İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə49/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   1221
Bir atıf notu:

-Peygamberimiz’de A.S.M ahlâk-ı âliyenin hepsi derece-i kemâlde cem ol­muştur, bak: 2579.p.

140- Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) ‘ın yüksek ahlâkının en yük­sek in’ikası, sahabelerde görülmüştür. Çünki:

«Asr-ı Saadet’te hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin çarşısında, kizb ve şer ve küfür gibi maddeler, şekavet-i ebediye gibi neticeleri ve Müseylime-i Kezzab gibi süfli maskaraları tevlid ettiğinden, secaya-yı âliye ve hubb-u maaliye mef­tun olan saha­belerin, zehr-i katilden kaçar gibi ondan kaçmaları ve nefret etme­leri bedihidir. Ve saadet-i ebediye gibi netice veren ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm gibi nu­rani meyveler gösteren; sıdk ve hakka ve imana en nafi’ bir tiryak, en kıymetdar bir elmas gibi, o fıtratları safiye ve se­ciyeleri samiye olan sahabeler, bütün kuvvetleriyle ve hissiyat ve letaifleriyle, onlara müşteri ve müştak olması zaruridir. Halbuki o za­mandan sonra, git gide ve gele gele sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala omuz omuza geldi. Bir dük­kânda ikisi beraber satılmağa başladığı gibi, ahlâk-ı içti­maiye bozuldu. Propa­ganda-i siyaset, yalana fazla revaç verdi. Yalanın müdhiş çir­kinliği gizlenip, doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladığı za­manda, kimin haddi var ki, sahabenin adalet ve sıdk ve ulviyet ve hakkaniyet hususundaki kuv­vetlerine, metanetlerine, takvalarına yetişebilsin veya dere­celerinden geçsin.» (S.490) (Bak: Asr-ı Saadet)



141- İnsanların ahlâkı üzerinde Resulullah’ın (A.S.M.) yaptığı inkılab, nü­büvve­tine bir delildir. Zira ahlâkın hakikatı, vicdanî ve ihtiyarî kabullenmeye dayanır. Yoksa «tehdidlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı ammeyi başka bir mec­raya çevirtmek mümkün olur. Fakat te’siri cüz’idir, sathidir, muvakkat olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir. Amma irşadiyle kalblerin de­rinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en incelerini heyecana getirmek, istidadların inkişafına yol açmak, ahlâk-ı âliyeyi te’sis ve alçak huy­ları imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kal­dırıp hakikatı teşhir etmek, hürri­yet-i kelâma serbestî vermek, ancak şua-i hakikattan muktebes hârikulâde bir mu’cizedir.

Evet, Asr-ı Saadet’ten evvelki zamanlarda kalb katılığı ve merhametsizlik öyle bir hadde baliğ olmuştu ki, kocaya vermekten âr ederek kızlarını diri diri toprağa gömerlerdi. Asr-ı Saadet’te İslâmiyet’in doğurduğu merhamet, şef­kat, insaniyet sa­yesinde, evvelce kızlarını gömerlerken müteessir olmayanlar, İslâ­miyet dairesine girdikten sonra karıncaya bile ayak basmaz oldular. Acaba böyle ruhî, kalbî, vicdanî bir inkılab hiçbir kanuna tatbik edilebilir mi?» (İ.İ.109)



142- «Tarih bize gösteriyor ki; en büyük bir insan, hamiyet-i milliye, hiss-i uhuvvet, hiss-i muhabbet, hiss-i hürriyet gibi hissiyat-ı umumiyeden bir veya iki ve­yahut üç hissi ikaz etmeye muvaffak olur. Acaba evvelki zamanla­rın cehalet, şeka­vet, zulüm zulmetleri altında gizli kalan binlerce hissiyat-ı âliyeyi, Ceziret-ül Arab memleketinde, bedevi ve dağınık bir kavim için inki­şaf ettirmek hâri­kulâde değil midir? Evet, şems-i hakikatın ziyasındandır. Bu noktaları aklına sokamayanın, Ceziret-ül Arab’ı biz gözüne sokarız. Ey muannid! Ceziret-ül Arab’a git, en büyük feylesoflardan yüz taneyi de intihab et, beraber götür. On­lar da orada ahlâkın ve maneviyatın inkişafı hu­susunda çalışsınlar. Muhammed-i Arabî’nin o vahşetler za­manında o vahşi bedevilere verdiği cilayı, senin o feylesofların şu medeniyet ve terakkiyat devrinde yüzde bir nisbetinde verebi­lirler mi? Çünkü o zatın yaptığı o cila; İlahî, sabit, layetegayyer bir ciladır ve onun büyük mu’cizelerinden biridir.» (İ.İ.110)

143- Beşere İlahî teklif olan din ve onun telkin ettiği ulvi ahlâk olma­saydı, insa­niyet hayvaniyet mertebesinde kalıp saadetine vesile olan kemâle eremeye­ceği hakikatı, bir sual vesilesiyle şöyle izah ediliyor:

«Diyorsun ki; teklif, saadet içindir. Halbuki ekser nâsın şekavetine sebeb, tek­liftir. Teklif olmasaydı, bu kadar tefavüt-ü şekavet de olmazdı?

Cevab: Cenab-ı Hak, verdiği cüz-i ihtiyarî ile ef’al-i ihtiyariye âlemini kesbiyle teşkil etmeğe insanı mükellef kıldığı gibi, ruh-u beşerde vedia olarak ekilen gayr-ı mütenahi tohumları sulamak ve neşv ü nemalandırmak için de be­şeri teklif ile mü­kellef kılmıştır. Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o to­humlar neşv ü nema bula­mazdı. Evet nev’-i beşerin ahvaline dikkatle bakı­lırsa görülür ki; ruhun manen te­rakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve te­rakkisini telkih eden yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren, tek­liftir; hayat ve­ren, peygamberlerin gönderil­mesidir; ilham eden, dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak ka­lacaktı ve insandaki bu kadar kemâlat-ı vic­daniye ve ahlâk-ı hasene tamamen yok olurlardı. Fakat in­sanların bir kısmı, arzu ve ihtiyariyle teklifi kabul etmiştir. Bu kı­sım, saadet-i şahsiyeyi elde ettiği gibi nev’in saadetine de sebeb olmuştur. Amma in­sanla­rın büyük bir kısmı, ihtiyarı ile küfrü kabul ve tekalif-i İlahiyeyi reddetmiş­lerse de, teklifin bazı nevilerinden süzülen terbiyevî, ahlakî vesaire güzel şeyleri aldıkla­rından, teklifin o nevilerini zımnen ve ıztıraren kabul etmiş bulunurlar. İşte bu iti­barla, kâfirin her sıfatı ve her hâli kâfir değildir.» (İ.İ.163)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin