İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə101/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   97   98   99   100   101   102   103   104   ...   1221
302- qqASR-I SAADET €…_Q, ¬hM2 : Peygamberimiz Hz. Muham­med’in (A.S.M.) Peygamber olarak dünyada bulunduğu devir. (Bak: Selefiye) (Asr-ı Saa­dette, dünya tarihinin en büyük ha­kikat inkılâbı vücuda gelmiş, hak ile batıl birbi­rinden tamamen ayrılmıştır, bak: 1136/1.p.)

Hakikat noktasında «sıdk ve kizb; küfür ve iman kadar birbirinden uzak. Asr-ı saadette sıdk vasıtasıyla Muhammed’in (A.S.M.) âlâ-yı illiyyîne çıkması ve o sıdk anahtarıyla hakaik-ı imaniye ve hakaik-ı kâinat hazinesi açılması sır­rıyla, içtimaiyat-ı beşeriye çarşısında sıdk, en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta’ hükmüne geçmiş. Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab’ın emsali, esfel-i safilîne sukut etmiş. Ve kizb o zamanda küfriyat ve hurafatın anahtarı olduğunu o inkılab-ı azîm gösterdiğinden, kâinat çarşı­sında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın al­mak değil, herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkılab-ı azîmin saff-ı evveli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medar-ı iftihar şeylerı almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan Sahabeler; el­bette şüphe­siz bilerek el­lerini yalana uzatmazlar. Kizb ile kendilerini mülevves et­mezler. Müseylime-i Kezzab’a kendilerini benzetemezler. Belki, bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtriyeleriyle en revaçlı mal ve en kıymetdar meta’ ve hakikatların anahtarı Muhammed’in (A.S.M.) âlâ-yı illiyyîne çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğ­ruluğa müşteri olup mümkün olduğu kadar sıdktan ayrılmamağa çalıştıkların­dan, ilm-i ha­disçe ve ulema-i şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan “Saha­beler daima doğru söylerler. Onlardaki rivayet, tezkiyeye muhtaç değil. Pey­gamber’den (A.S.M.) riva­yet ettikleri Hadisler bütün sahihtir.” diye ehl-i şeriat ve ehl-i Hadisin ittifakına kâfi hüccet, bu mezkûr hakikattır.» (H.Ş.48) (Bak: 140.p.)



303- Asr-ı Saadet’te te’sis ve icra olunan İslâmi inkılabın te’sir ve nüfu­zun­daki hârikalık, Peygamberimizin nübüvvet delillerinden biridir. «Bunda dört nükte var­dır: Birinci Nükte: Âlemce malûmdur ki, az bir kavmin âdetle­rinden, hakir, ehem­miyetsiz bir âdeti kaldırmak veya zelil, miskin bir taifenin cüz’î, zaif huylarını ref’etmek; büyük bir hükümdara, uzun bir zamanda bile çok zahmet­lere bağlıdır. Acaba hâkim olmamakla beraber, az bir zamanda, nihayet dere­cede âdetlerine mutaassıb, inadcı ve kesretli bir kavimde rüsuh ve kuvvet peyda etmiş olan âdetleri ref’ ve kalblerde istikrar peyda eden ve zamanlarca devam ve istimrar eden ahlâkla­rını terkettiren; hem yerlerine ga­yet yüksek âdetleri, güzel ahlâkları te’sis eden bir Zat hârikulâde olmaz mı?

304- İkinci Nükte: Yine âlemce ma’lumdur ki, devlet bir şahs-ı mânevi­dir. Ço­cuk gibi- teşekkülü, büyümesi tedricîdir. Ve keza, yeni teşekkül eden bir devletin, bir milletin ruhuna kadar nüfuz eden eski bir devlete galebe et­mesi yine tedricîdir, zamana mütevakkıftır. Acaba Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâm’ın bütün esasat-ı âliyeyi hâvi olan ve maddî-manevî bütün terakkiyat ve medeniyet-i İslâmiyenin kapısını açan, kısa bir zamanda def’aten teşkil ettiği bir devletle, dünya­nın bütün devletlerine galebe edip maddî manevî hâkimiyetini muhafaza ve ibka et­tiren, hârikuladeliği değil midir?

305- Üçünçü Nükte: Evet kahr ve cebr ile zahirî bir hâkimiyet, sathî bir ta­hak­küm, kısa bir zamanda ibka edilebilir. Fakat bütün kalblere, fikirlere, ruhlara icra-yı tesir ederek, zâhiren ve bâtınen beğendirmek şartıyla vicdanlar üzerine hâkimiyetini muhafaza ve ibka etmek, -en büyük hârika olmakla- an­cak nübüv­vetin hassaların­dan olabilir.

306- Dördüncü Nükte: Evet tehdidlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı âmmeyi başka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz’îdir, sathîdir, mu­vakkat olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir. Amma irşadıyla kalblerin de­rinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en in­celerini heyecana ge­tirmek, istidadların inkişafına yol açmak, ahlâk-ı âliyeyi tesis ve alçak huyları imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kal­dırıp hakikatı teşhir et­mek, hürriyet-i ke­lâma serbestî vermek, ancak şua-ı hakikattan muktebes hâri­kulade bir mucizedir. Evet Asr-ı Saadet’ten evvelki zamanlarda kalb katılığı ve merhametsizlik öyle bir hadde bâliğ olmuştu ki, kocaya vermekten âr ederek kızlarını diri diri toprağa gö­merlerdi. Asr-ı Saa­det’te İslâmiyet’in doğurduğu merhamet, şefkat, insaniyet saye­sinde, evvelce kızlarını gömerlerken müteessir olmayanlar, İslâmiyet dairesine gir­dikten sonra karıncaya bile ayak basmaz ol­dular.

Acaba böyle ruhî, kalbî, vicdanî bir inkılab hiçbir kanuna tatbik edilebilir mi? Bu nükteleri ceyb-i kalbine soktuktan sonra, bu noktalara da dikkat et:

1- Tarih-i âlemin şehadetiyle sabittir ki; parmakla gösterilen en büyük bir dâhî, ancak umumi bir istidadı ihya ve umumi bir hasleti ikaz ve umumi bir hissi inkişaf ettirebilir. Eğer böyle bir hissi de ikaz edememiş ise sa’yi hep heba olur.

2- Tarih bize gösteriyor ki; en büyük bir insan, hamiyet-i milliye, hiss-i uhuvvet, hiss-i muhabbet, hiss-i hürriyet gibi hissiyat-ı umumiyeden bir veya iki veyahut üç hissi ikaz etmeye muvaffak olur. Acaba evvelki zamanların cehalet, şekavet, zulüm, zulmetleri altında gizli kalan binlerce hissiyat-ı âliyeyi, Ceziret-ül Arab memleke­tinde, bedevi ve dağınık bir kavim içinde inkişaf ettirmek hâri­kulade değil midir? Evet şems-i hakikatın ziyasındandır. Bu noktaları aklına so­kamayanın, Ceziret-ül Arab’ı biz gözüne sokarız. Ey muannid! Ceziret-ül Arab’a git, en büyük feylesoflar­dan yüz taneyi de intihab et, beraber götür. On­lar da orada ahlâkın ve mâneviyatın inkişafı hu­susunda çalışsınlar. Muhammed-i Arabî’nin o vahşetler zamanında o vahşi bedevilere verdiği cilayı, senin o feylesofların şu medeniyet ve terakkiyat dev­rinde yüzde bir nisbetinde verebi­lirler mi? Çünkü o zatın yaptığı o cila; İlahî, sabit, lâyetegayyer bir ciladır ve onun büyük mucizelerinden biridir.» (İ.İ.109)

Evet «o asır, hakikaten o Zat (A.S.M.) ile bir saadet-i beşeriye asrı olmuş. Çünki en bedevi ve en ümmi bir kavmi, getirdiği nur vasıtasıyla, kısa bir za­manda dünyaya üstad ve hâkim eylemiş.» (Ş.127)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   97   98   99   100   101   102   103   104   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin