İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə342/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   338   339   340   341   342   343   344   345   ...   1221
Birkaç atıf notu:

Peygamberimiz’in gayb-aşina kalbi, bak: l194.p.sonu

Kâhin ve hatiflerin, Peygamberimiz’in (A.S.M.) geleceğine dair bazı gaybî ihbarları, bak: 597/1, 598-600.p.lar.

Abbasi Devleti’nin zuhur ve tahribine dair ihbar-ı gaybî, bak: 14.p.

Sahabeler hakkında Tevrat’ta ihbar-ı gaybî, bak: 3201, 3202.p.lar

Bazı fütuhata dair ihbar-ı gaybî, bak: 1441.p.

1014- Cin ve şeytanların semavattan gaybî haber hırsızlığını bildiren:

«  ¯`¬9_«% ¬±u­6 ²w¬8 «–Y­4«g²T­<«— |«V²2«ž²~ ¬³Ÿ«W²7~ «]7¬~ «–Y­QÅWÅK«< «ž

 °`¬.~«— °~«g«2 ²v­Z«7«— ~®‡Y­&­…

(37:8,9,10)  °`¬5_«$ °_«Z¬- ­y«Q«A²#«_«4 «}«S²O«F²7~ «r¬O«' ²w«8 Åž¬~

(67:5) ¬w[¬0_«[ÅLV¬7 _®8Y­%­‡ _«;_«X²V«Q«%«— «d[¬"_«M«W¬" _«[²9Çf7~ «š_«WÅK7~ _ÅXÅ<«ˆ ²f«T«7«—

gibi âyetlerin mühim bir nüktesi, ehl-i dalaletin bir tenkidi münasebetiyle be­yan edilecek. Şöyle ki: Cin ve şeytanın casusları, semavat haberlerine kulak hırsızlığı ya­pıp, gaybî haberleri getirerek, kâhinler ve maddiyyunlar ve bazı ispirtizmacılar gibi, gaibden haber vermelerini, nüzul-ü vahyin bidayetinde vahye bir şübhe getir­memek için onların o daimî casusluğu, o zaman daha ziyade şehablarla recm ve menedildi­ğine dair olan mezkûr âyetler münase­betiyle gayet mühim üç başlı bir su­ale muhta­sar bir cevabdır.



1015- Sual: Şu gibi âyetlerden anlaşılıyor ki, cüz’î ve bazan şahsî bir hâ­dise-i gaybiyeyi de haber almak için, gayet uzak bir mesafe olan semavat memleketine ca­sus şeytanların sokulması ve o çok geniş memleketin her ta­rafında o cüz’î hâdisenin bahsi varmış gibi; hangi şeytan olsa, hangi yere so­kulsa, yarım yamalak o haberi işi­tecek, getirecek diye bir manayı akıl ve hik­met kabul etmiyor. Hem nass-ı âyetle, semavatın üstünde bulunan Cennet’in meyvelerini bazı ehl-i Risalet ve ehl-i kera­met, yakın bir yerden alır gibi alı­yormuş. Bazan yakından Cennet’i temaşa ediyor­muş diye nihayet uzaklık ni­hayet yakınlık içinde bir meseledir ki, bu asrın aklına sığmaz? Hem cüz’î bir şahsın cüz’î bir ahvali; küllî ve geniş olan semavat memleke­tindeki Mele-i A’lanın medar-ı bahsi olması, gayet hakîmane olan tedvir-i kâinatın hikme­tine muvafık gelmiyor? Halbuki bu üç mesele de hakaik-i İslâmiyeden sayılı­yor?

1016- Elcevab: Evvela: Onbeşinci Söz namındaki bir Risalede, “yedi ba­samak” namında, yedi kat’i mukaddeme ile,

(67:5) ¬w[¬0_«[ÅLV¬7 _®8Y­%­‡_«;_«X²V«Q«%«— «d[¬"_«M«W¬" _«[²9Çf7~ «š_«WÅK7~ _ÅXÅ<«ˆ ²f«T«7«—

âyetinin ifade ettiği, yıldızlarla şeytan casuslarının semavattan ref’ ve tardı, öyle bir surette isbat edilmiş ki, en muannid maddiyyunu dahi ikna eder, susturur ve kabul ettirir.

Saniyen: Bu uzak zannedilen o üç hakikat-ı İslâmiyeyi, kısa zihinleri ya­kınlaş­tırmak için bir temsil ile işaret edeceğiz. Meselâ: Bir hükümetin daire-i askeriyesi memleketin şarkında ve daire-i adliyesi garbında ve daire-i maarifi şimalinde ve da­ire-i ilmiyesi cenubunda ve daire-i mülkiyesi ortasında bu­lunsa; telsiz telefon, telg­rafla, gayet muntazam bir surette her daire alâkadar olduğu vaziyetleri görse, haber alsa; adeta umum o memleket, adliye dairesi olduğu halde, askerî dairesidir ve mül­kiye dairesi olduğu gibi, ilmiye dairesi oluyor.



1017- Hem meselâ: Müteaddid devletler ve ayrı ayrı payitahtları bulunan hü­kümetlerin bazan oluyor ki, müstemlekat cihetiyle veya imtiyazat haysiye­tiyle veya ticaretler münasebetiyle bir tek memlekette ayrı ayrı hakimiyetlik­leri bulunur. Raiyet ve millet bir olduğu halde, herbir hükümet, kendi imti­yazı cihetiyle, o raiyetle münasebetdardır. Birbirinden çok uzak o hükümet­lerin muamelatı, birbirine temas ediyor. Her hanede birbirine yakınlaşıyor ve her adamda iştirakleri oluyor. Cüz’î mes’eleleri, temas noktalarındaki cüz’î bir dairede görülür. Yoksa her cüz’î bir mes’ele, daire-i külliyeden alınmıyor, fakat o cüz’î mes’elelerden bahsedildiği za­man, doğrudan doğruya daire-i külliyenin kanunuyla olduğu cihetiyle daire-i külli­yeden alınıyor gibi ve o dai­rede medar-ı bahsolunmuş bir mesele şekli verilir tarzda ifade edilir.

1018- İşte bu iki temsil gibi, semavat memleketi, payitaht ve merkez iti­bariyle gayet uzak olduğu halde, Arz memleketinde insanların kalblerine uzanmış manevi telefonları olduğu gibi, semavat âlemi, yalnız âlem-i cisma­nîye bakmıyor; belki âlem-i ervahı ve âlem-i melekûtu tazammun ettiğinden, bir cihette perde altında âlem-i şehadeti ihata etmiştir. Hem âlem-i bakiden ve dar-ı bekadan olan Cennet dahi, hadsiz uzaklığıyla beraber, yine o daire-i tasarrufatı, perde-i şehadet altında, her tarafta nurani bir surette uzanmış, yayılmış.

Sâni-i Hakîm-i Zülcelal’in hikmetiyle, kudretiyle, nasılki insanın başında yerleş­tirdiği duygularının merkezleri ayrı ayrı olduğu halde, herbiri umum o vücuda, o cisme hükmediyor ve daire-i tasarrufuna alabiliyor. Öyle de; bu insan-ı ekber olan kâinat dahi, mütedahil ve birbiri içinde bulunan daireler gibi, binler âlemleri ihtiva ediyor. Onlarda cereyan eden ahvalin ve hâdisele­rin küllî ve cüz’iyeti ve hususiyeti ve azameti cihetiyle medar-ı nazar olur, yani o cüz’ler, cüz’î ve yakın yerlerde ve küllî ve azametliler küllî ve büyük makamlarda görülür. Fakat bazan cüz’i ve hususi bir hâdise, büyük bir âlemi istila eder. Hangi köşede dinlenilse, o hâdise işitilir.



Ve bazan da büyük tahşidat, düşmanın kuvvetine karşı değil, belki izhar-ı haş­met için yapılır. Meselâ: Hâdise-i Muhammediye (A.S.M.) ve Vahy-i Kur’anın hâ­dise-i kudsiyesi, umum semavat memleketinde, hatta o memle­ketin her köşesinde en mühim bir hâdise olduğundan, doğrudan doğruya çok uzak ve çok yüksek olan koca semavatın burçlarına nöbetdarlar dizilip, yıldızlardan mancınıkları atarak, ca­sus şeytanları tard ve defediyorlar vaziye­tinde göstermek ve ifade etmekle, vahy-i Kur’anînin derece-i haşmetini ve şa’şaa-i saltanatını ve hiçbir cihette şübhe girmiyen derece-i hakkaniyetini ilana bir işaret-i Rabbaniye olarak, o vakitte ve o asırda daha ziyade yıldızlar düşürülüyormuş ve atılıyormuş. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Be­yan dahi, o ilan-ı tekvinîyi tercüme edip ilân ediyor ve o işaret-i semaviyeye işaret eder. Evet bir melaikenin üfürmesiyle uçurulabilir olan casus şeytanları böyle bir işaret-i azîme-i semaviye ile, melaikelerle mübareze ettirmek, elbette o vahy-i Kur’anînin haşmet-i saltanatını göstermek içindir. Hem bu haşmetli olan be­yan-ı Kur’anî ve azametli tahşidat-ı semaviye ise; cinnilerin, şeytanların, semavat ehlini mübarezeye ve müdafaaya sevkedecek bir iktidarları, bir mü­dafaaları bulunduğunu ifade için değil, belki kalb-i Muhammedî’den (A.S.M.) ta semavat âlemine, ta Arş-ı Azam’a kadar olan uzun yolda, hiçbir yerde cin ve şeytanın müdahaleleri olmama­sına işaret için, vahy-i Kur’anî, koca semavatta, umum melaikece medar-ı bahsolan bir hakikattır ki, bir derece ona temas etmek için, şeytanlar ta semavata kadar çık­maya mecbur olup, hiçbir şeye muvaffak olamayarak recm edilmesiyle işaret edi­yor ki; kalb-i Muhammedî’ye (A.S.M.) gelen vahy ve huzur-u Muhammediyeye (A.S.M.) gelen Cebrail ve nazar-ı Muhammedî’ye (A.S.M.) görünen hakaik-i gaybiye, sağlam ve müstakimdir, hiçbir cihetle şüphe girmez diye Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan mu’cizane haber veriyor.

1019- Amma Cennet’in uzaklığıyla beraber âlem-i bekadan olduğu halde en ya­kın yerlerde görülmesi ve bazan ondan meyve alınması ise; evvelki iki temsil sırrıyla anlaşıldığı gibi, bu âlem-i fani ve âlem-i şehadet ise âlem-i gayba ve dar-ı bekaya bir perdedir.


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   338   339   340   341   342   343   344   345   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin