3689- qqTEBAREKALLAH yV7~ ¾‡_A# : “Cenab-ı Hakk’ın (C.C.) ne bereketli, ne hayırlı işleri var, ne kadar bereketli” diyerek hayret ve taaccübü, Allah’ın (C.C.) yaptığı eserlerinden dolayı hayranlık hislerini ifade maksadıyla, Allah (C.C.) hakkında söylenen ve aynı zamanda dua için okunan bir kelâmdır.
3690- qqTEBLİĞ q[VA# : Bir şeye (zaman olsun mekân olsun, hissî yahut manevî olsun) mutlak manada vasıl olmak, erişmek manasında olan büluğ kökünden masdardır. Lügat itibariyle, eriştirmek, götürmek, bildirmek manasındadır. Dinî bir tabir olarak ise; Peygamberliğin beş sıfatından birisi olup, Allah’dan aldıkları emir ve kanunları insanlara bildirmektir ve dolayısıyla mü’minler için de tebliğ, şartlarına uygun olmak üzere ehemmiyetli bir vazifedir. Tebliğ, bizzat muhatabı gerektirmeyen, neşriyatla yapıldığı gibi, muhtaç ve isteyen muhatablara söz ile de yapılır. Dinî hayatı mükemmel ve ciddiyet üzere yaşamak dahi tebliğ sayılır. (Bak: Lisan-ı Hal) (Bak: Cihad, Def-i Mefasid, Emr-i Bil Ma’ruf, Hizmet-i İmaniye, Hürriyet-i Vicdan, İrşad, Vazife)
3691- Tebliğin, hakkı dinleyenlere yapıldığını ve muannid ehl-i dalaletle meşgul olmamak gerektiğini bildiren «bu âyet ²vB²<«f«B²;~ ~«†¬~ Åu«/ ²w«8 ²v6ÇhN«< « (5:105) ve usul-ü İslâmiyenin ehemmiyetli bir düsturu olan ¬‡«hÅN7¬_" |¬/~Åh7«~
y«7h«P²X< « Yani: “Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar vermez. Sizler lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmazsanız...” (Bak: 3884/1.p.) Düsturun manası: “Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz.” Madem bu âyet ve bu düstur bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan menediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla vaktimizi kudsi vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz.» (E.L.I. 44) diyerek, Bediüzzaman talebelerine tebliğe dair bir düstur beyan etmiştir.
3692- Mezkûr âyetin tefsirinde müfessirler, tebliğin terk edilip edilemeyeceği hususunda hayli beyanlarda bulunmuşlardır. (Bak: 3698, 3702.p. sonu) Bilhassa sefahetlerle cemiyetin bozulup hakkı dinlemeyenlerin çoğaldığı devrelerde, hakka muhalif ve düşman oldukları bilinen muannid kimselerle meşgul olmamak, hakkı dinleyen az da olsa keyfiyet kaidesine dayanarak hizmette sabr ü sebat etmek gerektir.
Mevzumuzla alâkalı olarak Bediüzzaman Hazretlerine sorulan bir sual ve cevabı şöyledir:
Sual: «Madem Kur’an-ı Hakîm’in feyziyle ve nuruyla en mütemerrid ve müteannid dinsizleri ıslah ve irşad etmeye Kur’anın himmetine güveniyorsun. Hem bilfiil de yapıyorsun. Neden senin yakınında bulunan bu mütecavizleri çağırıp irşad etmiyorsun?
Elcevab: Usul-ü Şeriatın kaide-i mühimmesindendir:
y«7 h«P²X< « ¬‡«hÅN7¬_" |/~Åh7«~ Yani: “Bilerek zarara razı olana şefkat edip lehinde bakılmaz.” İşte ben çendan Kur’an-ı Hakîm’in kuvvetine istinaden dava ediyorum ki: “Çok alçak olmamak ve yılan gibi dalalet zehirini serpmekle telezzüz etmemek şartıyla, en mütemerrid bir dinsizi birkaç saat zarfında ikna etmezsem de, ilzam etmeye hazırım.” Fakat nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya satar ve bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele eder derecede münafıklığa girmiş insan suretindeki yılanlara hakaikı söylemek; hakaika karşı bir hürmetsizliktir.
¬h«T«A²7~ ¬»_«X²2«~ |¬4 ¬‡«‡Çf7~ ¬s[¬V²Q«B«6 darb-ı meseli gibi oluyor. (Bak: 1539. p.) Çünki bu işleri yapanlar, kaç defa hakikatı Risale-i Nur’dan işittiler. Ve bilerek hakikatları zendeka dalaletlerine karşı çürütmek istiyorlar. Böyleler, yılan gibi zehirden lezzet alıyorlar.» (M.362)
3693- Dinî hizmette ehemmiyeti haiz olan tebliğde dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi de, muhatabın hakaika ihtiyaç duyan kişi olmasıdır. Bediüzzaman, eserlerinde tebliğ hakkında ihtiyaç duymak şartını ısrarla bildirir. Ezcümle: Herkesle görüşmediği cihetle sorulan bir suale verdiği cevabda bu hususu beyan eder:
«Sual: Senin bu teveccüh-ü ammeden çekilmen Nur’un intişarına ve istifadesine belki bir zarar olur?
Elcevab: Vazifemizi yapmak ve vazife-i İlahiyeye karışmamak elzemdir. Nurları halka kabul ettirmek ve onları ondan istifade ettirmek vazife-i İlahiyedir, ona karışamayız. Yalnız müşteri ve muhtaç olanlara tebliğ ve göstermektir. Ve onları aramak ve Nurları satın almaya teşvik etmeğe ihtiyaç kalmamış. Çünki hem bu şiddetli imtihanlarda Nurlar çok kıymettar olduğu tahakkuk ettiği için müşteri aramaz, müşteri onu aramalı ve yalvarmalı. Hem Nur, onbeş sene zarfında o dört dehşetli imtihan meydanında muhtaç müşterilere kendini göstermiş.» (S.N. 113)
Evet «Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız, onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar.” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakiki ihlası taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.» (E.L.II. 170)
«Hem müşterileri aramak değil, belki müşteriler hakiki ihtiyacını hissedip ve yarasının tedavisi için Risale-i Nur’u aramasının lüzumu...» (E.L.I. 257) Hem «yazdığım hakaik-ı imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitab etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar o edviye-i Kur’aniyeyi arayıp buluyorlar.» (M.70)
«Hem Risale-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı.» (E.L.I.223) şeklindeki ifadelerden anlaşılıyor ki Risale-i Nur’da kemmiyetten ziyade keyfiyet esas alınır. (Bak: Keyfiyet)
3694- Yine Bediüzzaman bu mevzumuzla alâkalı olarak kendisinin bazı ifadeleri hakkında şöyle der: «Açık yazmadım ki, muhtaç olanlar işaret ile de maksad ve meramı hissetsin. Muhtaç olmayanlar ise zaten meşgul olmazlar ki, ihtiyaç hissetsinler. Demek meşgul olanlar, ihtiyacı hissetmişlerdir.» (M.Nu.77) (Bak: 3069 ilâ 3081.p.lar)
«Sa’b olan bir kelâmın iğlak ve işkâli, ya lafız ve üslubun perişanlığından neş’et eder -bu kısım Kur’an-ı Vâzıh-ul Beyan’a yanaşmamıştır- veyahut mananın dakik, derin veyahut kıymetdar veyahut gayr-ı me’luf, gayr-ı mebzul olduğundan güya fehme karşı nazlanmak ve şevki arttırmak için kendini göstermemek ve kıymet ve ehemmiyet vermek ister: müşkilat-ı Kur’aniye bu kısımdandır.» (Mu.41)
Dostları ilə paylaş: |