İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə1102/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   1098   1099   1100   1101   1102   1103   1104   1105   ...   1221
3761- qqTERCEME yW%h# : (Tercüme) Bir sözü bir dilden başka dile çevirmek. Bir lügatı, diğer bilinen lügata çevirerek anlatmak.

«Terceme: Bir kelâmın manasını diğer bir lisanda dengi bir tabir ile ay­nen ifade etmektir. Terceme aslın manasına tamamen mutabık olmak için sarahatte, delalette, icmalde, tafsilde, umumda, hususda, ıtlakta, takyidde, kuvvette, isabette,hüsn-ü edada, üslub-u beyanda, hasılı ilimde, san’atta asıl­daki ifadeye müsavi olmak iktiza eder. Yoksa tam bir terceme değil, eksik bir anlatış olmuş olur. Halbuki muhtelif lisanlar beyninde hutut-u müştereke ne kadar çok olursa olsun, herbirini diğerinden ayıran birçok hususiyetler de vardır.

Onun için lisanî hususiyeti olmayıp sırf akl u mantıka hitab eden kuru ve fennî eserlerin kabiliyet-i ilmiyesi terakki etmiş olan lisanlara hakkıyla tercemesi kabil olduğunda söz yoksa da; hem akla, hem kalbe yahut yalnız zevk ü hissiyata hitab eden ve lisan nokta-i nazarından edebî kıymeti ve zevk-i san’atı haiz bulunan canlı ve bediî eserlerin tercemelerinde muvaffa­kiyet görüldüğü nadirdir. » (E.T. 9)

3762- Kur’anın tercemelerinden dinî hükümleri anlamağa kalkışmamalı­dır. Çünkü Kur’anın çok derin ve ince manaları olduğu gibi; nasih-mensuh, mücmel-müfesser, zahir-hafi, nass ve müteşabih (Bak: Müteşabih) gibi yük­sek ilim seviyesini gerektiren hususiyetleri bulunmaktadır. Bu gibi sebeblerden dolayı, dinî hükümleri, Kur’an ve hadis tercemelerinden değil, şeriat kitablarından öğrenmek mecburiyeti vardır. Ancak Asr-ı Saadette Resulullah’ın talimiyle sahabeler ve tabiîn doğrudan doğruya Kur’andan ders almışlar, müçtehid ve mezheblere ihtiyaçları olmamıştır. (Bak: Mezheb, tef­sir, Zahiriyyun)

«Kur’anın falan tercemesinde “şöyle demiş” diyerek ahkâm istinbatına, mes’ele münakaşasına kalkışmamalıdır. Bunu ehl-i iman olanlar yapmaz, kendini bilen ehl-i insaf da yapmaz... Bazılarını duyuyoruz ki, Kur’an tercemesi de­mekle iktifa etmiyor da “Türkçe Kur’an” demeye kadar gidi­yor... ...

Kur’an Arabîdir. Zira (12:2) _È[¬"«h«2 _®9«~²h­5 ­˜_«X²7«i²9«~ _Å9¬~ mansustur. Dü­şünmeli ki; Kur’anı tefsir etmek üzere Peygamber’in irad buyurduğu hadîse bile Kur’an denilse, küfr olur.» (E.T. Mukaddime 15) (Bak: Naklî Delil ve 2136.p.)

3763- Kur’anın çok derin küllî manaları bulunup hakiki tercemesi yapıl­mayacağını Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade ediyor:

Meselâ « ¬y±V¬7 ­f²W«E²7«~ bir cümle-i Kur’aniyedir. Bunun en kısa manası, ilm-i Nahiv ve Beyan kaidelerinin iktiza ettiği şudur:

|«V«2«— «‡«f«. ¯f¬8_«& ¬±>«~ ²w¬8 ¬f²W«E²7~ ¬…~«h²4«~ ²w¬8 ¯…²h«4 Çu­6

°s¬E«B²K­8«— °‹_«' ¬f«"«ž~ |«7¬~ ¬Ä«ˆ«ž~ «w¬8 «p«5«— ¯…Y­W²E«8 ¬±>«~

yÁV7_¬" |ÅW«K­W²7~ ¬…Y­%­Y²7~~ ¬`¬%~«Y²7~ ¬€~ÅgV¬7

Yani: “Ne kadar hamd ve medh varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hasdır ve lâyıktır o zat-ı Vacib-ül Vücud’a ki, Allah de­nilir.” İşte “Ne kadar hamd varsa”, “El-i istiğrak”tan çıkıyor. “Her kimden gelse” kaydı ise, “hamd” masdar olup, faili terkedildiğnden , böyle makamda umumiyeti ifade eder. Hem mef’ulün terkinde, yine makam-ı hitabîde külli­yet ve umumiyeti ifade ettiği için, “her kime karşı olsa” kaydını ifade ediyor. “Ezelden ebede kadar” kaydı ise; fiilî cümlesinden ismî cümlesine intikal kaidesi, sebat ve devama delalet ettiği için, o manayı ifade ediyor. “Has ve müstehak” manasını “lillah” daki “lam-ı cer” ifade ediyor. Çünkü o “lam”, ihtisas ve istihkak içindir. “Zat-ı Vacib-ül Vücud” kaydı ise; vücub-u vücud, uluhiyetin lâzım-ı zarurisi ve Zat-ı Zülcelal’e karşı bir ünvan-ı mülahaza ol­duğundan, “Lafzullah” sair esma ve sıfata camiiyeti ve ism-i azam olduğu itibariyle, delalet-i iltizamiye ile delalet ettiği gibi, Vacib-ül Vücud ünvanına dahi, o delalet-i iltizamiye ile delalet ediyor.

İşte, «Elhamdülillah” cümlesinin en kısa ve ülema-yı Arabiyece müttefekun-aleyh bir mana-yı zahirîsi şöyle olursa, başka bir lisana o i’caz ve kuvvetle nasıl tercüme edilebilir?» (M.392)

3764- «Ehl-i ilhada kapılan ülema-üs su’, milleti aldatmak için diyorlar ki: İmam-ı A’zam, sair imamlara muhalif olarak demiş ki:

“İhtiyaç olsa, diyar-ı baidede Arabî hiç bilmiyenlere, ihtiyaç derecesine göre; Fatiha yerine Farisî tercümesi cevazı var.” Öyle ise, biz de muhtacız, Türkçe okuyabiliriz?

Elcevab: İmam-ı A’zam’ın bu fetvasına karşı başta a’zami imamların en mühimleri ve sair oniki eimme-i müçtehidîn,o fetvanın aksine fetva veriyor­lar. Âlem-i İslâm’ın cadde-i kübrası, o umum eimmenin caddesidir; mu’zam-ı ümmet, cadde-i kübrada gidebilir. Başka hususi ve dar caddeye sevkedenler, idlal ediyorlar. İmam-ı A’zam’ın fetvası, beş cihette hususidir:

Birincisi: Merkez-i İslâmiyetten uzak diyar-ı âherde bulunanlara aittir.

İkincisi: İhtiyac-ı hakikîye binaendir.

Üçüncüsü: Bir rivayette lisan-ı ehl-i Cennet’ten sayılan Farisî lisanıyla tercümeye mahsustur.

Dördüncüsü: Fatiha’ya mahsus olarak cevaz verilmiş, ta Fatiha’yı bilme­yen namazı terketmesin.

Beşincisi: Kuvvet-i imandan gelen bir hamiyet-i İslâmiye ile, maani-i mukaddesenin, avamın tefehhümüne medar olmak için cevaz gösterilmiş. Halbuki zaaf-ı imandan gelen ve menfi fikr-i milliyetten çıkan ve lisan-ı Arabîye karşı nefret ve zaaf-ı imandan tevellüd eden meyl-i tahrib saikasıyla tercüme edip Arabî aslını terketmek, dini terk ettirmektir!..» (M.434)



3765- «Sual: Bazı ehl-i tahkik derler ki: Elfaz-ı Kur’aniye ve zikriye ve sair tesbihlerin herbiri müteaddit cihetlerle insanın letaif-i maneviyesini ten­vir eder, manevi gıda verir. Manaları bilinmezse, yalnız lafız ifade etmiyor, kâfi gelmiyor. Lafız bir libastır; değiştirilse, her taife kendi lisanıyla o mana­lara elfaz giydirse, daha nâfi’ olmaz mı?

Elcevab: Elfaz-ı Kur’aniye ve tesbihat-ı Nebeviyenin lafızları camid libas değil; cesedin hayattar cildi gibidir, belki mürur-u zamanla cild olmuştur. Li­bas değiştirilir; fakat cild değişse, vücuda zarardır. Belki namazda ve ezan­daki gibi elfaz-ı mübarekeler, mana-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez.» (M.340)

«Evet nasıl İmam-ı Azam demiş: ­yÅV7~ ެ~ «y«7¬~ «ž Tevhide alem ve isimdir.”

Biz de deriz: Kelimat-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve na­mazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmiştir. Alem gibi, mana-yı lügavisinden ziyade, mana-yı örfi-yi şer’îsine bakılır. Öyle ise, değişmeleri şer’an mümkün değilir. Her mü’mine bilmesi lâzım olan mücmel manaları, yani muhtasar bir meali ise en ami bir adam dahi ça­buk öğrenir. Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler malayaniyat ile dolduran adamlar, bir iki haftada hayat-ı ebediyesinin anah­tarı olan şu kelimat-ı mübarekenin meal-i icmalisini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl müslüman olurlar, nasıl “akıllı adam” denilirler? Ve öyle heriflerin tenbelliklerinin hatırı için, o nur menbalarının mahfazalarını bozmak, kâr-ı akıl değildir. (Bak: 632, 2807.p.lar)



3766- Hem “Sübhanallah” diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenab-ı Hakk’ı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi? Eğer manasına kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Hal­buki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa aklın hisse-i taallümünden başka, lafızdan ve lafza sirayet eden ve imtizaç eden meal-i icmalî, çok nur­lara ve feyizlere medardır. Bahusus tekellüm-ü İlahî haysiyetiyle aldığı kudsiyet ve o kudsiyetten gelen feyizler ve nurlar, çok ehemmiyetlidir.

Elhasıl: Zaruriyat-ı diniye mahfazaları olan elfaz-ı kudsiye-i İlahiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göre­mez. Ve muvakkat ifade etseler de; daimi, ulvi, kudsi ifade edemezler.

Amma nazariyat-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünki nasihat ile ve sair tedris ve talim ve va’z ile o ihtiyaç mündefi’ olur.» (M.341)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   1098   1099   1100   1101   1102   1103   1104   1105   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin