı verecekti; Öyleyse o çocuk size kılıç mı çekti siz onu hünharca şehit ettiniz.337[337]

Hindistanın özgürlükçü lideri İndra Gandi şöyle diyor; Ben Hindistan halkına yeni bir şey getirmedim. Sadece Kerbela kahramanının hayatını okuyup ondan aldığım neticeleri Hindistan halkına armağan getirdim. Eğer biz Hindistan’ı kurtarmak istiyorsak Hüseynin gittiği yolu gitmeliyiz.338[338]

Napolyon Bnapart İmam Hüseynin kıyamı hakkında şöyle diyor; Bizler toplumsal veya siyasi bir iş için toplantı yapmak istediğimizde bir çok zorluklarla on binlerce davetiye kartı bastırıp o kartları zorluklarla on binlerce İnsana dağıtıyoruz. Netice de on bin davetliden sadece bin tanesi davete icabet ediyor. Dolayısıyla iş tamamlanmıyor ve kesin bir karara varılmıyor. Ama Şialar evlerinin önüne astıkları matemi andıran siyah bayraklar ile biz azizimiz Hüseyin’e matem yapmak istiyoruz diyorlar ve iki saat içerisinde on binlerce insan bir mecliste bir araya toplanıp bütün mezhebi siyasi ve toplumsal sorunlarını konuşup onları hallediyorlar. İşte bu imam Hüseyin’in kıyamının faydalarından sadece bir tanesidir.339[339]

Fransız şark (doğu) bilimcisi Juzef İslam ve Müslümanlar adlı kitabında şöyle diyor; İslam’ın ilk asırlarında Şia Ehl-i Sünnete nazaran çok azdı. Şianın az olmasında iki sebebi olabilir;1- Kudret ve hüküm diğerlerinin elindeydi. 2-Zalim ve asi hükümdarlar Şiaları daima öldürüyor ve onların mallarını yağmalıyorlardı. Ama daha sonraları Şialar takiyye vasıtası ile canlarını korumaya başladılar. Neticede düşman onları öldürmek için bir bahane bulamadı. Şialar gizlice matem merasimleri düzenleyip Hüseyin’in musibetlerine ağlıyorlardı. Bu duygu ve kalbi sıcaklık şiaların ruhuna yerleşti ve yavaş-yavaş çoğalıp ilerlediler...Neticede Timar’dan sonra saltanat Safevilerin eline düştü ve İran Şianın merkezi haline geldi. Fransa’nın yapmış olduğu nüfus sayımına göre Şialar, dünya Müslümanlarının altıda birini oluşturmaktadırlar. Şianın kısa bir zamanda buraya ulaşması şunu gösteriyor ki; bir iki asır sonra Şia diğer mezheplerin önüne geçecektir. Bu ilerlemedeki en büyük ve önemli sebep Hüseyin’in matemini canlı tutmaktır...Hindistan’daki Şiaların fazla oluşunun nedeni Hüseyin’in matemini yaşamalarıdır. Evet Şia, mektebini zor ve kılıç ile ilerletmedi aksine, Şia bu dereceye eseri kılıçtan daha keskin olan söz ve tebliğ vasıtasıyla ulaştı.340[340]

Alman doğu bilimcisiMarbin ‘Siyaseti islam’ adlı kitabında şöyle diyor; Bizim bir takım tarihçilerimiz gerçeklerden habersiz olması Şianın yapmış olduğu yas merasimine delilik nispetini vermesine sebep olmuştur. Ama hakikatte bunlar boş konuşmuş ve Şialara iftira atmışlardır. Biz milletler arasında Şia kadar heyecanlı ve ateşli bir grup görmedik. Çünkü Şialar yas merasimlerini yaparak siyasetlerini akıllı bir şekilde gerçekleştirmiş ve faydalı mezhebi hareketler ortaya çıkarmışlardır... Siz Hindistan’a bakınız, yüz yıl bundan önce Hindistan’daki Şialar parmakla sayılacak kadar azdılar. Ama bugün Hindistan’daki Şialar mezhebi açıdan üçüncü derecededirler ve aynı şekilde diğer bölgelerde böyledir. Bizim tarihçilerimizin Şia ve başkaları hakkında güzel bir araştırma yapması ve onların yaptıklarına delilik nispeti vermemeleri gerekir. Benim inancıma göre İslam’ın bekasına ve Müslümanların ilerlemesine sebep olan Hüseyin’in şehadetidir... Bu merasimler onların arasında olduğu müddetçe onlar asla zillet altına girmeyeceklerdir... Gerçekte Şialar bu vesile ile birbirlerine mertlik ve cesaret dersi verip şöyle diyorlar; Eğer sizler Hüseyin Şiası iseniz, şeref ve haysiyet istiyorsanız, Yezid ve Yezidilerin sultası altına girmeyiniz, zillet ve utancı kabullenmeyiniz... Evet böyle bir millet en yüce derecelere ulaşmaya layıktır...341[341]

İngiliz doğu bilimcisi Edvard Bron ‘Tarih-i Edebii İran’ adlı eserinde şöyle diyor; Yezid’in saltanatı üç buçuk yıl sürdü.

Birinci yıl Hüseyin İbni Ali’yi katletti. İkinci yıl Medine’ye saldırıp orayı yerle bir edip yağmaladı. Üçüncü yıl ise Kabe’ye saldırdı.

Bu üç faciadan, özellikle Hüseyin İbni Ali’nin katlinden dolayı bütün alem sarsıldı. Bu sarsılma kin, nefret ve buğzdan ibaretti. Ruhunda azda olsa duygusu olan bir insan, o gamlı olayı duyduğu zaman üzülmemesi mümkün değildir. Hüseyin’in öldürülmesinden önce zamanın insanlarında sessizlik vardı. Ama onun katlinden sonra insanlar gaflet uykusundan uyanıp zalimlere karşı harekete geçtiler.

...Her yıl Muharrem ayının onunda İran, Hindistan, Türkiye, Mısır ve dünyanın neresinde Şia varsa Kerbela musibetini yaşayıp onu canlı tutuyorlar. Başka bir mezhepten dahi olsa, Şiaların mezhebi duygularının yüce hakikati olan yas merasimlerini görüp de etkilenmeyen olabilir mi?

Ben bu faciayı genişçe anlatmak istemiyorum. Zira hadsiz bir elem, gam ve sınırsız bir vahşet ve nefret verici bir şeydir. Gerçekte İslam’da bundan daha vahşetli bir olay olmamıştır... Bu işte parmağı olan veya bu işe emir veren veya bu olayın olmasına sevinenlere Allah lanet etsin ve onların tövbesini kabul etmesin, Allah bu tür insanları ziyankarlar zümresinin içine soksun.342[342]

Bunca rivayet, delil ve sadece bir kaçını zikrettiğimiz batı bilimcilerinin Hüseyin’in katledilmesinde duydukları esef ve hüzünden dolayı isimlerini ümmeti Muhammed bırakıp da bu acılı günü matem yerine bayram görenlere ve dolayısıyla sünneti Muhammed’e tabi olduklarını zannedip de gerçekte sünneti Emeviye tabi olanlara şaşarız doğrusu. Bu tür zihniyetler kendi dünyalarında Aşurayı hakikatinden saptırmakla kalmadıkları gibi, hakikati matem ve yas olan Aşura günün matem ve yasını yaşayanlar da alaycı ve iftiracı gözlerle bakmışlardır.

Bunların yanı sıra, birde bu günde oruç tutulmasının çok sevap olduğunu söylemişler, bu sözlerini ve inançlarını da ne yazık ki, Ehl-i Beyt dostu olan bazı Alevi çevrelere de inandırmışlardır.

Ehl-i Sünnetin Aşura orucuna bakışı şunlardan ibarettir; İslam fıkhı ansiklopedisi adlı fıkıh eserinde şöyle geçer; ‘Nafile oruç ittifakla aşağıdaki günlerde tutulur...7-Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günlerinde oruç tutmak sünnettir. Çünkü İbni Abbas’tan merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır; ‘Gelecek seneye varırsam aşura gününde oruç tutmak müekked sünnettir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyuruyor; Allah’tan aşure orucunun önceki senenin günahlarını örteceğini umarım. Aşure orucunun farz olmamasının sebebi, Buhari ve Müslim’de rivayet edilen şu hadisi şeriftir: Bu gün Aşure günüdür. Bu günde oruç tutmak sizlere farz olmamıştır. Dileyen oruç tutsun, dileyen tutmasın. Aşure gününde oruç tutmayı emreden hadisleri kuvvetle müstehap olduğu manasında almışlardır.

Aşure gününde oruç tutmanın hikmeti ise İbni Abbas’ın şu sözleridir. Resulullah Medine’ye gelince Yahudilerin Aşure gününde oruç tuttuklarını gördü ve: Bu oruç nedir? Diye sordu. Kendisine şöyle cevap verildi. Bu gün iyi bir gündür. Allah Teala bu günde Musa ile İsrailoğullarını düşmandan kurtarmıştır. Bu sebeple Musa bu günde oruç tutmuştur. Hz. Peygamberde, ben Musa’ya sizden daha yakınım buyurdu ve bu günde oruç tutulmasını emretti.

Kişi Aşure günü ile birlikte dokuzuncu günde oruç tutmamışsa, Şafiilere göre bu gün ile beraber on birinci günde oruç tutmak sünnetir. Hatta İmam Şafii el-Ümmue vel imla adlı eserlerinde üç günde (dokuzuncu, onuncu ve on birinci gün) oruç tutmanın müstehap olduğunu açıkça belirtmiştir. Habeniler ise, eğer Müslüman ayın ilk gününde şüpheye düşerse, o zaman üç gün oruç tutması gerektiğini zikretmişlerdir. Böyle olunca dokuzuncu gün ile onuncu günde kesin olarak oruç tutmuş olur. Çünkü muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri muharrem ayının en hayırlı ve faziletli günleridir.343[343]

Ne yazık ki; yukarıdaki inanç ve sözler Ehl-i Beyt dostu olan bazı Alevi kesimlerde yansımıştır.

Öncelikle şunu belirtelim ki; bazı fetvalarda aşure orucunun sünnet olduğu geçmiştir. Sormak lazım, acaba bu sünnet Peygamberin mi sünnetidir yoksa Emevilerin mi? Biz diyoruz ki bu sünnet Peygamberin sünneti değildir. Zira eğer Peygamberin sünneti olmuş olsaydı, peygamber tarafından ilmin kapısı diye tanıtılan Hz. Ali bu doğrultu da bir şeyler buyurmuş olmalıydı. Bu olmadığı gibi diğer Ehl-i Beyt imamlarından Aşura günü orucunun yanlışlığına dair hadisler naklolunmuştur. Ehl-i Sünnet kaynaklarında merfu unvanında naklolunan rivayetler vahyin ve ilmin hazinesi olan Ehl-i Beyt imamlarının buyruklarıyla çakışmaktadır.

İbni Abbas’ın Aşura gününün orucunun hikmetine dair naklettiği rivayete gelince; Öncelikle şunu belirtelim ki; Peygamber Allah’a uymak ile görevliydi, Yahudilere değil. Aksine Yahudilerin Peygambere uymaları gerekir. Ama İbni Abbas’ın rivayetinde Peygamberin Yahudilere uyduğu görülmektedir.

Diğer bir husus ise Peygamberin o günün anlam ve önemini bilmeyip Yahudilerden öğrenmek istemesi mümkün değildir.

Rivayetin sonunda şöyle geçer; ‘Ben Musa’ya sizden daha yakınım’ Musa’ya yakın olan Hz. Peygamberimiz gibi birisinin bütün konularda özelliklede Musa meselelerinde Yahudilerden daha vakıf olması gerekirken tam aksi görülmektedir.

Bunlardan anlaşılan şudur ki; Birileri Aşurayı asıl hedefinden çıkarıp, tahrif etmek için hadisler uydurmağa yeltenmiş ve bu uğurda Peygamber Efendimizin yüce makamı ile dahi oynamayı göze almıştır.

Aşura günü oruç tutmanın sünnet oluşuna dair fetvaların verilmesine bu tür düzmece rivayetler veya çirkef planlar sebep olmuştur.

Oysa Ehl-i Sünnet kaynaklarında bile Aşura günü orucunun terkine dair rivayetler vardır.

Hamid-i ‘el-cem’u Beyn-es Sahiheyn’ adlı eserinde Abdullah b. Abbas’tan şöyle rivayet eder; Peygamberin huzurunda Aşura orucundan söz açılınca, O Hazret şöyle buyurdular; O gün cahilliye dönemi halkının oruç tuttuğu bir gündür. Şu andan itibaren isteyen oruç tutabilir, isteyen ise orucu (o günde) terk edebilir.344[344]

Hamid-i yine mezkur eserinde 19. Hadiste Abdullah b. Mesud’tan şöyle rivayet eder; Aşura günü Ali b. Mes’ud’un yanına gittim ve o gün yemek yediğini gördüm. Dedim ki; Ey Abdullah bugün Aşura günüdür. (Neden oruçlu değilsin) Cevaben şöyle dedi; Ramazan orucu nazil olmadan önce Aşura orucu tutuluyordu. Ramazan orucu farz olduktan sonra aşura orucu terk olundu.345[345]

Yukarıdaki rivayeti Abdullah b. Ömer’de Peygamber’den nakletmiştir.346[346]

İslam Fıkhına göre tutulması sünnet olan oruçlar vardır. Bunlar tutulmadığı zaman kişiye günah olmayan ve tutulduğunda sevabı olan müstehap oruçlardır. İşte Muharrem ayı orucu da bunlardan birisidir. Nitekim muharrem ayının ilk günü ve üçüncü günü oruç tutmak sünnettir.347[347]

Bazı fetvalara göre de bir üç ve yedinci günlerde oruç tutmak sünnettir.348[348]

Anca Caferi mezhebine göre Aşura günü oruç tutmak mekruhtur. Çünkü o gün Yezid oruç tutmasını istemiştir. Bu yüzden Ehl-i Beyt mektebine inanan Ali ve Ehl-i Beyt dostları aşura günü oruç tutmazlar.

Bazı kesimler teoride müstehap olan bu orucu Allah’ın farz orucu olan Ramazan ayı orucunu yok etmek için kullanmışlardır. Bu sinsi tuzakla Alevi toplumu kandırılmış ve Ramazan orucundan koparılmaya çalışılmıştır. Oysa Muharrem ayı byas ve matem ayıdır. Dünyanın her yerindeki ister Alevi olsun ister Caferi’si (bunlar aynı kapıya çıkar) tüm Ehl-i Beyt dostları camilerinde, evlerinde, toplantı merkezlerinde toplanarak namazlar kılıp, dualar ederler, mersiyeler okuyup gözyaşı dökerler, Kuran okuyup İmam Hüseyin ve dostlarının başlarına getirilen zulüm ve musibetleri birbirlerine anlatarak onun anılarının canlı kalmasını, onların uğrunda can verdikleri davanın ayakta kalmasını sağlamaya çalışırlarken, matem ve yas merasimleri yaparlarken bir takım kesimler Kuran’da farz olan ramazan orucunu yok etmeye çalışarak muharrem ayını oruç ayı ilan ettiler. İşin ilginç tarafı ise bu yanlış dava avukatlığına soyunanların çoğunluğu da muharrem ayında oruç tutmazlar. Burada ki asıl maksadın Kuran’ın emrettiği ramazan orucunu devre dışı bırakmaktır. Aksine orucu sevdiklerinden veya kabul ettiklerinden dolayı muharrem ayına herhangi bir yönelme söz konusu değildir.

Ehl-i Beyt dostları, on iki İmam dostları muharrem ayında karalara bürünüp yas ve matem yaparlarken, Ehl-i Beyt dostluğunu iddia eden bir takım çevrelerde Muharremi bayrama çeviremeye çalışanların uydurdukları masallara inanarak, o günü kutsal ve mübarek bir gün ilan ederek ‘aşura tatlıları’ dağıtılmasına yardımcı olmuşlardır. Bu tavır ve aldanışlarla, Ehl-i Beyt inancı ve sevgisini benimsemeyen çirkef Emevi zihniyetine ve hedeflerinin ilerlemesine katkıda bulunmuşlardır.

Bu tür zihniyetler veya Ehl-i Beyt muhabbetini taşıdıklarını iddia eden bazı çevreler bu konuda asıl Ehl-i Beyt camiası olan bir takım Alevileri muharrem ayının gerçek felsefesinden koparmaya çalışmışlardır. Hatta bazılarına şunu bile dedirtebilmişlerdir ki; aleviliğin orucu namazı yoktur. Bu tür safsatalara hangi akıl hangi mantık sahibi kanabilir. Diğer mezheplerin orucu zekatı, haccı, namazı vardır, ama İslam’ın özü ve hakikati olduğunu iddia ettiğimiz Ehl-i Beyt muhabbetiyle yoğrulan Alevinin orucu namazı olmasın. Bu görüş akıl ve fikir işi değildir.

Olsa-olsa bu tarih boyunca Ehl-i Beyt camiasını rahat bırakmayan, onların kanlarının akmasından çıkar bekleyen bir kısım çıkarcılarının oyunudur. Bu tür sözlerin akli ve ilmi bir dayanağı yoktur. Aleviliğin orucu, namazı yoktur, demek Alevilik İslam-i değildir demekle eş değerdedir.

Tarih boyunca çoğunlukla olan batıl cephesi Ehl-i Beyt çatısı alında toplanan Alevileri asimileştirmek için bir çok oyunlar oynadılar. Bunların çoğunluğu hedefini bulamadı. Ama bu oyanlardan bazıları tam hedefine isabet etti. Örneğin yıllarca bazı çevrelere kan şırıngalarmış gibi ‘Ehl-i Beyt söyle’ gerisi önemli değil inançlarını aşıladılar. Evet bu bir gerçektir ki; İslam’ın hakikatine İnsanı götüren tek yol ve yöntem Ehl-i Beyt yoludur. Ama Ehl-i Beyt’i de Kuran’dan ayrı düşünmemek lazım. Çünkü İslam Peygamberi bizlere iki ağır emanet bırakmıştır, Kuran ve Ehl-i Beyt. Kuran’ı Ehl-i Beyt’ten ayrı ve Ehl-i Beyt’i de Kuran’dan ayrı düşünmek doğru değildir. Aksine bu sapmanın ilk adımı olur. İşte ne yazık ki; Ehl-i Beyt karşıtı zihinler bu ilk adımı bazılarına attırdılar.

Asıl Ehl-i Beyt mektebi inancına göre muharrem ayının onuncu Aşura günü oruç tutmak mekruhtur. Bir hadisi şerifte İmam Cafer Sadık (as.) şöyle buyuruyor; Ben-i Ümeyye, Hüseyin’i öldürmeye başarabilseler, O’nun öldürüldüğü günü bayram edip mübarek sayacaklarına ve oruç tutacaklarına dair nezir (ahd) ettiler. O gün oruç tutmak Ben-i Ümeyye’nin sünnetidir. İşte bunun için Ehl-i Beyt imamları bu taifeye muhalefet etmek için ve Onlarla hem-renk gözükmemek için aşura orucundan nehyettiler.349[349]

Necebe b. Haris diyor ki; İmam Muhammed Bagır (as.)’dan aşura günü orucunu sordum; O şöyle cevap verdi; Ramazan orucunun nazil olmasıyla, o terk olundu, terk olunan bir şey(in yapılması) ise bid’attır. Necebe diyor ki; İmam Muhammed Bagır (as.)’dan sonra aynı soruyu İmam Cafer Sadık (as.)’a sorduğumda bana, babasının cevabı gibi bir cevap verdi ve şöyle buyurdu; O günün (aşura) orucu kitapta nazil olmamış ve sünnette de ona göre cari olmamıştır. Bu sadece Al-i Ziyadın (Ziyad hanedanı) İmam Hüseyin’in öldürülmesinde yapmış oldukları bir sünnettir.350[350]

Cafer b. İsa diyor ki; İmam Rıza (as.)’dan aşura günü orucunu ve insanların o gün hakkında ne dediklerini sordum; şöyle buyurdu: Sen benden İbni Mercane’nin orucunu mu soruyorsun? O gün Hüseyin öldürüldüğü için Al-i Ziyad evlatlarının oruç tuttuğu gündür. O gün Al-i Muhammed ve İslam ehlinin başlarına getirilen uğursuzluk (musibet-namübarek) günüdür. İslam ehline namübarek olan günde oruç tutulmaz, o gün mübarek bilinmez...

Aşura günü Hüseyin’in öldürüldüğü gündür. O günü İbni Mercane mübarek görmüş ve o günde Al-i Muhammed musibetlere uğramıştır. Kim o günlerde oruç tutarsa veya o günleri mübarek sayarsa, Allah’ı kalbi değişmiş bir halde mülakat edecektir. Allah bu tür insanları, bu günlerde oruç tutmayı veya bu günleri mübarek gündür diye sünnet haline getirenlerle haşr edecektir.351[351]

Übeyd b. Zürare İmam Sadık’dan şöyle sormuştur;Aşura günün orucu nasıldı? İmam cevaben şöyle buyurmuştur; O gün oruç tutan insanın o günden alacağı nasip, İbni Mercane ve Al-i Ziyad’ın alacağı nasiptir. Dedim ki; Onların o günden olan nasibi nedir? Buyurdular ki; Ateştir, Allah bizleri ateşten ve ateşe yaklaştıran amelden korusun.352[352]

Abdul Melik diyor ki; İmam Cafer Sadık (as.)’dan Tasua (Muharremin dokuzu) ve Aşura gününün orucunu sorduğumda şöyle buyurdular; Tasua (Muharrem ayının dokuzu) İmam Hüseyin ve ashabının Kerbela’da muhasara olunduğu gündür. O gün Şam ehli develeriyle onların etrafında toplanmışlardı. İbni Mercane ve Ömer b. Sa’d toplulukların fazlalığından dolayı ferahlamışlardı. O gün Hüseyin ve ashabı zayıf bırakılmıştı. Onlar, Hüseyin’e yardım gelmesine mani olmuş ve Irak ehlinin imdatlarını engellemişlerdi...

(Daha sonra İmam (as.) aşura gününün büyük musibetlerini anlattıktan sonra sözlerine şöyle devam etmiştir.) Acaba böyle bir günde oruç olur mu? Asla, andolsun beyt-ul Harem’in Rabb’ine ki o gün Oruç günü değildir. O gün sadece hüzün, sema, gök ve müminlere isabet eden, musibet günüdür. O gün İbni Mercane’nin, Al-i Ziyad’ın ve Şam ehlinin sevinç ve neşe günüdür. Allah onlara ve soylarına gazap etsin. O gün Şam hariç tüm yer küresinin Hüseyin’e ağladığı gündür. Kim O günde oruç tutar veya o günü mübarek sayarsa Allah onu Al-i Ziyad’la haşr edecek, kalbini değiştirecek ve ona gazap edecektir. O gün evine bir şey alanı, bereketini ondan, ehlinden ve evladından alacak ve bunların tamamında şeytanı şerik edecektir.353[353]

Bunca inceleme, araştırma, sahih hadis ve akli delillerden sonra netice olarak şunları söylemek mümkündür.

Acaba bu ümmetin Peygamberi Muhammed değil midir? Acaba bu ümmetin Peygamberi olan Muhammed’in kalbinin baharı, vücudunun bir parçası ve cennet gençlerinin Efendisi Hüseyin midir yoksa Yezid mi?

Tabii ki tüm İslam alemi Hüseyin’in peygambere olan yakınlık derecesini bilmekte ve O Hazretin yüce makamının olduğuna inanmaktadırlar. Ayrıca Yezid gibi melunlar tarafından O Hazret ve Ehl-i Beytine yapılanlar tamamen tarih ve hadis kaynaklarında mevcuttur. Hal böyleyken, neden kendilerini ümmet gören büyük bir kitle bugünde matem yerine bayram yaparlar veya bayram yapmasalar bile, matem adına en ufak bir şey bile yapmazlar.

İsimlerini Ehl-i Beyt dostu, Ehl-i Beyt aşığı bırakan diğer bir kitle ise bu günde sadece Aşura tatlısını yaygınlaştırmış ve Hüseyin adına yapılan yas ve matem meclislerine kitılmamış, katılmadıkları gibi matem yapan insanları alaya almışlardır. Bu tür zihniyetler Yezid ve Yezidi’lerin hedeflerlerinin ilerlemesine yardımcı olduklarını bilmelidirler.

Ehl-i Sünnet kitaplarından Resulullah’ın bu olayı haber vermesi ve bu olaya ağlaması ve yukarıda zikredilen meseleleri nakleden kaynaklardan bazıları şunlardır. Kaynaklar Bkz.

1-Sünen-i Tirmizi, c.2, s.306

2-Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.2, s.85 ve 93-153 ve 2:4

3-Sünen-i Ebi Davud, c.8, s.160

4-Mecme-uz Zevaidi Haysemi, c.9, s.189

5-Hasaisi Suyuti, c.2, s.125-126

6-Kenz-ul Ummal, c.6, s.223

7-Tefsir-i Dur-rul Mensul, Duhan süresi, 29. Ayetin tefsirinde

8-Tefsir-i Taberi, c.25, s.74

9-Sahih-i Müslim, c.2, s.793

10-Muvatta Malik, c.1, s.219

11-Yenaibi-ul Mevedde, (İstanbul çapı) s.322

12-Tefsir-i Salebi, s.338

13-Kamil-i İbni Esir, c.4, s.90

Bu kadar rivayet ve kaynağın hadis, tefsir ve tarih kitaplarında olmasına rağmen ve gayri Müslim bilimcilerin dahi bu günü matemle anmalarından sonra bu günü bayram olarak kutlayanları ve bu musibet günü matem olarak yaşamayanları tefekküre ve müteakibinde de ilahi mateme davet ediyoruz.
TERAVİH NAMAZI
İslam’daki ibadetlerin bir farz boyutu vardır ve bir de sünnet boyutu. Bu farz ve sünnet ibadetlerin sünnete göre kılınma şekilleri vardır. Zira Peygamber Efendimiz buyuruyor ki; Benim namaz kıldığım şekilde sizde namaz kılınız. Bu sünnet ibadetlerden bir tanesi de, Ramazan ayı akşamlarında kılınan Caferilere göre nafile ve Ehl-i Sünnete göre de teravih namazıdır.

Teravih namazı ikinci halife Ömer b. Hattab’ın nassa karşı yapmış olduğu içtihatlar neticesinde ortaya çıkan bir namazdır. Zira teravih namazını Peygamber getirmedi. Bu namaz ne Peygamberin zamanında ve ne de birinci halife Ebu Bekir’in döneminde vardı. Allah’u Teala istiska354[354] namazı dışında hiçbir sünnet namazda cemaata davet etmemiştir.

Allah’u Teala sadece günlük farz namazlarda cemaatla kılınmasının sünnet olduğunu Peygamber aracılığı ile emir buyurmuştur. Yine bunların yanı sıra, Tavaf, fıtır bayramı, kurban bayramı, ayat namazı ve meyyit namazlarının da cemaatla kılına bileceğinin meşruluğunu bildirmiştir.

Peygamber bilakis şahsen, Ramazan ayındaki sünnet namazları cemaat olmaksızın tek olarak kılıyor ve insanların kılması içinde onları da teşvik ediyordu.

İnsanlarda Peygamberin yaptığı gibi bu namazları kılıyorlardı. Hicretin on üçüncü yılına kadarda Ebu Bekir hayatta iken bu namazlar bu şekilde kılınıyordu.

Ömer b. Hattab başa geldiğinde o yılın Ramazan orucunda bir değişiklik yapmadan amel etti. Ama hicretin on dördüncü yılının Ramazan ayında bir grup sahabe ile birlikte camiye geldi, insanların kimisini rükuda, kimisini kıyamda, kimisini secde de ve kimisini de oturmuş halde müstehap namaz kıldıklarını gördü. Bir grup cemaatta tesbih getirmekle, Kuran okumakla Tekbir getirmekle veya namazın selamını vermek ile meşguldüler. Ömer bu manzaradan hoşlanmadı ve onu daha iyi bir hale getirmeyi kararlaştırdı. Sonrasında da Ramazan ayının ilk akşamlarında onlara teravih namazını teşr’i etti ve herkesin cemaat halinde ona katılmalarını emretti. Daha sonra bu emri bütün İslam beldelerine yaydı. Medine’de teravih namazında imam-ı cemaat olmaları için iki kişiyi görevlendirdi. Bunlardan biri erkekler ve diğeri de kadınlar içindi. Bu konuda naklolunan rivayetler tevatür haddine ulaşmıştır.

Buhari ve Müslim kendi sahihlerinde naklederlerdi ki; Peygamber şöyle buyurdu; Ramazan ayının sünnet namazlarını kılanın günahları bağışlanır. Peygamber hayatta olduğu müddetçe durum böyleydi. Yani insanlar Peygamberin yaptığı gibi Ramazan ayının sünnet namazlarını kılıyorlardı. Ebu Bekir’in döneminde ve Ömer’in hilafetinin evvellerinde de böyleydi.355[355]


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin